Ozan: Kimse bizi yurdumuzdan koparamaz

İdeolojik, askeri ve siyasi olarak bu kadar güçlenip örgütlenen Kürt kadını ve halkının yurdundan koparılamayacağını vurgulayan PAJK Meclis Üyesi Tekoşîn Ozan, “Ülkemiz, toplumsallığımız, ahlakımız ve özgürlüğümüzdür” dedi.

PKK içerisindeki kadınların bu kadar güçlenmesinin temelinde özgür düşünme ve özgür karar verme zemini olduğunu belirten PAJK Meclis Üyesi Tekoşîn Ozan, “Nasıl ki yurdundan koparılan halklar yabancılaşıp yavaş yavaş yok olurlarsa egemenlik altındaki kadınlar da kimliksizleşir. Bunun tersi olarak nasıl ki halkların özgürlüğü için özgür vatan temel bir gereklilik ise kadınların özgürlüğü için de özgün kadın zeminleri ilkesel bir gerekliliktir” diye konuştu. 

PAJK Meclis Üyesi Tekoşîn Ozan, 8 Mart vesilesiyle ANF’nin sorularını yanıtladı. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, kadın kurtuluş ideolojisini 8 Mart 1998’de ilan etti. Anlamı neydi ve temel ilkeleri nelerdir?

Kadın özgürlük sorunu çağımızın temel sorunudur. Uygarlık tarihi boyunca ağırlaşarak günümüze gelen kadın özgürlük sorunu, artık bütün toplumsal çelişkilerin özü olarak öne çıkmıştır. Tabii bu durum kadınların özgürlük mücadelesinin açığa çıkardığı bir gelişmedir. Kadın özgürlüğü insanlığın en köklü sorunudur. Güncel bazı hukuki haklara sığdırılamaz. Kadın özgürlüğünden söz etmek, aynı zamanda toplumsal özgürlükten söz ediyor olmaktır. Rêber Apo, Kürt halkının ulusal diriliş mücadelesini sosyalist devrimci bir karakterde başlattığı zaman, kadının düşürüldüğü kölelik uçurumundan çıkarılmadan toplumsal özgürlük devriminin geçici sonuçlar doğuracağını fark etti. Bu farkındalıkla başından beri kadın özgürlüğüne büyük bir ciddiyetle yaklaştı. Mücadele süreci boyunca yoğunlaşmaları derinleşti ve 90’larda kadın sorununun kendi başına bir ideolojiye sahip olması gereğini ortaya koydu. Kadın kurtuluş ideolojisinin kadınlar tarafından derinleştirilebileceğini ifade ederken beş temel ilkeyi yol haritası olarak belirledi.

