Ukrayna savaşının sonuçları artıyor

Ukrayna üzerinden süren hegemonya savaşını ve sonuçlarını değerlendiren Gazeteci Aykan Sever, bu savaşı bütünsel bir dünya savaşından ayırmamak gerektiğini ve çok yönlü bir kriz olduğunu ifade etti.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla şubat ayında başlayan savaş devam ediyor. Bu savaş birçok sonucu itibarıyla hem bölgesel dengeleri hem de dünya açısından yeni bir sürecin kapısını araladı. ABD ve İngiltere’nin çabalarıyla NATO’nun yeniden baskın bir hal alması Avrupa’nın buna göre yeniden yapılanması ve elbette iki kutba bölünen dünyada, bu aritmetiğe göre pozisyon alan birçok ülke oldu. Ama bu savaş aritmetiği ve iki kutupluluk, politik çıkarların yanı sıra ekonomik çıkarlar söz konusu olduğunda daha karmaşık bir hale büründü.

Özellikle enerji ve gıda krizine de yol açan bu savaş, çıkar ilişkilerinin ne kadar farklılaşabileceğini de gösteriyor.

Gazeteci Aykan Sever ile beş ayı geride bırakan Ukrayna’daki savaşı ve bu savaşın dengeleri nasıl değiştirdiğini ANF için konuştuk.

Ukrayna üzerinden hegemonya savaşı devam ediyor. Savaşın ekonomik ve dünyanın yeniden kutuplara ayrılması gibi sonuçları oldu. Bu anlamıyla bu savaşı nasıl değerlendirmek lazım?

Ukrayna’daki savaşı sadece oraya ait olarak algılayıp Üçüncü Dünya Savaşı'nın bir parçası olarak görmeyen bir yaklaşım var. Bu, savaşın bütününü dışlayan bir yaklaşım tarzı. Üçüncü Dünya Savaşı dediğimiz olay, aslında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla başladı denilebilir. Çünkü Sovyetler Birliği'nin dağılması bir tür yeni pazarların ve kapitalizmin bir biçimde kendini yayabileceği, geniş sömürge ve alanlarının açığa çıkması anlamına geliyordu. Ayrıca yeni egemenlik alanlarının tesis edilmesi gerekiyordu. Sonuçta Sovyetler Birliği'nde de beğenmediğimiz çok şey olabilir ama görece en azından dünyadaki kapitalist egemenlik alanının dışındaki belli bir hakimiyet alanıydı. Fakat Sovyetler Birliği'nin dağılması, emperyalist savaşların ve yeni paylaşımın tetikleyicisi oldu.

Öte yandan elbette başka savaşlar da vardı ama 2010’lardaki Arap Baharı ile birlikte bu savaşlar çok daha üst düzeye çıktı. Ukrayna’daki savaş bu boyutu daha da genişletti, dünya çapında cepheleşmeyi arttırdı. Şimdi bu savaşın postmodern karakterinden bahsediyoruz.

Nedir bu?

Postmodern karakterin cepheler içinde iç uzlaşma sağlanmıyor oluşu. Örneğin, Avrupa Birliği bu savaşa aktif olarak taraf olmak istemedi. Fakat ABD ve İngiltere'nin bir tür zorlamasıyla taraf oldular. Örneğin, Birinci Dünya Savaşını düşünürsek, oradaki kamplaşmalarda tırnak içinde de olsa bir “gönüllülük” var. Ama burada bunu göremiyoruz. Daha çok ABD ve İngiltere tarafından oluşturulmuş bir durum var. Hatta İngiltere ve ABD'nin zorlamasından da söz etmek mümkün. Avrupa Birliği, NATO ve ABD tarafından bir tür yeniden işgale uğradı. Bu durum tersinden Rusya, Çin ve Hindistan cephesi için de geçerli.

O taraftaki durumu açmak gerekirse; zira daha çok batı tarafı daha göz önünde ama bu kısımda neler oldu ve oluyor?

