Faşist-sömürgeci yasak nihayet kırıldı. Türk siyasetinin ve basınının Kürtler ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan konusunda dili çözüldü. Artık herkes Kürtlerden ve Önder Abdullah Öcalan’dan söz ediyor. TV ekranlarında kadınlı erkekli grup grup insan sabahlara kadar tartışıyor. Öfkesi yüzüne ve sözüne yansıyanlardan keskin ‘U’ dönüşü yapanlara kadar her tür insana rastlanıyor. İzleme sabrı gösterebilenler için eğlenceli bir durum yaşanıyor. Sonuçta eskisi gibi Kürtlere ve Önder Apo’ya hakaret edenlerin sayısı azalmış bulunuyor. Kürtler ve Önder Apo gerçeği Türkiye ortamında açık gündemi belirliyor.
Peki bu durumu ve yaşanan tartışmaları genel olarak nasıl değerlendirmeliyiz? Kuşkusuz öncelikle olumlu olduğunu ifade etmeliyiz. Çünkü bir realite doğru temelde tartışılmadan anlaşılamaz; bir sorun, üzerinde doğru ve serinkanlı tartışma yürütmeden çözülemez. Diğer yandan, bazı ölçüsüz ve düşük konuşmalar olsa da genel planda tartışmaların belli bir olgunluğu ve düzeyi var. ‘Kürt sorunu’ gibi tarihsel bir sorunun anlaşılıp çözüm yöntemlerinin geliştirilebilmesi için böyle düzeyli bir tartışma elbette gereklidir. Umarız hala küfür dili kullanarak kendilerini basitleştirenler de söz konusu tutumdan ve dilden vazgeçerler.
Elbette söz konusu tartışmanın Kürtleri ve Önder Apo’yu Türkiye toplumunun gündemine taşıması büyük önem taşıyor. Şimdiye kadar bu tür tartışmaları hep Kürtler ve dostları yapıyorlardı ki, özel savaş sisteminin engellemeleri nedeniyle söz konusu tartışmalar Türkiye toplumuna ulaşmıyordu. Bunun sonucunda da Kürtler ve Önder Apo gerçeği konusunda yanlış bilgilendiriliyordu. Türkiye toplumu tümüyle Kürt ve Önder Apo karşıtı ırkçı-şoven hezeyanlarla dolduruluyordu. Şimdi on yılların yarattığı bu bilinç yavaş yavaş kırılıyor. Türkiye toplumu Kürtler ve Önder Apo gerçeği konusunda doğruya yakın bilgiler ediniyor.
Tabii Türkiye’deki siyaset ve basın dilinde yaşanan bu çözülmeyi ortaya çıkartan iki neden var. Birisi, Önder Apo’nun, Kürt gerillasının, kadın ve gençlerin, Kürt halkının ve dostlarının yürüttüğü kahramanlık çizgisindeki özgürlük mücadelesi. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlesi ilk somut kazanımlarını bu biçimde ortaya çıkartıyor. 23 Ekim tarihli Ömer Öcalan görüşmesi ile söz konusu tartışmalar, tamamen bir yılı aşkın süredir yürütülen bu hamlesel mücadelenin sonucu oluyor. Elbette bu mücadele de elli yılı aşan Apocu yürüyüş ve 26 yıllık İmralı Direnişinin üzerinde yükseliyor. Türk egemen siyaseti ve basını, söz konusu tartışma ile artık PKK’yi tasfiye edemeyeceğini ve Kürtlerin soykırıma uğratılamayacağını anlamış ve kabul etmiş oluyor. Tabii çözüm yolu bulmak ve pratik adım atmak için de öncelikle böyle bir sürecin gelişmesi büyük önem taşıyor.
Diğeri ise, otuz yılı aşkın süredir yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı’nın Ortadoğu’da geldiği düzeyin etkileri oluyor. Türk egemen sistemi bu durumu otuz yıldır belli ki doğru okuyamadı. Biraz savaş oyunu gibi ele aldı ve biraz da Kürt katliamları için imkân yaratmasından memnuniyet duydu. Ancak ne zaman ki bölgesel hegemonyanın çekirdek gücü olan İsrail’in Hamas ve Hizbullah’a yönelttiği ezici saldırı ortaya çıkınca, işte o zaman işin ciddiyetini ve bunun esas ucunun kendine geleceğini anlayabildi. Bu temelde nasıl bir gaflet yaşadığını ve felâketin içine düştüğünü fark ederek, zararın neresinden dönersen kârdır misali Kürt düşmanı politikayı sorgulamaya başladı. 1 Ekim gününden itibaren Devlet Bahçeli öncülüğünde yaşananları böyle anlamak ve değerlendirmek gerekiyor. Türkiye’yi içine düşürüldüğü durumdan kurtaracak tek güç olarak Kürtler ve Önder Abdullah Öcalan gerçeği öne çıkıyor.
Biz şimdiye kadar hep şunu söyledik: İmralı sistemine ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan gerçeğine yaklaşım, Türkiye’de demokrat olmanın turnusol kâğıdıdır. Kimin gerçekte demokrat olduğu, kiminse şoven milliyetçi zehri taşıdığı sadece bu turnusol kâğıdında belli olur. Ne yazık ki, Türkiye siyaseti, medyası, entelektüel yapısı geçmişte bu konuda başarılı bir sınav veremedi. Geriye dönülüp bakıldığında hepsinin yüzünü kızartacak bir pratik yaşandı.
