KJK: Şiddetin her türlüsüne el ele vererek karşı duralım

KJK: Kadına yönelik her türlü şiddet biçimine el ele vererek karşı duralım! El ele verip oluşturacağımız zinciri cinsiyetçiliğin, ırkçılığın, sömürgeciliğin geçemeyeceği bir duvara dönüştürüp dünya kadınlarının demokratik özerk sistemini kuralım.

Komalên Jinên Kurdistan (KJK) Koordinasyonu koronavirüs sürecinde kadınlara yönelik artan şiddete ilişkin yazılı açıklamada bulundu. Kırım boyutunda yürütülen ataerkil saldırıların, kadınların özgürleşme arayış ve iddiasını azaltmadığına dikkat çekilen açıklamada, yaşamın her alanının ataerkil zihniyet ve sistemle mücadele alanına dönüştürmesi gerektiği belirtildi.

Dünyanın dört bir yanında kadınları sindirmeyi ve özgürlük arayışlarını baltalamayı amaçlayan soykırımcı saldırıların arttığına dikkat çekilen KJK açıklamasında, kadına yönelik şiddette yaşanan bu korkunç boyutlardaki artışın doğrudan ataerkil kapitalist sistemin geçirdiği kriz ile bağlantılı olduğu belirtildi. Kadını sömürerek varlığını sürdüren bu sistemin yarattığı krizli ve kaotik durumun, kadın şahsında bütün toplumlar açısından büyük tehlike oluşturduğu vurgulanan açıklamada şu ifadeler yer aldı: "Yükselen kadın bilinci ve mücadelesini kırmak için Covid-19 salgınının yarattığı koşul ve ortamdan azami düzeyde kâr elde etmeye çalışan sistemin bu yeni saldırı dalgası karşısında dünya kadınları olarak ortak direniş stratejisini geliştirmemiz her zamankinden daha elzemdir.

Binlerce yıllık evrensel kadın mücadelesi mirası üzerinden örgütlenen Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi olarak kendimizi küresel kadın hareketinin parçası olarak ele alıp, kendimize Kürdistan sınırlarının ötesinde de sorumluluk biçiyoruz. Dünyanın en kuytu yerindeki bir kadın örgütlülüğü ve direnişinden de muazzam moral aldığımız gibi, kendi topraklarımızda yükselttiğimiz özgürlük mücadelesinin de binlerce kilometre uzaktaki kız kardeşlerimize güç ve ilham verdiğini biliyoruz.

Bu gerçek, bütün yerel kadın mücadeleleri açısından geçerlidir. Gelinen aşamada kadın özgürlük, eşitlik ve onur mücadelesi yerelden dalga dalga yükselip kocaman bir derya halini alabiliyor. Bir yerde esen rüzgar dünyanın öbür ucunda dalga olup sele dönüşebiliyor. Kadın özgürlük mücadelesinin yerel kendilikleri arasındaki bu muazzam sinerji -ki biz bunun örgütlü haline Demokratik Dünya Kadın Konfederalizmi diyoruz- küresel ölçekte örgütlenen ataerkil sistemi müthiş korkutuyor. Çünkü kadın özgürlüğü için verilen mücadele günümüzde onu en fazla zorlayan, üzerinde durduğu zemini en çok sarsan ve çatlatan direniştir."

KADINLAR DÜNYANIN HER YERİNDE ŞİDDETE MARUZ KALIYOR

Kadın sorununun, bütün toplumsal sorunların kök hücresini oluşturduğu belirtilen açıklamada, "İktidarcı sistemin en derin ve yapısal çelişki yaşadığı toplumsal varlık da kadındır. Kadın kurtuluşu, o nedenle bütün düğümlerin çözülebileceği, yani özgürlük sorununun gerçek çözüme evirilebileceği yegane alandır. Kapitalist modernitenin krizli halinin günümüzde kendini en çok kadın özgürlüğü-köleliği ikilemi üzerinden yansıtması bu hakikatle doğrudan ilintilidir. Aynı şekilde küresel ataerkil sistemin kadına yönelik sistematik saldırı savaşını yürütüyor olması aynı gerçekle bağlantılıdır.

