Demokratik Birlik partisi(PYD) Eş Başkanlık Komitesi üyesi Aldar Xelîl, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için devam eden hamleye, Türk devletinin bölgeye yönelik saldırılara ve Kuzey ve Doğu Suriye’de gerçekleşmesi beklenen seçimlere ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
10 Ekim’de dünya çapında başlatılan ‘Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm’ hamlesi Kuzey ve Doğu Suriye’de de sahiplenildi. Bölgedeki sahiplenmeye ilişkin ne düşünüyorsunuz?
25 yıldır Önder Apo tek kişilik bir hapishanede, insan hakları ve hukukunu tümden ihlal eden uygulamalarla tutuluyor. Elbette bu kabul edilecek bir durum değil. Bir halkın lideri, öncüsü ve aydın olan bir insanın bu şekilde esaret koşullarında tutulması hiçbir şekilde kabul edilecek bir durum değil. Adalet böyle bir şey değil. Bu uygulamalar kime karşı uygulanırsa kabul edilmez. Ancak bu kişi eğer bir halkın lideri, öncüsü ve umudu konumunda ise bu durum daha farklı ele alınır ve değerlendirilir. Önder Apo kendi halkının içinde, kendi halkının özgürlük mücadelesini yürüterek, tüm dünya için örnek oluşturabilecek bir süreçte, maalesef uluslararası güçler büyük bir komplo ile onu esir aldılar. 25 yıldır da İmralı gibi bir hapishanede tutuluyor. Bu son 4 yıldır da Önder Apo üzerinde uygulanan tecrit giderek ağırlaştırıldı. Son üç buçuk yıldır da ondan hiçbir haber alınamıyor.
Özgürlük hareketi, Kürt halkı, dünya halkları, demokrasi ve insan hakları savunucuları, aydınlar herkes Önder Apo’ya sahip çıkmak gerektiği konusunda ortak bir görüşe sahip oldu. Başlatılan bu hamle aslında, önceden de yürütülen mücadelenin devamı oldu. Ancak bu hamle ile mücadele zirveye ulaştı. Hamle ile dünyanın 74 merkezinde, insanlar tavrını ortaya koydu. Bu hamle sadece 74 merkezle sınırlı kalmadı giderek genişledi ve bugüne kadar devam ediyor. Halkımız bugüne kadar da eylemlerini üst düzeyde devam ettiriyor. Halk Önderliğin özgürlüğü için ayağa kalktığında ve çağrıyı yaptığında, aslında kendi özgürlüğünü de Önderliğinin özgürlüğünde görüyor, kendi haklarını ve onurunu Önderliğinin özgürlüğünde görüyor. Yani olay sadece bir kişinin özgürlüğü değil. Bakın halkımız zor şartlarda ve imkansızlıklar içinde yaşıyor, ancak sen ona ne istediğini sorduğunda ‘önderliğimin özgürlüğünü istiyorum’ diyor.
İmralı’da yürütülen sistem sadece bir hapishanenin sistemi ve bir devlet tarafından yürütülen bir sistem değil. İmralı sistemi, dünya sistemi tarafından yürütülüyor, halklar üzerinde yürütülen katliam ve soykırım sistemine örnek olarak yürütülüyor. Bu anlamda eğer bu sistem halkın isteklerini ve taleplerini kabul edecek bir düzeye gelirse, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü gerçekleşirse, bu artık halkların mücadelesine ve isteklerine sistemin cevap verdiği anlamına gelir. Gerçekten halkımızı kutluyorum. Enternasyonalist, sosyalist, demokrat kesimler, bilim insanları, farklı din ve halklardan olan insanlar dünyanın her yerinden bu hamleye katıldılar. Artık sadece Kürtler değil, herkes umutlarını Önder Apo’nun özgürlüğüyle bütünleştirmiştir. Çok değerli ve anlamlı bir hamledir. Bizim de beklentimiz her yerde adım adım bu hamlenin büyütülmesi ve genişlemesidir. Çünkü hepimizin yaşadığı sorunlar ve yaşanan krizlerin çözümü Önder Apo’nun özgürlüğünün gerçekleşmesi ile bağlantılıdır.
Türk devletinin bölgeye yönelik saldırıları devam ediyor. İşgal saldırılarını genişletmek için tüm yolları kullanıyor. Buna ilişkin neler söylemek istersiniz?
