19-22 Aralık 2000’de “Hayata dönüş” adı altında devletin 20 hapishaneye eşzamanlı yaptığı katliamın üzerinden 23 yıl geçti. 30 siyasi tutsağın katledildiği, çoğunun diri diri yakıldığı ve 300’e yakınının ağır yaralandığı katliamda, belli olan faillerin hiçbiri yargılanmadı, cezasızlıkla korundu. O dönem hapishanelerin üzerinden yükselen dumanlar, diri diri yakılmış devrimcilerin feryatları ve çocuklarından haber almak için hapishanelere akın eden ailelerin yerlerde sürüklenme görüntüleri kadar, devrimcilerin direnişi de hafızalara kazındı.
19 Aralık’ta İzmir Buca Hapishanesi’nde katliama karşı direnen devrimcilerden biri Kakil Yazar’dı. 2019 yerel seçimlerinde Şişli Belediye başkanlığına Muammer Keskin’in seçilmesiyle hukuksuz bir biçimde işten atılan, mahkemeyi kazanmasına rağmen işe iade edilmeyen ve 1497 gündür mücadele eden Şişli direnişçisi Kakil Yazar, ANF’ye konuştu.
‘BİRÇOK YAPIDAN DEVRİMCİ ARKADAŞLARIMIZ ÖLÜM ORUCUNDAYDI’
Devrimcilikle 14 yaşında tanışan Yazar, Komünist Partisi İnşa Örgütü (KP-İÖ) davasından 7 yıl hapishanede kaldığını belirtti. Katliamın olduğu dönemde 2 yıllık tutuklu olduğunu dile getiren Yazar, inşa edilmek istenilen F Tipi hapishanelere karşı devrimci tutsakların açlık grevi ve ölüm orucu başlattığını hatırlattı. Bergama Hapishanesi’nden 1999 yılında apar topar İzmir Buca Hapishanesi’ne sürgün edildiklerini belirten Yazar, “Birçok yapıdan devrimci arkadaşlarımız F Tipi Hapishaneleri’ne karşı ölüm orucundaydı. Biz de süresiz açlık grevindeydik. Bergama Hapishanesi’nden İzmir Buca’ya sürgün edilmiştik. Yaklaşık 60 kişiydik ve her koğuşta 10’ar kişi kalıyorduk. Ölüm orucundaki arkadaşlarımız ayrı bir koğuşta tutuluyordu. Buca’da dayatılan üst aramalar, ayakkabı içi aramalar gibi keyfi uygulamalarla bir nevi F Tipi Hapishanesi gibiydi. O nedenle de biz de tavır olarak görüşe çıkmama kararı almıştık. Hepimiz bir operasyon olacağını bekliyorduk ve hazırlıklıydık ama ne zaman gerçekleşeceğini bilmiyorduk, o yüzden de koğuşlarda sürekli nöbet tutuyorduk” dedi.
‘İLK ÖNCE ÖLÜM ORUCUNDAKİLERE SALDIRDILAR’
Buca Hapishanesi’nde operasyonun 18 Aralık’ı 19 Aralık’a bağlayan gece sabah 03.00 civarlarında başladığını belirten Yazar, yaşananları şöyle anlattı: “Bir arkadaşımız nöbetteydi ve hapishanenin maltasında hareketlilik başlamasıyla bizi uyandırmaları bir oldu. Hemen hazırlık yaptık. ‘Kahrolsun faşizm’ sloganları eşliğinde ilk yaptığımız şey kapılara barikat kurmak oldu. Elimizde ne malzeme varsa hepsini kapının önüne yığdık. Kolluk kuvvetlerinin ilk saldırdığı nokta, ölüm orucundaki arkadaşlarımızın bulunduğu koğuş oldu. Bizim koğuşlara çatıdan ve maltalardan gaz bombalarıyla saldırıyorlardı. Ölüm orucundaki arkadaşlarımızı zorla alıp gittiler. Çünkü Kandıra, Sincan ve Tekirdağ F Tipi Hapishaneleri dışında İzmir’de Kırklar Hapishanesi hâlâ inşa halindeydi. Oradaki ilk saldırının amacı da zaten ölüm orucundaki arkadaşlarımızı almaktı. Onları hastanelere götürmüşlerdi. Barikatlarımız 2-3 boyunca kapıda öylece kaldı. Sonra hapishane idaresi savcıyla birlikte koğuş temsilcilerimizle görüşmeye geldi. Kırklar F Tipi Hapishanesi’nin inşa halinde olduğunu ve henüz bizi oraya nakletmeyeceklerini belirtip, barikatları kaldırmamızı ve normale dönmemizi istediler.
‘6 AY SONRA BİZİ İŞKENCEYLE SÜRGÜN ETTİLER’
Ancak 6 ay sonra bir kere daha operasyon yaptılar. Sabah koğuşları askerle bastıklarında önce sayım olduğunu zannettik. Hazırlıksız yakalandık. Hepimizi yere yatırıp ters kelepçelediler. Bizi işkenceyle Kırklar F Tipi Hapishanesi’ne zorla sürgün ettiler. Özellikle fiili olarak müdahale edenleri çok darp ettiler. Beni yere yatırarak defalarca sırtıma silahın dipçiğiyle vurdular, subaylar postallarıyla üzerimize tepindi ve bizi işkenceyle Kırklar F Tipi Hapishanesi’ne zorla sürgün ettiler.”
