Talep kısılarak enflasyon düşürülmez

Çalışma ekonomisti Özgür Müftüoğlu, talebi kısmaya yönelik uygulamaların sınıfsal olduğunu belirterek enflasyon rakamları kısmen gerilese bile sonuçlarının ağır olacağını vurguladı.

ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU

Türk Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, yerel seçimler sonrası orta vadeli programın daha sert uygulanacağını, özellikle de Dünya Bankası (DB) ile yapılan anlaşmaların “müjde” olarak sunulmasıyla daha net gösterdi. Bir başka gösterge de Türk Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’dan geldi. Bakan, asgari ücrete ara bir zam yapılmayacağını söyledi. Fakat bundan bir gün önce haberlere özellikle restoran ve kafeteryalardaki KDV oranlarına zam geleceği haberi düşmüştü. İktidarın enflasyonu düşürme stratejisi, talebi azaltmak. Bu da çalışan ve ücretli kesimin tüketime yönelmesinin önünü kesmekle olacak. Haliyle iktidar ekonomi programını ücretlileri, emekçileri ve işçileri baskılayarak yapacağını zaten açık açık ilan ediyor. Erdoğan da son grup toplantısında seçime dair birçok açıklamada bulundu fakat Şimşek, programına dair ya da ekonomiye ilişkin çarpıcı bir açıklama yapmadı. Zaten seçim gecesi balkondan programın uygulanacağını ilan etmiş, seçim sonrası en geniş değerlendirmede ise Mehmet Şimşek’le girdikleri yolda devam edileceğini, sessiz kalarak bir daha göstermiş oldu. Tüm bu çerçevede seçim öncesi ekonomide yaşananları Çalışma Ekonomisti Özgür Müftüoğlu ANF’ye değerlendirdi.

BU PROGRAM YENİ DEĞİL

Özgür Müftüoğlu, ilk olarak hükümetin programının uluslararası kapitalist kurumların ve elbette yerli sermayenin Türkiye’den beklentileri olduğunu şöyle ifade etti: “Mehmet Şimşek'in bir programı var. Bu tabii ki Şimşek'in değil, kapitalizmin uluslararası kurumlarının ve yerli sermayenin Türkiye'ye önerdikleri önerdiği bir şey. Yapılmak istenen emek maliyetlerini olabildiğince aşağıya çekmek, içerideki talebi olabildiğince kısmak ve Türkiye'yi ucuz üretim yapan ve uluslararası rekabet içerisinde de bu şekilde var olmaya çalışan bir ülke haline getirmek. Talebi kısınca herkes yurtdışına, uluslararası ihracata yönelmeye çalışacak. Gelecek olan yabancı sermaye de yine ihracata yönelik üretim yapacak Türkiye'de.

Dolayısıyla da Türkiye, bugün örneğin Kolombiya'da, Bangladeş'te gördüğümüz gibi kendi içerisinde tamamen yoksulluğa batmış ama uluslararası alanda da ihracatçıları, yatırım yapanları, çok büyük paralar kazanan, çok büyük kârlar elden eden bir ülke olacak. Programda planlanan bu. Aslında bu yeni bir program da değil, 24 Ocak'tan, 80'den bu tarafa uygulanan programın bugün geldiği yeni bir aşama. Daha önceden AKP'nin ilk iktidarda geldiği zaman da önlerine koydukları yapısal uyum programında bunu sürdürmeye çalıştılar. Sokaktaki yansımasına baktığınız zaman da hem ücretlerin kısılması, asgari ücretin açlık sınırının altında bırakılması, öte yandan genel olarak harcamaları ve sosyal güvenlik harcamalarını kısmak ve de emeklileri gene bu yoksulluk cenderesinde bırakmak gibi bir tablo var.”  