Türk devleti, özellikle AKP-MHP rejimi kendi varlıklarını Kürtlerin yok edilmesinde görüyor. Kendi varlıklarını demokratik projenin tasfiye edilmesinde görüyor. Onlar şöyle hesaplıyor, eğer demokratik ulus projesi burada hayata geçirilirse, Kürt halkı da diğer halklar gibi kendi haklarını elde edip özgür yaşarsa, onların hesabına göre bu Türklerin bitişi demektir. Neden böyle bir korku yaşıyorlar? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Kürtlerin yok edilmesi üzerine kuruldu. Kürtler ile Türkler birlikte bu Cumhuriyeti kurdular. Ancak Türk devleti ne yaptı, Kürtlere verdikleri sözleri unuttular, Kürtler üzerinde katliam ve soykırım politikalarını devreye koydular. Kürtlerin kendi haklarını talep etmemeleri için Kürtlere saldırdılar ve yok etmek istediler. Türk devleti yüz yılı geride bıraktı ve tam yüz yıldır bu korku ile yaşıyor. Kürtler kendi haklarına sahip olacaklar diye ödleri kopuyor. Kürt halkının hakları meşru bir haklardır. Bin yıllardır bu halk bu topraklarda yaşıyor. Tarihi, kültürü ve dili tanınıyor. Zaten tarihi kazılara ve araştırmalara baktığın zaman bu halkın bu topraklar üzerinde kurduğu medeniyetler görünüyor. Türk devleti bu gerçeklikten korkuyor.
Türklerin bu toprakların sahibi olmadığı, dışarıdan geldikleri ve bu topraklarda Kürtlere, Asurilere, Ermenilere ve daha bir çok halka karşı talan ve katliam yaptıkları ortaya çıkacaktır. Onun korktuğu budur aslında. Bu nedenle kendi işgalini genişletmek ve hükmünü tüm halklar üzerinde geliştirebilmek için önünde birinci dereceden düşman olarak Kürtleri görüyor. Türk devleti öyle sadece elindekini korumak için çabalamıyor hem eskiyi korumak hem de yeni yerleri işgal etmek istiyor. Bu şekilde kendi varlığını koruyabileceğini düşünüyor. Türk devleti şöyle düşünüyor, birinci dünya savaşı bittikten sonra bölgede yeni haritalar oluşturuldu. Bu haritaya göre Osmanlı hüküm sürdüğü devletleri kaybetti. Osmanlı burada kırıldı. Bugün Türk devleti birinci dünya savaşı sırasında Osmanlı’nın kaybettiği yerleri tekrardan ele geçirmeyi planlıyor. Bugün bölgede yaşanan bir savaş ve çatışma var. Bölgede yaşanan bir güvenlik sorunu var. Türk devleti bu çatışma ve kriz ortamını daha da derinleştirmek istiyor. Bu şekilde bölgede topraklarını büyütmeyi hedefliyor. Onlar büyük Türkiye’yi kurmayı hedefliyor. Peki bunu nasıl yapacak? Aslında bir taşla iki kuşu vurmayı hedefliyor. Bir yandan Kürtlerin bulunduğu bölgeleri ele geçirmek ve Kürtleri yok etmek, diğer şekilde de Türk devletinin sınırlarını genişletmek. Burada hedefi öncelikle Kuzey ve Doğu Suriye’nin tamamı ve Başûr’un tamamını ele geçirmek istiyor.
Halklarının baharı başladığı günden bugüne kadar Türk devleti burada yeni ve farklı bir yönetimin kurulmaması için çabalıyor. Suriye’de bir demokratik sistemin kurulmasını istemiyor. Sürekli olarak çete gruplarını destekliyor. Çeteler de zaten onun için çalışıyorlar. Bakın bu çeteleri her yere götürdüler. Somali’den, Libya'ya, Azerbaycan'a ve hatta gerillaya karşı savaştırmak için bile götürdüler. Bu çeteleri birçok ülkeye karşı kullanıyorlar ve bu ülkelerden biride Suriye’dir. Bu çeteleri İdlib’de, Efrîn’de, Girê Sipî ve Serêkaniyê’de kullandı. Bugün hala farklı bölgelerde kullanmak istiyor. Yani Türk devleti bir demokratik Suriye Cumhuriyeti'nin kurulmasını istemiyor. Suriye’nin her zaman çetelerin elinde olmasını istiyor ve bu şekilde Osmanlı hayalini gerçekleştirebileceğini düşünüyor.