YURTSEVERLİK, VAROLUŞ MÜCADELESİDİR

* Birincisi özgür yaşayabilmek için egemenlik altında kalmayı reddederek yurdunu özgürleştirmekti. Yurtseverlik olmadan, özgür yaşanabilecek bir toprak olmadan nasıl bir özgürlükten söz edilebilir? Egemenlik altında özgür yaşam olamaz. Kurdistan binlerce yıl çeşitli güçlerin zulmüne, asimilasyonuna, katliamlarına maruz kaldı. Kürtlere ancak kültürlerinden, dillerinden, inançlarından vazgeçmeleri halinde yaşama hakkı tanındı. Savaşlarda Kürt kadınlarının payına düşen sadece katliam değildi. Ganimet olarak alınıp satıldılar, yabancılaştırıldılar, hakikatlerinden koparıldılar. Bu durumun bariz örneklerini bu yüzyılda her boyutuyla yaşadık, yaşıyoruz. Türk devletinin saldırıları sonucu Dersim’de karınlarındaki çocukları deşilerek katledilen kadınları, kaçırılıp askerlerin paylaştığı küçük kızları hangi Kürt unutabilir? Teslim olmayanlara ya şikeftlerde kimyasal gazlarla zehirlenmek ya diri diri yakılmak ya da teslim olmamak için Munzur sularına kendini atmak kalıyordu. Katliam silsilesi Kurdistan’ın bütün bölgelerinde sürdü. Yetmedi, Şark Islahat Planı’nda Kürtleri asimile edip kültürel olarak tamamen yok etmenin politikaları devreye konuldu. Özellikle şimdi depremin yaşandığı Fırat’ın batısında kadınların Kürtçe konuşması, Kürt kültürünü yaşatması kesinlikle yasaklandı, bunun için özel uygulamalar yapıldı. Hala Türkiye’de Kürtçe konuşmak, Kürtçe şarkı söylemek, inançlarını Kürtçe yaşamak, Kürtçe düzenli eğitim görmek, Kürtçe basın yasak. Bazı yasalarla kısmen yasaklar kaldırıldı gibi gösterilse de, Kürt dili ve kültürü Türkçülüğe hizmet ettiği oranda kullanılabildi. Özgürce, doğal yapısıyla değil. Fiziksel soykırım ile kültürel soykırım birbirini tamamlayacak tarzda iç içe yürütülüyor. Düşünelim ki; bu koşullarda hangi kadın, hangi Kürt, hangi erkek, hangi çocuk özgür yaşayabilir? Kültürüne yabancılaşmadan, kendine ihanet etmeden nasıl varlığını sürdürebilir? Bu zulüm koşullarında hangi toplum özgür ilişkiler kurabilir? Kuramaz. Çocuklarına bin yılların deneyimini aktaramaz. Doğru sevemez, doğru yaşayamaz. Yani yurtseverlik ilkesi kadınlar için zihinsel, ruhsal, düşünsel, yaşamsal olarak kökleri üzerinde varlığını sürdürmek anlamına gelir. Yurtseverlik, soykırıma karşı var oluş mücadelesidir.

ÖZGÜR İRADE VE ÖZGÜN ZEMİNLER

* Kadın Kurtuluş İdeolojisi'nin ikinci ilkesi; kadınların özgür düşünmesi ve özgür iradeye sahip olmasıdır. Dilinin kültürünün yasak olduğu, emeğinin sömürüldüğü, tarihsel bilincinin, hakikat bilincinin engellendiği koşullarda özgür düşünemeyen kadının özgür bir iradesi de söz konusu olamaz. Erkek egemen sistemin en örgütlü olduğu devlet ve iktidar zeminlerinde kadınların özgür olması mümkün değildir. Rêber Apo, kadınlar için hiçbir egemen zihniyetin giremediği özgün eğitim, özgün yaşam ve özgün mücadele alanları oluşturdu. Kadınlar kendi sorunlarını özgün zeminlerinde tartıştı, özgün zeminlerde her şeyi kadın bakış açısıyla sorgulayıp yeniden tanımladı. Kadınlar hakkında sadece kadınlar karar verdi. Erkek egemen zihniyetin müdahale etme zemini ortadan kaldırıldı. Kadının örgütlü yapıları içerisinde sadece kadın olmaktan kaynaklı sorunlar tartışılmadı. Ulusal sorunlar, evrensel sorunlar, ekolojik sorunlar, kadın penceresinden ele alındı, direnişin kadın tarzı geliştirildi, siyasi gelişmeler kadın bakış açısıyla yorumlandı, toplumsal sorunlara kadın özgürlükçü çözümler üretilmeye çalışıldı. Dışarıdan bakanlar, PKK içerisindeki kadınların nasıl bu kadar güçlendiğini merak eder. Temelinde kadınların özgür düşünme ve özgür karar verme zeminlerinin olması vardır. Nasıl ki yurdundan koparılan halklar yabancılaşıp yavaş yavaş yok olurlarsa egemenlik altındaki kadınlar da kimliksizleşir. Bunun tersi olarak; nasıl ki halkların özgürlüğü için özgür vatan temel bir gereklilik ise, kadınların özgürlüğü için de özgün kadın zeminleri ilkesel bir gerekliliktir.

