25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele gününe ilişkin bir deklarasyon yayınlayan KJK Koordinasyonu, “25 Kasım’a biçtiğimiz temel anlam budur. Mademki kadına yönelik şiddet ve kadın kırımı faşist-ırkçı-popülist erkek iktidarlarının yükselişine paralel olarak artış gösteriyor, o zaman faşizme, işgale ve kadına yönelik şiddete karşı mücadelemizi de birleştirip ortaklaştırmalıyız. Bunun tam da zamanıdır” dedi.
KJK Koordinasyonu deklarasyonunda şunları belirtti: “Adı konulmamış sistem savaşlarının çağında yaşıyoruz. Kadına karşı, ilanı yapılmamış, adı konulmamış bir savaş hali var. Ataerkil şiddetinin ayyuka çıktığı bir dönemdeyiz. Her gün yüzlerce kadın erkekler tarafından katlediliyor. Her dakika onlarca kadın cinsel taciz ve tecavüze maruz bırakılıyor. Her saniye sayısız kadın şiddet ile yüz yüze kalıyor. Kadına yönelik şiddetin kaynağında, kadını mülkleştiren sömürgeci-ataerkil zihniyet yatıyor. Evrensel bir sistem olarak kendini örgütleyen bu zihniyet, yaşamın her alanında sürekli olarak kadına yönelik fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik, dijital ve bir bütünen yapısal şiddet biçimleri üretiyor. O nedenle ancak ataerkil zihniyet ve toplumsal cinsiyetçilik ile radikal bir mücadele sonucu kadına yönelik şiddetin önüne geçebiliriz. 5 bin yıldan beri giderek daha fazla boynumuzu sıkan, bizi nefessiz bırakan şiddet pençesinde daha fazla yaşayamayız. Yeter! Eril şiddeti kökünden söküp atmanın zamanıdır!
2020 yılının 25 Kasım’ını karşılarken, bugüne anlamını veren kadın direnişini anımsamamız ve hatırlatmamız gerekiyor. Patriar, Minerva ve Maria Teresa Mirabal kardeşleri, bundan tam 60 yıl önce ülkeleri Dominik Cumhuriyeti’ni faşizmden özgürleştirmek için mücadele ettiklerinden dolayı vahşice katledildiler. Onlar, Trujillo diktatörlüğüne karşı direnişin aktif bir parçası oldukları için kaba şiddet ile öldürüldüler. Dolayısıyla Mirabal kardeşlerinin anısına 25 Kasım olarak belirlenen Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, aynı zamanda faşizme karşı kadın direniş günü olarak da ele alınmalı. Zira Mirabal kardeşlerinin katli, faşizm-şiddet-kadın düşmanlığı arasındaki kopmaz bağı net bir biçimde gözler önüne seriyor.
FAŞİZM ÖNCE KADINA SALDIRIYOR
Bugün de dünyanın dört bir yanında kadınlar, faşist eril iktidarlara karşı direniyor. Kuzey Kürdistan ve Türkiye’den Filipinler’e, Brezilya’dan Macaristan’a kadar kadınlar, özgür yaşam mücadelesinin öncülüğünü yürütüyor. Tam da bu nedenden ötürü en ağır baskılar ve sınırsız bir şiddet ile karşı karşıya bırakılıyorlar. Bunun bir sebebi, faşizmin kadın düşmanı karakteridir. Diğeri ise, günümüz kadın mücadelelerinin genel demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin öncü dinamiğini oluşturuyor olmasıdır. Faşist rejimler, bunun gayet farkında oldukları için, toplumsal demokrasi mücadelelerini sindirmek amacıyla öncelikle kadınlara saldırıyor.
Kadın öncülerini hedef alarak toplumsal direnişleri kırmayı hesaplıyorlar. Kobanê’de Kürt kadın hareketi temsilcileri Zehra Berkel, Hebûn Mela Xelîl ve Emine Weysi’nin Türk dron saldırısıyla suikast edilmeleri, Yürütme Konseyi üyemiz Leyla Wan’ın hedef alınarak Türk ordusunca katledilmesi, Meksika’da kadın belediye başkanı Florisel Rios’un çetelerce kaçırılarak öldürülmesi, Kolombiya’da sözde barış sürecinde, barış adına mücadeleci kadınların sistematik bir şekilde katledilmeleri, siyah kadın Breonna Taylor’un ABD’de polis tarafından evinde kurşunlanarak öldürülmesi ve bunun gibi sayısız kadın kırımı bu çerçevede de okunmalıdır.