Şimdi mevcut tartışmalarla gerçek demokrat olanlarla olmayanların ayrıştığını söylemek için kuşkusuz daha erkendir. Fakat mevcut tartışmaların Türkiye siyasetinde ve basınında yeni bir ayrışma başlatmış olduğu da bir gerçektir.
Peki şimdiki ayrışma nasıl yaşanmaktadır?
Birincisi, yukarıda belirttiğimiz iki nedeni anlamaya çalışarak, henüz yeterli bir zihniyet değişimi ve demokratikleşme yaşamamış olsa da ve yine PKK’yi tasfiye amacından vazgeçmemiş bulunsa da, bunun mevcut koşullarda şimdiye kadarki yöntemlerle başarılamayacağını anlayarak yeni yöntemler arayışına giren eğilimdir. Devlet Bahçeli’nin başlattığı ve Tayyip Erdoğan ile birlikte yürüttüğü, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de dışında kalmak istemediği eğilimi böyle tanımlayabiliriz. İki kutba bölünmüş olan ana iktidar bloklarının benzer eğilim içinde olması şüphesiz bu eğilimi güçlendirmektedir.
İkincisi, gençliğinde kendisine ezberletilen ırkçı-şoven milliyetçi söylemleri ölünceye kadar söylemekte kararlı olan, elinde idam ipi ve ağzında küfürle dolaşan, sırtında yumurta küfesi taşımayan Kürt düşmanı, faşist-soykırımcı ve savaş çığırtkanlığı yapan eğilimdir. İyi Parti Genel Başkanı M. Dervişoğlu ile Zafer Partisi Genel Başkanı Ü. Özdağ öncülüğündeki eğilimi böyle tanımlayabiliriz. Bunlar hep konuşan, çığırtkanlık yaparak toplumu kışkırtmaya çalışan, yaşananlardan hiçbir sorumluluk taşımayan, ama Kürtlerin ve Türklerin büyük acısına mal olan savaştan beslenerek maddi açıdan palazlanan savaş rantçısıdırlar. Sesleri çok çıkıyor gibi görünse de aslında çok fazla kitle destekleri bulunmamaktadır. Türkiye’deki “Sağ siyaset” denen çevrede bu tür eğilim taşıyanların ortaya çıkması anlaşılırdır. Fakat mevcut durum göstermektedir ki, kendisini “Sol siyaset” olarak tanımlayan çevrenin içinde ve kenarında da benzer eğilimde olan epeyce bir kesim vardır. Demek ki savaş rantçılığı sağda olduğu kadar kendine sol diyen ve hatta “Demokrat” olarak kendini yansıtan çevrelerin içinde de bulunmaktadır.
Üçüncüsü ise, mevcut tartışmaya katılmayıp uzaktan izleyen, hem biraz şoku ve hem de tereddüdü yaşayan, yaşanacak gelişmelere göre taraf belirlemek isteyen ortadaki eğilimdir. Özellikle şimdiye kadar kendini çeşitli biçimlerde ‘demokrat kişilik’ olarak gösteren birçok çevrenin bu eğilim içinde bulunması hem kötüdür ve tehlike arz etmektedir ve hem de Türkiye’deki zihinsel yapının doğru anlaşılması açısından öğreticidir. Belli bir gücü barındıran bu eğilimin durumu, mevcut haliyle ikinci eğilimi, yani savaş rantçılarını güçlendirmekte ve cesaretlendirmektedir.
Mevcut tartışma ve başlayan ayrışma nereye gider; kuşkusuz şimdilik net bir şey belirtemeyiz. Ama mevcut durumun Türkiye açısından yeni bir gelişme ve de ilerleme olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Peki bunun dışında ne yapabiliriz? Elbette kendimizi kandırmadan ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen mücadeleyi bir an olsun zayıflatmadan, birinci eğilimin önünde engel oluşturmayıp onları teşvik edici bir yaklaşım içinde olabiliriz. Yine üçüncü eğilimi eleştirerek, özellikle savaş rantçısı ikinci eğilime karşı yoğun bir mücadele yürütebiliriz. Özellikle CHP içinde veya çevresinde olup da bu eğilimde yer alanları eleştirmek önemlidir. Çünkü aynı Dervişoğlu ve Özdağ’ın dilini kullanmakta ve anlayışını savunmaktadırlar. Bir de Bahçeli ve Erdoğan kişiliklerini öne sürerek kendilerini haklı göstermeye çalışmaktadırlar. Halbuki Bahçeli ile Erdoğan’ı tutarsız ve menfaatçi bulabilirler; ancak bu durumun, onları Önder Apo ve Kürt düşmanlığına götürmemesi gerekir. Tersine onların tutarsız olduklarını söyleyerek Önder Apo öncülüğünde Kürt sorununun çözümünü herkesten önce kendilerinin savunması lazım gelir. Eğer damarlarında biraz solculuk ve demokratlık varsa, o zaman tutumlarının böyle olması zorunludur.
Bakarak değil, mücadele ederek gelişmelerin doğru ve çözümleyici olmasını sağlayalım!
Kaynak: Yeni Özgür Politika