Hozat: Kürt kadın hareketi öncüdür
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Hozat, Kürt kadın hareketinin, dünya kadın hareketlerinin ideolojik, felsefi ve örgütsel öncülüğünü üstlendiğini söyledi.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Hozat, Kürt kadın hareketinin, dünya kadın hareketlerinin ideolojik, felsefi ve örgütsel öncülüğünü üstlendiğini söyledi.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Kürt kadın hareketinin, kadın kurtuluş ideolojisi, kadın partileşmesi, demokratik konfederal kadın sistemi, kadın ordulaşması, kopuş teorisi, Jineoloji, eşit-özgür yaşam, sistem paradigması ve mücadele stratejisi ile dünya kadın hareketlerinin ideolojik, felsefi ve örgütsel öncülüğünü üstlendiğin belirterek, “Kürt kadın hareketi Türkiye ve dünya kadın hareketlerinin tecrübe ve birikiminden beslendiği kadar şu an çok daha fazla kendisi besleyen ve ilham kaynağı olan bir düzeydedir, özelliktedir” dedi. AKP-MHP iktidarının, yükselen kadın mücadelesinden büyük bir korku duyduğunu kaydeden Eşbaşkan Hozat, şunları vurguladı: “Kadın mücadelesi toplumu müthiş etkiliyor, değiştiriyor, toplumda özgürlük ve demokrasi bilincini ve duyarlılığını artırıyor. Kadın mücadelesiyle toplumda öz savunma bilinci gelişiyor; hak, hukuk, adalet ve özgürlük talepleri yükseliyor. Kadın düşmanı sapık ruhlu Türk İçişleri Bakanı, Kürt kadınlarını kurmak istedikleri faşist rejime tehdit görerek hedef gösteriyor, Kürt kadınını katletmeyi, tutuklamayı ve her türlü şiddeti uygulamayı meşrulaştırıyor. Faşist iktidarın lümpen siyasetçileri, tükenmişliklerini ancak böyle ifade edebilir. Tükenmişliğin de elbet bir dili ve eylemi vardır. Tükenmişlik en çok da lümpenliğin şiddet diliyle karakterini ortaya koyar.”
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, ANF’nin sorularını yanıtladı.
Küresel salgın döneminde kadına yönelik şiddetin ciddi anlamda arttı. Erkek egemenlikli kapitalist sistem ile artan şiddetin bağını nasıl kurabiliriz?
Erkek egemenlikli sistemin kendisi zaten kadına karşı sistematik şiddet demektir. Kadın köleliği üzerine kurulan, beş bin yıldır kadın ve toplum kırım politikalarıyla varlığını sürdüren bu sistem, gelinen aşamada yol açtığı ekolojik yıkımla öldürücü virüsler üretmektedir. Kapitalizm; kadın, toplum ve doğa düşmanı erkek egemenlikli sistemin en vahşi ve en yıkıcı biçimidir. Koronavirüs, kapitalist-emperyalist sistemin ve modernitesinin bir sonucu olduğu kadar sistemin kendisidir de. Kapitalizm aslında virüstür. Önderliğimiz kanserli sistem olarak tanımladı.
Erkek egemenlikli zihniyet ve bu zihniyetin yarattığı cinsiyetçi kültür, kapitalist modernite döneminde en öldürücü etkisini kadın üzerinde göstermiştir. Kadını metalaştırarak tamamen insan yaşamının dışına atmış, mallaştırmış ve alınıp satılan bir eşyaya dönüştürmüştür. Kadın, fabrikada üretilen herhangi bir meta gibi alınıp satılan bir nesne haline getirilmiştir. Bedeni, duyguları, ruhu ve beyni işgal edilmiş, kapitalist sistemin kâr nesnesi, egemen erkeğin zevk aracı haline getirilmiştir. Kadının yaşadığı bu durum sistematik bir katliam ve şiddet demektir. Kadının mülk ve nesne görüldüğü erkek egemenlikli toplumsal kültürde, erkekten kadına saygı, sevgi ve değer beklemek mevcut sistemden bir şey anlamamak demektir. Erkek-kral, kadın-köle kültürü içerisinde şekillenen erkekler, kadına her türlü muameleyi yapma, şiddet kullanma, katletme hakkını kendisinde bulmakta, iktidar-devlet sistemi ise bunu meşrulaştırmakta ve teşvik etmektedir.