POLİTİK ALTYAPI VE ÖRGÜTLENME GEREKLİLİĞİ

* Üçüncü ve dördüncü ilkeler; özgür yurt, özgür düşünce ve özgür irade için gerekli olan politik alt yapıdır. Yani örgütlenme ve her koşulda mücadele etme ilkeleridir. Açık ki birey olarak insan tek başına doğada yaşama gücüne sahip değildir. Bir araya gelirse birbirini tamamlaması tarzında var olabilir. Toplumsallaşmayı doğuran bu gereklilik kadın öncülüğünde gerçekleşti. Kadınların çocuklarıyla bağları, empati yoğunluğu, yaşamın ayrıntılarını görme ve düzenleme yeteneği, insanların birleşip toplum olmalarını sağladı. Toplumsal örgütlülüğün kök hücresi, kadınların birliği ve dayanışmasıdır. Bu birlik, neolitik gibi büyük bir devrimi doğurmuştur. Kadınlar uygarlık döneminde örgütlü olamadıkları ve tek tek erkek egemenliğinin esareti altına alındıkları için güçsüzleştiler. Kadınların örgütlülüğü, toplumsal devinimin motor gücüdür. Bu örgütlenme ve özgür toplum için mücadele etme ilkesi, özellikle soykırım koşullarında ekmek ve sudan daha kıymetlidir.

Örgütlü yapının kendini her koşulda mücadele etmeye hazırlaması devrim içinde devrimsel gelişmelerin yaşanmasını sağlar. Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi savaşın içinde pişmiş bir harekettir. Erkek egemenliğinin kalesi durumundaki savaş alanında kadınların komuta yapısından fedai savaşçısına kadar mücadelenin öncü gücü haline gelmesi belki de tarihte ilk kez gerçekleşen bir durumdur. Karar vermenin en zor olduğu koşullarda ateşle sınanarak yetişen kadınlar, bütün toplumsal sorunlara çözüm üretebilir, alternatif yaşamı somutlaştırabilir. Kadın özgürlük mücadelesi bu temelde askeri, siyasi, sosyal, toplumsal, yani yaşamı ilgilendiren her alanda örgütlendi, her türlü zihinsel ve yapısal engele karşı mücadele gücü haline geldi.

ESTETİK VE ÖZGÜRLÜĞÜN ÜRÜNÜ GÜZELLİK

* Beşinci ilke ise, hayata ruh veren estetiktir. Yaşamı yaşanır kılan, güzelliktir. Bu diğer ilkelerde derinleştikçe olgunlaşan bir sonuçtur. Güzelliği özgür ülke, özgür düşünce, özgür iradeye ulaşmak için geliştirilen örgütlülük ve mücadele düzeyi açığa çıkarır. Güzellikle özgürlüğün ürünüdür.

Bu ilkeler, PKK’nin mücadele ilkeleri olarak 50 yıldır pratikleştiriliyor. Tabi, Rêber Apo’nun kadın özgürlük anlayışına bu kadar derin bakabilmesi içinden geldiği toplumsal kültürün özüyle ilgilidir. Toplumsallığı yaratan, tanrıçalaşan kadın gerçeğini kendi toplumunda kalan kırıntılarını gözleyerek çözdü. Kadın özgürlük sorununu ve yaşamın anlam sorununu birlikte ele aldı. Her türlü iktidarın önce kadınları vurduğunu, kötülüklerin önce kadını hedeflediğini, yaşamın anlamının burada kaybedilmeye başlandığını fark etti. Bu nedenle çözüme de buradan başladı.

Sistemin tüm politikalarında halkları, toplumları, kadınları öz kültürüne, tarihsel toplumsal gerçekliğine, kendisine yabancılaştırma vardır. Özellikle faşist AKP-MHP zihniyetinin son deprem trajedisini bile insanları toprağından koparmak, Kurdistan’ı Kürtsüzleştirmek ve demografiyi değiştirmek için fırsat olarak değerlendirmeye çalıştığını görüyoruz. Tarih boyunca erkek egemen zihniyet kadının toprağına, kültürüne, diline olan bağlılığını kesip sömürüye açık hale getirmeye çalışmıştır. Kadınlar bu coğrafyada tarih boyunca böylesi bir saldırıya neden maruz bırakıldı, nasıl bir duruş sergiledi?