DAİŞ bir taraftan Türk devletinin saldırılarından cesaret alırken, bir taraftan da İsrail-Hamas savaşından dolayı oluşan boşluktan yararlanarak örgütlenmesini güçlendiriyor. Özerk yönetim ve QSD’nin Türk devletinin saldırılarıyla meşgul olmasından dolayı DAİŞ ile mücadele zayıf kalıyor. Uluslararası devletler DAİŞ ile mücadele ettiklerini iddia ediyorlar ancak Türk devletinin DAİŞ’i güçlendiren saldırılarına karşı da sessiz kalıyorlar. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
DAİŞ dünya genelinde aşırılığı ile bilinen ve faşizmi temsil eden bir örgüt olarak tanınıyor. Yani İslam adına güya bunu yapıyor ancak o da bu güçlerin eliyle oluşturulmuş bir örgütlenmedir. DAİŞ ile tüm bölgelerin istikrarı bozuldu. Herkes onun adı altında bulunduğu bölgede kendi siyasetini yürütüyor. Bu gerçek biliniyor. DAİŞ'in güçlendirildiği ve genişletildiği diğer bölgeler ise Irak ve Suriye’dir. Irak’ta bir düzeye kadar amaçlarına ulaştı. Suriye’de de aslında kendi hilafet devletini ilan ettiğinde bir düzeye kadar kendi amacına ulaştı. Ancak Türk devleti onların yönlerini Rojava bölgelerine çevirdiğinde ve özellikle Kobanê ile başladıkları zaman, öncesinde de Cizîr bölgesinde Hesekê ve diğer alanlara yöneldiler. Bu şekilde devam ederek Kobanê’ye kadar geldi. Bu süreçlerde yine onlara karşı YPG-YPJ güçleri ve Rojava özerk yönetimi çıktı. Artık tüm dünyada görüldü ki bu örgüte karşı burada kurulan yönetim, halkı ve güçleri dışında hiç kimsenin duramayacağı kanıtlandı. Sadece Suriye’ye değil, Irak sınırına kadar da ulaştı, Şengal’e müdahale etti, Êzidî halkını özgürleştirdi ve bu çete örgütlenmesinin yıkılışını gerçekleştirdi. Burada elde edilen kazanımlar oldu.
Çetelerin yenilmesinden sonra artık kimse çok fazla DAİŞ olayını önemsemiyor. Herkes artık DAİŞ’i kendi siyasetini yürütebilmek için kullanıyor. İstedikleri yere DAİŞ’i yerleştirip, istedikleri zaman güçlendiriyorlar, istedikleri zaman da önünü alıyorlar. Bu güçlerden biri de Türk devletidir. DAİŞ’in gizli lideri Erdoğan’dır. Şimdi ise Erdoğan yaşanan bu koşullarda tekrardan DAİŞ’i güçlendirmeye ve canlandırmaya çalışıyor. Onların buradaki amacı, demokratik ulus projesinin hayata geçirilmesinin önünü almak, özgürlük projesinin her yere yayılmasını engellemektir. Türk devleti DAİŞ olsun, ama demokratik ulus projesi olmasın, DAİŞ olsun ama kadın özgürlüğü olmasın, DAİŞ olsun ama halkların birliği olmasın diyor. Onlar bunu bilinçli yapıyor. Şimdilik önünü alıyormuş gibi görünüyorlar. Ancak aslında DAİŞ’in tekrardan güçlenmesi ve canlanması için şartları ve koşulları hazırlıyorlar. DAİŞ yoluyla kendi plan ve projelerine devam etmek istiyorlar.
30 Mayıs’ta olacak seçimler 11 Haziran’a ertelenmişti. Ardından şeffaf ve demokratik bir ortamın oluşturulması ve siyasi partilerin talepleri üzerine seçimler 8 Ağustos’a ertelendi. Gerçekleşmesi beklenen seçimlere ilişkin nasıl bir değerlendirme yapılmalı?
