Sempozyumda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tutsaklığı ve üzerindeki tecridin Ortadoğu barışını nasıl etkilediğine dikkat çekilerek, “Başta İmralı olmak üzere tüm dünya da politik tutsaklara yönelik işkence ve tecrit sistemlerinin lağvedilmesi için uluslararası mücadele hattının örülmesi gerekiyor” denildi.
Londra düzenlenen Uluslararası Politik Tutsaklarla Dayanışma Sempozyumu, Türkiye ve Kurdistan’da Politik Tutsaklar ve Tecrit Siyaseti başlığı ile devam etti. Bu bölümde Asrın Hukuk Bürosu’ndan avukat Mazlum Dinç, Cambridge Üniversitesi Sosyoloji Öğretim Görevlisi Jeffrey Milley, Uluslararası Politik Tutsaklarla Dayanışma Komitesi Avrupa Temsilcisi Süleyman Gürcan ve Tutsakların Sesi Platformu (TSP) Avrupa Temsilcisi Baki Selçuk katıldı. Konuşmacılar devrimci lider İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer ve Amed zindanında bedenini ateşe veren dörtleri anarak konuşmalarına başladı.
Oturumda ilk olarak Asrın Hukuk Bürosu ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatı Mazlum Dinç söz aldı. Av. Mazlum Dinç, Türkiye ve Kurdistan’daki politik gelişmelerin ciddi boyutlara ulaştığını ifade ederek, Türkiye’de cezaevlerinin politik tutsaklar açısından bir irade kırma ve işkence merkezi olarak kullandığına dikkat çekti. Özellikle 80’li yıllarda cezaevlerinde politik tutsaklara yönelik işkence yöntemlerinin Kürt siyasi tutsaklar üzerinde çok ağır yaşandığını ifade eden Dinç, “O yıllarda başka ülkelerde benzer uygulamalar görünse de Kürt tutsaklar üzerinde uygulanan yöntemler çok daha ağırdı. Bunlardan bazıları fosseptik çukurlara atma, dışkı yedirme, aylarca tutsaklara yönelik ‘askı’ yöntemi ile işkence ve daha dehşet verici durumlar ile karşılaştılar” dedi.
Dinç, Kürt tutsakların direniş ile devletin tüm bu irade kırma politikalarını boşa çıkardığını ifade ederek, “Tutsaklar ölüm oruçlarına yatarak, bedenlerini ateşe vererek toplumda karşılığını bulan direnişler ile cunta rejiminin politikasını boşa çıkardı” diye kaydetti.
Dünyada eşi ve benzeri olmayan İmralı sistemini anlatan ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki 25 yılı aşkın süredir uygulanan politikaları anlatan Dinç, İmralı’nın sivil kara, hava ve deniz tüm ulaşıma kapalı bir şekilde askeri bölge ilan edildiğini ifade etti.
Abdullah Öcalan’dan 38 aydır hiçbir haber alınamadığını ve iletişim, mektup, sağlık, aile ve avukat görüşü dahil hiçbir hakkın uygulanmadığını ifade eden Dinç, uluslararası hukuk, insan hakları hukuku, hatta iç hukuk ve BM’nin Mandela kuralları olarak bilinen hiçbir hukukun İmralı’da geçerli olmadığına dikkat çekti. Bu açıdan İmralı’nın bir işkence sistemi olduğunu söyleyen Dinç, yapılan hiçbir başvuruya devletin ya da ilgili yargı biriminin yanıt vermediğini de sözlerine ekledi. İmralı sisteminin insanlık onuru ile bağdaşmadığının altını çizen Dinç, CPT ve AİHM’e düzenli başvurular yaptıklarını fakat bu ‘mutlak tecrit’ politikası konusunda uluslararası mekanizmaların Türkiye ile uzlaştığını söyledi.
Dinç, başta İmralı olmak üzere tüm dünya da politik tutsaklara yönelik işkence ve tecrit sistemlerinin dağılması için uluslararası mücadele hattının örülmesi gerektiğini ancak bu şekilde egemenlere geri adım atacağını belirtti.
İmralı tecrit sisteminin kırılmasının politik sonuçlarına da değinen Dinç, “Tecridin kırılması ile Türkiye ve Ortadoğu’da bir barış sürecine vesile olacaktır. Sayın Öcalan’ın rolünü oynaması için koşulların değiştirilmesi gerekiyor. Tecridin kırılması demokrasi gelişmesi ile birlikte Kurdistan ve Ortadoğu’da barışın gelişmesine vesile olacaktır. Bunun için mücadelemizi büyütmemiz gerekiyor” diye kaydetti.
DÜZENE KARŞI ÇIKANLAR ‘TERÖRİST’ İLAN EDİLİYOR
Dinç’in ardından Cambridge Üniversitesi Sosyoloji Öğretim Görevlisi Jeffrey Milley söz alarak Kürt özgürlük mücadelesi ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridin ne anlam ifade ettiğini anlatan bir konuşma yaptı. Dr. Thomas Jeffrey. devletlerin kendi terör düzenlerini meşrulaştırmak için ‘terör’ tanımını yaygınca kullandığına dikkat çekerek, “Fakat birinin teröristi bir başkasının özgürlük savaşçısıdır. Britanya’da IRA, Kurdistan’da PKK, İspanya’da BASK hareketi gibi ulusal kurtuluş mücadeleleri devletler tarafından onların varoluşsal koşullarını tehdit ettikleri için ‘Terörist Örgütler’ kapsamında tutuluyorlar. Sadece ulusal kurtuluş mücadelesi yürütenler değil, aynı zamanda düzene karşı mücadele yürüten devrimciler de sözde ‘terörist’ olarak lanse edilmektedirler.
