Toplumsal bunalım ve buhranın derinleştiğini kaydeden KJK Koordinasyon Üyesi Zerin Ruken, buna rağmen egemenlerin, çaresizleşen topluma kendisini vazgeçilmez olarak sunmaya ve dayatmaya devam ettiğini vurgulayarak, şunun altını çizdi: “Kesinlikle devrimci demokratik hareketlerin tek alternatif olarak güçlü bir biçimde öncülük etmeleri kaçınılmaz bir noktadadır.”
KJK Koordinasyon Üyesi Zerin Ruken, ANF’nin sorularını yanıtladı.
Koronavirüs ile ilgili dünyada nasıl bir mücadele ve süreç yaşanıyor?
Salgın, kapitalist sistemin bir krizidir. Salgına yol açan esas nedeni ekolojik yıkımdır. İlk aylarda bunun bir biyolojik silah olabileceğini düşünmüştüm, ancak sistemin yol açtığı çevre ve ekolojik yıkımı düşündükçe bunun bir sistemsel yıkım olarak geliştiğini belirtmek istiyorum. Kuşkusuz kapitalist sistem ve özellikle de faşist Türk devleti, sistemini yeniden yapılandırmada, sistem krizini aşmada bunu bir fırsata çevirmek, demokratik tüm dinamikleri ortadan kaldırarak iktidarını güçlendirmek istiyor. Türk devleti, toplumsal sorunlarla uğraşmamaktadır. Salgının, kapitalist sistemi ve bu sistemin bedenleşmesi olan ulus devletleri hızlı bir biçimde çöküşe de götüreceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Dünyanın her yerinde ekonomik sistem çöküyor, sağlık sistemi çöküyor. Şiddet artmış durumda. İnsanların psikolojileri oldukça problemli. Toplumsallığı zayıflattı, çocuklar ölüyor, hayvanlar ölüyor. Kadın üzerinde şiddet ve tecavüz daha da artmış durumda.
Önder Apo şunu söylemişti; kapitalist modernitenin endüstriyalizm boyutuna karşı, demokratik modernitenin ekolojik endüstriyel toplum boyutuna ihtiyaç vardır. Yani endüstri ve sanayi devrimini kapitalizmle özdeşleştirmek kesinlikle yanlış, kapitalizm orada kurnazlık yapıyor. Kendini meşrulaştırma aracı olarak kullanmaya çalışıyor.
Rêber Apo, Özgürlük Sosyolojisi kitabında endüstriyalizmin ideolojik boyutu üzerinde çok durmaktadır. Ekolojik boyutu da var, endüstriyalizm; doğanın tüketilmesi tahrip edilmesi bu konuda kural, ölçü, gelecek tanımayan bir gerçekliği ifade ederek gelişti. Diğer yandan ise pazar üretimi ve azami kar yasası en çok burada işliyor, modern teknik savaşta nasıl en çok tahrip edici olarak kullandıysa endüstriyalizmde toplumsal dokuların, politikanın, ahlakın, toplum varlığının ve toplumsal ölçülerin tahrip edilmesinde kullanıldı.
Demokratik modernitenin ekolojik endüstriyel toplum boyutu bunların karşıtıdır. Endüstri üretiminin ekolojik kılınmasını içeriyor, toplum ve doğa ile uyumluluğu içeriyor, yani kâr amaçlı üretimi değil ihtiyaca göre üretimi öngörüyor. Bugün buna ihtiyaç vardır. Bu endüstriyalizmde öyle değil, işte pazar yaratıyorlar, reklam ile allayıp pulluyorlar, çekici kılmaya çalışıyorlar ki gerekli olup olmadığından ziyade suni ihtiyaçlar yaratarak bu sömürü olayını böyle gerçekleştiriyorlar.
Önder Apo, başta iki büyük toplumsal devrim olayını tanımladı. Tarım Devrimi ve Endüstri Devrimi. Bunlardan birisi MÖ.10 bin yıllarında diğeri MS. 16-17. yüzyılda gerçekleşiyor, ancak birbiriyle kıyaslanır devrimler olarak değerlendiriyor.
