Öncelikle böyle bir konferansa katıldığım için mutluyum. Dünyanın tüm kıtalarından akan kadınlar bir arada olmanın sevinciyle, topraklarının renklerini taşıyan cıvıl cıvıl halleriyle, omuzlarına dökülen tel tel saçlarıyla, doyasıya gülüşleriyle patriarkaya meydan okudular. Salon dünyanın her yerinde erkek- devlet şiddetiyle katledilen kadınların resimleriyle doluydu. Bir taraftan Nagihan Akarsel bir taraftan Jina Emini ve Sakine Cansız... Daha bilinmeyen, resimleri olmayan binlerce kadının ahını, acısını dillendirme ve özlemlerini yerine getirme sözü veren yüzlerce kadın...
Kadınları yaşamla, ağaçla simgeleyen kumaşlar üzerine çizilmiş resimler, kadın kırımına karşı adeta nefes veriyordu katılımcılara... ‘Gerilla kız kardeşlerimizle birlikteyiz’ pankartı toprağın dağlarla buluşması, direnenlerin dağlı kadınlara selamıydı. Onlar’dı yüzyılımızın kurtarıcıları, Onlar’dı bu çağın tılsımı, Onlar’dı gülüşlerimiz ve aşkımız...
Kadınlar her yerde farkındalıklarını konuşturuyorlardı. Verili olan her şeye karşı olmak güzeldi. Yerde oturanlar, adeta akademi dünyasının sıralarına meydan okurcasına dinlemeyi tercih ediyorlardı. Can kulağıyla dinleyenler, not alanlar, yanlarında taşıdıkları ev yapımı atıştırmalıklarını paylaşmaktan da geri durmuyorlardı. Perulu bir kadının benimle paylaştığı kurabiyesi hala damak hafızamda... Gözlerimizin mavi ışığı birbirine geçen İskoçyalı bir kadın, ülkelerinde erkeklerin kötülüklerinden koruması için bana verdiği kötülük kıran kolyenin, tanrıların gazabından biz kadınları koruyacağı kesin...
Ve başladı kadınlar yaşam ayetlerini dillendirmeye
Konferans, Kürt kadın hareketinin dış ilişkiler sorumlusu Melike’nin açılış konuşmasıyla başladı. Kadınların ‘’Sınırlar, diller, iklimleri ve coğrafyalar arasındaki mesafeleri yüreklerinin yakınlığıyla kapattıklarını’’ söyledi... Birbirine inanmak birlikte çalışmak için göğün altında olmak yeterlidir. Bu yüzyılın kadın devrimini olacağının ayak seslerini duyuyoruz. 41 ülkeden kadınlar dünyayı değiştirecek ve biz Kürt kadınlarının emeği, özgürlük ideolojisi kadınların tek alternatifi olacak diyerek salona gençliğinin enerjisini taşıdı.
Kürt kadınlarından Nilüfer Koç; Jina-Emini’yi, on bir kurşunla katledilen Nagihan Akarsel’i ve kimyasalla şehit düşen kadın direnişçileri anarak söze başladı. Erkeklerin emek sömürüsüne, savaş severliklerine, lanet yağdıran ulus devletlerinin kadın-doğa ve toplum kırımına JİN-JİYAN-AZADİ’nin özgür yaşam ve toplum formülünün son vereceğini dillendirdi. Ve salondan yüzler haykırdı;
JIN-JİYAN-AZADİ, BIJİ BERXWEDANA GERİLLA, BIJİ SEROK APO..
