Yasalar cezalandırmaya yetmeyince yeni suçlar türetiliyor

Avukat Şükrü Alpsoy, son günlerde 9’uncu yargı paketinin en çok tartışılan maddelerinden olan “Etki ajanlığının” en temel hak ve özgürlükleri cezalandırma amacında olduğunu söyledi.

ETKİ AJANLIĞI

AKP ve MHP iktidarı 9’uncu yargı paketiyle birçok alanda, anti-demokratik uygulamalarına yargısal dizayn ile yeni düzenlemeler üzerinde çalışıyor. Bunlardan biri de kamuoyunda “Etki Ajanlığı” olarak bilinen düzenleme. Bu madde kamuoyunda tepki ile karşılanınca yeniden düzenleneceği yönünde açıklamalar yapıldı. Oysaki iktidar daha önce Örgüt Üyeliği, Sansür Yasası, Örgüt Propagandası, Terörizm Finansmanı gibi düzenlemelerle de suç tanımı yoruma açık birçok düzenleme yaptı.

ÖHD’li Avukat Şükrü Alpsoy, bahsedilen bu düzenlemenin de zaten TCK’daki maddelerde var olduğunu, yeni bir düzenlemeye gidilme sebebinin ise en temel hak ve özgürlükleri de cezalandırma amacı taşıdığını söyledi. Alpsoy ANF’nin sorularını yanıtladı.

Etki ajanlığı gündeme geldiğinde tepki çekti. Öncelikle burada somut suç yok denildi ve AKP tepkiler üzerine tasarıda çalışmaya devam ettiğini söyledi. Aslında suçun muallak olduğu farklı düzenlemeler de oldu. Örneğin yakın zamanda dezenformasyon yasası olarak sansür yasası da çıktı. Benzer olarak nitelenebilir mi?

Öncelikle sizin de soruda ifade ettiğiniz üzere getirilmek istenen bu düzenlemenin “belirsiz, muallak” diğer düzenlemelerle beraber değerlendirilmesi ve yorumlanması gerekiyor. Etki ajanlığı olarak ifade edilen ve 9. Yargı paketi taslağının 22. Maddesi ile TCK m.339 maddesinden sonra TCK m.339/A maddesi olarak öngörülen düzenleme elbette bu yöndeki ilk düzenleme değil.

Daha öncesinde başta TCK’nın 216’ncı maddesinde düzenlenen “Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama” ile “Kanunlara Uymamaya Tahrik” suçları olmak üzere birçok mevcut düzenleme, zaten amacı dışında kullanılarak, ifade özgürlüğü ile diğer temel hak ve özgürlükler üzerinde ciddi bir tehdit olarak kullanılmaktaydı ve kullanılmaya devam da ediliyor. Siyasi iktidar, araç olarak kullandığı yargı makamları eliyle siyasetçileri, gazetecileri, avukatları, sanal medya kullanıcılarını ve vatandaşları düşünce açıklamaları nedeniyle bu hükmün amacı dışında kullanılması ve geniş “yorumuyla” ifade özgürlüklerini ihlal ederek cezalandırdı.

Yine "Örgüt Üyeliği", "Örgüt Propagandası", "Terörizm Finansmanı", "Suçu ve Suçluyu Övme" suçları da aynı şekilde kanuni tanımından çok daha geniş yorumlanarak siyasi saiklerle insanların cezalandırılmasına ve toplumun baskı altına alınmasına aracı kılındı. Bunların birçok örneğini hep beraber birlikte yaşadık, gördük. Ancak iktidarın elindeki bu suçlar ve bu suçları amacı dışında siyasi saiklerle geniş “yorumlayan” yargı gücü dahi bazı temel hak ve özgürlükleri cezalandırmaya yeterli değil. İşte tam da bu noktada iktidar kanadı yeni suçlar türetmeye başladı.