Korona sürecinde kadına karşı şiddetin ciddi manada artış göstermesi, kapitalist iktidar-devlet sisteminin yaşadığı büyük bunalım ve buhranla da ilgilidir. İktidar-devlet sisteminin bu derin krizi ve bunalımı bir nevi egemen erkeğin krizi ve bunalımıdır. Egemen sistemin ve erkeğin yaşadığı bu kriz hali, kadına, topluma ve doğaya yüksek bir şiddet ve katliam olarak geri dönüyor. Egemen sistemin yöneticileri ve reis erkek, kadın ve toplum üzerinde savaşı-şiddeti artırarak krizi aşacağı dürtüsüne kapılmaktadır. Kadına karşı şiddet, erkeğin yaşam ve kadın karşısında yaşadığı yenilginin, bitmişliğin en dip noktasıdır. Erkek şiddet kullandıkça egemenine benzemekte, daha çok çirkinleşmekte ve düşmektedir. Kadına şiddet kullanarak iktidarını pekiştireceği hissiyatını yaşayan erkek, insan olmanın gerisinde bir seviyeye inmektedir.
Salgın sürecinde insanlar eve kapandı. Kadın ve erkekler aylarca günün 24 saati birlikte yaşamak zorunda kaldı. Erkek artık günün bir bölümünde değil de tamamında egemenlikçi karakterini ve bunun dışavurumu olan fiziksel şiddeti uygulamaktadır. Bu eve kapanma süreci, aslında kadın erkek ilişkilerinin ve evliliklerin ne kadar yaşamın gerçek anlamından, paylaşımdan uzak, içeriksiz, salt güdüsel tatmine dayalı birliktelikler olduğunu çok çarpıcı bir şekilde ortaya koydu. Kadın erkek ilişkileri derin bir paylaşıma ve anlam gücüne dayanırsa bu ilişkilerde bırakalım şiddeti, şiddet sözcüğü bile dehşetle karşılanır. Anlam gücüne ve özgür yaşam felsefesine dayanan ilişkiler, birliktelikler, en zorlu bunalımlı süreçleri dahi büyük bir anlam gücü, irade ve sinerjiyle aşar. İlişkiler eşit ve özgür bir paylaşıma dayanıyorsa bu tür süreçler karşılıklı sevgiyi ve saygıyı derinleştirir. Kadın erkek ilişkileri-birliktelikleri eşit, özgür ve demokratik bir karaktere ve birlikteliğe dayanmazsa salgın olsun olmasın kadına karşı şiddet yaşanmaya devam eder. Salgın gibi bunalımlı süreçler olursa da artarak devam eder. Özellikle krizli süreçlerde iktidar-devlet sistemi toplumu boyunduruk altına almak, direnç noktalarını yok etmek için ailede ve sokakta erkek şiddetini meşrulaştırır ve teşvik eder. Erkek kadını, devlet toplumu şiddetle kendi yaşam anlayışı doğrultusunda terbiye ederek egemenlik zırhını kuvvetlendirir. Egemenlik-kölelik ilişkisinin doğal bir sonucudur bu. Devlet ve erkek şiddetine son vermenin yolu; özgür, eşit ve demokratik bir yaşamı-sistemi inşa etmekten geçiyor.
Kadına yönelik şiddetin ve her türlü istismarın arttığı Türkiye'de AKP-MHP faşizmi, salgın ortamında kadınların örgütlülüğüne daha çok saldırmaya başladı. Son olarak TJA yönetiminden kadınlar başta olmak üzere birçok kadın hakları savunucusu ve yöneticisini gözaltına aldı ve birçoğunu tutukladı. Siz bu yönelimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP-MHP iktidarı, salgın sürecini faşist diktatörlük rejimini kurumsallaştırma sürecine dönüştürmek istiyor. Bunu açık açık söylüyor ve yapıyor. Kadınlara ve özelde Kürt kadın hareketine saldırıları, kurmak istedikleri sistemle ilgilidir. Kadınların özgürlük ve demokrasi mücadelesini, kurmak istedikleri sistem ve inşa etmek istedikleri yaşam önünde ciddi bir engel ve tehdit olarak görüyorlar. AKP-MHP faşist iktidarı, yükselen kadın mücadelesinden büyük bir korku duyuyor. Kadın mücadelesi toplumu müthiş etkiliyor, değiştiriyor, toplumda özgürlük ve demokrasi bilincini ve duyarlılığını artırıyor. Kadın mücadelesiyle toplumda öz savunma bilinci gelişiyor; hak, hukuk, adalet ve özgürlük talepleri yükseliyor.