Bu kadın düşmanı saldırı savaşı, günümüzde kırım düzeyine çıkarılmıştır. Bunun somut örnekleri ve uygulamaları her geçen gün çoğalıyor. Dünyanın her yerinde kız çocukları ve kadınlar erkeklerin, devlet güçlerinin, iktidarcı çetelerin şiddetli ve ölümcül saldırılarına maruz bırakılıyor. Esas büyük pandeminin eril şiddet ve kadın düşmanlığı olduğu gerçeği belki de tarihin hiçbir aşamasında bu kadar net görülmemişti. O yüzden de öncelikle kadınlar ama genel olarak da bütün toplum olarak, kadın düşmanı pandeminin kaynağında yatan ataerkillik virüsüne, yani eril zihniyete daha fazla odaklanmalı ve sonuç alıcı, yani değiştirici mücadele geliştirmeliyiz.

Mücadelemiz ve örgütlülüğümüz bir yandan kadının güçlenmesine, diğer yandan ise bu zihniyetin zayıflatılıp etkisiz kılınmasına hizmet etmek zorundadır. Bunu hem dolaylı hem de doğrudan sağlayacak mücadele yöntemleri geliştirmeye acil ihtiyacımız var. Unutmamalıyız ki; toplumsal kurtuluş ancak zihniyet devrimi ile mümkündür. O nedenle ataerkil zihniyeti çok daha yoğunluklu, radikal ve sistematik bir şekilde hedef alma görevi ile karşı karşıyayız. Bu zihniyet özü itibariyle kadın düşmanıdır. Kadının özgürlük arayışı, bilinci, mücadelesi ve örgütlülüğünün yükseliş gösterdiği bu süreçte karşı hamleler geliştirerek varlığını güvence altına almaya çalışıyor" denildi.

KOŞULLAR DEĞİŞKENDİR, SABİT OLAN ERİL ZİHNİYETTİR

Kadına yönelik şiddette ciddi bir artışa yol açan hamlelerin sadece Covid-19 salgınının yarattığı koşullarla izah edilemeyeceği kaydedilen açıklamada şu ifadeler yer aldı: "Kadının konumunun pandemi kaynaklı yasaklar ve karantina koşullarında daha fazla kırılgan olmasından sonuna kadar faydalanma çabası söz konusudur. Yoksa artışın kendisini pandemi koşullarına bağlarsak, pandeminin bitimiyle birlikte kadına yönelik şiddette bir azalmayı farz etmiş oluruz ki; bu ciddi bir yanılgı olur. Sorunun kaynağını doğru tespit etmek, çözüm geliştirmenin ilk adımıdır.

Koşullar değişkendir ancak sabit olan, sürekli fırsat kollayan eril zihniyettir. O açıdan sadece pandemiyi değil, genel anlamda olağanüstü zaman ve koşulların bu zihniyet tarafından kadın kırımını gerçekleştirmek için nasıl kullanıldığını iyi görmemiz gerekiyor. Direnişi, örgütlenme düzeyi ve devrimci mücadele öncülüğü ile dünyadaki kız kardeşlerine ilham veren Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesi'nin karşı karşıya olduğu kırımcı saldırılar, bu gerçeği iyi örneklendirir düzeydedir.

Özellikle de kadın devrimi meşalesinin yükseltildiği Rojava’da demokratik sistem inşasını yıkmayı amaçlayan kontra saldırılar ile karşı karşıyayız. Bu kez DAİŞ adıyla değil, doğrudan faşist Türk devleti ve onun İslamcı paralı askerleri tarafından; eril devletlerarası düzenin de açık veya örtük desteği ve onayı ile!

KOBANÊ'DE 3 KADIN SUİKAST SONUCU KATLEDİLDİ

Devrimin öncü gücü olan kadınları özellikle hedef alan bu faşist saldırıların sonuncusu önceki akşam Kobanê’de yaşandı. Kobanê’ye bağlı bir köye ziyarete giden Rojava’daki Kürt Kadın Hareketi’nin çatı örgütü olan Kongreya Star’ın yerel koordinasyon üyelerine, Türk ordusu tarafından suikast düzenlendi. Silahlı keşif uçağı ile düzenlenen bu hedefli saldırıda 3 Kürt kadını katledildi.