ÇOK TEPKİ GELMEYECEK YERDEN TALEP KISILIYOR

Müftüoğlu, kamu- özel projelerini hatırlatarak harcamaların da çok büyük olduğunu, bununla oluşan büyük açığın yükünün ise halka ödetildiğini hatırlatarak şöyle devam etti: “Meselenin bir diğer ayağı da gelir elde etmekte. Çok büyük cari açıklar var çünkü çok önemli harcamalar var. Bu harcamalara bakıyoruz; bunlar yatırım değil. Köprüler var, havaalanları var, şehir hastaneleri var. Bunlarla da sürekli kamu-özel ortaklığı adı altında girilen projeler ve bunlara büyük paralar ödeniyor. Bunun geriye dönüşümü de bir üretim değil. Fakat harcamalar artmış vaziyette. Sermayeye sürekli olarak kaynak aktarılıyor. Peki, bunu nasıl karşılayacaksınız? Sermayeden vergi de alınmıyor birçok alanda. Dolayısıyla doğrudan tüketiciden, tüketici dediğimiz zaman da bunların çok önemli bir kısmı emekçi halk, yani halktan vergi almak üzerine uyguladıkları bir program bu.

Örneğin lokanta restoran, kafelerde KDV artışına gidildi yeniden. Ama zaten geçtiğimiz Temmuz ayında KDV artışı yapılmıştı buraya. Yanılmıyorsam yüzde 8'den yüzde 10’a çıkmıştı. Alkollü içeceklerde de yine yüzde 18’den yüzde 20 oranlarına bir KDV artışı yapıldı. Deniliyor ki bu alan istismar ediliyor, biz bu istismarı önlemek için bu düzenlemeyi getiriyoruz. Ama bu, çok açık olarak halkın hem talebini kısmak hem de halkın cebinden dolaylı vergileri artırmaya yönelik bir uygulama. Niye oteller, restoranlar öncelikli olarak tercih ediliyor? Çünkü halkın önemli bir kısmı, zaten büyük ölçüde elini ayağını buralardan çekti. Herkes evinde yiyip içiyor artık. Sadece orta sınıf ve hala beyaz yakalıların bir kısmı kafelere, restoranlara gidiyor. Onların da zaten sesleri çok fazla çıkmıyor. Bu kesim AKP'nin politik tabanını da oluşturmuyor. O yüzden fazla tepki gelmeyecek bir yerden süreci başlatıp böyle yürütmek gibi bir amaç var. Tabii ben bunu halkın dışarıyla olan bağının koparılmasına da bağlıyorum. Özellikle genç kesimin sosyalleştiği alanlar buralar ve bu insanlar eve kapatılıyor. Bir taraftan politik bir gerekçe de olduğunu söyleyebilirim.”

ARTIK DENİZ BİTTİ…

Müftüoğlu, artık halkın tepkilerinin daha yumuşak yöntemlerle değil aksine daha zor aygıtlarıyla bastırılacağını da şu ifadelerle dile getirdi: “Asgari ücret konusu zaten seçimden önce de söyleniyordu, yazılıyordu, seçim bitti ve arkasından da bu politika, bu program uygulanıyor. Erdoğan daha seçim akşamında yaptığı balkon konuşmasında aslına bakarsanız, bence iktidarda olmamı halka değil sermaye sınıfına borçluyum, dedi. Eğer onu yanımda tutarsam onunla iktidarda kalırım, da dedi ve orta vadeli programı uygulamaya devam edeceğiz, hiç merak etmeyin, diye de vurguladı. Bunu kendisine sandıkta oy vermeyen halka değil sermayeye söyledi, çok açıktı. Öbür taraftan da Bahçeli'ye selam çaktı, askeri operasyonları devam edeceğiz dedi ve gene onu iktidarda tutan başka güçlere selam vermiş oldu. Burada aslında AKP iktidarının en net pozisyonunu görüyoruz. Dolayısıyla burada uygulanan program kendi içerisinde gayet istikrarlıdır.

Örneğin, şimdi Lezita işçilerine, daha önce de Özak Tekstil işçilerine nasıl şiddet uygulandığına tanık oluyoruz. Yani kendi sorunlarını dile getiren, hakkını arayanlara yönelik olarak da çok ciddi, en sert politikalar uyguluyorlar. Devletin baskı araçlarını, en sert, en şiddet içerecek biçimde uyguluyorlar. Bu da sermayeye, ‘sen merak etme, ben bu kadar halkın canını yakacak politikaları programları uyguluyorum, ses çıkaranın da tepesine binerim’ demek. Artık AKP iktidarının bugünden sonra şu kesim veya bu kesime yaranacak gibi bir derdi olmadığını düşünüyorum. Bu zaten baştan beri böyleydi. AKP'nin iktidara gelmesinin esas sebebi sermayeydi. Ama halk kesimlerinin tepkilerini sosyal yardımlar vesairelerle bir şekilde kontrol etmeye çalışıyordu. Bunun güvencesini vermişti sermayeye ve bunu da yaptı açıkçası. Ama artık deniz bitti. Artık öyle yumuşak yollarla falan bu iş yürümüyor. Dolayısıyla da baskı aygıtı daha net bir şekilde devreye girmiş oldu.”

