Berktaş: Aysel Tuğluk’u almak boynumuzun borcu!

Hayatının 22 yılını hapishanelerde geçiren Nevin Berktaş, Aysel Tuğluk’a yaşatılan zulmün devrimci hafızaya da bir saldırı olduğunu vurgulayarak, “Aysel’i oradan çekip almak boynumuzun borcu” dedi.

Hak ihlallerinin tavan yaptığı Türkiye cezaevlerinden hemen her gün bir cenaze çıkıyor. Ağır hasta tutsaklar Adli Tıp Kurumu tarafından verilen yanlı raporlarla ölüme terk edilirken, tecrit içinde tecrit dayatılan siyasi tutsaklar ise şüpheli bir biçimde yaşamını kaybediyor. Keyfi yasaklarla içerisi kadar dışarısının da koca bir açık cezaevine dönüştüğü ülkede, “Bu döngüden nasıl çıkılabilir?” sorusu hemen herkesin gündeminde.

Hayatının 22 yılını Türkiye zindanlarına geçiren ve birçok direnişe tanık olup öncülük eden Nevin Berktaş, bu konuyu ANF’ye değerlendirdi.

‘KİŞİLİĞİNİ VE ONURUNU KORUMAK İÇİN DİRENMEK ZORUNDASIN!’

15 yıl önce hapishaneden çıkan Berktaş’ın hayatı, kendisinin de ifade ettiği gibi hapishanelerde geçmiş bir mücadele. 12 Eylül askeri darbesi sonrası peş peşe verilen idam cezalarına karşı bildiri dağıtırken TİKB davasından 1983’te yakalanıp tutuklanan Berktaş, Metris’ten Adana’ya, tek tip elbise dayatmasından zorla İstiklal Marşı’nı söyletme uygulamasına kadar arkadaşlarıyla birlikte pek çok işkencenin hedefi ve hapishanelerde yükselen direnişin öncüsü oldu.

Yaşadığı süreci, “İnancın Sınandığı Zor Mekânlar: HÜCRELER” isimli kitabında derleyen Berktaş, o dönemki direniş ruhunu, “Dışarıda yaprak bile kımıldamasa da onurunu, kişiliğini korumak için direnmek zorundasın” diye özetledi.

Tek tip elbise dayatmasına karşı Sağmalcılar Cezaevi’nde Mehmet Fatih Öktülmüş, Haydar Başbağ, Abdullah Meral, Hasan Telci’nin hayatını kaybettiği 1984 ölüm orucu eyleminin içinde olan Berktaş, “Bazen öyle dönemler oluyor ki ancak hayatını ortaya koyarak karanlığı yarabiliyorsun. 1982’de Diyarbakır zindanlarında da işkencelere karşı ölüm orucu böyle başladı. Mazlum Doğan’ın isyanı ve dörtlerin kendilerini yakması. Devlet öyle bir teslimiyeti dayattığı zaman, sen artık hayatını ortaya koymadan bir şey yaratamıyorsun, direnişini genele mal edemiyorsun. Bunlar çok zorlu anlar ama hapishaneler bunlardan ibaret değil ve her direniş sonrası bir soluklanma kesinlikle geliyor. Tümden ortadan kaldıramasak bile mücadeleyle geriletebiliyoruz” dedi.

‘BURJUVAZİ KAFASI ÇALIŞAN, DİK DURAN İNSAN İSTEMİYOR’

Burjuvazinin en çok da posası çıkmış insan tipinden hoşlandığını belirten Berktaş, “Kafası çalışan, dik duran, hayat karşısında her zaman mücadeleci olan insanları istemiyorlar. Hele kafası çalışan insanları hiç istemiyorlar. O yüzden okumalarını engellemek istiyor, boynu bükük kalsınlar istiyor. O dönemdeki askeri yaptırımların en büyük nedeni buydu. Yoksa niye İstiklal Marşı’nı zorla söyletsin, ya da niye tek tip elbise giydirmek istesin? Seni tümüyle tek tipleştirmek istediği için. Toplumsal bir idealsizleştirme yaratmak istediği için içeriyi büyük bir baskıyla yok etmek istiyor. 2000’li yıllardaki hücre tipi hapishaneler de bunun için inşa edildi. Ama her koşulda direnmek gerekiyor” diye konuştu.