Depremin AKP-MHP faşizmi tarafından nasıl bir soykırıma dönüştürülmek istendiğini, topraklarından göçertilmeye çalışıldığını, Fırat’ın batısını Kürtsüzleştirme, Alevisizleştirme temelli yüzyıllık politikaların bu yıkım günlerinde nasıl sonuca götürülmek istendiğini büyük bir acı ve öfkeyle görüyoruz. Deprem, kültürel soykırımın son darbesi haline getirilmeye çalışılıyor. Bu soykırım politikasının sonuçları sadece Kürtlerle ilgili olmaz. Bu soykırım politikası, toplumsallığı oluşturan dünyanın en eski kültürel değerlerinin yok edilmeye çalışılmasıdır. Yaşamın anlamını yeniden sorguladığımız şu günlerde ahlaki-vicdani değerlerin ortadan kalktığı zaman kötülüğün nasıl pervasızlaştığını, düşmanlığı hastalık düzeyine çıkaran fanatizmin nasıl sınır tanımaz olduğunu, bundan en fazla kadınların nasıl zarar gördüğünü ve aslında bütün insanlığı tükenişe sürüklediğini görüyoruz. Eski toplumların bir bildiği var ki; kıyametin gelişini ahlakın çöküşüne, yaşamın anlamının yozlaşmasına bağlarlar. Gerçekten de bu ahlaksızlık devam ederse geriye insanlık namına bir şey kalmaz, bu kötülüğü ancak kıyamet temizler.

İNSANLIĞA KARŞI SAVAŞTIR

Toplumsal yaşam, ahlaki değerlerle sürdürülebilir ve anlamlı hale gelir. Ahlak iyiliğin kötülüğe karşı örgütlenmesidir ve kadınların öncülüğünün açığa çıkardığı bir düzeydir. Ahlakın ortaya çıkışı, kadın gerçeğiyle özsel bağa sahiptir. Ahlaki değerler tanrıçaların yasalarıdır. Biyolojik olarak insan 300 bin yıl önce Afrika’da ortaya çıkmış olsa da toplumsal olarak insan, 20 bin yıl önce bu coğrafyada şekillendi. Bu anlamda bu kültürel alt yapıyı soykırıma tabi tutmak toplumsal varlık olarak insanlığa karşı bir savaştır.

Göbeklitepe, Newala Çori, Boncuklu tarla, Çayönü’nde çıkan bulgular, bundan 15 bin yıl önce ahlaki değerlerin ve dolayısıyla toplumsal kültürün burada oluştuğunu söylüyor. Güneş ve ahlak yasaları tanrıçası Mitra, dağlarda tapınılan Ay tanrıçası Sim, ana tanrıçalar Hudena Hudellura (Kürtler hala Tanrıya Hude-Xude diyorlar) ve Hepat, Sıradağlar tanrıçası Ninhursag, oluşturdukları ahlaki ilkelerle yeni yaşam biçimini, yani toplumsallığı oluşturdular. Ninhursag bunlara, "104 Me" diyordu. Tanrıça yasası olan ahlak; kutsallıkları ve kötülükleri birbirinden ayırıyordu. Başta güneş ve ateş olmak üzere hava, su ve toprağın kutsallığı üzerine inşa edilen yaşam, kadın etrafında örülen sosyal ilişkilerin ilkeleri haline geldi. Kürt halkı, Rêber Apo’nun ifadesiyle bu toplumsallaşma kültürünün kök hücresidir.

Eski inançlarımızda ahlak o kadar güçlüdür ki bütün insanlığı etkilemiştir. İnsanların bir arada kalmasını sağlayan ve toplumu güçlendiren ilkeler iyilikle, toplumu dağıtan güçten düşüren yaklaşımlar da kötülükle tanımlanmıştır. İnançlı olma, yani hayata pozitif enerjiyle katılma; mütevazi olma, yani başkasının yaşam hakkını ihlal etmeden eşit özgür yaklaşma; dayanışmacı olma, yani tüm zorlukları toplumsallaşmanın gücüyle aşma; doğaya canlı bir varlık olarak bakma, yani hiçbir canlının hakkını yememe ve ekolojik dengenin parçası olma ilkeleri toplumu binlerce yıl bir arada tuttu, geliştirdi. Günümüze kadar devam eden ve bütün inanç sistemlerine giren cinayet işlememek, yalan söylememek, hırsızlık yapmamak, tecavüz etmemek, aç gözlü olmamak gibi ilkeler, eline, beline, diline hakim olan kültürün yaşattığı ahlak ilkeleriydi.