Sonra Latin Amerika’ya gittik;
Ey dünyanın kendilerini efendi sayan erkekleri, kadın, doğa, kültür ve toplum kırımınıza karşı buradayız, dedi kadınlar... Sizden korkmadığımız için korkuyorsunuz. Yerliyiz, Abya Yalayız, MAYA’yız. Toprağın ruhuyuz, kalp atışlarının ritmiyiz. Topraklarımızı korumayan, şirketlere peşkeş çeken kurnaz erkeklerden utanıyoruz. Onların ekmeğinin boğazımızdan geçmesini günah sayıyoruz. Kutsal toprak anamızın cadılarıyız. Babaları dinlemiyoruz. Büyük analarımızın hikayeleriyle , anacıl enerjileriyle geleceğimizi örüyoruz. Erkeklerin sahte geçmiş ve geleceklerine kulak asmıyor, yaşamımızı doğal inancımız ve bilincimizle örüyoruz. Biz yerlilere egemen kafalarınızla isimler takmayın. Biz anaç kültürümüzün taşıyıcıları ve kurucularıyız. Biz özümüzün varlığıyız, siz yabancılaşan kukla insancıklarsınız... LOLİTA CHAVEZ doğal enerjisinin güzelliğiyle hepimize seslenerek ‘içinizdeki ses, cadılığınız sesidir, o her zaman sizlerledir, onun sezgisine güvenirseniz erkeklerin boğucu, yıkıcı seslerinden kurtulursunuz’. Dedi. MAYA’lı anamız Kürdistan’da kimyasal silahlara karşı gece gündüz mücadele eden kız kardeşleri gerillalar için oturduğu divanda küçük bir ateş yaktı. Küllerini GUATEMA’LA dan ZAP’ın suyuna, dağlarına döktü. Yerli kadınlarının ateşinin gerillaları ısıtması, koruması için kalbinden dökülen dualar etti. Hepsinin alnına yıldızlar taktı. Ve sevgisini göğe uçurarak Sara ve Ruken’in kanatlarına kondurdu.
Lolita doğal, sade olanın dili olduğundandır ki hepimizin yüreğine su serpti ve kadim ruhumuz ve bilgeliğimizin gücünü tattırdı bizlere...
Her bir konuşmacı ülkesinde yaşanan kadın ,doğa ve emek kırımına dikkat çekti. MARİAM RAWİ Taliban’ın Afgan kadınlara yaptıklarını anlatınca, DAİŞ’in Rojava’da, Şengal’de, Irak’daki zulmü hepimizin gözleri önünde canlandı. Karalara bağlanan, eğitim, çalışma, dans etme, şarkı söyleme hakları ellerinden alınan Afgan kadınlarının özgürlük mücadelesine ilham olan Rojava’lı, Rojhilatlı Kürt kadınlarının sihirli formülünden aldığı feyz yüzündeki bilgeliğe ve inanca yansıyordu. Kadınların acıları bir, yürekleri evren kadar, zebanileri erkek egemenliği, cennetleri ise kendileri, farkındalıkları, arkaik bilgelikler ve sezgileri...
RENKLİ İPLER YAŞAM AĞACIMIZA BAĞLANDI
Sadece söylemden değil birazda solunan havadan, konferans içindeki renkli anlardan da biraz dilimin döndüğünce bahsedeyim. Söz başlamadan önce akıl ve duygunun sentezi bilimimiz JİNEOLOJİ, her bir coğrafyadan kadınların taşıdıkları renkli ipleri elden ele taşıyarak, kağıttan yapılmış ağaca bağladı. Bu ağaç bizim ağacımızdı, yılan biz, elma biz, yapraklar biz’dik ve kimseyi kovmuyorduk. Böylece yaşam kadınların elleriyle örülerek, köklere düğümlenerek, JİN-JİYAN AZADİ sihriyle yeşertildi. O esnada LATİN AMERİKA’DAN gelen bir kadın çocuğunu emziriyor, Alevi kadınlar üzerlerine kimyasalla şehit düşen gerillaların isimlerini nakşettikleri kumaş bezleri dağıtarak, her kadının duygusunu dokumasını istiyorlardı. Ağaca bağlanıncaya kadar renkli iplerin altına yaşam örülmeye başlanmıştı bile... Gazeteciler yine koşturuyorlardı, yetiştirmenin derdindeydiler. Kamera, kulaklık, mikrofon, klavye yarış halindeydi. Erkek kameraman ve teknik ekibe iplerin altında sert bakışlar fırlatılıyordu. O yüzden kuyularda köşelerde, salonda oldukları halde görülmemeye çalışıyorlardı. Çünkü her şey kadınca olmalıydı...