Kürt kadın hareketi, Kürdistan’da ve Türkiye’de toplumsal aydınlanmanın ve demokratikleşmenin dinamosudur. Demokratik siyasetin ana eksenini oluşturuyor. Türkiye’de ilk defa kadın özgürlüğünü merkezine alan demokrasi ve eşitlik anlayışı cinsiyetçi kültürde ve siyasette derin bir kırılma-yarılma yarattı. AKP-MHP diktatörlüğünün kurmak istediği köle-itaatkar kadın ve toplum modeline büyük bir darbe indirdi. Yani Kürt kadın hareketi gerçekten egemen erkek-köle kadın ikilemi üzerine kurulu cinsiyetçi toplum yapısını ve erkek egemen siyaset kodlarını yerle bir etti. Kürt kadının özgürlükçü ve demokratik duruşu ve mücadelesi, Kürt toplumunda demokrasi ve özgürlük bilincini derinleştirip kapsamlaştırarak Kürt halkının direncini artırdı. Kürt kadın hareketine düşmanlığın temelinde ortaya çıkardığı bu toplumsal direnç yatmaktadır. Kürt kadın hareketi, AKP-MHP iktidarının tüm saldırılarına rağmen mücadelesini kesintiye uğratmadan sürdürdü. Bu konuda müthiş bir kararlılık, irade ve cesaret ortaya koydu. Kürt kadın hareketinin bu cesur ve iradeli duruşu, AKP-MHP iktidarını çıldırtıyor ve daha fazla saldırganlaştırıyor.
AKP-MHP iktidarı, faşist rejimini inşa etmeye çalışırken bu sisteme uygun bir toplumsal inşa da yaratmaya çalışıyor. Kadını sistemli bir köleliğe tabi tutan tecavüz yasaları çıkarıyor. ‘Çocuk evlilik yasaları’ dedikleri, tecavüz yasalarıdır. Bu yasaların birer katliam, kadın kırım yasaları olduğu çok nettir. Bu, tamamen çocuğa ve kadına tecavüzü meşrulaştıran ve erkeği yasayla korumaya alan, kadın köleliği üzerinden faşist erkek egemen anlayışı ve cinsiyetçi kültürü derinleştiren kadın düşmanı bir kadın kırım politikasıdır. Kürt kadın hareketine bu süreçte bu kadar şiddetle saldırmalarının bir nedeni de bu kölelik sisteminin karşısında Kürt kadının güçlü bir mücadele vermesinden kaynaklıdır. Kürt kadın hareketi, kadına karşı her türlü şiddete alternatif bir yaşam, siyaset ve mücadele perspektifiyle çok boyutlu bir mücadele vermekte ve Türkiye kadın hareketini de toplumu da güçlü bir biçimde etkilemektedir.
Yüzlerce ve hatta binlerce Kürt kadın siyasetçi ve aktivisti cezaevindedir. Kadın düşmanı sapık ruhlu Türk İçişleri Bakanı, Kürt kadınlarını kurmak istedikleri faşist rejime tehdit görerek hedef gösteriyor, Kürt kadınını katletmeyi, tutuklamayı ve her türlü şiddeti uygulamayı meşrulaştırıyor. Bu tehdit ve saldırılarla Kürt kadınını yıldıracağını sanan faşist iktidarın lümpen siyasetçileri, tükenmişliklerini ancak böyle ifade edebilir. Tükenmişliğin de elbet bir dili ve eylemi vardır. Tükenmişlik en çok da lümpenvari şiddet diliyle karakterini ortaya koyar.