Faşizmin günümüzde bu denli yükselişe geçmesinin sebebi, kapitalist modernite ile ontolojik bağıdır. Aynı şekilde faşizm ile kapitalizmin üçlü sacayağından biri olan ulus-devletle de ontolojik ilişkisi var. Yani faşizmin varlığı kapitalist moderniteye ve onun ulus-devletine bağlıdır. Aynı şekilde kapitalist modernite de faşizm üzerinden kendini var kılıyor. Ortadoğu merkezli devam etmekte olan 3. Paylaşım Savaşında ulus-devletlerin faşizan karakterleriyle öne çıkmaları bununla ilintilidir.
MÜCADELECİ KADINLARI SELAMLIYORUZ
Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi olarak bugün eril şiddete karşı direnen, faşizme ve işgale karşı mücadelenin içinde ve önünde yerini alan bütün kadınları, ataerkil sistemi sarsan ve korkutan, ona geri adım attıran ve varlığını tehdit eden bütün kadın mücadelelerini selamlıyoruz! Kürdistan’ın dört parçasında erkek-devlet şiddetine karşı öz savunmasını yükselten ve ‘Kadın Kırımına Karşı Özgür Kadın ve Toplumu Savunma Zamanı’ başlıklı hamlemize katılan Kürdistanlı kadınları ve dostlarımızı selamlıyoruz! İran rejiminin ve bütün diğer devletlerin zindanlarında tecrit, işkence ve idama karşı direnen siyasi tutsak kadınları, Rojava’dan Filistin’e kadar işgale karşı toprağını savunanları, kadın kırımı pandemisine karşı Ni Una Menos diyerek katillerin yargılanıp cezalandırılmasını sağlayan mücadeleci kadınları, ABD’de Black Lives Matter hareketine öncülük eden kız kardeşlerimizi selamlıyoruz! Sizin mücadeleniz bizim, bizim mücadelemiz sizindir! Hepimizindir! Öyleyse birleşelim!
Kadın kırımı, sadece devletler, paramiliter güçler veya çeteler eliyle işlenmiyor. Ataerkil zihniyet nasıl ki toplumun neredeyse bütün hücrelerine sızıp dokusuna sinmişse, onun sonucu olarak eril şiddet de yaşamın her alanında kadın iradesine ve varlığına kastediyor. Covid-19 salgını ile birlikte büyük artış gösteren kadına yönelik eril şiddet, çağımızın esas pandemisini oluşturuyor. Sadece bu yıl içinde yaşananlar bile erkek egemen zihniyetin gerilemeyip, aksine çok daha hızlı ve şiddetli bir şekilde kendini yeniden ürettiğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla görüyoruz ki kadınların dünya çapındaki eşitlik ve özgürlük mücadelesine paralel bir şekilde ataerkil zihniyet ve onun sistemi kadın kırımını yoğunlaştırıyor.
AKP-MHP KADINLARA KARŞI ÖZEL SAVAŞ YÜRÜTÜYOR
Bu kırımın failleri olarak toplumsal alt yapı olarak çevremizdeki erkekler ile üst yapı olarak devlet birbirlerini nasıl da tamamlıyorlar! Kadınlara karşı cinayet, şiddet, taciz ve tecavüz uygulayan erkekler, dünyanın her yerinde şu veya bu düzeyde devlet tarafından korunuyor, kollanıyor, hatta teşvik ediliyor! Suç, şiddet mağduru kadında aranırken, fail erkeklere ise anlayış gösteriliyor, suçları gerekçelendiriliyor, ‘tahrik’ adı altında ceza indirimlerine gidiliyor. Görüyoruz ki ortada bir sistem var, sistematik bir durum var, kadına yönelik şiddet konusunda erkek-devlet işbirliği var. Bu gerçek, dünyanın her yerinde eril şiddet mağduru kadınların önüne çıkıyor.