Rêber Apo, şunlara işaret ediyor; toplum yaşamı için yeni icatlara tekniğe dayalı oluyor, bu devrimlerin tanımlamaları ekonomiktir, yalnızca ekonomik teknik devrim gibi algılanıyor öyle değil toplumsal devrimlerdir, ifadelendirilmeleri öyle olmuş. Esas olan ise zihniyet boyutu, sosyal, siyasal, kültürel boyutu her boyutu içermesidir. Bir toplumsal devrimi içermesidir, bir aydınlanma yeniden doğuş dendi endüstri devrimine, çünkü Rönesans’la birlikte gerçekleşti. Tarım devriminin yarattığı teknik güç ve toplumsal ahlak günümüzde de kök hücre doku olarak toplumsal yaşama yön veriyor.
İkinci olarak Önder Apo, kapitalizmde olduğu gibi endüstriyalizmde de benzersizlik iddiasını değerlendiriyor, onu da abartılı buluyor, tarihte endüstri adımları olarak teknik gelişmeler süreklidir diyor. Belki bugünkü gibi fabrika üretimi düzeyine ulaşmamış ama zanaatçılık sürekli gelişme kaydediyor. Bugünkü sanayileşmenin temeli olarak, yine teknik gelişme sürekli var ve bu üretimde belli gelişmelere yol açıyor, kuşkusuz son 300 yılda yaşanan gibi bir endüstrileşme söz konusu değil, öyle bir devrim gerçekleşmiş değil ama zanaatçılık endüstrinin temeli olarak hep var. Her dönemin kendi ihtiyaçlarını karşılayan bir düzeyi var, sanayi devrimi bunu çok daha üst aşamaya getiriyor, o zamana kadar yapılamayan birçok şeyi yapılır kılıyor. Yeni araç kullanımını ortaya çıkarıyor ama öncesinde hiç yok, her şey sadece burada var oldu, demek yanlıştır.
“Demokratik modernitenin ekonomik ve endüstriyel boyutunun temeli ekolojiktir. Ekolojik olmak anladığım kadarıyla doğayla ve toplumla uyumlu olmayı gerekli kılar. Doğayla uyumlu olmak; doğayı tahrip etmemek, doğa kanunlarına uygun hareket etmek ve verimli kullanmaktır. Toplumla uyumlu olmak; toplumun ihtiyacına göre üretim yapmayı içeriyor. Demokratik modernitenin ekolojik endüstriyel toplum özellikleri ve ilkesi bu, özü budur. Şimdi kapitalist sistemde bunda çok uzaklaştı. Kapitalizmin krizi, büyük bir salgına dönüşerek, insanlıktan bizden, kadınlardan, halklardan intikam alıyor. Bedeli çok ağır olmaktadır. Çare bulamamaya insanlığı mahkum etmiş durumda.”
Şunu rahatlıkla söylemek istiyorum; kesinlikle ülkeler yönetilemez durumdadır. Toplumsal bunalım ve buhran derinleşiyor. Kuşkusuz egemenler çaresizleşen topluma kendisini vazgeçilmez olarak sunmaya ve dayatmaya devam ediyor. Bu kadar aydınlanan bir dünyada bu ne kadar karşılık bulur göreceğiz. Kesinlikle devrimci demokratik hareketlerin tek alternatif olarak güçlü bir biçimde öncülük etmeleri kaçınılmaz bir noktadadır.
Bu süreç kadınlar için neler getirdi, kadınları nasıl bir misyon ve öncülük bekliyor?
Kapitalist sistemde kadına yönelik gelişen şiddetin kaynağında erkeğin cinselliği bu kadar korkunç ve vahşice kadına dayatması ve uygulamasıdır. Bugün virüste en fazla etkilenen ülkelerde bu gerçeğin daha derin sorgulanması gerekir. Kapitalist sistemde kadın bir cinsel meta, bir çocuk fabrikası, döl yatağı olarak ele alındı.
