Uluslararası alanda neredeyse her gün bir ülke Cenevre Sözleşmeleri’ni ihlal etmekle suçlanıyor. Ancak ne Ukrayna’da, ne Gazze’de ne de Kurdistan’da işlenen suçlardan kaynaklı kimsenin hesap verdiği yok. Sivil yerleşim yerleri bombalanıp kadın, çocuk demeden siviller öldürülüyor, başka halkların toprakları işgal ediliyor, milyonlarca insan yerinden edilerek zorunlu göçe tabi tutuluyor, işgal edilen bölgelere başka yerlerden insanlar getirilip yerleştiriliyor. Savaş esnasında veya kapsamında esir alınan savaşçılar ise ağır işkencelere maruz kalıyor ya da ömür boyu ağır tecrit koşullarında tutuluyor.
Tüm bunlar yapılırken hiçbir devletin hesap verdiğine tanıklık etmiyoruz. Ya da uluslararası hukuku korumakla yükümlü olan devletler ve kurumların seçici davrandığını görüyoruz. Ukrayna’daki savaş karşısında uluslararası hukuk ön plana çıkarılırken, Türk devletinin Kurdistan’daki savaşı karşısında ise ölüm sessizliği yaşanıyor.
Peki, 2. Dünya Savaşı esnasında hayata geçirilen ve bugün uluslararası insan hakları hukukunun temelini oluşturan Cenevre Sözleşmeleri neden yetersiz kalıyor? Cenevre Sözleşmeleri günümüz modern dünyasına uygun değil mi? Ukrayna’daki veya Gazze’deki savaşta uluslararası hukuku öne çıkaranlar, neden Kurdistan’daki savaş karşısında sessiz? Uluslararası hukuk devletsiz toplumları korumuyor mu? Kurdistan’daki savaşın uluslararası hukuk boyutu ne? Türkiye, Kurdistan’daki savaşın varlığını neden kabul etmiyor? Türkiye’nin Kurdistan’ı işgal savaşında PKK’li tutsakların statüsü ne? 3 yılı aşkın bir süredir devam eden İmralı tecridinin uluslararası hukuktaki karşılığı ne?
Tüm bu soruların cevabını uluslararası hukuk çalışmalarıyla dünyaca isim yapmış Uluslararası Hukukçular Komisyonu Komiseri ve Cenevre Üniversitesi Hukuk Fakültesi Uluslararası Hukuk Profesörlerinden Marco Sassoli ile konuştuk.
Neredeyse her gün birileri Cenevre Sözleşmeleri’ni ihlal etmekle suçlanıyor. Örneğin Ukrayna, Gazze ve Kurdistan’da yaşanan savaşların uluslararası hukuk, özellikle insancıl hukuk boyutunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uluslararası insancıl hukukta, iki devlet arasındaki uluslararası silahlı çatışmalar ile silahlı bir grup ile bir devlet arasındaki uluslararası olmayan çatışmaları birbirinden ayırmak zorundayız.
Ukrayna'da Rusya ile yaşanan uluslararası bir çatışma var. Filistin'de uluslararası bir çatışma, Gazze'de askeri bir işgal var. Türkiye'de ise uluslararası olmayan bir silahlı çatışma var, örneğin PKK ile Türk hükümet güçleri arasında.
Türkiye, her zaman silahlı bir çatışma nitelemesini reddederek, bu savaşın sadece terörle mücadele operasyonları kapsamında olduğunu iddia ediyor. Bu noktada hiç kimse Türkiye'yi yaşananların silahlı bir çatışma olduğunu kabul etmeye zorlamıyor.
Ancak temelde silahlı çatışma olarak görülmese bile, burada insan hakları hukuku tam olarak geçerlidir. İnsan hakları hukuku güvenceleri, insancıl hukuk güvencelerinden daha yüksektir, çünkü insancıl hukuk savaş halinde düşman savaşçılarını öldürmenize izin verir. Barış zamanında, insanları kasten öldürme ya da savaş esirlerini alıkoyma hakkınız yoktur: Rusya ve Ukrayna arasında, her iki taraf da düşman askerlerini yargılamadan alıkoyabilir.
Silahlı çatışma olarak görülmeyen savaş halinde ise insanları ancak bir mahkeme kararından sonra alıkoyabilirsiniz.