2022 yılının sonlarında da “Dezenformasyon/Sansür Yasası” olarak tarif edilen “Halkı Yanıltıcıyı Bilgiyi Alenen Yayma” suçu devreye sokuldu. Gelinen süreçte bu suçu işlediği iddiasıyla başta gazeteciler olmak üzere birçok kişi hakkında soruşturma ve kovuşturmalar yapılarak cezalar verildi. Getirilen bu yeni düzenlemenin sonunda yer alacağı TCK’nın 4. Kısım 7. Bölümünde (TCK m.326-339) bu getirilen düzenleme kapsamına da sokulabilecek birçok fiil yine belirsiz şekilde suç olarak zaten düzenlenmiştir. Bu bölümde; “Devletin güvenliğine veya iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belgeleri yok etmek, tahrip etmek, bunlar üzerinde sahtecilik yapmak, başka yerde kullanmak, hileyle almak veya çalmak” (TCK m.326),

“Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askerî casusluk maksadıyla veya bu maksat olmaksızın temin etmek yahut bu bilgileri siyasal veya askerî casusluk maksadıyla veya bu maksat olmaksızın açıklamak” (TCK m.327-328-329-330)

“Yabancı bir devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri, diğer bir yabancı devlet lehine siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin etmek” (TCK m.331)

“Devletin askerî yararı gereği girilmesi yasaklanmış olan yerlere, gizlice veya hile ile girmek” (TCK m.332)

“Görevi dolayısıyla öğrendiği ve devletin güvenliğinin gizli kalmasını gerektirdiği fenni keşif veya yeni buluşları veya sınai yenilikleri kendisinin veya başkasının yararına kullanmak veya kullanılmasını sağlamak ve hatta bu suçun işleneceğini haber alıp da bunları zamanında yetkililere ihbar etmemek” (TCK m.333)

“Yetkili makamların kanun ve düzenleyici işlemlere göre açıklanmasını yasakladığı ve niteliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askerî casusluk maksadıyla veya bu maksat olmaksızın temin etmek yahut bu bilgileri siyasal veya askerî casusluk maksadıyla veya bu maksat olmaksızın açıklamak” (TCK m.334-335-336-337)

“Yukarıda belirtilen tüm suçların kişinin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranması (kast olmaksızın taksir sonucu) sonucu işlenmesinin mümkün olmuş olması veya kolaylaşmış olması” (TCK m.338)

“Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri veya yetkili makamların açıklanmasını yasakladığı ve niteliği bakımından gizli kalması gereken hususları elde etmeye yarayan ve elde bulundurulması için kabul edilebilir bir neden gösterilemeyen belgelerle veya bu nitelikteki herhangi bir şeyle yakalanmak” (TCK m.339)

Zaten var diyorsunuz…

Evet, tüm bu suçlara karşılık öngörülen cezaların alt ve üst sınırları oldukça yüksektir. İşte belirli ve belirsiz birçok fiilin suç olarak düzenlendiği ve sert bir ceza politikasının öngörüldüğü böylesi bir durumda bu yeni düzenlemeye ihtiyaç var mıdır sorusu sorulduğunda, bu sorunun hukuki anlamda cevabının olumlu olmayacağı açık. Ancak bu düzenleme de tıpkı “Dezenformasyon/Sansür Yasası” olarak gündem olan “Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma” suçu düzenlemesinde olduğu gibi tamamen siyasal iktidarın toplumu baskılama amacına hizmet ediyor. Dolayısıyla evet, bu düzenleme sansür yasası ile benzer olup aynı amaca hizmet etmekte.

Mevcut yasal düzenlemeler ve bu yasal düzenlemeleri sonuna kadar siyasi amaçlarla toplum üzerinde baskı kurmak amacıyla kullanan yargı makamlarının geniş “yorumlarının” yeterli olmadığı görülecek ki, bu defa da TCK m.339/A maddesi olarak düzenlenmek istenen “Etki Ajanlığı” gündeme getirildi.

Bu düzenlemenin yasa taslağındaki başlığı ise, basında çokça geçtiği haliyle “Etki Ajanlığı” değil “Diğer Faaliyetler” şeklinde. Bu başlık, bilinçli bir tercih ve sistematiğin sonucudur.

Neden?

Çünkü iktidar, getirmek istediği bu düzenlemeyle madde metni ve yargı uygulaması itibarıyla hukuki öngörülebilirlikten uzak olan ve siyasi saiklerle kullandığı kanuni düzenlemelerle cezalandıramadığı temel hak ve özgürlükler kapsamındaki “Diğer Faaliyetleri” cezalandırmayı amaçlamaktadır. Bir başka deyişle siyasi iktidar; toplum ve toplum ile bireylere ait temel hak ve özgürlükler üzerinde tehdit olarak kullanabileceği bir “Torba Madde” getirmeyi amaçlamaktadır.