Moderatör Meghan cıvıl cıvıldı, Amerikan aksanıyla sempatik bir Kürtçe konuşuyordu. ‘Televizyonda ve yazılan çizilenlerden öğrendiğim için Kürtçe’nin yaşam dilini bilmiyor, akademik konuşuyorum’ diyordu. Efrînlilerle kalmıştı, bu coğrafyanın yaşadığı kırımı birebir görmüştü. Zeytinlerin kutsiyeti onu da sarmıştı bu topraklara...
Kadınlar birbirini gördükleri birlikte oldukları ve dayanıştıkları için çok mutlu görünüyorlardı. Beraber yemek sırasına girerken hiç tanımadığım, dillerini bilmediğim kadınlarla beden diliyle tüm derdimizi anlatıyorduk. Kız kardeşlerimizin telepatisi mükemmeldi. Akademisyeni, öğrencisi, işçisi, ekolojisti, çiftçisi, yazarı çizeri, sosyoloğu yaşama dair her şeyin uyumu oldukça harmonik, eğlenceli ve umut vericiydi... Yemeden de doyuyor tadındaydık... Yemekler bazı etseverlerin hoşuna gitmese de son derece ekolojikti, ince düşünülmüştü. Fazlalık oluşturacak, doğayı kirletecek, tüketimi artıracak, hiçbir fazlalık yoktu. Çok da acıkmıyorduk, ruhlarımız, fikriyatımız yetiyordu...
Aralardaki sohbetler o kadar sıcaktı ki salona toplamak için AGIRİ arkadaşımız fazlaca zorlanıyordu. Elinde mikrofonu olduğu halde sesi kısılmıştı. Toplanınca da herkes pür dikkat konuşmacıları dinliyordu. Toplanınca dağılmıyor, dağılınca toplanmıyordu. Konuşmacıların İngilizce konuşmaları, anında KÜRTÇE ve diğer dillere çevriliyordu. Kürt kadın hareketinin öncülüğünde organize edilen her şeyi övünmek gibi olmasın görülmeye, yazılmaya, çizilmeye değerdi. Güzelliklerimizi de paylaşalım, çoğalsınlar diye..
Öğlen arası kitap, broşür dağıtanlar, kadınların süs ritüelleri için sergi açanlar ve takıları deneyenler, boncuklar ve iplerle yaşamın bağını kuranlar da renkli karelerdi.
DENEYİMLERİ PAYLAŞMA ZAMANI
Öğleden sonra atölyeler başlamıştı. Herkes atölyesini seçerek, atölyelerine geçmişti. Ekolojiden eğitime, kültürden, göçe, sağlıktan, ekonomiye kadınlar ve yaşama dair her konuda atölyeler vardı. Bu atölyelerde kadınlar ülkelerindeki eğitime, kültürün korunmasına, ekonominin kadın eliyle komünal örgütlemesini ve elbette ki doğanın korunmasına dair deneyimlerini paylaşıyorlardı.
Kültür ve dilin korunması atölyesinde BASK’ta da dengbêj kadınların olduğunu öğrendik. AMAZİG’li genç bir kadının sade anlatısından kendi dilinde şiirler dinledik. Amazig halkı ‘şiir halkı imiş’, direnişi dili böyle imiş. Parçalanan, yok edilen kültürlerini, topraklarını mısralara dökerek anlatırlarmış. Kürt kadınları da kadim dilleri ve kültürlerini Zazaca-Kirmancki anlattılar. Dağların dilini tüm kadınlar dikkatlice dinledi ve dağlara huşularını gönderdi.