Bu toprakların devrimsel çıkışlarında bu öz hep vardır. Kölelik çağında köleliğe karşı en büyük felsefi, manevi direniş gücü olarak açığa çıkan Zerdüştlük, özgür irade, özgür yurt, özgür toplum inancıydı. Uygarlık çağında yıpratılmış olan Mitraizmin felsefi bir alt yapıyla yeniden çıkış yapması olan bu inanç, toplumsal kültürün doğal akışını sağlamaya çalışıyordu. Kadın ile erkek arasındaki ilişkileri eşitlikçiydi ve kötülüğe karşı iyiliğin mücadelesinde her iki cins eşit olarak sorumluydu. Hem dini görevlerde hem de toplumsal yönetimlerde kadınlar erkeklerle ortak rollere sahipti. Bu nedenle tarihin başında Kürtlerin siyasi örgütleri merkeziyetçi devletler değil demokratik konfederal yapılanmalardı. Bu inanç ve kültürel alt yapı kadınların öz güvenli, yaratıcı, aktif ve direngen olmasını sağladı. Kadınlar ayrıca çocuklarını yurtsever ve kültürel değerlerini koruma temelinde büyütmekten de sorumluydu. Yani yurtseverlik hem anın hem de geleceğin sorumluluğu olarak kadınların öncelikli göreviydi.

ONURLU TARİHSEL ALTYAPI DA DİRİLTİLDİ

Heredot’tan öğrendiğimiz kadarıyla bu kültürün kadınları işgalci, katliamcı saldırılara karşı erkeklerle birlikte mücadele ediyordu. Hatta erkeklerin büyük çoğunluğu katledildiğinde kalan kadınlar savaşmaya devam ediyor ve efsanevi bir direniş yürütüyordu. Kürtlerin ilk konfederal yapılanmalarının en temel özelliklerinden biri olarak ifade edilen bu gerçeklik, ayrıca büyük efsanevi özgün kadın örgütlenmeleri de açığa çıkarmıştı. Troya savaşına katılan savaşçı Amazon kadınlarının doğu Anadolu’dan geldiği söyleniyordu. Anadolu’yu işgalcilerden korumak için savaşan Amazon kadınları, kültürümüzün açığa çıkardığı bir gerçeklikti. Komagene ve Roma döneminden kalan bazı bulgulardan Amazon kadınlarının Mitra inancıyla yetiştiklerini, erkeklerinin savaşta öldürülmesinden sonra yurtlarını ve kültürlerini korumak için silahlandıklarını ve işgalci, zorba erkeklere korku salan bir direnişin sahibi olduklarını biliyoruz. Bu gelenek Mitraizmin devamı olan Zerdüştlükte, Mani dininde, Kürt Aleviliğinde, Yarsani ve Êzidî inancında devam etti. Komagene’de Romalılarla işbirliği yapıp halkına ihanet eden AiorBarzan’ın annesinin ilkeli duruşuyla devam etti. Safeviler döneminde Şah Abbas’a karşı Kela Dimdimê’de Gewrê Xatun ve Zarin Xanım’la devam etti. Osmanlılar döneminde Maraşlı Fatma Reş’le devam etti. İttihat Terakki terörizminde Zarife ile devam etti. Kemalist Faşizme karşı Rindixan’la Besêlerle devam etti. BAAS faşizmine karşı Leyla Qasim’la devam etti. Günümüzde bu direniş kültürü, özgür kadın özgür toplum perspektifiyle çok daha örgütlü olarak PKK-PAJK ile yeni bir çıkış yaptı. Rêber Apo, 8 Mart 1998’de kadın kurtuluş ideolojisini ilan ettiğinde bütün bu onurlu tarihsel alt yapıyı da diriltmiş oldu. Şimdi bu tarihsel alt yapıya sahipken ve ideolojik, askeri, siyasi olarak bu kadar güçlenmiş, bütün Kürtler içerisinde örgütlenmişken hiç kimse kadınları ve Kürt halkını yurdundan koparamaz. Ülkemiz, toplumsallığımızdır, ahlakımızdır, direnişçi geçmişimizdir. Ülkemiz, özgürlüğümüzdür.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın ilan ettiği ideoloji, yeryüzündeki tüm kadınların kurtuluşunu esas almaktadır. 1998’den günümüze bu ideoloji ne kadar evrenselleştirildi?

