1979’dan beri oluşan en büyük ittifak

İran’da halk isyanı da, İran devletinin direnci de sürüyor. İranlı Araz Bağban, isyanın devrime dönüşmesi için bu aşamada nicel ve nitel olarak bir sıçrama gerçekleşmesi gerektiğini söyledi.

İran’da Jîna Emînî’nin ahlak polislerince katledilmesi üzerine eylemler neredeyse hiç durmadı. Öyle ki eylemler kitlesel sokak yürüyüşlerinin de ötesine geçti. Kadınlar başları açık şekilde sokaklarda gezmeye başladı, çeşitli korsan eylemler de sanal medyaya yansıdı.

Öte yandan özellikle Türk medyasında İran’da 15 bin eylemcinin idamının onaylandığı haberleri çıkmaya başladı. Hem bu eylemlerin hala sürüyor olmasını hem gelişen yeni eylem biçimlerini hem de idam onayı vb. haberleri Türkiye’de yaşayan İranlı aktivist Araz Bağban ile ANF’ye konuştuk.

İran’da Jîna Emînî’nin ölümü ile başlayan ve neredeyse iki ayı dolduran eylemler devam ediyor. İran ilk kez eylemlere sahne olmuyor; daha önce de özellikle hayat pahalılığına karşı eylemler gerçekleşti. Hatta Türkiye’de de ‘direniş ekseni’ savunucuları bu eylemlerin de bu kadar sürüp söneceğini dillendirdi. Eylemlerin hala devam ediyor olması bugün İran’da neyin kırıldığına işaret ediyor ya da bir kırılma mı yaşandı?

İran’da 2017 yılının son günlerinde hayat pahalılığına karşı başlayan eylemler kısa süre içinde isyana dönüşmüştü. Sokak eylemleri 2018 yılının Ocak ayında da devam etmişti. Sonra 2019 yılının Kasım ayında benzin fiyatlarına yapılan yüzde 200'lük zam sonrası halk tekrar sokağa çıkıp itirazını dile getirmişti. O zam sadece benzin fiyatının üç katına çıkması anlamına gelmiyordu, artış hemen başka temel tüketim malzemelerine yansımıştı. Bu yüzden iki eylem de hayat pahalılığını hedef almıştı. Bu iki isyan boyunca büyük şehirlerde eylemler gerçekleşse de hareketin taşıyıcısı küçük yoksul kentler idi. Fakat eylemlerde atılan sloganlar sırf ekonomik taleplerle sınırlı değildi.

Farkı neydi peki?

O isyanlar bir türlü büyük şehirlerde kitleselleşemedi fakat ayaklanmaların önemli bir sonucu oldu. Orta sınıf ve üstünün İslam Cumhuriyeti’nin tabanı olarak düşündüğü yoksul emekçi havzaları (doğru bir algı değil bence) sisteme karşı sert bir tepki içindeydi. Kasım ayı sokaklarda yankılanan “reformist-ilkeci oyunu bitmiştir artık” sloganı bu sert tepkinin hatta daha doğru anlamıyla sistemden kopuşun göstergesiydi. Artık baskı rejiminin kitleler nezdinde bir meşruiyeti kalmamıştı. Bence bu kopuş Jîna Emînî’nin öldürülmesiyle başlayan isyanın bu denli geniş ve güçlü ilerlemesini sağladı.

İran’da süregiden isyanın ortaya çıkış nedeni bir önceki iki isyandan çok farklı olsa da artık halk ve devlet arasında bir iletişim köprüsü kalmadığından sokak, halk nezdinde tek kurtuluş yolu olarak görünüyor. Bir yandan Reisi gibi köktenci bir İslamcının cumhurbaşkanı adayı olarak halka sunulması ve katılımın çok düşük olduğu bir seçimden başarılı aday olarak hükümetin başına geçirilmesi; öte yandan ülke genelinde halkın geçim sıkıntısı yaşadığı dönemde irşat devriyesinin (ahlak polisinin) daha pervasızca kadınlara saldırması. Yine irşat devriyesinin genç bir kadını “uygun” hicaba sahip olmadığı için işkence sonucunda öldürmesi, devletin halktan ne kadar kopuk bir dünyada yaşadığını gözler önüne serdi. Böylece bu isyanla birlikte 43 yıllık İslam Cumhuriyeti’nin karanlık geçmişine bakınca da İran coğrafyasında yaşayıp sistemle organik bağı olmayan tüm kadınların, emekçilerin, etnik ve dini grupların bu sistemin değiştirilmesini ortak hedef olarak belirlediğini görebiliyoruz. Bu da 1979 Devrimi’nden beri sisteme karşı oluşan en büyük ittifaktır.  