Örneğin, Rusya Hindistan'a S400 sattı. Bu S400'ler Çin'e karşı kullanılmak üzere satıldı. Ama normalde baktığınız zaman Rusya, Çin ile aynı cephede duruyor gibi. Aynı zamanda Hindistan, batı cephesinde de görünüyor ve ABD’nin Hint Pasifik İttifakı içerisinde yer alıyor. Fakat hem S400 alarak hem de Ukrayna’daki savaş sonrası gündeme gelen Rusya'ya karşı yapılan yaptırımlara uymayarak da aslında o cephede yer aldı.

Özetle uzun vadeli belki daha net pozisyonlar çizilebilir ama bu savaşın karakteri köklü bir biçimde değişmediği sürece bu böyle gidecek. Yani aynı cephede olanlar yer yer karşı karşıya da gelecek.

Savaşta bir de şunu görüyoruz; sadece Avrupa ya da Ortadoğu cephesine değil aynı zamanda Hint Pasifik hattına yayılma eğilimi var. İngiltere ve Amerika'nın bu yönde hazırlıkları var. Bu doğrultuda adımlar atıyorlar.

Savaş genişleyerek bitmeyecek de diyebilir miyiz o zaman?

Elbette. Çünkü savaşın bir sonucu olarak dünyada militarizm de büyüdü. Dünya çapında bir defa silah satışları arttı. Yoğun bir biçimde askeri hareketlilik var. Örneğin NATO’nun Doğu Avrupa'ya yığılmasından bahsediliyor. Enerji ve gıda fiyatları arttı. Yani toplam ve bütün bir krizle karşı karşıyayız. Bu süreçte en çok silah ve petrol şirketlerinin kazandığını görüyoruz. Örneğin, çok yakında yayınlanmış bir haberde Shell’in bu yılki kar oranları yüzde 26 artmış ve 11,5 milyar dolar artı kar elde etmişler. Elbette bunlara karşı isyanlar, grevler de var. Hemen hemen dünyanın her tarafında belki çok fazla haber olmuyor ama İngiltere, Hollanda, Panama, Arjantin, Sri Lanka gibi ülkelerdeki isyanları da unutmayalım tabii. Bunun dışında küresel iklim krizi derinleşiyor. Geri dönülemeyecek bir noktaya doğru gidiyoruz. Özellikle enerji krizinin küresel iklim krizini derinleştirilmesi bekleniyor.

Siyasi bir sonuç olarak; yine Amerika, İngiltere cephesi Birleşmiş Milletler'in sonunu getirmeye çalışıyor. Birleşmiş Milletler'in yerine yeni kurallara dayalı düzenledikleri, aslında kendilerinin bazı kurallar dayattığı, merkezde olduğu ve dünyanın genelini yönlendirmeye dayanan bir tür yeni bir düzen oluşturmaya çalışıyorlar. Çin ve Rusya ise BM’yi ayakta tutmaya çalışan ama kendilerinin daha çok söz sahibi olduğu bir organizasyon haline getirmeye çalışıyor. En son Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Afrika turunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Afrikalı üyelerin de mutlaka olması ve dışlanmaması gerektiğini ve o yüzden de Güvenlik Konseyi'nin genişletilmesi gerektiği yönünde sözler söyledi. Bunları elbette Afrika üzerinde söz sahibi olmak için de söyledi. 

Peki sahada tam olarak ne oluyor?

Öncelikle nükleer savaş riski artıyor. Özellikle Rusların köşeye sıkışmaya başladığı noktada nükleer silah kullanma olasılıkları yüksek. Bunun önüne de kimse geçemeyebilir. Putin’in batıdan farkı yok, belki bu konuda daha da kötüdür. Karşı tarafın da çok akıllı olduğu falan söylenemez bu konularda. Rusya, Ukrayna yönetimini dize getirip işgal alanlarını Karadeniz kıyılarına kadar yaymaya gitti. Ukrayna ise -yani Zelensky yönetimini kastederek söylüyorum-, daha çok topraklarını geri alma doğrultusunda hareket ediyor. Kendilerine göre özellikle güney hattında Rusya'nın şu an elinde bulunan kenti almaya çalışıyorlar. Burada Batılıların silahlarına güveniyorlar. Orası alınırsa savaşın gidişatı değişebilir. Ve özellikle nükleer savaş gündeme gelebilir bence. Bunun dışında Amerika ve İngiltere ise, Rusya'da Putin yönetimi yıkılana kadar Ukrayna'yı savaştırma niyetini, açıkçası sürekli silah yardımı yaparak gösteriyor. Sonuçta bu savaş bütün Batılıların da, Rusya'nın da, Çin'in de emperyalist karakterini çok daha görünür hale getirdi.