Cenevre Sözleşmeleri uluslararası hukukun temeli olarak kabul ediliyor. Bu sözleşmeler tüm bu savaşlarda ihlal edilmiyor mu?
Evet, maalesef ihlal ediliyor. Siz medya ağırlıklı olarak bu ihlallerden bahsediyorsunuz, olması gereken de belki bu. Çünkü bu ihlaller skandal boyutta. Ancak insancıl hukukun her zaman her yerde ihlal edildiği izlenimi vermemeliyiz. Çoğu zaman da bu konvansiyonlar sayesinde birçok duruma saygı duyuluyor. Birçok durumda insancıl hukuka saygı gösteren pek çok asker var. Bu konvansiyonlar sayesinde doğru muamele gören pek çok mahkum da var. Ancak tabii ki yeterli değildir. Bu konvansiyonlara tam anlamıyla saygı duyulması için devletlerin siyasi iradesine ihtiyacımız var. Her şeyden önce bir ülkedeki ihlalleri eleştirirken başka bir ülkedeki ihlalleri eleştirmemek gibi bir çifte standarttan kaçınılması gerekir.
Maalesef devletlerin çifte standartları var. Örneğin, Rusya’nın Ukrayna’daki insan hak ihlallerini eleştiriyorlar ve bunda da haklılar. Ama, Türkiye’ye birçok noktada ihtiyaç duydukları için, aynı devletler Türkiye’yi yaptıkları ihlallerden kaynaklı eleştirmiyor.
Peki, Cenevre Sözleşmeleri’nin bu haliyle günümüz modern dünyasına veya savaşlarına uygun olduğunu düşünüyor musunuz?
Siber saldırılar gibi bazı yeni meseleler var. İnsancıl hukuk genellikle fiziksel saldırılara atıfta bulunur. Öte yandan, mahkumlara muamele, sivillere saygı ve insani yardım gibi en büyük sorunlar söz konusu olduğunda, iyi kuralları vardır. Sadece bu kurallara yeterince riayet edilmiyor. Bence ihtiyaç duyulan şey, nasıl daha iyi uygulaması sağlayacak mekanizmalardır ve kuralların içeriğinin gözden geçirilmesi çok da gerekli değildir.
Ama dediğim gibi istisnalar da var. Şu anda Gazze’de gördüğümüz şey, esasen her iki taraf da insancıl hukuku ihlal ediyor. Örneğin, Gazze’deki sivillere insani yardımın geçişine izin verme yükümlülüğü, bu yardımın Hamas savaşçılarına değil sivil halka fayda sağladığının kontrol edilmesi olasılığına bağlıdır.
Bu durum çok realist değil, çünkü Gazze’deki bir kadının Hamas savaşçısı olan eşini de beslemediğini nasıl kontrol edebilirsiniz? Durumu bilmemekle birlikte, Kurdistan’da da benzer sorunlar olduğunu tahmin ediyorum.
O halde Cenevre sözleşmelerinin günümüz dünyasına göre uyarlanması gerektiğini söyleyen uzmanlara katılmıyorsunuz...
Biliyorsunuz, Cenevre Sözleşmeleri silahlı çatışmalar için geçerlidir. Dolayısıyla kaçınmamız gereken şey, silahlı çatışmalardır. İdeal bir hukuka sahip olmak için, örneğin çevrenin korunması, kadın haklarının korunması, kalkınma ve eşitsizlik ve benzeri alanlarda daha iyi bir hukuk hayal edebiliriz.
Ama burada silah çatışmalar için geçerli olan ve realist kalması gereken bir hukuktan bahsediyoruz. Örneğin, PKK’ye artık Türk askerlerini öldürme haklarının olmadığını söylesem, o zaman onlar da sizin insancıl hukukunuza saygı duyamamayız çünkü Türkiye ile bir savaş halindeyiz, diyeceklerdir.
Dolayısıyla insancıl hukuk, hiçbir zaman arzu ettiğimiz kadar insancıl olamaz. Ancak belli bir insanlık unsurunu garanti edebilir ama burada da bunu savaşanlar için pek realist gelişmeler olarak görmüyorum.