Efrin, Serêkaniyê ve Girê Spî’den sonra Kobanê’ye de işgal saldırısı başlatmak için fırsat kollayan Türk devleti, DAİŞ’in ilk kez yenilgiye uğratıldığı Kobanê’de kadınları bilinçli hedef seçiyor. Çünkü Kobanê kadın devrimini simgeleyen bir şehir. Kobanê, bir direniş şehridir ve bütün dünya halklarına umut ve inanç aşılamış olan bu tarihi direnişin öncülüğünü kadınlar yaptı. Kobanê’nin hava sahasının Rusya’nın kontrolünde bulunduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda Türk devletinin işlediği savaş ve insanlık suçlarına kadın düşmanı uluslararası rejimlerin de onay verdiği anlaşılıyor. Sömürgeci TC rejiminin kadın düşmanı savaş suçlarını yoğunlaştırdığı bir diğer yer ise, Rojava’nın ve Kuzey Suriye’nin en batı ucunu oluşturan Efrin şehridir.

Efrin şehri, Rojava’nın ve Kuzey Suriye’nin en batı ucunu oluşturuyor. Burası, Rojava kadın devrimi açısından büyük simgesel değer taşıyan bir yerdir. Zira eş başkanlık sistemi ilk burada uygulandı, YPJ burada kuruluşunu ilan etti, ilk kadın savunma şehidini burada verdi. 2018’in başında Türk ordusu NATO’nun tankları ve DAİŞ zihniyetli çeteler eşliğinde Efrin’i işgal ettiğinde Uluslararası Koalisyon, BM ya da Rusya karşı durmadı. Nüfusu o zaman neredeyse tamamıyla Kürt olan bu şehir ve çevresindeki köylerde etnik temizlik yapıldı, Kürtçe yasaklanıp Türkçe ve Arapça resmi dil ilan edildi, Emevi İslam yorumu hakim kılınıp Şeriat ilan edildi. Efrin halkının büyük çoğunluğu içgöçe mecbur kalıp mültecileşirken, evlerini terk etmeyenler ise terör rejimi altında yaşam mücadelesi veriyor. Bu durum, sadece Efrin’de değil, Türk devletinin işgal edip sömürgeye dönüştürdüğü bütün Kuzey Suriye şehirlerinde yaşanıyor."

KADIN DEVRİMİNİN ŞEHRİNİ KADIN KÖLELİĞİN SİMGE ŞEHRİNE DÖNÜŞTÜRMEK İSTİYORLAR

Türk devleti ve paralı askerleri eliyle yürütülen kadın kırımı saldırılarının işgal edilen Efrin’de yoğunlaştığı hatırlatılan açıklamada, "Bunun da tesadüf olmayıp, oldukça sistematik bir şekilde kadın devriminin simge şehrini kadın köleliğinin simge şehrine dönüştürme amacıyla gerçekleştirildiğinin bilincindeyiz. Efrin’de sadece etnik temizlik ve kültürel soykırım saldırıları yürütülmüyor, aynı zamanda kadın kırımı işleniyor. Kürt kadınları ve kız çocukları, maaşları (büyük ihtimalle AB’nin Türkiye’ye sözde ‘mülteci yardımı’ paralarıyla) Ankara’dan ödenen çeteler tarafından kaçırılıp esir alınıyor, tecavüz ediliyor, farklı şehirlere köle olarak satılıyor, katledilip cenazeleri boş arazilere atılıyor.