Peki, Türkiye ve elbette Erdoğan iktidarı bu dengeler içinde nasıl bir pozisyon alıyor? İki kutup ona manevra alanı sağlıyor mu? Örneğin, ekonomik olarak tahıl koridoru konusunda belli ki bir alan açtı kendisine. Bu anlamda Türkiye’nin yeri burada tam olarak nerede?

Türkiye'nin hesap yapabilme kabiliyeti falan yok. İktidarın ana ekseni bütün dış ve iç politikadaki yaptığı hamlelerle kendi pozisyonunu korumak. İktidarını kalıcı hale getirmek. Buradaki boşluğu ise Batılılardan gelebilecek baskılara karşı kalkan olarak kullanıyor. Yani Rusya'yla ABD arasındaki ikili pozisyonunu sürdürmekte ısrarlı. En son Astana toplantısına gidip NATO toplantısında da Rusya baş düşman, diyen belgeye imza attı. Ama arkasından Tahran'daki toplantıda ise Amerika, Suriye'nin doğusundan çıkmalı, diyen bir belgeye imza attı. İşte bu savaşa postmodern dememin nedeni de bu. Ama bunu sadece Türk yönetimi yapmıyor. Rusya ve İran için de aynı şey söylenebilir. Şimdi Suriye'nin toprak bütünlüğünden bahsediyorlar. Suriye'nin üçte birini Türkiye işgal etmiş durumda. Sonuçta o yalanın altına da imza atmaktan geri durmuyorlar maalesef. Böyle bir durumla karşı karşıyayız.

Tahıl koridoruna gelirsek; anlaşma yapıldıktan sonra ertesi gün Rusya limanı bombaladığı zaman, Türkiye ‘Rusya'nın bu işle bir ilgisi yok’ diye açıklama yaptı. Sonuçta Rusya da aksini söyledi. Yani böyle saçma pozisyonlara da düşebiliyorlar. Başka örnekler de var. Rusya önceki günlerde Bayraktar SİHA'ları ile ilgili ortak üretim yapalım ya da biz bunları satın alalım gibi bir meseleyi gündeme getirdi. Bir şekilde Türkiye’yi karşı tarafa karşı sıkıştırma taktiği bu. Türkiye evet dese Batı ittifakından tamamen dışlanması gerekir ama normal koşullarda değiliz.

Öte yandan tahıl koridoru, bir nevi NATO’nun ambargosunu da deliyor. Aynı zamanda bu petrol ve gaz için de geçerli. Rusya da, Türkiye de bu işten yararlanıyor. Sonuçta Rusya, Türkiye üzerinden mallarını satıyor. Aynı zamanda kara para aklama organizasyonlarının da önü açılacak. Zaten Türkiye, Rus oligarkların cennetine dönüştü bile. Bu anlamda Rusya, Avrupa’nın Türkiye üzerinden aldığı Azerbaycan gazına ortak. Yine Cezayir'de gaz çıktı örneğin. Avrupa Birliği’ne aktarılacak ve muhtemelen Rusya buna da ortak. Diyelim İran'dan gaz almak istiyorlar ama bu işin İran'daki ortağı yine Rusya olacak. Sonuç olarak çıkar ilişkileri de savaş da iç içe geçmiş durumda ve hiçbirisi bu ilişkileri tamamen kopartacak ve zarar verecek bir şey yapmıyor.