Evet çok doğru. Kadın Kurtuluş İdeolojisi, evrensel bir özgürlük bakış açısıdır. Evrensel bir özgürlük yürüyüşüdür. Dünya kadın hareketlerinin son iki-üç yüzyıl içerisindeki mücadelesi bütün kadınlar için önemli bir kadın özgürlük mirası oluşturmuştur. Kurdistan’daki Kadın Özgürlük Hareketi de bu mirası esas alır. Bununla birlikte Rêber Apo’nun ilkelerini belirlediği kadın kurtuluş ideolojisi öyle bir özgürlük hareketi geliştirdi ki, günümüzde dünyanın bütün kadınlarına ilham kaynağı olmuş durumdadır. Hem düşünsel-teorik anlamda hem de somut örgütlenme ve mücadele tarzı anlamında yeni bir çıkıştır. Kadın gerçeğinin tüm boyutlarıyla incelenmesi, sorunlara çözüm üretilmesi üzerinden Önderliğimizin önerdiği kadın bilimi, yani jineolojî çalışmalarına dünyanın bütün kıtalarından katılan kadınlar var. İlkesel olarak kadınların tarihi, toplumsal ilişkileri, biyolojik yapıları, anlam dünyasını, evren gerçeğini, ekonomik sorunları, kültürel gelişimi, ekolojik gerçekliği yani yaşama dair her şeyi kadının gözünden görmesi, çözmesi, tanımlaması çok önemli bir devrimsel çalışmadır. Tabii bu çalışmaların salt akademik düzeyde ya da bazı çevrelerle sınırlı kalmaması bütün toplumlardaki kadınların özgünlüklerine ulaşıp katması gerekir.

Diğer yandan Kürt Kadın Hareketi’nin soykırıma karşı direnişi ve toplumsal yaşama eşit özgür katılımı örgütleme çalışmaları da çok fazla ilgi görmektedir. Özellikle Rojava Devrimi ile birlikte kadın hareketinin DAİŞ saldırılarına ve Türk faşist devleti ile çetelerine karşı direnişi tüm dünya halklarında ve özellikle kadınlarda hayranlık uyandırdı. Dünyaya korku salan, adeta katıksız bir kötülük olan bu vahşi örgüt, kadınların öncülük ettiği bir direnişte yenildi. Bununla birlikte Rojava demokratik özerk yapılanması içerisindeki eşbaşkanlık sistemi ve yaşamın her alanında eşit temsil ilkesinin pratikleşmesi kadınların direniş gücünün sadece askeri olmadığını aynı zamanda toplumsal inşa gücü olduğu gösterdi. Kadınların öncülük ettiği sistemin gerçek demokrasi modeli olduğu somutlaştı. Bunun bütün dünya halklarına etkisi oldu. Geçen yıl Avrupa’da yapılan uluslararası kadın konferansında katılımcı kadınlar bunu ifade ediyordu. Tabii Rojava Devrimi’nin alternatif bir yaşam modeli olarak varlığını sürdürmesi sorunu da vardır. DAİŞ’i yenilgiye uğratan bu demokrasi gücü şimdi AKP-MHP rejiminin imha saldırılarına maruz kalıyor. Rojava Devrimi’nin korunması ve geliştirilmesi için dünya kadınları ve halklarının daha güçlü sahiplenmesi demokrasi ve özgür yaşam şartlarının evrensel bir model haline gelmesine katkı sunacaktır. İyi olana iyi demek yetmez. İyiyi yaşatmak gerekir. Rojava Devrimi’nin yalnız bırakılmaması gerekir. Kuşkusuz destek veren çok fazla demokrat özgürlükçü dost vardır ve çabaları da çok değerlidir. Ancak bu çabaları sonuç alıcı kapsam ve derinliğe ulaştırmak gerekir.