AKP-MHP faşizminin kadına, kadın örgütlülüğüne, çocuklara, bir bütün topluma saldırılarını kırmak, kadınların kazanımlarını korumak ve geliştirmek için Kürdistan ve Türkiye'deki kadın örgütleri neler yapmalı?
AKP-MHP faşist iktidarı, kadınların büyük bir emek ve ağır bedeller ödeyerek yarattığı değerleri tasfiye etmeye, kadın örgütlülüğünü dağıtmaya çalışıyor. Bu saldırılara karşı örgütlü ve topyekun bir kadın duruşu gerekiyor. Kürt kadın hareketine saldırılar, tüm kadın hareketlerine ve değerlerine saldırıdır. Türkiye kadın hareketi ve dünya kadın hareketleri böyle anlamalıdır. Kadınlar adına yaratılan tüm değerler ve kazanımlar, bütün kadınları doğrudan etkiliyor ve tarihte kadınlar hanesine kazanım olarak yazılıyor. Kadın mücadelesinin böyle bir diyalektik karakteri vardır. Dünyanın bir ucunda kadınlar bir hak da elde etse bütün dünya kadınları için bir haktır. Nerede yaşarlarsa yaşasınlar yaşamlarını, mücadelelerini doğrudan etkiliyor. Kaldı ki Kürt kadın hareketi, kadın kurtuluş ideolojisi, kadın partileşmesi, demokratik konfederal kadın sistemi, kadın ordulaşması, kopuş teorisi, Jineoloji (kadın bilimi), eşit-özgür yaşam, sistem paradigması ve mücadele stratejisi ile dünya kadın hareketlerinin ideolojik, felsefi ve örgütsel öncülüğünü üstlenmiş durumdadır. Kürt kadın hareketi Türkiye ve dünya kadın hareketlerinin tecrübe ve birikiminden beslendiği kadar şu an çok daha fazla kendisi besleyen ve ilham kaynağı olan bir düzeydedir, özelliktedir.
Türkiye ve dünya kadın hareketlerinin Kürt kadın hareketine sahip çıkması, kendilerine, en yüce değerlerine sahip çıkması anlamına gelmektedir. Faşist erkek egemen sisteme karşı kadın birlikte mücadele ederse güçlüdür. Kadının gücü örgütlülüğünden, ortak mücadelesinden geliyor. Beş bin yıldır kendisini organize etmiş, güçlendirmiş ve tüm gezegene hakim olmuş erkek egemen sistem karşısında kadınlar örgütlü, birlik ve dayanışma içerisinde bir mücadele verirlerse başarılı olabilir ve kazanımlarını koruyabilirler. Aksi halde yüzlerce asrın mücadelesiyle ortaya çıkan kazanımlar, erkek egemen sistemin çarkları arasında çarpıtılarak, öğütülerek sistemin yararlanacağı yeni nesnelere dönüştürülebilir.
Bu açıdan Türkiye ve dünya kadın hareketleri, kadın kurumları ve örgütlü tüm yapıları, Kürt kadın hareketine yönelik faşist diktatörlüğün geliştirdiği saldırılara karşı çıkmalıdır. Kürt kadın hareketinin yanında en güçlü bir biçimde yer almalıdır. Dayanışmayı, birleşik kadın mücadelesini en üst düzeye taşımalıdır.
Kürt kadın hareketi, yıllardır büyük saldırılara maruz kalmaktadır. Kadın hareketinin her yöneticisi, üyesi ve aktivisti muazzam bir direniş ve mücadele iradesi ortaya koyuyor. Elbette kendisine tam da yakışanı yapıyor ve inanıyoruz ki bundan sonra da bu tutumunu güçlendirerek sürdürecektir. Kürt kadın mücadelesi, toprağın derinliklerine artık kök salmıştır. Saralar, Beritanlar, Zilanlar, Semalar, Berivanlar, Delaller, Çiçekler, Şilanlar, Ekinler, Şevineler, Tekoşinler, Şirin Elemhuriler, Hevrinler ve özgürlük mücadelesinde şehit düşen binlerce kadın şahsında bu mücadele her türlü gericiliği yenecek güce kavuşmuştur. Yaratılan mücadele ve değerlerle kapitalist-emperyalist sisteme ve modernitesine alternatif bir yaşam ve sistemi kadın ekseninde kuracak bir bilinç, birikim, irade, örgütlü güç haline gelmiştir. Özgürleşen bu bilinci ve iradeyi hiçbir faşist saldırı yıkamaz ve dağıtamaz. Özgürleşen bilinç ve irade her şeyin, tüm iktidarların, lümpen faşist erkek siyasetçilerin üstündedir. Kürt kadını öz gücüne güvenerek ve inanarak mücadelesini kesintisiz sürdürecektir. Bu kararlılığı zaten ilk günden ortaya koymuştur. Saldırıların kendilerini zayıflatmadığını aksine güçlendirdiğini belirtmiştir ve bu temelde tutum almıştır. Bu çok soylu ve onurlu olan kadın duruşu kesinlikle başaracaktır.