Aynı şey ulusal kurtuluş savaşı için de geçerlidir; bir ulusal kurtuluş hareketinin savaş vermesi yasaklanamaz. Örneğin, PKK çocuk savaşçıları kullanmamayı, anti-personel mayınları ve benzeri şeyleri kullanmayı taahhüt etmiştir çünkü bunlar olmadan da savaş yürütebileceklerine inanmaktadırlar. Ama insancıl hukuk kapsamında savaş yürütmelerini yasaklayamazsınız.
Peki, uluslararası hukukun temeli olan Cenevre Sözleşmeleri’ni koruyan bir mekanizmanın varlığından neden bahsedemiyoruz?
Maalesef öyle bir mekanizma yok. Devletle,r uluslararası bir polis gücü istemedi. Eğer öyle uluslararası bir ‘polis’ gücü olsaydı, zaten savaşlar olmazdı, değil mi? Çünkü uluslararası bir polis gücü olsaydı, örneğin Cenevre’de aniden polis memuruna saldırırsanız, bu bir savaş değildir ve polis sizi durdurur, ancak meşru bir güç durumu dışında size ateş etmezler, sizi durdurmaya çalışırlar. Oysa bir savaşta, savaşçılar size saldırmasa bile siz karşınızdaki savaşçılara saldırabilirsiniz.
Bu konvansiyonları hayata geçirenlerde aynı devletler değil mi? O zaman bu konvansiyonları koruyan bir mekanizmanın varlığına neden karşı çıkıyorlar?
Çünkü devletler bunu istiyor. Bence halklar da böyle uluslararası mekanizmadan çok kendi egemenliklerini istiyor. Yani uluslararası bir organ istemiyor. Biz burada İsviçre’deyiz ve gerçekte İsviçreliler Avrupa Birliği’ne katılmak istemiyorlar, çünkü uluslararası bir kuruma tabi olmak istemiyorlar. Ve eminim ki Kürt halkının ya da Katalanların bir devleti olsaydı, onlar da böyle bir mekanizma istemezlerdi. Veya uluslararası bir polis gücüne tabi olmamak için bir devlet istiyorlar. Umarım, uluslararası hukuka uygun olarak kendi kaderlerini tayin etmek ve kendileri için karar vermek isterler. Dış güçlerin onlara bir şeyler dayatmasını değil.
Ama insan haklarına saygı dışarıdan gelen bir mesele olmadığı çok açıktır. Devletler insan haklarına saygı göstermeyi taahhüt ederler, ancak onları bunu yapmaya zorlayacak bir mekanizma yoktur, çünkü bu uluslararası bir silahlı güç gerektirir. Ve ne yazık ki, insan haklarını ihlal eden devletler genellikle çok güçlüdür. Avrupa ve Batı devletleri, ABD, Kanada gibi üçüncü taraf devletler prensipte insan haklarından yanadır. Ama İsrail ya da Türkiye insan haklarını ihlal ettiğinde ya çok az ses çıkarırlar ya da hiç ses çıkarmazlar. Çünkü ticari ya da ideolojik çıkarlar var, ya da Türkiye şu anda Ukrayna ile Rusya arasında önemli ve oldukça olumlu bir rol oynuyor. Aracılık eden İsviçre değil, Türkiye. Yani devletlerin bu durumdan çıkarları var.
Örneğin; Türkiye’nin, İsrail’in Gazze’de Cenevre Sözleşmelerine uymasını sağlamak için aldığı önlemler var. Gördüğünüz gibi bir seçicilik var, öyle değil mi? Türkiye, İsrail’in Gazze’de Cenevre Sözleşmelerine saygı göstermesini istiyor ama kimsenin Türkiye’ye Cenevre Sözleşmelerine saygı göstermelerini söylemesini istemiyor. Kurallar aynı değil, çünkü Gazze’deki durum uluslararası hukuk nezdinde bir işgal. Kürt bölgelerinde ise uluslararası olmayan bir çatışma var ama yine de insancıl hukuk kuralları geçerli.
Kurdistan bir sömürge olsa da uluslararası hukukta bir sömürge olarak tanımlanmıyor. Bunun nedeni devletsiz bir toplum olmaları mı? O zaman uluslararası hukuk devletsiz toplumları korumuyor mu?