Fiilen NATO ve BM onaylı Türk sömürgesine dönüştürülen işgal altındaki Rojava ve Kuzey Suriye şehirlerinde kadınların maruz bırakıldığı bu kırım uygulamaları, DAİŞ'in yaptıklarından farksızdır. Afganistan'a müdahalelerini kadın haklarıyla gerekçelendirip meşrulaştırmaya çalışan güçlerin, NATO ortakları olan Türk devletinin denetiminde işlenen bu kadın kırımına sessiz kalması, onların hem suç ortaklığını hem de gerçek yüzünü ifşa ediyor. Kadın kırımı saldırıları resmi Türk devlet sınırları içerisinde aynı konsept doğrultusunda, fakat farklı araç ve yöntemlerle yoğunlaştırılarak yürütülmektedir.

Covid-19 salgını ve sokağa çıkma yasakları nedeniyle kitlesel protesto gösterilerinin zorlaşmasından da güç alan Türk devleti, bu süreçte eşbaşkanlık sistemi doğrultusunda yönetilen Kürt şehirlerindeki belediyelere kayyum atayıp belediye eşbaşkanları tutukladı. Şiddet faili erkekleri ‘Corona Affı’ adı altında cezaevinden salıp ‘tecavüzcünle evlen yasası’ ile cinsel şiddet faillere cezasızlık getirmeye çalışırken, buna karşı duran kadın mücadelesini ise kriminalize edip öncülerine karşı tutuklama furyası başlattı.

KADINLARI SİNDİREREK TESLİM ALMAYA ÇALIŞIYORLAR

Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye'deki kadar kadın siyasi tutsak cezaevinde rehin tutulmuyor. Seçilmiş milletvekillerinden belediye eş başkanlarına, sivil toplum aktivistlerinden Barış Annelerine; yüzlerce, hatta binlerce kadın Türkiye'de siyasi-toplumsal faaliyetleri, konuşmaları ve düşüncelerinden ötürü cezaevinde. Türk devleti, faşist rejimine karşı toplumsal direnişin kadınlar tarafından yapıldığını bildiği için şantaj, tehdit, baskı, şiddet, gözaltı ve tutuklamalar ile özellikle kadınları sindirmeye ve teslim almaya çalışıyor. Bunu sadece doğrudan, kendine bağlı güçlerle yapmayıp; yarattığı toplumsal, siyasal ve ekonomik krizli ortam yanı sıra ırkçı, militarist kadın düşmanı söylem ve politikaları ile kadına yönelik her türden şiddeti teşvik ediyor. Bunun sonucu olarak Kuzey Kürdistan ve Türkiye'de son dönemde kadın cinayeti ve şüpheli intiharlarda çok ciddi bir artış yaşanıyor.

Kürt ve kadın düşmanı saldırılarında sınır tanımayan faşist Türk devleti, soykırımcı askeri saldırılarını Güney Kürdistan’da yoğunlaştırıyor. Genelde 2007’den beri, özelde ise son 5 yılda yoğunlaştırılarak yürütülen Türk hava saldırıları giderek daha pervasızca yürütülmektedir. Son olarak 14 Haziran gecesi onlarca Türk savaş uçağı havalanıp, eşzamanlı olarak Êzidîlerin kadim yurdu Şengal, 12 bin nüfuslu Maxmûr Mülteci Kampını ve Medya Savunma Alanlarını bombaladı. Şengal ve Maxmur halkları, Ağustos 2014’te maruz kaldıkları DAİŞ saldırılarının travmasını henüz atlatamamışken bu kez Türk devletinin soykırımcı saldırıları ile karşı karşıya.

Bilinmeli ki savaş suçu teşkil eden bu sınır ötesi Türk hava saldırıları NATO’nun onayı olmadan düzenlenemez. O nedenle Türk devleti ile birlikte başta ABD olmak üzere bütün NATO suçlu ve sorumludur. Son saldırı dalgasında 5 sivil yaşamını yitirirken, özellikle kadınlar Türk ordusunun hava saldırılarından daha fazla etkileniyor. Zira bu saldırılar sonucu kırsal alandaki yüzlerce köy boşaltılıp, sakinleri şehre göç etmek zorunda bırakılıyor. Köyde tarım ve hayvancılık kapsamında üretim sürecinde aktif yer alan kadınlar, şehre göç ile birlikte izolasyon ve üretim dışılık yaşıyor. Bu ise, Başûr’da zaten oldukça krizli bir hal almış olan siyasal, ekonomik ve toplumsal durumu kadınlar açısından daha da ağırlaştırıyor. Sonuç olarak kadına yönelik aile içi şiddette çok ciddi bir artış yansıyor, bunun sonucu olarak kadın cinayetleri ve şüpheli intiharların oranı yükseliyor" denildi.