Gasp edilen HDP’li belediyelerin en önemli özelliği eşbaşkanlık sistemine sahip olması. Kadın hareketleri bu gaspları eşbaşkanlık sistemi şahsında kadınlara yönelik bir saldırı olarak değerlendirdi. AKP-MHP iktidarı, eşbaşkanlık sistemini neden hedefliyor ve eşbaşkanlık sisteminin toplum için önemi nedir?
Eşbaşkanlık sistemi ve eşit temsiliyet, erkek egemen zihniyetin ve kültürün aşılmasında, siyasetin demokratikleşmesinde kilit bir anlama ve öneme sahiptir. Eşbaşkanlık sistemini kadın ile erkek arasında bir yetki-iktidar paylaşımı olarak ele almamak gerekiyor. Böyle yaklaşmak ve uygulamak eşbaşkanlık sisteminin özünü boşaltmaktır, tersinden egemen erkek zihniyetine ve sistemine ekten katkı sunmaktır. Eşbaşkanlık sistemi egemen erkekliği ve iktidarı aşma, özgür, eşit, kolektif ve demokratik bir yaşam, çalışma, siyaset anlayışı ve tarzı yaratma sistemidir. Bu sistemin bir felsefesi vardır. Bu felsefe, egemenliği-iktidarı paylaşma anlayışına dayanmıyor, yaşamı birlikte özgürce yaratma, özgürlükçü temelde demokratik otoriteye dayalı yönetme anlayışına dayanıyor. İktidarı, iktidarcılığı reddediyor. Özgür ruhlu yeni toplumun mayası oluyor.
Eşbaşkanlık sistemi; özgür, eşit ve demokratik bir yaşamı ve yönetimi esas aldığı, toplumu ve siyaseti derinden etkileyerek demokratik anlayışı geliştirdiği için saldırılara uğradı. HDP’nin birçok belediye, meclis, il ve ilçe eşbaşkanları tutuklandı, görevleri gasp edildi. AKP-MHP faşist diktatörlüğü tekçiliği, kadın köleliğini savunan, erkek egemen ideolojinin baş savunucu ve uygulayıcısıdır. Eşbaşkanlık sistemi, bu faşist diktatörlüğün kurmak istediği toplum sistemine karşı alternatif, özgür ve demokratik toplumu yaratma modelidir. Bu iktidar, elbette eşbaşkanlık sistemine saldıracaktır, şaşırtıcı bir durum değildir.
Son yıllarda kadın direnişi ve örgütlülüğü konusunda önemli gelişmeler var. Özellikle Şili’deki ‘Las Tesis’ eylemlerinde de görüldü ki; dünyanın bir yerindeki kadın direnişi tüm dünyaya hemen yayılıyor ve büyük etkide bulunuyor. Mücadelede ulaşılan aşamayı nasıl görüyorsunuz?
