Prof. Norman Peach: Türkiye uluslararası hukuku ihlal ediyor
Uluslararası hukuk profesörü Norman Peach, tecrit altında rehin tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan ‘haber alamama hali’nin uluslararası hukuka aykırı olduğunu söyledi.
Uluslararası hukuk profesörü Norman Peach, tecrit altında rehin tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan ‘haber alamama hali’nin uluslararası hukuka aykırı olduğunu söyledi.
Prof. Norman Peach, Türk hükümetinin NATO üyeliği ve siyasi ilişkilerinden dolayı Avrupa devletleri ve kurumlarının, uluslararası hukuku çiğnemesine tolere ettiğini belirtti. Prof. Peach, zorluklara rağmen BM dahil uluslararası düzeydeki girişimlerin sürdürülmesi gerektiğini vurguladı.
Almanya’da çeşitli sivil toplum örgütleri, sendikalar, siyasi partiler, barış ve insan hakları örgütlerinin temsilcileri, aktivistler, akademisyenler, hukukçular ve gazetecilerden oluşan 99 tanınmış isim, geçen hafta Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) Başkanı Alan Mittchell’e bir mektup yazdı. Mektup’ta İmralı’da resmi düzeyde inceleme yapmaya yetkili tek uluslararası kurum niteliğine haiz olan Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) tecride karşı sessizliği eleştirildi. Mektupta, CPT’nin bağlı olduğu Avrupa Konseyi Statüsü 3. Maddesi hatırlatılarak, bu madde uyarınca hareket edilmesi istendi. Mektupta "Sayın Öcalan, 25 yıldır insan haklarından mahrum bırakılan ve üç yıldır avukatlarıyla görüşme ve ailesiyle iletişim kurma hakkından mahrum bırakılan Avrupa Konseyi üyesi bir devletin vatandaşıdır” denildi.
Mektubun imzacılarından olan uluslararası hukuk profesörü Norman Peach, ANF’nin sorularını yanıtladı.
CPT’ye gönderdiğiniz gibi tecrit altındaki Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan dört yıla yakındır haber alınamıyor. Bu tecridi, uluslararası hukuk açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana göre Abdullah Öcalan'ın durumu, uzun yıllardır tamamen hukuka aykırıdır. Tutulduğu koşullar, BM’nin öngördüğü hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır. Şu anda üç yılı aşkın bir süredir yakınlarının, yasal temsilcilerinin kendisine ulaşamadığı tam bir tecrit hali var. Ben de birkaç yıl önce Öcalan'ı ziyaret etmek için Türkiye’ye gittim ama hep bahaneler öne sürüldü. O zaman henüz tam bir tecrit altında değildi ama yine de ziyaret edemedik. Uluslararası hukuk kategorilerine göre böyle bir tecrit, uluslararası hukuka aykırıdır. Bu konuda hiçbir şüphe yok. CPT de zaten orada incelemeler yaptı ve buna karşı çıktı.
Sorun şu ki; Erdoğan ve Türk hükümetleri pek çok alanda bunu umursamıyor ve aslında buna zorlanmıyor. Başka bir deyişle CPT'nin ve kendi başına uygulayamayacağı kararının arkasında, AB'nin, AB devletlerinin, CPT'nin bulduklarının da uygulanmasını sağlaması gerekir. Erdoğan ve elbette Türkiye, Batı için, bir yandan NATO bölgesinde, diğer yandan da Afganistan'dan, Suriye'den ya da benzeri yerlerden gelen mültecilere karşı bir bariyer olarak, çeşitli nedenlerle siyasi açıdan son derece önemli. Erdoğan'a baskı yapmaya cesaret edemiyorlar.
AB ULUSLARARASI HUKUKU SAVUNAMIYOR
Bu tecrit işkencesi, Sayın Abdullah Öcalan'ın Kürt toplumu üzerindeki siyasi etkisinin hala çok büyük olmasından başka bir anlama gelmiyor. Bundan korkuyorlar, bunu ortadan kaldırmak istiyorlar. Tabiri caizse Kürt halkını tecrit etme ve ayırma pozisyonlarından uzaklaşmak istemiyorlar. Arka planda bu var. AB, şu anda Öcalan'ı ve aslında uluslararası hukuku savunamıyor ve savunmak istemiyor.
BM NEZRİNDE GİRİŞİMLER SÜRMELİ
BM İşkenceyi Önleme Alt Komitesi (UN Subcommittee on Prevention of Torture- SPT) adında başka bir organ var. Bu bir BM kuruluşu, daha genç bir enstitü ve aynı zamanda işkencenin gerçekleşmemesini, işkencenin en başından önlenmesini sağlamakla görevli. Bu alt komite henüz aktif değil. Sadece Avrupa düzeyinde değil, BM düzeyinde de uluslararası hukuka açıkça aykırı olan bu incommunicado uygulamasına karşı harekete geçilmesi için her türlü çabanın gösterilmesini tavsiye ederim.