Ekoloji atölyesinde yazar Deniz Bilgin’den KÜRTLERİ’N otantik, animist düşün ve duygulanım dünyasın dinledik. Dağ halkı KÜRT’lerin suyla, ağaçla nasıl dertleştiklerini zarar vermeden dokunduklarını, doğal-doğa merkezli inançların Türk sömürgeciliği tarafından nasıl yok edildiğini ve ormanlarımızın nasıl yakıldığını, doğamızın nasıl talan edildiğini dinledi ekoloji sevenler. Birlikte tekrarladılar. Kadın ve doğanın birliğini ve özgürlüğümüzün özümüze dönüşle gerçekleşeceğini..
Ekoloji atölyesine ilgi fazlaydı. Deniz, konuşmasının sonunda katılımcılara ZAP’ın kadın direnişini anlattı. Şehit düşen Rojhılat’lı Mizgin arkadaşın doğayla bağını, dağlarla, taşlarla konuşmasını ve inanç gücünün kadim seslerle birleşmesinin güzelliğin taşırdı kadınlara...
Atölyeler de kadınların fikirleri, duyguları uçuştu. Bilgeliğin meyvesini ısırdı kadınlar... fikrimizi, doğamızı, ekonomimizi nasıl öreceğimizin fikriyatı oluşturuldu. Artık biraz dinlenme, zamanı...
Akşam saatlerinde bu büyük organizasyonunun emektarları Berlin Dest-Dan Kadın Meclisi üyeleriyle biraz sohbet etme imkanım oldu. Konuşmuyordu onlar, oradan oraya koşturuyorlardı. Eee kolay değil sekiz yüz kadını beslemek, yerleştirmek ve tüm ihtiyaçlarını karşılamak. Onlar baş tacıydılar. Onlar nasırlı elleriyle bizi kutsayanlar. Onlar salona girişimizde bizlere pozitif enerjileriyle dokunan güzel, karınca kadınlardı. Şirin, yorulmak bilmez, en son yatan, en son yiyen, en son oturandılar.
İlk günün sonunda verilen konser mükemmeldi. Canlı yayınlarımız evlerimize de taşırdı bu ezgileri.. Kuğu gibi olan arbane çalan kadınlar salonun değişik yerlerinden arbanelerini vurarak sahneye geldiler. Yelda Abbasi sazıyla jin- jiyan azadi sloganıyla girdi sahneye.. Jina Emini’yi anarak başladı müziğine. Nagihanı ekledi. ‘Artık kadınlar katledilmesin ve biz onlar için ağıt yakmayalım’. Gülsünler kadınlar, dut ağaçlarına sırtlarını dayayarak, türkü söylesinler, yıldızlarla buluşsun ezgileri, güneşten dökülsünler...
Akşam olunca yok öyle kapitalist alışkanlıklar, kapitalistçe tüketimler... Herkes Kürt kadınlarının evlerine yerleştirilmişti, bu çalışkan yurtsever kadınlar tarafından... Kürt yurtseverliğinin misafirperverliği takdire şayandı. Bizim ekip Midyatlı bir ailede kaldı. On kişiydik. Bir o kadar basın için malzememiz vardı. Ama yoldaşımız o kadar kadına yemek yapmaktan, yerlerini düzenlemekten hiç çekinmiyordu. Hoş sohbetiyle, evini bizim evimiz yapmakla, kadınların kadınların yurdu olduğunu bir kez daha yaşamlarımıza dokundurdu. Ve bugün başladı. Harıl harıl kadınlar yine girişti. Çay hazırlayanlar, sunum için fikir teatisi yapanlar, iki gün hiç oturmadan kamera çekenler, haber geçirenler ve benim gibi gözlemleyip yazanlar...
Özlenen yaşam mucizeyle değil devrimle olacak, bugünü yazmak üzere...