‘BUGÜN DE AYNI YAPTIRIMLAR DEVAM EDİYOR’

Geriden bugüne baktığında o dönem yaşadıkları pek çok yaptırımın aynen devam ettiğini gördüğünü belirten Berktaş, hapishanelerdeki onur kırıcı ağız içi aramadan, tek sıraya geçme dayatmasına kadar hepsinin bir 12 Eylül uygulaması olduğuna dikkat çekti.

Bu durumun dışarıdaki döngüyle birebir alakalı olduğuna işaret eden Berktaş, bu anlamda hapishanelerdeki mücadelenin dışarıdaki mücadeleyle yakından bağlantılı olduğunu dile getirdi. Berktaş, “Dışarıda eğer mücadele geriye düşmüşse hapishanelerde baskılar yoğunlaşır. Dışarıda mücadele yükseldiği zaman hapishaneler rahatlar. Hapishanelerdeki mücadele de yüksekse ve o sesi dışarıya da yansıtabilmişse, dışarıda mücadele o kadar yüksek olmasa da içeride düzelmeler olabilir” açıklamasında bulundu. Gelinen noktada ise hapishanelerdeki ve dışarıdaki baskıların hiç olmadığı kadar iç içe geçtiği bir süreçten geçildiğine işaret eden Berktaş, bugün dışarının da büyük bir açık hapishaneye dönüştüğünü vurguladı.

‘DIŞARIDA HAK VE ÖZGÜRLÜKLER KAZANILSA HAPİSHANELER RAHATLAR’

Tıkanmışlığın aslında bugüne kadar verilen mücadelenin haklar konusunda köklü bir değişime yol açmamasından kaynaklandığına dikkat çeken Berktaş, “Dışarıda demokratik hak ve özgürlüklerin kazanıldığı bir mücadele örgütleyebilsek hapishaneler kısmen rahatlar. Tabii ki devrim olmadan hapishanelerden kurtulamayız. Bu tarihte de çok görülmüştür. Bir ayaklanmadan sonra ilk yapılan iş hapishaneleri boşaltmak olur. Fransız Devrimi’nde ayaklananların Paris’teki Bastille Hapishanesini basması bunun en önemli örneğidir. Ama şunu da unutmamak gerekir ki devrim olmadan da içerideki hayat düzelebilir, ben bunun çok yakından tanığıyım” dedi.

‘HAPİSHANELER ÖNCELİKLİ HEDEF OLUYOR’

Egemen sınıfların ne zaman ekonomik ve siyasal programlarını uygulatmak ve toplumsal bir suskunluk yaratmak isteseler, önce hapishanelere yöneldiklerini belirten Berktaş, 12 Eylül’de de, 1990’lı yıllarda da, 2000’de de bunun yaşandığını hatırlattı. Hapishanelerin en bilinçli ve en diri, en kendini öne atmış siyasi tutsakları barındırmasından dolayı öncelikli hedef olduğunu söyleyen Berktaş, onların susturulmasıyla toplumda bir panik, bir dizayn yaratılmak istendiğine işaret etti. Bülent Ecevit’in 2000 yıllarında 19 Aralık katliamını kast ederek, “Biz 19 Aralık’ı gerçekleştirmeseydik İMF programını uygulayamayacaktık” dediğini belirten Berktaş, 12 Eylül darbesi olmasaydı da aynı şekilde 24 Ocak kararlarının uygulanamayacağını vurguladı. Bugün iktidarın hapishanelere bu kadar yüklenmesinin arkasında benzer bir neden olup olamayacağını da değerlendiren Berktaş, emperyalistlerin Türkiye’yi Ortadoğu’da lider ülke haline getirmek istediklerini ve AKP hükümetinin bir savaş hükümeti olarak kurulduğunu kaydetti. Emperyalist güçlerin dünyayı yeniden paylaşmak istedikleri için ayaklanmalardan, direnişlerden korkularından dolayı her ülkedeki işçi ve emekçilere yoğun saldırıların olduğu bir dönemden geçildiğini hatırlatan Berktaş, Türkiye’de işçi ve emekçilerin yeniden hareketlendiği bir dönemde hükümetin en büyük korkusunun yeni bir Gezi ayaklanması olduğunu kaydetti.