Özellikle Türkiye medyasında İran’ın 15 bin protestocuya idam kararını onadığına dair haberler geçti. İşin aslı nedir? Zira Jîna Emînî’nin ölümünden sonra başka ölümler de oldu ve protestolar buna dair de yapıldı. İran hükümeti böyle bir şeyi göze alır mı bu süreçte?

İran’da devlet organlarının nasıl işlediğini bilmediğimizden bazen İran’da göstermelik bir hareketin veya açıklamanın Türkiye’de büyük yankı bulduğunu görebiliyoruz. Örneğin, iki hafta önce Devrim Muhafızları Ordusu’ndan bir komutanın, “İsyan bitmiştir, artık yarından itibaren sokağa çıkmayın” demesi Türkiye medyasında büyük ses getirmişti. “Bu demeç İran’daki isyan için bir dönüm noktasıdır” yorumundan “Devrim Muhafızları isyanı kontrol almak için duruma el koyuyor” analizine kadar uzadı. Bunların ise İran’daki gerçeklikle bir ilgisi yoktu. Bence bu “15 bin tutuklu protestocu için çıkan idam kararı” haberi de benzer bir şekilde yanlış yorumlanmaktadır.

İran Parlamentosu geçen günlerde isyanla ilgili bir oturum gerçekleştirdi. Bu oturumda 227 milletvekili, Yargı Kuvveti’nden protestocuların “muharip” (halka yönelik silahlı saldırıda bulunarak güvensizlik ortamı oluşturmak) suçuyla yargılanmasını ve haklarında idam cezasının verilmesini istedi. Bu milletvekillerinin dilekçesidir ve yargı için bağlayıcı bir karar niteliğinde değildir. Bunun amacı isyana karşı düzen içinde bir birlikteliğin olduğunu sergileyerek halka gözdağı vermekti.

Temelleri katliam üzerine kurulu bir yapının kendini korumak için her türlü cinayet girişiminde bulunmasını beklemeyi olağan karşılıyorum. Fakat son zamanlarda gördüğümüz tablo, var olan koşullarda İran devletinin buna cesaret edemeyeceğini gösteriyor. Şu an İran’daki her bir ölüm yeni eylem silsilesini ortaya çıkarıyor, daha farklı kesimlerin isyana katılımını sağlıyor. Devlet bunun bilincinde olduğundan sokakta güvenlik güçlerinin öldürdüğü gençlerin ailesine baskı yaparak, o gençlerin ölümünün doğal nedenlerle gerçekleştiğini itiraf alarak televizyonlara taşıyor. Böyle bir ortamda devlet, 15 bin insanın infazını temize çıkarılabilecek güce sahip değil.  

Şu an İran’da isyan boyunca tutuklanan binlerce kişiden sekizi muharip suçuyla yargılanmaktadır. Bu 227 milletvekilinin dilekçesi doğal olarak İran temelli insan hakları kuruluşlarını harekete geçirdi ve bu kişilerin hayati tehlike yaşadığını dünyaya aktarmaya başladı. Fakat hapishanelerde binlerce insana karşı böyle bir cinayetin işlenmesi henüz ciddi bir endişe konusu olmadı.

İran’ı takip edebildiğimiz kadarıyla özellikle sanal medyada kadınların başının açık olduğu görülüyor. İran’da değişen şeyin sadece sokak eylemliliği ile sınırlı kalmadığı görülüyor. Sivil hayatta orada neler olduğuna dair bir bilginiz var mı?

İran’ı ben de uzaktan takip ediyorum. Bu konuda sıradan bir Türkiyeliye göre ayrıcalığım; daha önce uzun süre İran’da yaşamış olmam, İslam Cumhuriyeti’ni yakından tanıyor olmam ve Farsça biliyor olmamdır. Takip ettiğim kaynaklar birinci elden olduğundan toplumsal hayatın nasıl ilerlediğini az çok algılayabiliyorum.

Evet, isyan sadece sokak eylemliliği ile sınırlı kalmıyor. Sanal medya paylaşımlarından kadınların korkusuz bir biçimde sokaklarda başörtüsüz dolaştığını görüyoruz. Bunda isyanın çok büyük payı var bence. Kadınlar eylemlerin en ön saflarında yer alıp mevcut yapıya karşı savaşıyor. Hem sokaklarda hem okullarda (lise ve üniversitelerde) geniş kadın katılımı ile eylemlerin gerçekleştiğine şahit oluyoruz. Bu mücadele ruhu doğal olarak kadınların gündelik hayatına da yansıyor. Özellikle Tahran’ın bazı bölgelerinde kadınlar daha serbestçe dolaşabiliyor.

Etkili oldu mu bunlar?

