Dersim’den Mersin’e, Zîlan’dan Sara ve Rûken’e

Ölüm felsefesine karşı yaşamı savunan bir felsefemiz vardır. Feda edilen canda yeni bir yaşamın yeşerdiğini bilir ve buna inanırız. Ancak ölüm olacaksa da böyle olsun dediğimiz anlar vardır. Sara ve Rûken yoldaşlar bunun mükemmel örnekleridirler.

Jîna Emînî anısına yapılan eylemlerle aynı zamana denk gelen Mersin eyleminin askeri, siyasi, ideolojik, moral, toplumsal birçok yönlü etkisi vardır. Her şeyden önce kadınların kestiği saçlar, düşmanın üzerine yürüyen iki Kürt kadınının şahsında sonsuza dek dalgalanacak özgürlük bayrağı olmuştur.

Onlar “Jin, jiyan, azadî” sloganının yaratıcısı olan PAJK ve YJA-Star militanlığının ulaştığı düzeyin sembolü oldukları gibi mücadelemizde de yeni bir dönemin başlamasına vesile olmuşlardır.

İTTİFAK, BİRLİK, ZAFER ZAMANI

 “Savaş zamanında barış konuşulmaz” sözü, savaşçı ruhu önde olan, askeri açıdan gerçekçi bir sözdür. Buna karşılık “barışın tam da savaş içinde kurulabileceğini” iddia eden düşünürler çıkabilir. İkisi de doğrudur; çünkü birini bir asker, diğerini bir düşünür söylemiştir. Yani herkes kendi işini yapmalıdır. Birinin diğerini yok sayması değil birbirini tamamlaması, politik stratejinin gereğidir. Siyasi parti ve örgütler için de aynı durum geçerlidir. Hatta bazı durumlarda konuşmamak konuşmaktan iyidir.

Öte yandan savaşın birçok evresi ve kritik anları olsa da en önemlisi zaferi yaratacak hamlelerdir. Bu da düşman planlarını bozmaktan başlayıp düşman cephesini parçalamaya, dağıtmaya ve nihayetinde iradesini kırmaya dek uzanır.

Tarih boyunca savaşa giren her gücün yaptığı vazgeçilmez ilk iş ittifakları çoğaltmak olmuştur. Politik stratejinin bundan daha önemli bir rolü ve hedefi olamaz.

Askeri strateji açısından ise düşman iradesini kıracak olan eyleme “zafer vuruşu” demek mümkündür; son savaşın son muharebesi oluyor. Mersin eyleminin taktik yönleri kadar sonucu belirleme temelinde böyle bir stratejik anlamı da vardır.

AYAĞA KALKAN İNSANLIK, YERDE SÜRÜKLENEN FAŞİZM

Eylemin tüm detaylarını bilmesek de sadece düşmanın sunduğu görüntülere bakıldığında bile Sara ve Rûken yoldaşların eylem anındaki duruşu kusursuz bir fedai militanlık örneği olduğu gibi son savaşın eylem tarzını, taktik saldırı ölçüsünü ve bu ölçüler temelinde kimin kazanacağını da ortaya koymuştur.

Görüntüler hemen herkesin gözüne film sahnesi gibi görünmüştür. Bunun nedeni; iki kadın yoldaşın eylem ve çatışma anında sergilediği olağanüstü düzeydeki serinkanlılıktır, sakinliktir.

Eğitimleriyle çok övündükleri polislerin “siper alma-savunma” konumunda değil de yerlerde sürünür gibi görünmelerinin nedeni de, bu yoldaşların ayakta çatışırken sergiledikleri cesur tutumdur. Onların duruşu olmasa belki polisler normal siper almış gibi görünebilirdi ama öyle değil. Tam tersine yoldaşların meydan okuyan duruşu, sergiledikleri ruh, o polisleri zavallı hale sokuyor, rezil ediyor. Cevherleri de budur zaten. Çünkü polis demek Süleyman Soylu demektir, yani katliam, tecavüz, soykırım demektir. Bunlarla birlikte askeri taktik ve politik değerlendirme yapıldığında net olarak görülecektir ki yerde sürünen Soylu’yla beraber, Akar’dır, Bahçeli’dir, Erdoğan’dır, AKP-MHP faşizmidir.