İdeolojinin içini ne kadar doldurabildiniz, ne kadar bilince çıkarabildiniz? Bu yönlü pratik kazanımlar ve eksiklikleriniz nelerdir?

Kadın hareketi kadın kurtuluş ideolojisi temelinde önemli gelişmeler sağladı. Bütün kadınlara olumlu etkisi olan ve özellikle Kurdistan’da toplumsal devrim sağlayan çok büyük kazanımları oldu oluyor. Bilinci yükseldi, politikleşti, örgütlü yapılarıyla öz güçleri arttı kadınların. Artık yaşamın her yerinde kadın kendi kimliğiyle var. Özellikle hareketin örgütlü olduğu yerlerde eşit katılım, öz güç, öz karar, öz yönetim ilkeleri gelişmiş durumda. Ancak tabii ki özgürlük eşitlikle sınırlı değildir. Eşit katılım koşullarını sağlamak tümüyle özgür olmak anlamına gelmez. Eşitlik haklarla ilgilidir. Özgürlük yaşamın anlamıyla ilgilidir. Özgür ülkede ne başkasına baskı kurarak ne de baskı altında kalarak, kültürel, inançsal, bireysel, bedensel, ruhsal olarak doğasında olanı yaşayabilmektir. İnsan ve kadın olarak her türlü iktidar, sömürü, hile, yalan ve kötülüklerden arınarak özü yaşamaktır özgürlük.

Kapitalist sistem insanı özünden uzaklaştırmak için o kadar çok bombardımanda bulunuyor ki, hakikati anlamak çok zorlaşıyor. Bireycilikten arınmak, erkek egemen zihniyetin tecavüzcü kültüründen, cinsiyetçi dilinden, iktidarcı duruşundan arınmak, bağımlılıklardan arınmak, maddi hayatın cafcafından arınmak için kendini hiç bırakmadan mücadele etmek gerekir. Önderlik, kapitalizmin etkilerini kusmaktan söz ediyordu. İnsan özünü yozlaştıran bu sistemden midesi bulanmayan kusamaz. Tersine iştahla yemekten kendini alamaz. Çağımızın temel hastalığı boşuna obezite değil. Bu anlamda kadın kurtuluş ideolojisinin yaşamın ayrıntılarındaki anlamı üzerinde daha güçlü derinleşmeye ihtiyaç var. Özellikle toplumsal alandaki mücadelenin tek yönlülükten, yüzeysellikten, rutin tarzlardan sakınarak anlam yoğunlaşmasını derinleştirmesi, değişime ivme kazandıracaktır.

“Zîlanca Newrozlaşmak” Kürt yurtseverliği içinde nasıl bir anlam taşır?

Medlerin egemenlik altından kurtulduğu gün yaktıkları kutlama ateşi, yani özgürlük ateşi olarak mücadelemizin yeniden canlandırdığı bir kültürdür. Halkımızın baskı sömürü ve katliamdan kurtulmasının bayramıdır. Yurtseverliğin kutlanmasıdır. Direnişin kutlanmasıdır. Zîlanlaşmak ise toplumsal özgürlüğe kadın öncülüğünün tanrıçalık düzeyinde katılmasıdır. Yaratıcı ve bütün varlığıyla toplumsal özgürlük için öncülük. Tanrıçalık yüceleşen özgürlük ilkeleridir. Yani özgürlük mücadelesine kadınların tarihten gelen ahlaki değerlerini kuşanarak öncülük etmesidir. Kadınların Newroz’a öncülük etmeleri direnişçiliğini büyütür, yaratıcılığı toplumsallaştır, güzelliği öne çıkarır. Özgür kadın öncülüğünde özgürlük ateşi harlanır. Mazlumların, Zekiyelerin, Rahşanların, Semaların bedenleriyle büyüyen Newroz ateşi, tanrıçalaşma kültürünün yaşatılması olmuştur. Bu özgürlük kültürü, kadınların örgütlü mücadelesi var olmaya devam ettikçe büyüyecek ve evrenselleşmeye devam edecektir. Bu temelde başta İmralı da ağırlaştırılmış tecrit altında olan Önderliğimizin ve bütün kadınlar ile halkımızın 8 Mart’ını ve Newroz direnişini kutluyorum.