‘HÜCRE TİPİ HAPİSHANELER KESİNLİKLE YIKILMALI!’

Hapishanelerde bugün en can yakıcı sorunun hasta tutsakların durumu olduğunu hatırlatan Berktaş, bu meseleye mutlak öncelik vermek gerektiğinin altını çizdi. Kitlelerin mücadeleyi sahiplenmesini sağlayacak daha büyük örgütlenmeler olması gerektiğini dile getiren Berktaş, şöyle konuştu: “Biz zaten en büyük darbeyi örgütsüzlük ve dağınıklıktan yiyoruz. Hapishanelerdeki arkadaşlarımıza sahip çıkamayışımızda da aynı dağınıklığın rolü var. O yüzden en çok örgütlülüğümüze saldırıyor egemen sınıflar. Burada tutsak ailelerini örgütlemek çok önemli, bunun için içeridekilerin de çaba sarf etmesi gerekir. İçerideki direniş de çok önemli. Çünkü içeridekiler direnmezse dışarıyı hareketlendiremezler. İşçiler de de öyledir ya, haklarını almak için grev yapmasalar, kimse onları destekleyemez. Dışarıda eğer daha büyük bir sahiplenme yaratabilirsek, hasta tutsakların ve hapishanelerin genel durumuna dikkat çekebiliriz. Tutsaklarla dayanışma örgütlenmeleri kurmalıyız; sayımız az mı, etki gücümüz az mı diye bakmadan bu adımları süreklileştirmek gerekiyor. Zaten hep küçük küçük adımlar büyütür her şeyi. Hiçbir şekilde umutsuzluğa kapılmadan yürümeliyiz ve hücre tipi hapishaneler kesinlikle yıkılmalıdır.”

‘TUĞLUK’A YAPILAN ZULÜM ÖÇ ALMA GİRİŞİMİ’

Özellikle demans hastalığına yakalanan ve buna rağmen serbest bırakılmayan Kürt siyasetçi Aysel Tuğluk’un durumunun çok can yakıcı olduğunu hatırlatan Berktaş, Tuğluk’un annesine yapılan saldırının acısıyla hücreye kapatıldığı için sağlık durumunun bu kadar ağırlaştığını söyledi.

Tuğluk’a yaşatılan bu zulmün aynı zamanda devrimci hafızaya bir saldırı olduğunu vurgulayan Berktaş, “Bu aynı zamanda bir öç alma girişimidir. O kadar zalim davranılmakta ki, ancak biz bunu giderebiliriz. Biz ona sahip çıktığımız zaman bunu değiştirebiliriz. Aysel Tuğluk zaten hasta tutsakların sembolü gibi şu anda. Onun serbest bırakılması için gerçekten büyük bir çaba içinde olmak zorundayız. Onu çekip oradan almamız gerekiyor. Ve dışarıda bu yönde ciddi bir çaba olursa kesinlikle Aysel Tuğluk’un alınabileceğini ben kendi yaşantımdan biliyorum. Aysel’i mutlaka almalıyız onların ellerinden. Aysel’i çıkartmak öncelik olmalı ve bu bizim boynumuzun borcu” dedi.