Bilindiği gibi iki yıldı, toplumsal sözleşmenin hazırlıkları ve düzenlemesi gündemdeydi. Kuzey ve Doğu Suriye’deki tüm halk bileşenlerinden 158 kişiden oluşan bir komisyon oluşturulmuştu. Geçen yılın sonunda bu sözleşme onaylandı ve ilan edildi. Buna göre alınan kararda artık özerk yönetim bu sözleşmeye göre kendi sistemini düzenleyecek ve yeniden yapılandıracak. Yani artık her şey yeni toplumsal sözleşmeye göre yapılacak. Sözleşmeye göre demokratik yöntemlerle değişikliklerin yapılması gerekir. Bu değişimlerden biri de belediyelerdi. Sözleşmeye göre belediyelerin sistemleri değiştirildi. Belediyelerin daha iyi bir hizmet yapabilmesi için yeniden bir sisteminin oluşturulması gerekir. Peki bu yeni sistem nasıl olacak? Öyle tek bir partinin ya da tarafın gelip kendi sistemini ortaya koymasıyla olmaz. Bunun için bölgedeki tüm halk bileşenlerinin bir araya gelip kendi belediyelerini oluşturmaları ve kurmaları gerekiyor. Bunun siyasi konularla ve ülkenin birliği ile bir alakası yok. Bu bir hizmet konusudur. Toplumun yaşamıyla ilgili ve oradaki bölgeye bağlı bir şeydir. Ama Türk devleti ve onunla işbirliği içinde olan güçlerin hiçbiri bunu kabul etmiyor. Karşı çıkıyorlar. Çünkü eğer bu gerçekleşirse o zaman halka hizmet daha iyi yapılacaktır. Sorunlar çözülecek, toplumun örgütlülüğü daha da güçlenecek, yerel yönetimler daha da güçlenecek. Bunu istemiyorlar. Ellerinden gelene kadar buna karşı çıkacaklardır.
Elbette sadece bununla sınırlı kalınmayacak. Bu yerel yönetimlerin seçimleri için bir ilk adımdı. İkinci ve en önemli adım meclis ve komünlerin yeniden yapılandırılması. Onlar belediye seçimlerinden bu kadar korkuyorlar, diğer seçimlerde ne yapacaklar? Belediye seçimleridir, ama onlar Suriye parçalanacak dediler, Kürtler yeni bir devlet kuruyor dediler. Yani Şam hükümeti döneminde de bu bölgelerde belediyeler vardı. Bir şekilde onlar da belediye seçimlerini yapıyorlardı. Belediyeler boyutunda öyle bir sistem vardı. Tabi belediyelerin birbirleriyle ilişkileri ve çalışma tarzları elbette farklıdır. Eskiden farklı bir şekilde yapılıyordu ama bugün demokratik bir şekilde yapılıyor. Tüm halklar yerini alıyor. Birbirleriyle ilişkileri ve çalışma tarzları eskisi gibi merkezi değil. Her belediye kendi bulunduğu şehre göre, kendi meclisi ile kararını verecek. Bu demokratik bir sistemdir. Eskiden de belediyeler vardı. O zaman Suriye parçalanıyor muydu? Hayır. Bugün de aynı şekilde belediyeler var ancak demokratik bir yöntemle bu sefer çalışmalarını yapıyor. Bunlar aslında halkların iradelerinin ortaya çıkmasını istemiyorlar. Bölgede sürekli olarak bir baskının ve şiddetin olmasını istiyorlar. Ama halkımız iradesine sahip çıkıyor. Kendi projesine sahip çıkıyor. Herkes bu seçimlerin olmasını istiyor ve bu seçimlerin bölgenin tümünde bir demokrasi örneği olarak gösterilmesini istiyor.
Ancak bazen hazırlıklarda eksiklikler çıkabiliyor. Bazı şeylerin zamanında gerçekleşmemesi olabilir. Bunlar pratik şeylerdir. Devrim içinde bazı zorlukların yaşanması ve yaşanan bu zorlanmalar görülüyor zaten. Ama önemli olan hep birlikte bu karara destek çıkmak, Kuzey ve Doğu Suriye özerk yönetimi bunu gerçekleştirmek istiyor. Yüksek seçim kurulu bunun kararını vermiştir. Bizim de tüm siyasi partiler ve tüm halk bileşenleri olarak desteklememiz gerekir. Öncesinde de bazı partiler yeterli düzeyde hazırlıklarının yapılmadığını, zamanın dar olduğunu söylüyorlardı. Yüksek seçim kurulunun seçim tarihini Ağustos ayına almaları iyi oldu. Şimdiden herkesin hazırlık içinde olması gerekir. Bir kez daha biz hazırlıklı değiliz dememeleri gerekir. Bu seçimlerin şeffaf ve demokratik bir şekilde gerçekleşmesi ve demokrasi örneği olması gerekir. Kimsenin derdi kendi partisi ya da kendi bileşeninden bir yönetimin çıkması olmasın. Önemli olan demokratik bir şekilde seçimin gerçekleşmesi, tüm halkımızın bu seçimlere katılması gerekir. Herkesin şöyle düşünmesi gerekir. Bu seçimler hepimizin iradesinin temsilidir.