İran toplumu ne olursa olsun genel olarak muhafazakâr bir toplumdur. Mollalar da özellikle Şii topluluklarının önemli bir parçasıdır. Devrim sonrası siyasal İslam’ın yükselişi ile devletin tüm uygulama, cinayet ve baskılarına rağmen sıradan mollaların halk nezdinde hala bir saygınlığı vardı. Fakat bu son isyanla birlikte bu kesimin de çok değersizleştiğini görüyoruz. Mollalar artık İran halkı gözünde herhangi bir din insanı değil, İslam Cumhuriyeti’nin bir uzantısı ve gündelik hayattaki tezahürüdür. Özellikle genç kuşaklar arasında mollaların bir baskı aracı olarak algılanması bu değersizleşmeyi sarık düşürme eylemi gibi farklı bir boyutlara taşıyabiliyor.   

Bu eylem biçimleri dışında isyan boyunca öğrenciler liselerde çeşitli eylemler sergiledi. Bu eylemlerde genellikle türbansız genç kadınlar, İslam Cumhuriyeti’ne karşı tepkilerini yazılı veya sözlü olarak gösteriyor. İsyan bir yandan müzik üretimine de yansımış durumda. Sürekli isyan içerikli yeni bir şarkı/marş çıkıyor veya eski devrimci marşların yeni bir yorumu ifa ediliyor. Yani süreç içinde yeni eylem biçimleri ortaya çıktı. Genel olarak gençlerin gerçekleştirdiği bu eylemler dışında bir de grevler var. Grevler şimdiye kadar sınırlı sayıda sanayi işçisinin iş bırakma eylemi dışında genel olarak Kürt ve Beluci kentlerinde kepenk kapatma eylemi biçiminde var oldu. Yakında belki daha önce hiç görmediğimiz bir eylem biçimine de şahit olacağız. Bu yeni biçimler bir yandan sokaktan besleniyor, bir yandan da sokaktaki eylemleri besliyor. Böylece de isyanın ateşi ayakta kalıyor. 

Son olarak bu yaşananların devlete geri adım attırdığını ya da attıracağını söylemek mümkün mü?

İslam Cumhuriyeti şimdiye dek geri adım atmadı. İsyanı bastırmak için var olan tüm yöntemleri denedi, deniyor da. Güvenlik güçlerinin sokak eylemlerine yönelik sert saldırısına şahit oluyoruz. Devlet sokaktaki halka, özellikle Belucistan ilinde adeta düşman muamelesi yapıyor. Geniş bir biçimde tutuklamalar da devam ediyor. Şimdiye dek yüzlerce insanın canına kıydı ve binlerce insanı İran İslam Cumhuriyeti’nin yasalarına bile aykırı bir şekilde hapishanelerde tutuyor. İnsan hakları kuruluşları her gün birkaç ölüm ve çok sayıda tutuklama haberi paylaşıyor.

İslam Cumhuriyeti yapısında da henüz bir çatlağın oluştuğunu görmedik. Beklediklerinden uzun sürse de isyanı kararlı bir biçimde bastırmaya devam ediyorlar. Hatta irşat devriyeleri, geçen haftalarda bazı kentlerde kadınların giyim kuşamına tekrar karışmaya başladı. Bir geri adım devamında başka geri adımları da gerektirebilir bilinciyle hareket ediyorlar. Fakat mevcut durum bir çıkmaza girmiş gibi görünüyor. Bu haliyle halkın gücü İslam Cumhuriyeti yapısını dönüştürmeye yetmiyor, öte yandan İslam Cumhuriyeti ise halk isyanını bastıramıyor.

Fakat isyanın sonucu ne olursa olsun, İslam Cumhuriyeti için uyarı çanları çalmış durumda. 2017 yılının son günlerinden beri devam eden isyan silsilesi, halk nezdinde İslam Cumhuriyeti’nin meşruiyetini ciddi bir biçimde sorguya çekti, temellerine büyük darbe indirdi. Bu yaraları iyileştirmek çok mümkün olmayacaktır gibi görünüyor. 

İran’da dini istibdadın yıkılışını öngörmek kolay değildir. Sistem hala çok güçlü bir yapıya sahip. Bu yapıyı dönüştürmek için halk, isyan sürecinde gerçek bir dönüm noktasına ihtiyaç duyuyor. Devrimin gerçekleşmesi için isyanın 1978 yılında olduğu gibi kitleselleşmesi, halkın kendi yerel komite veya örgütlerini kurması, sanayide genel grevlerin başlaması ve yaygın bir biçimde devam etmesi gibi çeşitli aşamaların aşılmasına gerek olabilir. Özellikle genel bir örgütsüzlük bu isyanı daha ileriye gitmekten alıkoyuyor. Bu koşulların hepsinin gerçekleşmesine gerek de olmayabilir. Örneğin, 2011 yılında Mısır’da olduğu gibi milyonların sokakları zapt etmesi de yeterli olabilir belki. Fakat devrime dönüşmesi için isyanın bu aşamada nicel ve nitel olarak bir sıçrama gerçekleştirmesi gerekiyor.