Türkiye’nin Suriye'nin kuzeyindeki varlığını bir işgal olduğunu söyleyebilirsiniz; çünkü orası başka bir ülke. Ancak bildiğiniz gibi Kurdistan bir devlet olarak mevcut değil. Halkların kendi kaderini tayin hakkı Kürtlere bir devlet isteme hakkı veriyor ama henüz böyle bir devlet yok. Bir devlet olmayınca Türkiye’nin Kurdistan’daki varlığı işgal olarak kabul görmüyor.
Öte yandan Suriye'de; Türkiye, Suriye hükümetinin onayı olmadan Suriye'nin kuzeyindeki varlığını koruyor. Bu bir işgaldir. Türkiye, Kurdistan’ı Türkiye’nin bir parçası olarak görüldüğü için oradaki durum bir işgal olarak görülmüyor. Kürtlerin çok uluslu bir devlete, özerkliğe vs. razı olup olmayacaklarını ya da hala bir devlet isteyip istemediklerini bilmiyorum. Ama eğer istiyorlarsa uluslararası hukukta da bu onların temel hakkıdır.
Türkiye’nin, Türkiye Kurdistanı'ndaki varlığı işgal hukuku kapsamında değerlendirilmese de burada insan hakları kuralları geçerlidir.
Sizin de dediğiniz gibi Türkiye Suriye’de bir savaş halinde, Kürtlere karşı savaşına devam ediyor, Kürt bölgelerini işgal ediyor. İşgal edilen bu bölgelerdeki Kürtleri kendi topraklarından zorla başka yerlere sürüyor. Türkiye’nin bu pratiklerini uluslararası hukukta nasıl açıklamak gerekir?
Bir kez daha ifade etmek gerekirse; ihlaller var. Uluslararası hukuk işgal altındaki topraklarda bir devlet içinde olduğundan daha güçlüdür. Hatırlayacaksınız, Türk makamları kendi ülkesindeki mültecileri, Kuzey Suriye'de işgal ettiği bu bölgelere yerleştirme planı vardı. Bildiğim kadarıyla sonuçta bunu yapmadılar. Bunu yapamamalarının nedeni arasında uluslararası insancıl hukukun bir etkisi olduğunu düşünebiliriz, çünkü bu eylemler tıpkı Filistin'deki durum gibi uluslararası hukuk tarafından yasaklanmıştır.
İşgal altındaki topraklarda bile yerinden sürülme yasaktır. Gazze'de herkes bu durumu eleştiriyor çünkü İsrailliler Refah'taki sivil halkın başka bir yere taşınmasını istiyor. Amerikalılar bile bunun yasaklanmış bir tehcir olduğunu kabul ediyor. Suriye'nin kuzeyinde de benzer olaylar var ama maalesef burada yaşananlara dönük çok az uluslararası bir tepki var.
Türkiye’nin Suriye’de işgal ettiği bölgelerde yaşananlar etnik temizlik olarak görülebilir mi?
Etnik temizlik, insancıl hukukta teknik bir kavram değildir ancak insancıl hukuk ihlallerini içerir. İnsanları öldürmek, evlerini yıkmak, insanları yerlerinden sürmek gibi tüm eylemler insancıl hukuk tarafından yasaklanmıştır.
Yarın: İmralı tecridi ve uluslararası hukuk
Marco Sassoli kimdir?
Aktüel olarak Cenevre Üniversitesi Hukuk Fakültesi Uluslar Hukuk Profesörlüğü görevi ve Uluslararası Hukukçular Komisyonu (ICJ) Komiserliği görevi de yürüten Prof. Marco Sassoli, uluslararası insancıl hukuk alanında yaptığı çalışmalarıyla dünyaca tanınan bir isim.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı’nın uluslararası insancıl hukuk alanındaki gönüllü danışmanlığını görevini de yürüten Prof. Marco Sassoli, aynı zamanda Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) Moskova Mekanizması misyonunun bir parçası olarak Ukrayna’da yaşanan insan hakları ihlallerini raporlamak için görevlendirilen üç uzmandan birisi.
Yakın döneme kadar Cenevre Uluslararası İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları Hukuku Akademisi (Geneva Academy) direktörlüğünü üstlenen Prof. Sassoli, uzun yıllar Uluslararası Kızıl Haç Örgütü çatısı altında da çalışmalar yürüttü.