‘F TİPİ’NDE SAÇLARIMIZI KAZIDILAR’
Sürgün edildikleri Kırklar F Tipi Hapishanesi’nde işkencenin devam ettiğine dikkat çeken Yazar, çıplak arama dayatmasıyla karşı karşıya kaldıklarını, bu insanlık dışı uygulamaya karşı direndikleri için zorla saçlarının kazındığını ve tekli tecrit hücrelerine konulduklarını söyledi. 60 gün kaldığı tekli tecrit hücresinde açlık grevine tekrar başladıklarını anlatan Yazar, “F Tipi’ne sürgün edildikten sonra daha önceki direnişlerle kazanılmış tüm haklarımızı gasp etmeye yönelik saldırılar başladı. Ayakta sayım, bir yere sevk edilirken ayakkabıların içine bakma gibi keyfi uygulamalar dayatıldı. Biz de oraya sürgün edilir edilmez direnişe başladık ve 5 sene boyunca gerek ayakkabı aratmamak, gerek hastanede kelepçeli muayene dayatmasına karşı tavır koyarak direndik. Hep kavgalı geçti bu süreç” dedi.
‘MUHALİF KİMLİĞİ İTAATÇİ KİMLİĞE DÖNÜŞTÜRMEK İSTİYORLAR!’
Yazar, 19 Aralık Katliamı’nın tamamen devrimcilerin iradesini kırmaya dönük bir operasyon olduğunu vurguladı. O dönem ekonomik krize karşı ses çıkarabilecek, bu yönde toplumu bilinçlendirebilecek olan unsurların devlet tarafından yok edilmek istendiğini belirten Yazar, dönemin başbakanı Ecevit’in yaptığı açıklamaların da bunun itirafı olduğunu vurguladı. Bugün de benzer bir sürecin yaşandığını belirten Yazar, yine halkın ekonomik krizle boğuştuğuna ve inşa edilen S, Y Tipi hapishanelerle devrimcilerin, yurtseverlerin iradesinin ya da muhaliflerin tümden teslim alınmak istendiğine işaret etti. Devletin devrimcilerin, yurtseverlerin kitlelerle bağını tümden kopartmaya çalıştığını belirten Yazar, “Gelinen noktada kişinin insanlıktan çıkarılmasına dönük bir saldırı ile karşı karşıyayız. Devrimciliğe bulaşmış kişilerin de o hapishanelerdeki zorlukları çekip bir daha devrimciliğe yanaşmamasını sağlama, bunu bir ruh haline dönüştürme çabası. Yani muhalif kimliği tamamen itaatçi bir kimliğe dönüştürmek istiyorlar” diye konuştu.
‘BU NOKTAYA GELİNMESİNİN SEBEBİ MÜCADELEDEKİ GERİLEME’
Bu noktaya gelinmesinin esas sebebinin mücadeledeki gerileme olduğuna dikkat çeken Yazar, devrimcilerin, ilericilerin halka yeterince inemediğini ve sistemi yeterince anlatamadığını ifade etti. Sonuçta sınıfsal perspektiften bakan herkesin sistemin hedefi olduğunu hatırlatan Yazar, halk tam olarak bilinçlenmediği için daima devrimcilerin sistemin hedefi olduğunu ve ilk önce onların susturulmak istendiğini kaydetti. Ancak burada bütün meselenin devrimcilerin tarihsel sorumluluklarını yerine getirip getirmediğinde kilitlendiğini belirten Yazar, şunları kaydetti: “Eğer tarihsel sorumluluğumuzu yerine getirmiş olsaydık bugün bu durumda olmazdık. Çünkü bizim aydınlatmamız gereken bir kitle var. Ama biz kendimiz çalışıyoruz, kendimiz oynuyoruz pozisyonuna girdik. İşçi sınıfı açlık sınırında yaşıyor, sendikal haklar konusunda topyekûn bir saldırı var ama bu konudaki sıkışmışlık çözülemiyor. Siyasi çıkarlar söz konusu olunca direnen işçiler de yalnızlaştırılıyor. Bu bile tek başına bir şeylerin ters gittiğinin göstergesi. Yani çelişkinin derinleştiği yer bizim bulunduğumuz yer. Çünkü eğer biz toplumu aydınlatma, bilinçlendirme noktasında tıkanıyorsak demek ki sorun bizde. Yani kişisel ya da grupsal kaygılarımızdan arınıp gerçekten toplumsallaşabilecek bir çalışmanın içine girmemiz gerekiyor.
‘SINIF BİLİNCİNİ YETERİNCE ANLATAMIYORUZ’
Şişli Belediyesi’ndeki işçileri ele alalım. Kim onlara açlık sınırında ücret almanın kader olmadığını, sistemin kendilerine dayattığının zorbalık ve sömürü olduğunu anlatacak? Tabii ki bunu anlatacak bizleriz ama biz de sınıf bilincini yeterince anlatamıyoruz. Çünkü daha çok günü nasıl kurtarırız ona bakıyoruz. Oysa karşımızdaki sistem tüm araçları topluma kendi argümanlarını dayatmak için kullanıyor. Medyasıyla zaten kendi ideolojisini beyinlere enjekte etmeye çalışıyor. Biz bu konuda geride kaldığımız için işçi sınıfı da sistemi güçlü, öncüsünü ise zayıf olarak görüyor. Yani bu sistem bize nasıl bu rezil yaşamı dayatıyor noktasında bir bilinç sıçraması yaratmadığımız sürece, bu sistem bizi de değirmende öğütür gibi öğütür, alfabe sırasına göre F, S, Y Tipi hapishanelere atar ve tüketir.”