PKK’NİN LİSTEDE TUTULMASI YANLIŞ
Julian Assange'a yönelik muamele ve izolasyona karşı son derece güçlü bir uluslararası direnişin olduğu bir örneğimiz var. Dünya çapında yavaş yavaş bu noktaya geliniyor. Ne yazık ki Öcalan için böyle bir durum söz konusu değil, çünkü PKK, Avrupa'da hala bir ‘terör örgütü’ olarak görülüyor. Ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Şu anda Belçika'da Yüksek Mahkeme’nin verdiği bir karar var ve bu karara göre “hayır, PKK terör örgütü değil” deniliyor. İsviçre'nin de PKK'yi listeye almadığını biliyorum. PKK'yi olduğu gibi etiketlemekten ibaret olan siyasi bir değişikliğe gerçekten ihtiyaç var. PKK, halk için özerklik ve öz yönetimden başka bir şey istemeyen bir siyasi partidir. Bunlar da aslında herhangi bir demokratik devlette gerçekleştirilebilecek taleplerdir.
Belçika Yüksek Mahkemesi kararını siz de belirttiniz. Ayrıca Avrupa Adalet Divanı kararları da mevcut. Bun rağmen Almanya’da Kürt dernekleri polis baskınına maruz kalıyor, Kürtler tutuklanıyor, cezalandırılıyor. Gerekçe olarak da PKK ile ilişkili olmak. Almanya’nın bu politikasını nasıl yorumlamalı?
Maalesef siyasi gerçeklerle örtüşmeyen yanlış ve aynı zamanda çok feci bir politika. Bu, NATO bağlamında ve Türk hükümeti ile Almanya arasındaki siyasi ilişkiler kapsamındadır. Türkiye'nin mültecileri Avrupa'dan uzak tutma stratejisi nedeniyle Erdoğan'a bağlılar. Bu da Erdoğan’a sadece milyarlar ödemekle kalmayıp aynı zamanda siyasi isteklerini de yerine getirdikleri anlamına geliyor. Bunu şimdi İsveç'in NATO'ya katılımı meselesinde de gördük. Erdoğan, PKK'ye ve hükümetlere karşı kozu elinde tutuyor. Bunun yanlış bir politika olduğunu düşünüyorum. Bu, yasal düzeyde değil, siyasi düzeyde gerçekleşen bir süreç. Birçok uluslararası alanda olduğu gibi burada da Alman politikasında değişiklik olması gerekiyor.
Son bir ayda Türk devletinin tekrar kimyasal silah veya yasaklanmış silahlar kullandığına dair haber ve görüntüler basında yer alıyor. Uluslararası hukuka göre Türk devleti gerillaya karşı kimyasal silah kullanabilir mi?
Hayır, kesinlikle uluslararası hukuka aykırı. Türkiye'nin saldırganlığı; Efrîn dahil Suriye’deki işgali de uluslararası hukukun ve Suriye'nin egemenliğinin ağır bir ihlali. Oradaki Kürt nüfusun sürüldüğünü ve daha sonra Arap nüfusun yerleşmeye çalıştığını biliyoruz. Her ikisi de uluslararası hukuka tamamen aykırıdır. Sorun şu ki; Batı dünyası, Almanya da dahil olmak üzere NATO üyeleri buna göz yumuyor.
Kobanê'nin bombalanması da uluslararası hukuka aykırıydı. Şimdi de özellikle Güney Kurdistan'da kimyasal silahların kullanılması, bu eski bir mesele ve aynı zamanda Irak'ın egemenliğinin ağır bir ihlali. İkinci olarak, kimyasal silah kullanımı uluslararası hukuk kapsamında uzun zamandır yasaklanmıştır. Bunu detaylı bir şekilde doğrulamanın zor olduğunu biliyorum, ancak BM'ye ve bunu araştırabilecek kuruluşlara da başvurulmalı ki bu doğrulama için izin alınsın. Böylece kamuoyu tarafından şu anda olduğundan daha iyi bilinsin. Güvendiğim, inandığım iddialar var ve orada kimyasal silahların kullanıldığını da biliyorum ve hatta bana öyle geliyor ki son zamanlarda Qamişlo yönünde, yani Rojava yönünde de kullandılar.
Kısacası hem devletlerin toprak egemenliğinin ihlali hem de uluslararası insancıl hukuk kapsamında yasaklanan silahların kullanılması söz konusu.
Türk devleti, Kuzey ve Doğu Suriye’de yerel seçimlerin yapılmasını da istemiyor; tehditler eşliğinde saldırılarını arttırdı. Türkiye’nin komşu bir devlette gerçekleştirilmesi planlanan seçimlere müdahalesini, uluslararası hukuk açısından nasıl yorumluyorsunuz?
Rojava'ya müdahale etmek kesinlikle kabul edilemez ve uluslararası hukuka aykırıdır. Bu Suriye'nin egemenliğinin ihlalidir. Rojava'nın temsilcileri, Suriye’den ayrılmak değil, öz yönetim ve özerklik istediklerin söylüyor,. Bana öyle geliyor ki; Türkiye, yavaş yavaş Suriye'nin kuzeyinde Fırat'tan denize kadar olan tüm kuşağı kendi toprağı ve nüfuzu olarak görmeye başlıyor.
Türkiye, Rojava’nın demografik yapısını değiştiriyor. Kimyasal silah kullanıyor. Bu fiiller, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçları olarak bilinen suç tipi kategorisine giriyor. Bu duruma karşı Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurulamaz mı?
Bu, biraz zordur. Kürt halkı, devlet statüsüne sahip olmadığından. BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi'nin, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni soruşturmaya çağırması konusunda ısrarcı olmak gerekir. Savaş suçlarından insanlığa karşı işlenen suçlara kadar, uluslararası insancıl hukukun ve tabii ki ceza hukukunun açık ihlalleri söz konusu olduğunda harekete geçmek mümkündür.