Yani özgürlük bilinci ve arayışı artan, dolayısıyla mücadelesi büyüyüp güçlenen kadın gerçeği karşısında ataerkil zihniyet ve onun sistemi, oldukça örgütlü bir karşı koyuş içerisinde. Ülkemiz Kürdistan’da ve Türkiye’de faşist AKP-MHP rejimi tarafından kadın iradesine karşı yürütülen sistematik savaş buna örnektir. Özellikle de Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketinin öncülük ettiği devrim hareketini tasfiye etmek amacıyla AKP-MHP rejimi hem Türk devlet sınırları içerisinde hem sınır ötesinde kadınlara karşı tam bir özel savaş politikası izliyor. Siyasetçi ve aktivist kadınlar gözaltına alınıp tutuklanıyor, kadınlar tecavüz edilip katlediliyor, Rojava’da TC işgali altındaki Kürt şehirlerinde kadınlar köleleştirilip satılıyor, öncü Kürt kadınları suikast ediliyor! Türk devleti, pandemi sürecinde Kürt özgürlük hareketine karşı sürek avını yoğunlaştırıp artık neredeyse günlük olarak siyasetçilere karşı tutuklama operasyonları yürütürken, Covid-19’u gerekçe yapıp cezaevlerindeki kadın katillerini ve şiddet faillerini ise dışarıya saldı. Bunun sonucu olarak Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da her gün en az bir kadın erkekler tarafından katlediliyor. Bu açıdan bakıldığında Türk devletinin, zaten uygulamadığı İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını çekmek istemesi şaşırtıcı değil; ki şimdiye kadar imzasını çekmemesinin yegane sebebi, Türkiye ve Kürdistan’daki kadınların ortak direnişi ve örgütlü tutumudur.
KADINLAR DİRENİYOR
Bu ise kadınlar olarak yaşadığımız realitenin diğer adıdır: Direniş ve örgütlü mücadele! Ataerkil, kadın düşmanı, faşist ve ırkçı sistemin her türlü şiddeti ve kırım saldırıları karşısında direniyoruz. Direnişimizle sonuçlar elde ediyor, kazanımlar sağlıyoruz! Arjantin’de kadınların “benim bedenim benim kararım” çerçevesinde yürüttüğü direniş sonucu kürtaj hakkı yasa tasarısı parlamentoya döndü. ABD’de kadınlar cinsiyetçi Trump’ın ikinci kez Başkan olmasını engelledi. Belarus’ta kadınların öncülük ettiği direniş sonucu diktatör Lukaşenko iktidarının hiçbir meşruluğu kalmadı, kadınlar böylece bir dönemin sonunun fitilini yakmış oldu. Hükümetin tıpkı AKP gibi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak istediği Polonya’da kadınlar, bedenleri üzerindeki karar yetkisinin gasp edilmesine karşı direnişte. Bu örnekler, yükselen ırkçılık, faşizm ve kadın düşmanlığı arasındaki bağı gözler önüne seriyor. Görüyoruz ki dünyanın neresinde ırkçı-faşist rejimler yükseliyorsa, orada paralel bir şekilde kadın iradesine, özgürlüğüne, yaşamına yönelik saldırılar öne geçiyor. Ne kadın devriminin gerçekleşme olasılığının yükseldiği çağımızda ırkçı-faşist rejimlerin yükselmesi tesadüftür, ne de bu rejimlerin altında kadın kırımının yoğunlaşması.
Öyleyse ırkçılık, faşizm ve kadın kırımı arasındaki organik bağı görüp birleşik direnişi örmek her zamankinden daha elzem ve acil bir ihtiyaçtır. Evrensel bir olgunun yerel ifadeleri ile karşı karşıyayız. O nedenle yereldeki mücadelelerimizi ortaklaştırmamız stratejik önemdedir. Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi olarak örgütlü olduğumuz her yerde yeni bir mücadele hamlesi başlattık. Bu hamlemiz ile Kürdistan Özgürlük Hareketinin konfederal örgütü KCK’nin ‘Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ hamlesini tamamlıyor, kadınlar olarak öncülüğünü üstleniyoruz. 25 Kasım’da Kürt kadınları yaşadıkları her yerde kadın kırımına karşı meydanlara çıkıp hamlemizi bir üst aşamaya taşıyacaktır. Bu temelde Kürdistan ve yurtdışında yaşayan Kürdistanlı kadınları, güçlü ve etkili eylem-etkinlikler ile ataerkil zihniyete meydan okumaya çağırıyoruz.
Ayrıca KJK olarak 25 Kasım vesilesiyle dünyanın dört bir yanında faşizm ve işgal saldırıları altında özgür yaşamı savunma mücadelesi veren bütün kadınlara, direnişlerimizi ortaklaştırma çağrısında bulunuyoruz. Ancak birleşik bir örgütlü mücadele ile sonuç alabilir, faşist-eril iktidarları zayıflatıp yenebiliriz. Ki onlar da birbirleriyle dayanışıyor, birbirine sahip çıkıyor, birbirini kolluyor. Dolayısıyla kadın, doğa, toplum, yaşam düşmanı faşist cepheye karşı kadınların birleşik özgür yaşamı savunma cephesini örgütleyip ortak direnişi yükseltelim! Bu yılki 25 Kasım’a biçtiğimiz temel anlam budur. Mademki kadına yönelik şiddet ve kadın kırımı faşist-ırkçı-popülist erkek iktidarlarının yükselişine paralel olarak artış gösteriyor, o zaman faşizme, işgale ve kadına yönelik şiddete karşı mücadelemizi de birleştirip ortaklaştırmalıyız. Bunun tam da zamanıdır!