ENKS seçimlere katılmayı reddetti. ENKS’nin bu tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
ENKS baştan beri bu yönetimi kabul etmeyeceğini söylüyor. Ancak buna karşı Efrîn’de sözde kurulan hükümeti kabul ediyor. Burada ruhsatı almayacağını söylüyor ama gidip çetelerden ruhsat alıyor. Özerk yönetimi kabul etmeyeceğini söylüyor ama Türk devletinin iktidarını kabul ediyor. Özerk yönetime bağlı hiçbir kurumu kabul etmiyor ama gelip topraklarımızı işgal eden bir çeteyi baş tacı yapıyor. ENKS kendi halkını sevmiyor ve halkının sorunlarının çözülmesini istemiyor. ENKS bazı güçlerin projesidir ve bölgemizde onların projelerini geliştirmek istiyorlar. Hiçbir zaman kendi halkını düşünmediler, eğer kendi halkını düşünmüş olsalardı, Kuzey ve Doğu Suriye’de özellikle Rojava’da demokratik ulus ve özgürlük-demokrasi projesinin destekçisi olacaklardı. Yüz yıllardır biz kendi dilimizde okumaya, yazmaya ve özgürce konuşmaya hasrettik. Rejimler kendi dilimizde konuşmaya hiçbir zaman izin vermezlerdi. Ancak bunun imkanı oluştuğunda ENKS buna da karşı çıktı. Biz ENKS’nin ne istediğini bilmiyoruz.
Eğer sen halkının haklarını istiyorsan, işte burada halkının kültürü, dili, hakları serbesttir. Demokrasi diyorsan, burada demokratik bir sistem var. Halkların kardeşliği diyorsan, demokratik ulus bu bölgede uygulandığı kadar hiçbir yerde uygulanmamıştır. Burada kadın özgürlük ve demokrasi mücadelesinde öncü rol oynuyor. Acaba ENKS ne istiyor? ENKS sadece bazı güçlerin çıkarı için çalışan, kendi halkının sorunlarını düşünecek bir derdi olmayan bir gruptan ibarettir. Devrimin geliştirilmesi için atılan her adıma karşı çıkıyorlar. Hatta tek temennileri özerk yönetimin tasfiye edilmesi ve çetelerle birlikte gelip alanlarımızı işgal etmeleridir. Efrîn işgalinden öncede basına verdikleri açıklamalar var. Bu açıklamalarında biz ne zaman PYD’den kurtulacağız diyorlardı. Peki senin bu kadar gelmelerini istediğin çeteler geldiler, sen ne başardın? Sen zorla bir büro açabildin. Bu yıl Newroz’da işgal bölgelerinde birkaç grup bir araya gelip Newroz’u kutladılar ve günlerce bunun propagandasını yaptılar. Biz özgür alanlarda Newroz kutluyoruz diye. Rojava’nın her yeri direniş alanı olmuş ama onlar buna karşı çıkıyorlar. Ana dilde eğitime karşı çıkıyorlar. Özerk yönetim kurumlarına karşı çıkıyorlar. Yani Rojava devrimini tasfiye etmek için çalışan bir grup haline gelmişlerdir.
