25 yılı aşkın bir süredir İmralı Ada Cezaevi’nde tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan 3 yılı aşkın bir süredir ağır tecrit koşullarından tutuluyor. Aile ve avukat görüş hakkı gasp edilen Abdullah Öcalan’dan 3 yılı aşkın bir süredir ise hiçbir haber alınamıyor. İmralı’da yaşanan mutlak iletişimsizlik karşısında ise başta Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) olmak üzere yetkili kuruluşlar sessizliğini koruyor.
İmralı’da yaşanan bu tecridin hukuksal boyutunu ve PKK’li tutsakların statüsünü uluslararası hukuk çalışmalarıyla dünyaca isim yapmış Uluslararası Hukukçular Komiseri ve Cenevre Üniversitesi Hukuk Fakültesi Uluslararası Hukuk Profesörü Marco Sassoli ile konuştuk.
Türkiye ile Kürtler veya PKK arasındaki savaşın silahlı bir çatışma olarak görülmediğini söylediniz. Türkiye neye dayanarak bu savaşın sadece bir ‘terörle’ mücadele olduğunu öne sürüyor? Peki, bu savaşta tutsak edilen PKK üyelerinin statüsü nasıl tanımlanıyor?
Sorun şu ki, Türkiye Cenevre Sözleşmelerinin Ek Protokolu 1’e taraf değildir. Ek Protokol 1 madde 4. paragrafında, bir halkın kendi kaderini tayin etmek için mücadele ettiği ulusal kurtuluş savaşlarının uluslararası bir çatışma teşkil ettiğini öngörmektedir.
Ancak Türkiye taraf olmadığı için bu kurala bağlı değildir. İşte bu yüzden Türk devleti ile PKK veya Kürtler arasındaki savaşın uluslararası olmayan bir çatışma olduğunu belirttim. Bu durumda sadece uluslararası insancıl hukukun daha sınırlı kuralları geçerlidir. Uluslararası olmayan bir silahlı çatışmada savaş esiri statüsü yoktur.
Durum böyle kabul görse de artık çatışmalarda yer alamayan ya da almamış olan herkes insanca muamele görmeli, işkence görmemeli, aileleri tarafından ziyaret edilmeli gibi haklarından yararlanmalı. Türkiye’nin yaşananları bir silahlı çatışma olarak görmemesi nedeniyle, uluslararası hukuk nezdin de PKK’li tutsaklar uluslararası çatışmalarda olduğu gibi savaş esirleri gibi bir statüye sahip olamıyor.
Ancak insan hakları hukuku esas alınarak diğer tüm mahkumlar gibi muamele görmelidirler.
‘SORUMLULUK AK BAKANLAR KOMİTESİ’NDEDİR’
Kürt Lider Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu tecrit koşullarını da sormak istiyorum.
25 yıldan beridir İmralı’da ağır koşullarda tutulan Abdullah Öcalan’dan 3 yılı aşkın bir süredir hiçbir haber alınamıyor. Aile ve avukat görüş hakkı tamamen elinden alınmış durumda. Uluslararası hukuk uzmanı olarak bu tecridi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu durum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin de belirttiği gibi insan haklarının ihlalidir, çünkü hüküm giymiş mahkumların bile insani muamele görme hakkı vardır. Tecrit altında tutulmak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırıdır. Benzer şekilde, mahkumların aile ziyareti ve avukat görüş hakları vardır. AİHM, daha önce zaten Öcalan’ın durumunda bazı noktalarda ihlaller tespit etmiştir.
Ancak Avrupa Konseyi'nin Türkiye'ye gönderecek bir ordusu yok. Dolayısıyla Türkiye bu kararlara uymazsa, Avrupa Sözleşmesi sistemi uyarınca, karar vermek Bakanlar Komitesi'ne sorumluluğundadır.
‘AVRUPA TEHDİTLERE BOYUN EĞİYOR’
Birçok devletin Türkiye'ye ihtiyacı olduğunu biliyorsunuz, çünkü Türkiye 2 milyon Suriyeli mülteciyi Avrupa'ya göndermekle tehdit ediyor. Hatırlayacağınız üzere, bunu çok defa dile getirdiler. Dolayısıyla insan haklarını korumak isteyen devletler bile tuzağa düşmüş durumdalar çünkü Türkiye onlara "bizi çok fazla eleştirirseniz kapıları açıp mültecilerin Avrupa’ya gitmesine izin veririz” diyor.