KADIN KIRIMINA KARŞI ÖZGÜR KADIN VE TOPLUMU SAVUNMA ZAMANI
KJK olarak hamlemizin adını ‘Kadın Kırımına Karşı Özgür Kadın ve Toplumu Savunma Zamanı’ olarak belirlememizin başlıca nedeni, kadına yönelik şiddeti toplumsal bir sorun olarak ele almamızdır. Nasıl ki toplumun özgürlük düzeyini belirleyen kadının özgürlük düzeyi ise, kadına yönelik şiddetle birlikte aslında toplum da vuruluyor, dağıtılıyor, parçalanıyor, temel değerlerinden boşaltılıyor. O nedenle şiddetin önünü almak için kadınlar olarak bütün toplumu kendi mücadelemize taraf kılmamız, şiddetle mücadeleyi toplumsallaştırmamız gerekiyor. Bununla birlikte erkeklere de çağrı yapıyoruz: Faşizmin ortağı, işbirlikçisi olmayın! Kendinizi ataerkil zihniyetin zehrinden kurtarın! Bu konuda en çok örnek alınması gereken kişi, erkeklik ideolojisi ve ataerki zihniyet konusunda en fazla derinleşip, ‘erkeği öldürmek’ felsefesini ve pratiğini kendi kişiliğinde geliştiren Önder Abdullah Öcalan’dır. ‘(Egemen) erkeği öldürmek’ten kasıt, kendi kişiliğinde iktidarcılığı, egemenliği, sömürüyü, eşitsizliği aşabilmek, yok edebilmektir. Önder Apo, kendinden başlamak üzere devrimci erkeğin, hatta toplumdaki bütün erkeklerin önüne dönüşüm sorun ve görevini koydu. 22 yıl önce, en büyük devlet suç örgütü olan NATO tarafından kaçırılıp esir alınması ve o günden bu yana ağır tecrit koşulları altında tutulması, bir yanıyla da cins sorununa bu benzersiz yaklaşımı nedeniyledir. KJK olarak bu vesileyle komplocu güçleri bir kez daha nefretle kınarken, dünya kadınlarını Önder Apo’nun özgürlüğü için verdiğimiz mücadeleye güç ve destek sunmaya, hatta onun aktif parçası olmaya çağırıyoruz.
ÖZGÜRLÜK İÇİN ÖRGÜTLÜLÜK VE ÖZ SAVUNMA ŞART
Kadına yönelik eril şiddetle mücadelenin yegane yolu, kadın örgütlülüğü ve öz savunmasını inşa etmektir. Eril şiddet ve saldırıların yaşamın her alanına sızdığı günümüzde kadın öz savunması şarttır! Tek bir kadın savunmasız olmamalı! Bunun diğer anlamı şudur: Tek bir kadın örgütsüz olmamalı! Ancak örgütlenerek, örgütlü bir gücün parçası olarak öz savunmamızı geliştirebilir, şiddetin her türlüsüne karşı koyabiliriz. Şunu iyi bilmeliyiz ki bireysel kurtuluş yoktur. Kadınlar olarak eril sisteme karşı birliğimizi inşa ettiğimiz oranda ataerkil saldırılardan kurtulabiliriz. Yani özgürlük için örgütlülük şarttır. Örgütlenerek özgürleşebiliriz! Örgütlenerek özgürleştirebiliriz!
Bu temelde 2020 yılının 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü vesilesiyle Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi olarak dünyadaki kız kardeşlerimize ve yoldaşlarımıza çağrımız, başta faşizm olmak üzere eril şiddetin bütün biçimlerine karşı mücadelemizi ortaklaştırıp dünya kadınlarının direniş cephesini inşa edelim. Biz buna Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi diyoruz. Her karış toprağı saran, solduğumuz her havaya sinen eril şiddete karşı özgür yaşam alanlarımızı yaratmalıyız. Ki en büyük kadın öz savunması, özgür yaşam alanlarının yaratılmasıdır. Öyleyse bu mücadele gününü sadece bir şeye karşı değil, aynı zamanda bir şey için direnişi yükseltmeye vesileye kılalım: Kadın kırımına karşı özgür kadın ve özgür toplumu savunalım, özgür yaşamı inşa edelim! Kürdistan’dan Meksika’ya, Filistin’den Polonya’ya, Amerika’dan Hindistan’a ve ötesine kadar hep birlikte haykıralım: Jin Jiyan Azadî!”