Ancak devletler sadece bununla sınırlı kalmıyor. Aynı zamanda yasal politik parti liderleri ve aktivistleri de sözde bu terör örgütleri ile bağlantılıdır denilerek tutsak edilmektedir. HDP eş genel başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ’ın Kobanê kumpas davası kapsamında 30 yıldan fazla hapis ile cezalandırılmaları bunun bir göstergesidir.
İspanya’da Katalanların referandum girişi sonrasında İspanya devletinin Katalanların meşru liderlerini tutuklaması ve sürgün edilmesi de buna örnek gösterilebilir. Yani devletler kendi varoluş koşulları olan ‘terör’ sistemine karşı mücadele eden herkesi sözde ‘terör’ suçlamaları ile tutsak ederek varoluşunu sürdürme faaliyeti içerisindedir.”
ABDULLAH ÖCALAN KAHRAMANCA DİRENİYOR
Tutsakların “politik tutsaklık” hakkını elde etmek için bile mücadele etmesi gerektiğini ifade eden Jeffrey, Kürt halkının ve genel olarak halkların kendi kaderleri ile ilgili söyledikleri, devletler için tehdit olarak algılanmakta ve halkların ‘terörize’ edildiğinin altını çizdi.
Uluslararası arenada barışçıl çözümün anahtarının ancak kurtuluş mücadelesi yürütenlerin ‘terörize’ edilmesinin durdurulması ile mümkün olacağını ifade eden Jeffrey, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Türkiye devletinin tüm baskı ve tecrit saldırılarına karşı uluslararası komplo ile başlayan ve bugüne kadar devam eden insanlık dışı durumlara karşı kahramanca direndiğini vurguladı.
Abdullah Öcalan sadece PKK lideri değil aynı zamanda daha geniş Kürt halkının da lideri olduğunu söyleyen Jeffrey, “Mandela gibi Öcalan da barış süreci için çok önemli bir aktör. Türk devletinin Kürtlere karşı soykırımcı tutumundan vazgeçmesi durumunda Öcalan barış sürecinin en önemli aktivisti olacaktır. Öcalan’ın radikal demokrasi paradigması politik tutsaklığın koşullarını da ifade etmektedir.
Abdullah Öcalan, özellikle olası bir barış sürecinin başlaması ve devamı için çok önemli. Öcalan’ın özgürlüğü barış anlaşmasının sonucu değil barış anlaşmasının başlatılmasının bir gereği olmalıdır. Öcalan yer küredeki radikal demokratik alternatifin öncüsü ve parçası olarak rolünü oynamasına müsaade edilmelidir” diye belirtti.
‘BUNLAR SARAY REJİMİNİN İNSANLIK SUÇLARI’
Jeffrey’in ardından Tutsakların Sesi Platformu (TSP) Baki Selçuk söz aldı ve “Tecrit ve hasta tutsakların tedavisinin engellenmesi faşist saray rejiminin insanlık suçları zincirinin iki halkasıdır” dedi. Tüm politik tutsaklara uygulanan katı tecrit politikası ile tutsakların sosyal ilişkilerinin yok edilerek kimliklerine, kişiliklerine yabancılaştırılmaları, ruhsal ve entelektüel yıkıma uğratılarak çökertilmesinin hedeflendiğini söyleyen Selçuk, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan ve İmralı’da simgeleşen tecridin ise daha katmerli ve daha derin bir niteliğe sahip olduğunu söyledi. Türk cezaevlerindeki tecrit, işkence, kötü muamele ve baskıları istatistik veriler ile anlatan Selçuk, hem hasta tutsakların serbest bırakılması hem de tecridin lağvedilmesi için uluslararası dayanışma ve mücadelenin önemine vurgu yaptı.
ORTAK MÜCADELE ZARURİDİR
Baki Selçuk’un ardından Uluslararası Politik Tutsaklarla Dayanışma Komitesi Avrupa Temsilcisi Süleyman Gürcan söz aldı. Gürcan, Türkiye’de devrimci, sol, sosyalist ve Kürt siyasal hareketine karşı baskı, katliam ve sindirme politikalarına vurgu yaparak, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin ve hak arama mücadelesi verenlerin nasıl kriminalize edilerek hukuksuz bırakıldıklarını anlattı. Ortak mücadele hattının önemine vurgu yapan Gürcan, “Politik tutsaklara yönelik uygulamaların arkasında yatan esas neden, demokrasi, eşitlik ve özgürlük mücadelesi yürüten politik tutsakları ‘düşman’ olarak görüyorlar ve düşman hukuku uygulanmaktadır. Buna karşı ortak mücadele geliştirilmesi önemlidir. Politik tutsakların olduğu bütün ülkelerden örgütlerin ortak mücadelesini geliştirme görevimiz bugün dünden daha zaruridir” diye sözlerini tamamladı.