Kadınların jineoloji gibi bir yaşambilim dalı var. Demokratik modernitenin örgütleme zamanı diyerek, topluma öncülük edecek çağdayız. 21.yüzyıl kadın çağıdır. Bunun ilk nüveleri 8 Mart ve 2019 yılının sonunda Şili’de kadınların başlattığı “Las Tesis dansı” ile milyonlarca kadınla alanlara çıkarak hesap sordu. Kadın gücünden korkan erkeklik, bugün karşı saldırıya geçmiştir. Bu dans, dünyanın her yerine yayıldı. Kesinlikle çok iddialı ve çarpıcıydı. Tarihiydi. Dansla birlikte dile gelen “tecavüzcü sensin, katleden sensin, şiddet uygulayan sensin!” vb. kadınların bu iddialı çıkışları dünyanın birçok yerinde kadınları ayağa kaldırdı. Büyük bir heyecan geliştirdi. Yani ulus devletlerin erkek zihniyetleri, 21. yüzyılı tersyüz etmek için her şeyi yapmaktadır. Korona virüsüyle de bunu bir fırsata çevirmiştir. Erkek egemen sistemin vahşeti, kadın ulusundan intikam almaktadır. Yeni bir aşamaya taşımaktadır. Erkek egemen sistemin çıkmazı toplumu nefessiz bırakmak istemektedir. Boğmaktır. Savaştır, yıkımdır, ölümdür. Kesinlikle bunu reva görmektedir.
Önder Apo’nun paradigması ve demokratik konfederal sisteminin tek çözüm olduğunu topluma daha fazla kavratmak tüm ilerici insanlığın görevidir. Yine devrimci, ekolojist, feminist, anti kapitalist, sosyalist, demokratik tüm kadınların mücadele duruşlarını daha fazla büyütmesini gerekli kılmaktadır. 2020’de bu krizden çıkmanın tek yolu, Önder Apo’nun demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigmasıdır. Bu paradigma temelinde örgütlenmektir. Kesinlikle salgını da bu toplumsal bilinçle önlemek mümkün olacaktır. Salgınla bir kez daha görüldü ki; ulus devlet, toplumun devlet içinde eritilmesidir. Şimdi toplumsal özgürlük temeli demokratik ekolojik, kadın özgürlüğünün olduğu bir toplumu geliştirebilmenin tam zamanındayız. Bunu geliştirebildiğimiz oranda insanlığın başta ruh sağlığı ve fiziki sağlığına da çare, dermen bulunmuş olacaktır.
Yaşananların kadınlar açısından ideolojik, toplumsal, örgütsel boyutları var. Sorunu sadece kadına yönelik şiddet olarak algılamak, değerlendirmek son derece dar ve eksik bir yaklaşımdır. Kadınların bastırılması, ezilmesi üzerinden yeni bir egemenlik inşası hedeflenmektedir. Kapitalist sistem yeni bir yaşam modeli geliştirmek istemektedir. Kadınların çok daha derinlikli sömürülmesi üzerinden gerçekleşecek hayvanca bir yaşam kurgulanıyor. Kadına yönelik yaşananlar, sadece kadın hareketlerinin sorunu değil. Genel toplum sorunudur. Her yerde kadın hareketleri toplum içinde ciddi bir çalışma, yine erkekler içinde bunu gündemleştirmek gerekir. Artık erkeklerle birebir kalan bir kadın gerçeği var. Kadın erkeği dönüştürmek zorundadır. Kadın kurtuluş ilkelerinin, çok somut bir biçimde uygulanmasıdır. Erkeği eğitmek ve dönüştürmek çok önemli olmaktadır. Yoksa birçok kadının hayatı tehlikededir.
Sonuç itibarıyla dört ayı geride bırakıyoruz. Her gün bilanço büyümektedir. Dünyanın yüzde bir zenginleri mutluluk ve refah içinde yaşarken diğer kesimlere özel de yoksullara, kadınlara hiçbir hak tanınmıyor. İnsanlık büyük bir şok içinde. Şimdi kapitalist modernist sistemi tüm çirkinliklerinin tam görünür olduğu bir zamandayız. Demokratik toplumun inşa, hamle yapma zamanıdır. Hem hegemonik sistemi hem de ulus devlet gerçeğini ve demokratik ulusu bir kez daha derinlikli anlayabilmeliyiz. Devlete, sisteme tepkiyi, öfkeyi geliştirecek, toplumu bu yönüyle uyandıracak strateji ve politikaları hızla geliştirmeliyiz. Bunu yaparsak soykırımcı iktidarlar değişecektir. Koronavirüsü, sistemin kendisini vuracaktır.