Seçimlerde bunun bir parçasıdır. Şimdi de Türk devleti saldırsın diye çabalıyorlar ve hatta Türk devleti saldırdığında kendilerine belki bir şeyler elde ederler diye hazırlıklarını yapıyorlar. Yani ahlaki ölçülerinin çok dışında hareket ediyorlar. Şimdiden bazı grupları toplayıp eğitiyorlar, eğer bir gün Türk devleti saldırdığında kendilerine bir pay alsınlar diye. Bu utanç verici bir durum. Biz sürekli onlara, ‘gelin ruhsatlarınızı alın, çalışmalara katılın. Özerk yönetime katılmasanız da muhalif olarak çalışın. Farklı görüşleriniz varsa dile getirin. Neden orada onların elini öpüyorsun ama burada özerk yönetimin bir kurumunu bile ziyaret etmiyorsun’ diyoruz. Bu yönetimi kabul etmeyeceğini söylüyorlar. Peki kim kabul etme demiştir? Türk devleti demiştir. Bu Türk devletinin koştuğu şarttır. AKP-MHP faşist iktidarı seçimleri kabul etmeyeceğini söyledi, ENKS de kabul etmeyeceğini söyledi. Bakın Bahçeli gibi faşist, şoven ve Kürt düşmanı biri çıkıp, ‘ENKS’ye teşekkür ediyorum’ diyor. Eğer seni öven Bahçeli ise o zaman senin de kendini iyi bilmen gerekir. Kendi halkından teşekkürü beklemeleri gerekirken, Bahçeli gibi biri onlara teşekkür ediyor. Bu onların gerçekliğini ortaya koyuyor.
ENKS bu şekilde olduğu sürece seçimlere katılmaları mümkün değil. Yapamazlar zaten. Çünkü Türk devleti kabul etmez. Türkler ne zaman özerk yönetimi kabul ederse, o zaman ENKS de kabul edecektir. ENKS’nin öyle kendi iradesiyle gelip, bağımsız olarak ülkesi, halkı ve davası için yapacak bir şeyi yok. Bakın kendini öyle kahraman olarak gösterenler neredeler şimdi? Hepsi şimdi işgalcilerin yanında yer alıyor. Hatta kendilerine karşı bile dürüst değiller. Bir partidir güya, kendi çalışmaları var ama onu bile yapmıyorlar. 24 saat özerk yönetimin bir hatasını bulup, bunun üzerinde propaganda yapıp halkı özerk yönetime karşı kışkırtmaya çalışıyorlar. Halk bu gerçekliği görmüştür. 24 saat boyunca kendini bu halk için feda eden bellidir. Çetecilik yapan ve işgalci güçlerin kuyruğu olanlar bellidir. Biz halkımız ile birlikte zor şartlarda yaşıyoruz, elbette çoğu zaman elektriğimiz de olmayacak, suyumuz ve mazotumuz da olmayacak. Maddi olarak bizim çok şeyimiz olmayacak. Ama onurumuz var, mücadelemiz var, şehitlerimiz var, yurtsever bir halkımız var. Acaba onların neyi var? Çetecilikle ne ülke özgürleştirilir, ne güçlenir ve ne de gelişebilir. Artık ENKS halkına karşı, halkının özgürlüğüne karşı duran tek parti olarak tarihte yerini almıştır. Gelecek nesil bir gün bu tarihi tartıştığında ENKS için kendi halkının devrimine ve özgürlük mücadelesine karşı duran, işgalci güçlerle bir olan parti olarak hatırlayacaktır. Tarih bunu unutmayacak. Kahramanlıkların ve fedaice halkı için mücadele edenleri ve halkına karşı ajanlık görevi yapanları tarih anlatacaktır.
25 Haziran Kobanê’ye yönelik saldırının yıl dönümü. Tüm dünyada Kobanê direnişin sembolü olarak biliniyor. Ancak, Kobanê’ye yönelik Türk devletinin tehditleri hala devam ediyor. Son olarak Kobanê’ye destek verenler büyük cezalar aldılar. Kobanê zaferi bölgedeki dengelerin değişiminde nasıl bir rol oynadı ve neden Kobanê’ye karşı Türk devleti bu kadar öfkeli?