TÜRK DEVLETİ NATO'NUN ONAYI İLE SALDIRIYOR

Benzer bir durumun Başûr (Irak) ve Rojhilat (İran) Kürdistan’ında yaşandığı ve aile içi şiddette çok büyük bir artışın yansıdığı, bunun sonucu olarak cinayet ve intihar oranlarında da yükselmelerin meydana geldiği vurgulanan KJK açıklamasında devamla şu ifadeler yer aldı: "Bu durumun arkasında eril siyasetin yol açtığı ve çözmekten uzak olduğu siyasal, toplumsal ve ekonomik krizin ataerkil zihniyetteki dışavurumu yatıyor. Bununla birlikte Türk devletinin Başûr Kürdistan’ına yönelik hava saldırıları ve askeri işgal operasyonları bütün toplum üzerinde olumsuz etki yaratırken, kadınları daha farklı etkiliyor. Zira kırsal alanlara yönelik hava saldırıları nedeniyle köyler boşaltılıyor, tarım ve hayvancılık kapsamında üretim sürecinde aktif yer alan kadınlar, şehre göç ile birlikte izolasyon ve üretim dışılık yaşıyor.

NATO’nun onayı olmadan düzenlenmesi mümkün olmayan Türk devletinin bu hava saldırıları, sadece kırsal alanla sınırlı kalmayıp, son dönemde giderek daha fazla 12 bin nüfuslu Maxmûr Mülteci Kampını ve DAİŞ soykırım travmasını henüz atlatamamış olan Êzidîlerin yurdu Şengal’i de hedef alıyor. En son 14 Haziran gecesi onlarca Türk savaş uçağı bu alanlara yüzlerce bomba ile saldırdı. Kürdistan’da karşı karşıya olduğumuz kadın kırımı saldırıları dünyanın dört bir yanında benzer şekilde yürütülüyor. Küresel çapta kadına yönelik şiddette, özellikle de aile içi şiddette, korkunç boyutlarda artış söz konusudur. Bunu, eril şiddete maruz bırakılmış kadınlar için oluşturulan yardım hatlarına yapılan aramalardan da anlamak mümkündür.

Covid-19 salgını ile birlikte Lübnan’da aile içi şiddet yardım hattı çağrıları yüzde 100 artış gösterdi. Kolombiya’da bu oran yüzde 142’a çıkmış. Meksika’da karantinanın yürürlükte olduğu Mart-Mayıs arasındaki süreçte 2 bin 338 aile içi şiddet mağduru kadın yardım çağrısında bulundu (2019 yılında aynı süre içinde yardım hatlarını arayan kadınların sayısı 735 idi). Aynı şekilde cinsel saldırılarda da çok ciddi bir artış gözlemleniyor. Özellikle de kız çocuklarına karşı. Kolombiya’da iki aylık karantina süresince 2 bin 338 14 yaş altı kız çocuğu cinsel şiddet ve tecavüze maruz bırakıldı. Bunlar kayıtlara yansıyan rakamlardır. Gerçek rakamlar ise çok daha yüksek."

IRKÇILIĞIN VE FAŞİZMİN YÜKSELİŞE GEÇMESİ TESADÜF DEĞİL

Dünyada yükselen kadın kırımının, kapitalist modernitenin dayandığı milliyetçilik, cinsiyetçilik, dincilik ve bilimciliği doğrudan ve dolaylı olarak beslediği vurgulanan açıklamada, "O nedenle cinsiyetçi saldırılara paralel olarak ırkçılığın ve faşizmin de yükselişe geçmesi tesadüfi değildir. Bu bağlamda özellikle ABD’de siyahlara karşı yüzyıllardır yürütülen ve artık yapısallaşmış olan beyaz üstüncü - devlet şiddetinin bu kadar pervasızlaşması bununla bağlantılıdır. Ve tam da bu nedenden ötürü kadın özgürlük mücadelesinin anti-ırkçı, anti-kapitalist, anti-sömürgeci nitelikte yürütülmesi ve bu kesimlerle ittifak kurması temel bir ihtiyaçtır.