Önderliğimizin 21. Yüzyıl kadın yüzyılı olacak, tespiti gerçeğe dönüşüyor. Gerçekten kadın mücadelesi dünya genelinde büyük bir yükseliş içerisindedir. Gün geçtikçe kadın hareketleri gelişiyor ve güçleniyor. Erkek egemen sistemi ve modernitesini zorluyor, çözülmeye uğratıyor. Bu gelişmeler, her kadın açısından ve yaşama özgürlük perspektifinden bakan her erkek açısından heyecan vericidir. Bir de şöyle çok önemli bir gelişme yaşanıyor; ‘Las Tesis’ eylemlerinde de gördük, dünyanın farklı, herhangi bir coğrafyasında kadınlar bir eylem ve tutum geliştirdi mi bütün dünya kadınlarını etkiliyor, ortak eyleme ve tutuma dönüşüyor. Aslında bu durum kadınlar arasında coğrafi, fikri, duygusal ve ruhsal sınırların olmadığını, sınırların anlamını yitirdiğini ortaya koyuyor. Kadınlar ülke, etnik, inanç ve kültür kategorilerini-sınırlarını aşıyor, kendini bir ulus olarak tanımlıyor. Dünya kadın ulus bilinci, duygusu gelişiyor. Bu müthiş bir gelişmedir.
Önderliğimiz, kadını ilk sömürge cins, sınıf ve ulus olarak tanımladı. Şimdi bu ilk sömürge cins, sınıf ve ulus olan kadınlar bir dünya kadın ulusu olarak erkek egemen sisteme başkaldırıyor. Fiziken birbirini tanımasalar da birbirinin mücadelesini ve değerlerini sahipleniyorlar, ortak bir duruş geliştiriyorlar. Kadının bu doğal örgütlülük hali bir bilinç patlaması, zihniyet devrimidir. Bunu daha örgütlü bir mücadele perspektifine kavuşturabilirsek erkek egemen kapitalist sistemin sonunu getirebiliriz. Gerçekten kadınlar, dünyayı kadın eksenli bir paradigma temelinde yeniden özgürce kurabilir. Eşit, özgür eş yaşamı gerçeğe dönüştürebilir.
Kürt kadın hareketi, bu konuda büyük bir düşünsel, pratik deneyime ve örgütlülüğe sahiptir. Daha da önemlisi kadın kurtuluş ideolojisi, kopuş teorisi, Jineoloji gibi güçlü bir ideoloji ve felsefeye sahiptir. Örgütlenmede, siyasette, pratik mücadele sahasında muazzam bir yetkinlik ve söz-eylem birliği söz konusudur. Kürt kadın hareketinin saydığım bütün birikimi bugün Türkiye, bölge ve dünya kadınlarını, hareketlerini çok derinden etkiliyor, umut, güç ve cesaret veriyor. Bizler bu gerçeği ve kendi etki gücümüzü daha fazla derinliğine görerek dünya çapında öncülük rolümüzü çok daha güçlü bir biçimde oynayabiliriz. Kürt kadını, tarihte ilk toplumsallığı geliştiren ve insanlık değerlerini yaratan coğrafyanın kadınları olarak özgür ve eşit bir dünyanın yaratılmasında tarihi rolünü yeniden oynayabilir. Onlarca yılın ortaya çıkardığı mücadele birikimi ve değerleri, özgür yaşam inşasını başaracağımızın en güzel ve çarpıcı ispatıdır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, ‘21. Yüzyıl kadın yüzyılı olacak’ değerlendirmesini hatırlattınız. Kadın mücadelesine büyük önem biçiyor. Erkek egemenlikli sistemin yıkılıp kadın öncülüğünde bir yaşamın kurabilmesi için başta kadın hareketleri olmak üzere, toplumun demokratik öncü güçleri neler yapmalı, nasıl bir mücadele hattı benimsemeli?
Erkek egemenliğine dayalı sistemin yıkılması çok uzun soluklu bir mücadeleyi gerektiriyor. Egemen sistemin yıkılarak kadın özgürlükçü demokratik ve ekolojik bir sistemin kurulması ancak kadının özgürleşmesine, erkek egemen zihniyetin ve kültürün tamamen aşılmasına bağlıdır. Toplumda egemen zihniyet ve yaratımı olan cinsiyetçi kültür aşılmadan özgür ve demokratik bir sistemi kurmak mümkün değildir. Erkek egemen sistem, kadın köleliği, cinsiyetçi ideoloji ve bu ideolojinin şekillendirdiği toplumsal kültür üzerinden hakimiyetini sürdürüyor. Kadın özgürleştikçe erkek hakimiyeti geriliyor, zayıflıyor, cinsiyetçi toplumsal kültür çözülüyor. Kadının, erkeğin hakimiyetinden çıkması, kendi öz iradesine ve öz gücüne dayanarak kendi kendisinin sahibi ve yöneteni olması, egemen erkek zihniyetinde kadın lehine bir kırılmaya neden oluyor.