Bazı DAİŞ üyeleri hala şunu söylüyorlar, ‘yönetimimize kim Kobanê’ye saldıralım dedi?’ Onlar da bunu hala anlamış değiller. Ancak tüm dünya da biliyor, Türk devleti DAİŞ’i Kobanê’ye yönlendirdi. DAİŞ ile Türk devleti Musul’da Türk elçiliği üzerine anlaştıklarında, o zaman DAİŞ ile Kobanê üzerinde anlaşmalarını imzaladılar. DAİŞ o anlaşmayla tarihi bir hata yaptı. Onlar önlerine koydukları hedef ile kendi devletlerini kuracaklarını hayal ediyorlardı. Erdoğan onlara daha da büyüyeceklerine dair umut verdi. Onları kandırdı. Ama onlar da bir projeydiler zaten. Sonuç olarak Kobanê’ye saldırdıkları zaman, ne DAİŞ, ne de Erdoğan bu kadar büyük bir direnişin yaşanacağını tahmin etmiyordu. Eğer sadece Kobanê ya da Rojava olsaydı, belki bir yere kadar bu amaçları gerçekleşirdi. Ancak Kobanê’de ulusal duygular ve hisler bir oldu. Dünyanın hisleri de bir oldu. Kobanê dört parça Kurdistan ve ülke dışında yaşayan Kürtlerle bir oldu. Bunu da geçti, demokratik, enternasyonal ve insanlık yüzlerce onlarca insan dünyanın her yerinden gelerek Kobanê’de savaştı.
Bakın bir süre önce Türkiye'de bir mahkeme Bakûr’daki siyasetçilere çok yüksek cezalar verdi. Bu davanın ismi neydi? Kobanê davasıydı. O dönem Kobanê’ye destek verdikleri için bu kadar ceza aldılar. Bugüne kadar Türk devleti Kobanê direnişini kabul edemedi. İntikamını almak istiyor. Kobanê direnişi onun tüm proje ve planlarını boşa çıkarttı. Bu nedenle bu kadar büyük cezalar veriyor. O dönem PKK gerillaları dağlardan inip Kobanê’ye geldiler. Bakûr halkı, gençleri sınırları aşarak Kobanê’ye geldi. Başûr gençleri Kobanê’ye geldiler. Her yerden Kürtler Kobanê’ye akın etti. Kobanê direnişi, ikinci dünya savaşında verilen büyük kahramanlık örneklerini de geçti. Kobanê tüm dünyada direniş sembolü haline geldi. Aslında olay sadece DAİŞ değildi. Çok geniş ve tehlikeli bir projeydi. Eğer gerçekleşmiş olsaydı hem bölge, hem de tüm dünya büyük bir tehlike içine girmiş olacaktı. Burada esas olan DAİŞ’in kırılmasıydı. DAİŞ’in kırılması esasta Bahoz’da değil, DAİŞ’in kırılması Kobanê’de başladı. Diğer taraftan bu direniş özerk yönetimin diplomatik ilişkilerini, askeri, siyasi ve toplumsal olarak herkes ile geliştirmesini sağladı. Kobanê savaşı olmasaydı özerk yönetimin uluslararası toplumla ve halklarla o kadar ilişkileri gelişemeyecekti. Hatta belki halkımızın bile kendi kurumlarına ve savunma güçlerine karşı güveni bu kadar derin gelişmeyecekti.
Bu anlamda Kobanê direnişi çok büyük değişimlerin önünün açılmasını sağladı. Değişimin merkezi ve gücü oldu. Bu nedenle Kobanê’de direnişe katılan tüm direnişçileri selamlıyorum. Kobanê’de fedaice savaşıp şehit olan tüm şehitleri saygıyla anıyorum. Yaralıları, her yerde bu direnişe destek veren ve katılan halkımızı da saygıyla selamlıyorum. Özellikle Kurdistan dağlarının zor şartlarında Kobanê’ye kadar gelerek direnişe katılanların bazıları şehit de düştü, bazıları yaralandı ve bazıları da sonra dağlara geri döndü. Onlar gerçekten tarihi değiştirdiler. Onların tarihi direnişi olmasaydı belki sonuç böyle olmayacaktı. Halkımıza da şunu söylüyorum, önümüzdeki süreçlerde de zorluklar ne kadar ağır olursa olsun, mücadelemizi Kobanê ruhuyla büyütelim. Çalışmalarımıza bu ruhla yaklaşalım. Önümüzdeki sürecin rahat olmayacağını biliyoruz. Hala düşmanımız var, zor zamanlar var önümüzde. Eğer Kobanê ruhuyla mücadele etmeye devam edersek, biliyorum ki daha büyük başarılar elde edeceğiz. Elimizdeki kazanımlarımızı da koruyabileceğiz. O zaman elimizde hiçbir imkan yokken, böylesi bir sonuca ulaştık. Bugün daha büyük ve anlamlı sonuçlar ortaya çıkacaktır. Kobanê direnişini tüm halkımıza kutluyorum.