Bununla birlikte giderek daha geniş yaşam alanlarına sızan militarizm, bireysel silahlanma, devlet dışı aktörlerin alan hakimiyeti doğrudan kadınların ve çocukların yaşamına kastediyor. Sahte bir özgürlük algısına dayalı olarak fuhuşu meşrulaştırarak cinsel sömürüyü büyütme çabaları, kadın kırımının bir diğer boyutunu oluşturuyor. Yine kadının, her türlü güvenceden yoksun gayri resmi sektöre sıkıştırılarak saldırı ve sömürüye açık hale getirilmesi de bu çerçevede okunmalı. Bir bütün olarak geniş açıdan bakıldığında çok boyutlu bir kadın kırımının yürütülmekte olduğu ve erkek egemen zihniyetin Covid-19 pandemisinin beraberinde getirdiği koşullardan bu amaçla azami düzeyde faydalanmaya çalıştığı ortadadır.

Peki bu tespiti yaptıktan sonra kadınlar olarak karşı karşıya olduğumuz sistematik saldırı savaşı ve kırımına nasıl bir cevap vereceğiz, kendimizi nasıl savunacağız, nasıl karşı koyacağız, direnişi nasıl örgütleyeceğiz? Şu anda yoğunlaşmamız gereken nokta budur. Durum tespit ve değerlendirmelerimiz buna hizmet etmeli. Yoksa sadece saldırılara odaklanır, mevcut durumu sırf kadın kırımı üzerinden ele alırsak umutsuzluğa kapılabiliriz. Oysa ataerkil sistemin bu denli saldırgan olmasının bir sebebi de yükselen ve güçlenen kadın mücadelemizdir.

Biz zayıf halka değiliz; tersine küresel bir sistemi en fazla zorlayan, en fazla meydan okuyan toplumsal gücüz! Bu gücümüzün bilincinde olarak, yaşadığımız çağın farkındalığı ile küresel ataerkil-kapitalist sistemin bizi yıldırmayı, pes ettirmeyi, boyun eğdirmeyi, teslim almayı amaçlayan her türlü ideolojik, politik, ekonomik, askeri, fiziki ve manevi saldırılarına karşı durabiliriz. Onu giderek daha fazla zayıflatıp kadın özgürlük mücadelesini, 21. yüzyıl kadın devrim çağının pratik öznesi kılabiliriz. Bu, öylesine sarf edilmiş bir cümle değildir; çağımıza kadın özgürlüğü, ekoloji ve demokrasi rengini verebilir, bunu sağlayacak kadın devrimini gerçekleştirebiliriz. Karşı tarafın saldırganlığı bile bunu kanıtlar niteliktedir. Kaldı ki devrim süreçleri kızgın mücadele ve direniş süreçleridir. Şimdiden böylesi kızgın bir mücadele sürecinin içindeyiz. Öyleyse karşı koyuşumuz da buna göre yakıcı bir nitelikte olmalı" denildi.

BİRBİRİMİZİ SAHİPLENMELİYİZ

"Sistem bizi yalnızlaştırmayı, tekleştirmeyi, izole etmeyi amaçlıyor. Çünkü kadınlar olarak gücümüzü birliğimizden, dayanışmamızdan, örgütlülüğümüzden aldığımızı gayet iyi biliyor" denilen KJK açıklamasında devamla şunlar belirtildi: "Öyleyse tek bir kadının tek başına kalmayacağı, yalnız yürümeyeceği düzeyde ağlaşmalı, en yerelden başlayıp birbirimizi kucaklamalı, sahiplenmeli, desteklemeli, savunmalıyız. Birinci adım bu.