ÜÇ EKMEKLE DOYAN, BİR EKMEKLE DOYMAYA ÇALIŞACAK

İktidarın enflasyon bastırma yöntemlerinin sınıfsal olduğunu vurgulayan Özgür Müftüoğlu, bu politikaların rakamları düşürse bile büyük toplumsal sonuçları olacağının altını çizdi: “Türkiye'deki enflasyon nedeni olarak iktidar ‘talebi’ gösteriyor. Sormak lazım, etin fiyatının yüksek olmasının nedeni herkesin çok et alması mı? Değil... Dolayısıyla talep enflasyonu değil bu. Talebi kısarak, yani etin fiyatını daha da fazla artırarak ya da diğer metaların, ürünlerin fiyatlarını daha da fazla artırarak enflasyonunu düşüremezsiniz. Karnını doyurmak için üç tane ekmek alan işçi bir ekmek almaya çalışacak. Üç ekmekle doyan, bir ekmekle doymaya çalışacak. Ayda yarım kilo kıyma alıyorsa, üç ayda bir yarım kilo kıyma alacak. Yani insanların artık talebini kısmak dediğiniz bu şey, 1929 krizinde olduğu gibi değil.

Maliyetlere enflasyon ondan mı artıyor diye baktığınız zaman o da mümkün değil. Çünkü emeğin GSMH içindeki payı yüzde 35'lerden yüzde 25'lere kadar düştü. Bakıyorsunuz çok yüksek kârlar elde ediliyor ve şirketlerin toplam maliyetleri içerisindeki emek maliyeti öyle yüksek falan değil. Tam da neoliberal politikaların temeli bu. Arz yönlü ekonomi politikası diyoruz buna. Mesele burada arzı teşvik etmek, yani işçiyi daha az ücretli çalışmayı mecbur bırakmak. Öbür taraftan da sermayeye kaynak aktarmak. Yani toplumun gelirlerini, harcamalarını kısmak, toplumsal harcamaları kısmak ve bunu sermayeye doğru aktarmak. Program bu.

Dolayısıyla böyle enflasyon düşer mi? Bir miktar düşse bile bunun sosyal sonuçları son derece ağır olacaktır. Hani hep denir ya, ‘fedakârlık yapalım, biraz kemer sıkalım, bu da geçer’ diye ama böyle bir durum yok. Biz ne kadar aç kalırsak kalalım, emekçiler ne kadar aç kalırlarsa kalsınlar, bu durum ekonomideki problemleri çözmeyecek. Çünkü ekonomideki problem çok belli, bir kaza değil, çok bilinçli uygulanan bir politika ve bu politika da sermayenin çıkarlarını toplumun önüne koymaktan ibaret. Enflasyon düşse bile işsizlik artacak, insanlar yoksullaşacak. Bazı ekonomistleri bunu teknik detaymış gibi aktarıyor dünyada kapitalizm, liberalizm mutlakmış, bunun başka alternatifi yokmuş gibi bir yoldan hareket ediyor. İşin gereği bu gibi bir hava yaratıyorlar. Teknik bir mesele değil bu, tamamen sınıfsal bir meseledir. İşçi sınıfı tarihinde hiç olmadığı kadar, belki 19’uncu yüzyılın başlarındaki gibi hem şiddetle karşı karşıya olmak noktasında hem de yoksullaşma ve vahşi çalışma koşulları açısından tarihinin en ağır dönemini yaşıyor. Sonuç olarak eğer karşı, ciddi bir sınıf mücadelesi yürütülemezse maalesef iktidar ve arkasındaki çevreler başarıya ulaşacak.”