Önderliğimiz, egemen erkek zihniyetinde kadın lehine, egemen erkek aleyhine bir kırılma yaşanmadan özgür bir yaşamın inşası mümkün değildir, diyordu. Bu, bir hakikattir. Özgür ve demokratik toplumun inşası da tüm bu gelişmelerle at başı gelişen bir süreçtir. Sonuçta egemen sistem, köle kadın ve köle toplum üzerinde kendisini yaşatıyor. Özgür kadınla toplumsal özgürleşmeyi yaratabilirsek erkek egemen sistem ayakta kalamaz. Bunun için kadının yaşamın her alanında örgütlenmesi gerekiyor. Başarıyı mümkün kılacak şey, örgütlenmektir. Kadın örgütlendikçe güçlenir ve güçlü mücadele yürütür. Örgütsüz kadın, mücadele edemez. Örgütlülük aynı zamanda kadının en büyük öz savunmasıdır. Bu açıdan kadınlar, işçi emekçi de olsa, aydın sanatçı da olsa, siyasetçi aktivist de olsa, evde de olsa ev dışında da olsa her yerde örgütlenmeli, bilincini ve gücünü birleştirmelidir. Birlikte mücadele etme kültürünü ve anlayışını geliştirmelidir. Kadınlar örgütlülüğün, örgütlü mücadelenin özgür yaşama ulaşmada başarının sırrı olduğu bilinciyle yaşamalı, çalışmalı ve mücadele etmelidir.
Bu açıdan kadın komünleri, meclisleri, akademileri, kooperatifleri, öz savunma güçleri çok ama çok önemlidir. Yaşamın her alanında bu öz örgütlülükler geliştirilirse ve demokratik toplumsal sistemin inşasında öncü pozisyonda yer alınırsa özgür, demokratik yaşamın ve sistemin kurulması mümkün hale gelecektir. Elbette kadınların yanı sıra demokratik, özgürlükçü tüm toplumsal öncü güçler, toplumsal inşa eylemine seferber olurlarsa erkek egemen sistemin yıkılması, özgür, eşit ve demokratik sistemin kurulması daha erken bir zamanda gerçekleşecektir. Toplumsal özgürleşme mücadelesi yürüten öncünün temel görevi bu olmalıdır.
Eğer bugün erkek egemen kapitalist sistem büyük bir kriz ve kaos yaşıyorsa bunun temel bir nedeni kesinlikle bu sistemin anti kadın, dolayısıyla anti toplum ve anti doğa özelliğinden kaynaklıdır. Erkek egemen sistem, yaşam karşıtıdır. İnsanlık tarihinde yaşam sevincinin en yüksek yaşandığı, coşkunun ve neşenin yaşamı şenlendirdiği, güzelleştirdiği, anlamlandırdığı zamanlar kadın ile erkek cinsinin özgür ve eşit yaşadığı zaman süreçleridir. Bu zaman süreçlerinde yaşam ile anlam özdeştir. Ortak emek, ortak üretim, ortak paylaşım, ortak sevinç ve ortak acı vardır. Anlam, bu derin paylaşım ve yaratım eyleminden ortaya çıkmaktadır. Erkek egemenlikli kültür, ahlak ve sistem, özgür yaşamı kurak bir çöle çevirdi. Kadınların özgürlük mücadelesi bu çölde yaşam vahaları yaratıyor. Bu çölün tümden vaha haline gelmesi örgütlü, sabırlı, inançlı, kararlı ve birlikte bir mücadeleyle, demokratik toplumsal inşayla mümkündür.
Kadın özgürlük mücadelesinin ortaya çıkardığı gelişmeler, özgür, eşit ve demokratik yaşama dair inancı büyütüyor. Dünyaya yayılan ve sınırları anlamsız kılarak kadınları birleştiren bu mücadele 21. Yüzyılın kadın yüzyılı olacağını, erkek egemen sistemin yıkılışının çok uzak olmadığını bize gösteriyor.