İkincisi; ağlarımızı örgütlü yapılara dönüştürmeliyiz. ‘Özgürlüğün yolu örgütlülükten geçer’ bilinciyle yaşadığımız bütün sorunları, sağlıktan ekonomiye, hukuktan siyasete, toplumdan kültüre, basından spora, aileden ülkeye kadar, öz güce ve öz örgütlülüğe dayalı olarak çözmeyi, çözüm yolları geliştirmeyi esas almalıyız. Hangi sorun olursa olsun, kadının ortak aklı ve kolektif iradesi ile çözüm gücünü geliştirmeyi temel hedef yapmalıyız. Aştığımız her zorluk ile birlikte hem bireysel hem de kolektif düzeyde daha da güçlenmiş, bizi iradesiz kılmaya çalışan erkek egemenlikli sistemi zayıflatmış olacağız.

Üçüncüsü; erkek egemenlikli sistemle mücadelede ataerkil zihniyeti hedeflemeliyiz. Çünkü her türlü şiddeti yeniden üreten bu zihniyettir. İktidarcılık ve iktidar ilişkileri üzerinden yaşamın her alanına müdahil olan, bütün toplumsal dokulara sinen bu zihniyeti dönüştürmeden kazanımlarımızı güvence altına alamayız. Bunun için de iktidarcı eril zihniyeti derinliğine çözümlemeli, nasıl sistemleştiğini tahlil etmeli, kodlarını bilince çıkarmalı ve buna karşı radikal öz savunma gücümüzü inşa etmeliyiz. Asla kabul etmemeliyiz. İfşa etmeli, teşhir etmeli, tecrit etmeliyiz. Hem kadınlar olarak kolektif düzlemde kendimize hem de çevremize bu konuda bilinç kazandırmalıyız. Bu doğrultuda eğitim ve eylem planları oluşturmalıyız. Ataerkil zihniyeti kadınlar ve toplum nezdinde kabul edilemez, hoş görülemez kılmalıyız. Bunu yaparken bu zihniyetin milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik, dincilik, sömürgecilik ile bağını güçlü kurup, özgürlük zihniyetini inşa ederek karşı koymalıyız.

Dördüncüsü; kadın grup, örgüt, hareketler olarak özgürlük zihniyeti temelinde kendi sistemimizi inşa etmeliyiz. Kadınların demokratik özerk sistem inşası, özgürlük zihniyetinin yaşamsal kılınması anlamına gelecektir. Özerk yapılarımızı, Demokratik Konfederalizm temelinde yerelliklerimizi ve özgünlüklerimizi zayıflatmadan, yeni merkeziyetçi yapılar oluşturmadan ortak bir sisteme kavuşturmamız durumunda iktidarcı-devletçi yapılar marjinalleşecektir."

BİZ BÜYÜDÜKÇE ONLAR KÜÇÜLECEK

Egemen sistemin etki alanını daraltmak için kadınların kendi özgürlük alanlarını genişletmeleri gerektiği vurgulanan açıklamada son olarak şunlar yer aldı: "Biz büyüdükçe onlar küçülecek, biz güçlendikçe onlar zayıflayacak, biz çoğaldıkça onlar eksilecektir.

Bunun tam zamanıdır!

Kırım boyutunda yürütülen ataerkil saldırılar, kadınların özgürleşme arayış ve iddiasını azaltmıyor; tersine çoğaltıyor. Öyleyse yaşamın her alanını ataerkil zihniyet ve sistemle mücadele alanına dönüştürelim! Şiddetin her türlü biçimine el ele vererek karşı duralım!

El ele verip oluşturacağımız zinciri cinsiyetçiliğin, ırkçılığın, sömürgeciliğin geçemeyeceği bir duvara dönüştürüp özgürlük zihniyetimizi inşa edelim, dünya kadınlarının demokratik özerk sistemini kuralım!

Bunu yapabiliriz!

Çünkü zamanıdır!

Tarihin İkinci Büyük Kadın Devrimini gerçekleştirerek dünyanın her yerinde; Kürdistan’dan Minneapolis’e, Ciudad Juarez’den Kandahar’a, Hartum’dan Madrid’e kadar erkek egemen sistemi yıkmanın zamanıdır!"