Sermaye bile Türk-İş’ten daha yüksek rakamlar açıklıyor

Türk-İş’in asgari ücret komisyonuna kendi açıkladığı açlık sınırı rakamını vermesine tepki gösteren Akademisyen Özgür Müftüoğlu, bunun işçi sınıfı tarihine ihanet olduğunu söylüyor.

Yeni asgari ücret için tespit komisyonu 11 Aralık’ta toplanacak. Toplantı öncesi yapılan açıklamalarda özellikle Türk-İş’in açıkladığı rakam birçok tepki topladı. Türk-İş masaya 14 bin TL ile pazarlığa oturacağını söylerken aynı Türk-İş açlık sınırını 13 bin 684 TL, yoksulluk sınırını ise 44 bin 573,3 TL olarak açıklamıştı. Türk-İş’in asgari ücret teklifinin açlık sınırında olması tartışma yaratırken bir başka tartışma da asgari ücretin 6 ayda bir belirlenip belirlenmeyeceği üzerinden yürüyor.

Tüm bu tartışmaları akademisyen Özgür Müftüoğlu ANF için değerlendirdi.

Türk-İş masaya 14 bin TL ile pazarlığa oturacağını söyledi ve birçok tepki de topladı. Aslında Türk-İş’in komisyonda aldığı ilk tepki değil bu ama güncel olması bakımından bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir sendika önümüzdeki bir yıl için belirlenecek ücrete -ki devletin rakamları hatta Merkez Bankası bile enflasyonu yüzde 60- 61 olarak gösterirken- açlık sınırında bir teklif götürmesi kabul edilemez. Asgari ücret neredeyse bir ortalama ücret haline geldi ülkede. Çünkü çalışanların çok büyük bir kısmı, yüzde 50’ye yakın kısmı asgari ve altında ücret alıyor, diğer kalan kısmı da zaten çeşitli şekillerde bundan etkileniyor. Dolayısıyla Türkiye’deki bütün emekçilerin gelirini büyük ölçüde belirleyen, üzerinde etkili olan bir şey asgari ücret tespiti. Bir sendikanın bugünkü açlık sınırındaki bir düzeyi teklif olarak götürüyor olması işçi sınıfının tarihine ihanettir. MÜSİAD bile daha yüksek rakam açıkladı. Sermaye bile Türk-İş’ten daha yüksek rakamlar açıklıyor.

Ama burada mesele şu; söyleyene değil, söylettirene bakın. Bir sendika yöneticisinin böyle bir teklifi getiriyor olabilmesinin arkasını sorgulamamız gerekir. Normal şartlarda, işçi sınıfının ortalama bir mücadele ortaya koyduğu bir yerde, bir sendikacı çıkıp da bu rakamı teklif edebiliyorsa eğer, o koltukta onu oturtmazlar. Ama maalesef bu da işçi sınıfının bugün içinde bulunduğu hazin durumu gösteriyor. Buna bile karşı çıkarabilecek, ses çıkartabilecek bir işçi sınıfı maalesef bugün yok. Mesela Türk-İş dışında, bu ihaneti net bir şekilde ifade edecek başka sendikalar da yok. Türkiye'deki örgütlü -örgütsüz tüm emekçi kesimleri harekete geçirecek maalesef bir sendikal hareket yok. Dolayısıyla buradaki bütün yükü de açıklamayı yapan Türk-İş’e atmak da haksızlık olur. Çünkü onlar bir sonuçtur.

Peki, asgari ücret tartışmalarının ikinci ayağı da ücretin 6 ayda bir belirlenip belirlenemeyeceği. Bu şartlarda 6 aya karşı çıkılırsa ne olur?

Mesela geçtiğimiz 11 aylık döneme baktığımız zaman enflasyon her ay yüzde 4- 4,5 oranında artmış. Kaldı ki bunlar TÜİK rakamları, bunları bile geçtiğini farz edelim. Hatta biz ona aylık yüzde 5 artıyor diyelim. Bugün belirlenecek yeni asgari ücret her ay yüzde 5 erimeye devam edecektir. Bu, satın alma gücünü azalması ve işçilerin daha da fazla yoksullaşması anlamına gelir. Bu enflasyon sadece büyük ürünlerin fiyatlarının artması vesaire de değil, doğrudan temel gıda maddeleri başta olmak üzere barınma, ilaç, sağlık, ulaşım harcamamalarının enflasyonu yükseltmesi demek. Dolayısıyla ‘bundan vazgeçeyim, bunun fiyatı çok yükseldi’ diyemezsiniz ki. Önümüzdeki dönemde havalar soğudukça doğalgaz kullanımı da artacak. Dolayısıyla bunlar zaten yapılması gereken harcamalar. Yani en yoksunun bile yapması gereken harcamalar.

Seçim dönemi başlayacak, bunun etkisi olur mu fiyat artışlarında, örneğin iktidar yine indirimlere gider mi?

Mart ayının sonuna kadar hükümet muhtemelen gene durum idare etmeye çalışacak ama ondan sonra bu enflasyonun çok hızla patlayacağını göreceğiz. Çünkü bütçe görüşmelerinden çıkan sonuçlarda da görüyoruz. 2024 için ciddi vergi artışları var. Mehmet Şimşek diyor ya ‘vergi tabana yayacağız’ diye. Bu vergiler toplumun aldığı ekmekten ödediği sudan alınan vergiler. Daha da artacaktır dolaylı vergiler ve bu da fiyatlara yansıyacaktır. Bir tarafta kur meselesi var, onu nasıl tutacaksınız? Bu da artış etkisi yaratacaktır. Yani sonuç olarak çok büyük bir yoksullaşma olacaktır. Haliyle bu ücreti yılda bir defa belirleyelim dediğiniz zaman işçileri kademe kademe, kartopu gibi daha da büyüyen bir yoksullaşmaya mahkûm etmiş olursunuz.

Peki, bu rakamların yılda iki defa belirlenmesi de bir çözüm mü?

Bu da aslında bir çözüm değil. Tabii yılda bire göre biraz daha iyidir ama sonuç olarak böylesine yüksek bir enflasyonist dönemde iki defa olması da bir çözüm oluşturamaz. Örneğin kapitalist sistem içerisinde bir çözüm olarak şunu diyebilirim, Eşel Mobil diye bir sistem var. Bir zamanlar 70’lerin sonlarında burada da gündeme getirilmişti. Aylık enflasyona göre artışların belirlenmesi, yani her ay enflasyonun ne kadarsa ona göre ücretlerde de otomatik olarak artış sağlanması gibi bir yöntem bu. Çeşitli ülkelerde uygulandı. Dediğim gibi Türkiye’de de hayata geçirilmişti. Bunun da net bir çözüm olacağını söylemiyorum. Çünkü enflasyon rakamını belirleyen kurum, bunu gerçek olarak belirlemediği için ve ücretler hep geriden geldiği için ücret artışında işçi de geride kalıyor. Örneğin peynirin fiyatı artıyor ama siz o artışı bir sonraki ay alıyorsunuz ama peynir bir daha artıyor. Bu da kesin bir çözüm değil tabii. Hiç değilse bu derinleşecek olan yoksullaşmayı bir ölçüde de olsa biraz daha kabul edilebilir bir hale getirebilir. Ama ne sendikaların ne de muhalefet partilerinin böyle bir talebi bile yok. Yani bunu bile gündeme getirmiyorlar.