Bu arada Türk devletinin salgın döneminde de Kürtlere saldırmasını nasıl anlamalı?
Türk devleti, Kürdistan’da korona virüsün gelişmesi için her şeyi yaptı. Savaşı derinleştirdi. Her yerde koronavirüsü ile cılızda olsa mücadele varken, AKP Kürtlerle savaştadır. Katliamlar yapmaktadır. Hatta bununla da yetinmeyerek gerilla cenazelerini posta yoluyla ailelerine göndermekte, şehitliklerine saldırmaktadır. Bu kadar vicdanını yetirmiş, vampir bir devlet gerçeği var. İşte ekonomiden çok daha önemli olan Kürtlerin imhasıdır. Kadınların sömürülmesidir. Zaten bu sayede ekonomileri de bir biçimde kendi çıkarlarına göre ayarlıyorlar. Toplumu tam kendilerine muhtaç etmeye çalışıyorlar. Kürt halkı bunun biraz farkındadır.
Bu dönemde infaz düzenlemesi adı altında siyasi tutsakları dışında bırakan kısmi bir af çıkarıldı, sizce ne yapılmak isteniyor?
Meclis’te onaylanan infaz yasası, evrensel hukukun eşitlik ilkesine aykırıdır. Bu salgın zamanında cezaevleri ağır bir risk alanına dönüştü. İktidarın daha önceki pazarlıklarına dayalı olarak taraftarlarına mükafat, muhalif kesimlere ölümü reva gören bir nitelik taşıyor. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Avrupa Konseyi organları ve dünyanın önde gelen kimi kurum ve kuruluşları cezaevlerinin bu durumuna dair somut tespitlerde bulunup boşaltılması gerektiği çağrısında bulundu. Türk devleti, bırakın bu çağrıları ciddiye almayı, sonuna kadar faşist uygulamalarında ısrarlı bir biçimde devam ettirdi. Kesinlikle insan hayatını hiçbir biçimde önemsemeyen sorumsuz bir tutum ve katliamcı yaklaşımını derinleştirdi. AKP-MHP faşist iktidarı, salgınla Kürtlere karşı soykırım savaşını daha büyük tasfiye planlarını, dört parça Kürdistan’da derinlikli bir şekilde sürdürüyor. Bu ceza infaz yasasıyla siyasi tutukluları ölüme terk etmiştir.
Toplumsal vicdanı, adaleti duygusunu, fikrini ve insaf hissini zerre kadar önemli görmeyen bir soykırımcı devlet gerçeği var. Bu faşist anlayış, aynı zamanda “tüm kötülüklerin toplam ifadesidir.”
Tüm varlığını savaşa yatırmış bir soykırımcı zihniyetle Türkiye toplumu yönetiliyor. Bu egemenlikli zihniyet ve rejimle kadınlar halklar karşı karşıyadır. Onlarca hasta tutsak vardır. Tüm bu insanları ölüme terk edeceksin ama hırsız, katil, tecavüzcüleri dışarı salacaksın. Toplumun hiçbir güvencesi kalmamıştır. Tecavüzcü, çete bir devlet olduğunu bu yasa ile kabul etmiştir.
Toplum buna sessiz kalmayacaktır. Dolasıyla 22 yıldır çok ağır bir işkence ve tecrit sistemi içinde tutulan Önder Apo başta olmak üzere, tüm siyasi tutsakların bir an önce özgürlüklerine kavuşmaları gerekir. Küresel salgından dolayı ciddi kaygı duymaktayız. Bir an önce avukatları ve ailelerin adaya gidişi sağlanmalıdır. Sağlığı ve güvenliği hakkında Kürt halkının derin kaygısı giderilmelidir.