Mersin eyleminde çok derinlikli, anlamlı, bilinçli bir tutum vardır. Bir çatışmada nasıl siper alınacağını çok iyi biliyorlar, çünkü profesyonel eğitimlerden geçmişler. Fakat o eylem anında sergiledikleri tutum, düşmanın üzerine nasıl bir fedai ruhla, nasıl bir cüretle, nasıl bir kararlılıkla gittiklerini çok çarpıcı göstermektedir. En kararlı savaşçı bile böyle bir çatışma anında doğal refleks olarak bir şeyleri siper yapmaya yönelir. Onlar öyle yapmıyor, çünkü açıkça meydan okuyorlar. Üstelik yoldaşlardan biri yaralandığı anda bile diğeri en küçük bir panikleme refleksi göstermiyor. Hem çatışmaya devam ediyor hem de yaralı yoldaşını korumaya çalışıyor. Ve ikisi birlikte son savaşı yani “zafer yaratacak muharebeyi” başlatıyor. Hafızalardan asla silinmeyecek görüntülerdir bunlar.

Hemen ardından ekranlarda beti-benzi atmış Süleyman Soylu görüntüsü… “Bitmiş” derken her yerden Saralar, Rûkenler çıkıyor!

2017’den beri her yıl hatta her açılışta, her törende istediği kadar “bitirdik” desin, en muhteşem şekilde kapanışı halkımız yapacak!

İSTİHBARAT ÇÖKTÜ, SOYLU ALTINDA KALDI

Eylemin hemen ardından kirli-psikolojik savaş aklı devreye girip eski bir basıncı yoldaşın basın kimliğini ortaya atıp korkularından kurtulmaya çalıştılar. Bunu da ne kadar büyük bir panikle ve aceleyle yaptıkları 3 gün sonra HPG’nin yaptığı açıklamayla ortaya çıktı. İstihbaratmış, askermiş, polismiş, hepsi bir anda berhava oldu ve en önemlisi de yalanları gün gibi ortaya çıktı.

Sonrasında Süleyman Soylu yaşadığı panikle “12-13 saat uçarak gelmişler” diyerek, aslında farkında olmadan eylemin propagandasını yapmayı sürdürdü. Bugünden sonra söyleyeceği her şey sadece HPG-BİM’in verdiği bilgiler kadardır. Gerisi mazlumların ahıdır ki faşizmi döktüğü kanda bitirene dek dinmeyecektir.

“BİR İNTİKAM SAVAŞÇISI”

Her şey adeta 30 Haziran 1996 tarihini andırıyor. O zaman da Önder Apo’ya ve gerillaya karşı pervazsız saldırılar vardı. Mersin eylemi de hem Önderliğe ve halka eşi görülmemiş bir ahlaksızlıkla saldırıldığı hem de dağlarda kimyasal dahil her türden yasaklı silahla saldırının sınırsız düzeyde yapıldığı bir zamanda gerçekleşmiştir.

Zîlan yoldaşın eylemini, onun ruhunu ve o eylem ardından düşmanın yaşadığı şok halini burada olduğu gibi görüyoruz. Bir de tüm yoldaşlar üzerinde yarattığı heyecanlı, coşkulu ve duygulu mükemmel zafer ruhundan bahsetmek gerekir ki, bu eylemin Zîlan yoldaşın eylemiyle benzerliği en çok da burada belirginleşiyor. Ve elbette aynen 96’da olduğu gibi savaşa yeni bir taktik açılım getirme özelliği de vardır.

Bir yönüyle de Zınar yoldaşın Ankara eylemini çağrıştırıyor. O eylem Cizre bodrumlarında yakılan insanlığın intikam eylemiydi. Mersin eylemi ise kimyasal gazlarla, taktik nükleer bombalarla yapılan saldırıların intikamı olmaktadır. Heval Abbas, Zinar yoldaş için yazılan kitabın adını “Bir İntikam Savaşçısı” koymuştu. Sara ve Rûken yoldaşlar da aynı ruhla bu eylemi gerçekleştirmiş ve adlarını tarihe yazdırmışlardır.

“İNSAN ÖLECEKSE BU ŞEKİLDE ÖLMELİ!”

Ölüm felsefesine karşı yaşamı savunan bir felsefemiz vardır. Feda edilen canda yeni bir yaşamın yeşerdiğini, özgürlüğün yeşerdiğini bilir ve buna inanırız. Ancak ölüm olacaksa da böyle olsun dediğimiz anlar vardır. Bunun adına da felsefik anlamda ölüm demeyiz ama bir yiğitlik atfederek “öleceksek de böyle ölelim” dediğimiz örnekler vardır. Sara ve Rûken yoldaşlar bunun mükemmel örnekleridirler. Kürdistan yurtseverliğinin ve özgür kadının evrensel sembolü olan Jîna Emînî için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Onun şehadeti de anlamını bu şekilde buldu; tüm insanlığı “jin, jiyan, azadî” sloganıyla buluşturdu, bu şekilde tarihe yazıldı.

İnsan ölecekse de bu şekilde ölmeli, dememek için tek bir sebep yok!