Gürcistan'da da benzer bir yasa önce reddedilse de daha sonra kabul edildi. Ki bu yasaya Putin yasası da deniyor. Dünyadan örnekler de gösterilecektir elbette. Bu örnekler böylesi bir yasa için yeterli bir gerekçe mıdır?

Otoriter, baskıcı, temel hak ve özgürlüklere müdahaleyi amaçlayan, antidemokratik yasaların yapıldığı tek ülke elbette Türkiye değildir. Başka ülkelerde de benzer şekilde muhalefeti hedef alan ve temel hak ve özgürlüklere aykırı yasalar çıkabilir, ki çıktığını da görüyoruz. Ancak elbette başkaca ülkelerdeki bu uygulamalar Türkiye’de yapılan ve yapılacak olan benzer düzenlemeleri meşrulaştıramaz ve bunlara makul bir gerekçe olamaz.

Evet, Gürcistan’da çok yakın zamanda, 1,5 kadar ay önce “Rus Yasası/Rusya Yasası/Putin Yasası” gibi isimlerle gündem olan benzer bir düzenleme “Yabancı Etki Yasası” adıyla parlamentoda onaylanarak kanunlaştı. Bu yasaya “Rus Yasası” gibi isimlerin takılmasının sebebi, daha önce Rusya’da da buna benzer yasa çıkarılmış olmasıydı. Dolayısıyla Türkiye’deki bu yöndeki yasa nasıl ilk değilse Gürcistan’daki yasa da bu konuda ilk değildi.

Ancak yine ifade etmek gerekiyor ki; diğer baskıcı rejimlerin olduğu ülkelerde de benzer düzenleme yapılıyor olması bu hukuki öngörülebilirlikten uzak, toplumsal muhalefeti ve temel hak ve özgürlükler ile demokratik değerleri tehdit eden düzenlemeleri meşru kılamayacak ve aklamayacaktır.

Kaldı ki, benzer yasalar uluslararası mahkemelerde dava konusu olmuştur. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Rusya'nın yabancı ajan sayılan STK'lar açısından toplanma ve örgütlenme özgürlüğü hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir. Yine Avrupa Adalet Divanı da Macaristan'ın yabancı ajanlara ilişkin yasasının bireysel hak ve özgürlükleri haksız yere ihlal ettiğine ve Avrupa Birliği İnsan Hakları Şartı'na aykırı olduğuna hükmetmiştir. Dolayısıyla Gürcistan’da yasalaşan benzer yasa da ve eğer yasalaşırsa Türkiye' de “Etki Ajanlığı” adıyla gündem olan bu düzenleme de Türkiye ve Gürcistan aleyhine yeni davaların AİHM' in önünde yığılmasına neden olacağı açıktır. Türkiye’nin zaten bu konuda karnesinin çok kötü olduğu dikkate alındığında kendisinden önce yapılan düzenlemelere ilişkin Uluslararası Mahkeme kararlarını gözeterek bu yasadan derhal vazgeçmesi gerekirken, Uluslararası Mahkemeler tarafından hukuka aykırılığı tespit edilen başkaca ülkelerdeki benzer örnekleri kendisine gerekçe yapması, hukuk devleti ilkesinden ne kadar uzaklaştığının ispatı noktasındadır.

Son olarak AKP tepki alınca geri çekti tasarıyı ama üzerinde düzenleme yapıldığını ifade etti. Örneğin suçu somut hale getirince bir farklılık olur mu? Yasa yine de muhalefeti hedef almaz mı?

Öncelikle somut suçtan kastın ne olduğunu konuşmak gerekiyor. Somut suçtan kastedilen husus; suçun kanuni tanımının belirsiz, muallak olması, hukuki öngörülebilirlikten uzak olmasıdır. Zira düzenlemede yer alan birçok ifadenin anlamı belirsizdir. Mevcut kanunlarda yer alan “Devlet Sırrı” kavramı dahi belirsizken “Diğer Faaliyetler” başlığıyla yeni bir suç ve ceza öngörülmesi, “Hukuk Devleti” ilkesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlıklı Anayasa'nın 13. Maddesine açıkça aykırıdır.