Türkiye, Avrupa’yı illegal bir durumla tehdit etmiyor. Mültecilerin Avrupa’ya gitmesine izin vermek insan hakları ihlali değildir. Yani açıkça söylemek gerekirse, Türkiye, Avrupa’yı nükleer silah göndermekle tehdit etmiyor.
İnsan hakları ihlali olmayan bir şey yapmakla tehdit ediyor. Yasak olmayan bir şeyi yapmakla, ayrılmak isteyen insanların gitmesine izin vermekle tehdit ediyor. Avrupa’da bu tehditler karşısında Türkiye’de yaşananlara sesiz kalmayı tercih ediyor Avrupalılar tüm bu Suriyelileri Avrupa'ya kabul etme konusunda son derece endişeli.
‘BU TECRİT BİR İŞKENCEDİR’
Bu tecridin bir insan hakları hukukun ihlali olduğunu söylediniz. Peki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre bu tecrit bir işkence olarak görülebilir mi?
Evet. Bu tecrit bir işkence olarak görülebilir. Örneğin, Avrupa Mahkemesi, hatırlayacağınız üzere, İsviçre'de görülen bir davada bile, Almanya'daki Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun İsviçre'de insan öldürmekten tutuklanan bir üyesinin tamamen tecrit altında tutulmasına dönük bir karar vermişti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bunun bir tür işkence, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele olduğuna hükmetti. Ancak işkence ile insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele arasında çok teknik bir fark vardır. İşkence belirli bir amaç gerektirir ve Abdullah Öcalan'dan bilgi almaya çalıştıklarını ya da sadece onu veya bir başkasını aşağılamaya çalıştıklarını söylemek mümkün mü bilmiyorum. Her halükârda, bunun insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele olduğunu düşünsek bile, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından tüm bu uygulamalar yasaklanmıştır.
Türkiye’nin bu sözleşmeleri ihlaline rağmen Avrupa ve kurumları sessiz kalmayı tercih ediyor. Siz bu durumun birçok nedeni olduğunu söylediniz. Peki, ihlal edilen Avrupa’nın kendi yasaları değil mi?
Evet, bunun birçok nedeni var. Mülteciler, ekonomi, Türkiye'nin stratejik konumu ve benzeri birçok durum buna etken. Hala hükümetin değişeceğine ve Türkiye'de Kürtlerle müzakere etmeye istekli başka liderlerin olacağına dair umut var. İkinci olarak, müttefikleri olan Türklerin NATO üyesi ülke olduğu düşünüldüğünde bu sessizlik biraz anlaşılabilir. Eğer bir müttefiki etkilemek istiyorsanız, o ülkede yaşananlara dönük belki de kamuoyuna açıklama yapmazsınız. Ancak müdahale etmek, bu sorunlar hakkında konuşmak zorundasınız ve Avrupa devletlerinin Türkiye ile müzakere ederken mahkumlar hakkında da konuşacaklarından çok şüpheliyim.
‘CPT İSTEDİĞİ ZAMAN İMRALI’YA GİRME HAKKINA SAHİP’
Peki, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) bu tecritteki sorumluluğunu nasıl ele almak gerekir?
CPT istediği zaman İmralı’yı ziyaret etme hakkına sahip. Daha önce burayı ziyaret edebilmiş ve ardından Türkiye’ye hitaben bir rapor hazırlanmıştı. Devletin kabul etmesi halinde rapor kamuoyuna açıklanabilir. Geleneksel olarak tüm devletler raporun açıklanmasına onay vermesi gerekir. Ancak, şimdi görünüşe göre Türkiye İmralı’ya dönük son raporun yayınlanmasını kabul etmemiş.
Marco Sassoli kimdir?
Aktüel olarak Cenevre Üniversitesi Hukuk Fakültesi Uluslar Hukuk Profesörlüğü görevi ve Uluslararası Hukukçular Komisyonu (ICJ) Komiserliği görevi de yürüten Prof. Marco Sassoli, uluslararası insancıl hukuk alanında yaptığı çalışmalarıyla dünyaca tanınan bir isim.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı’nın uluslararası insancıl hukuk alanındaki gönüllü danışmanlığını görevini de yürüten Prof. Marco Sassoli, aynı zamanda Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) Moskova Mekanizması misyonunun bir parçası olarak Ukrayna’da yaşanan insan hakları ihlallerini raporlamak için görevlendirilen üç uzmandan birisi.
Yakın döneme kadar Cenevre Uluslararası İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları Hukuku Akademisi (Geneva Academy) direktörlüğünü üstlenen Prof. Sassoli, uzun yıllar Uluslararası Kızıl Haç Örgütü çatısı altında da çalışmalar yürüttü.