Kanun teklifinde geçen "Organizasyon" kavramının belirsiz olup dernek, sendika, platform, ajans, grup, siyasi parti... gibi tüm organizasyonları kapsar şekilde yorumlanması mümkündür. Yine teklifte geçen “Stratejik Çıkar” ve “Talimat” gibi ifadeler de hem belirsiz hem de keyfi ve kötüye kullanıma açık ifadelerdir.

Yine bu teklifte yer alan “Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranlar" fıkrası da özellikle meslekleri gereği veya mesleklerinden kaynaklanan sebeple araştırma yapan ve yaptıran insanların (gazetecilerin, avukatların, hapishane ve hak ihlalleri alanında çalışan insanların, insan hakları savunucularının, ekolojistlerin, STK’lerde çalışanların, barolarda faaliyet gösterenlerin vs.) olağan şüpheli muamelesine tabi tutulmasını mümkün kılabilecektir. Başka bir anlatımla basın ve ifade özgürlüğü üzerinde ciddi bir tehdit oluşturacaktır. Toplumun kurum veya kuruluşlar içerisinde olan hukuksuzluk veya yolsuzlardan haberdar olunmaması, yolsuzluklar ve suçların araştırılmaması ve sorgulanmaması amaçlanmaktadır.

Özellikle fon alan STK’ların hedef alınacağı da çokça konuşuldu…

Evet, uluslararası organizasyonlarla sivil toplum kuruluşları ile yapılan ortak çalışmaların siyasi iktidarın politikaları ile ters düşmesi veya çıkarına olmaması halinde etki ajanlığı suçu altında cezalandırılmaya gerekçe yapılabilecektir. Özetle bu düzenleme, hükümetin kendi politik çıkarlarına uygun olmayan tüm uluslararası çalışmaları kriminalize etme ve cezalandırmasına sebep olacak bir düzenlemedir.

Bu kapsamda “Suçun somut hale getirilmesi” hususunu tartışmaya açtığımızda öngörülen suçun hukuki öngörülebilirliğe kavuşması için “Talimat”, “Stratejik Çıkar”, “Organizasyon”, “Araştırma Yapmak veya Yaptırmak” gibi belirsizliğe sebep olan kavramların somutlaştırılması ve netleştirilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde bir somutlaştırma ve netleştirmenin mümkün olmayacağı kanaatindeyim. Zira bu yola başvurmak hem siyasi iktidarın amacına uygun değildir hem de bu yola başvurulduğunda getirilmek istenen düzenlemenin birçok düzenleme zaten öngörüldüğü ve gerek olmadığı anlaşılacaktır.

İfade ettiğim üzere bu düzenleme ile amaç siyasi iktidarın halihazırda diğer kanuni düzenlemelerle cezalandıramadığı temel hak ve özgürlükler kapsamındaki “Diğer Faaliyetleri” cezalandırmaktır. Durum bu şekildeyken iktidar kanadının gerçek anlamda suçu somutlaştırmasını, hukuki öngörülebilirliğe kavuşturmasını beklememekteyim. Belki gelen ve gelecek tepkilere göre kanun maddesinin birazcık yumuşatılması söz konusu olabilir ki, bu durum da özellikle yargının mevcut hali ve pratiği gözetildiğinde maddenin toplumsal muhalefeti baskılama ve tehdit etme amacını ortadan kaldırmayacaktır. Zira uygulamada, adliyelerde gördüğümüz ve basından takip ettiğimiz üzere daha öngörülebilir düzenlemelerin dahi yargı makamları tarafından ne şekilde uygulandığı ve temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği ortadadır. Durum bu şekildeyken tasarının hiçbir haliyle kabul edilmemesi gerektiği açıktır. Derhal bu hukuk dışı tasarı teklifinden geri dönülmesi ve bununla yetinilmeyip yasalaşmış olan temel hak ve özgürlükler, toplumsal muhalefet ve demokratik değerler üzerinde tehdit oluşturan tüm yasal düzenlemeler iptal edilmelidir.