‘Soyut bir çocuk hayalini, yaşayan bir kadından daha değerli görüyorlar'
Polonya’daki kürtaj hakkı mücadelesini anlatan Nilgün Yelpaze, sağcı tüm iktidarların kadını sisteme işçi, devlete asker doğurmakla yükümlü “rahim” olarak gördüğünü anlatıyor.
Polonya’daki kürtaj hakkı mücadelesini anlatan Nilgün Yelpaze, sağcı tüm iktidarların kadını sisteme işçi, devlete asker doğurmakla yükümlü “rahim” olarak gördüğünü anlatıyor.
Polonya’da hükümetin kürtajı tamamen yasaklamak üzere harekete geçmesiyle kadınlar günlerce süren eylemler yaptı. Son olarak Varşova’da 150 bin civarında katılımlı yapılan eylem sonrası kürtaj yasası geri çekildi. Polonya açısından kürtaj hakkına dair bu yasaklama ilk değildi. Zaten kısıtlı hallerde yapılan kürtaj hakkı ise tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılıyordu. Sadece bu da değil, Polonya’da Türkiye gibi İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma tartışmaları yürütüyor hala. 2016’da yine kürtaj hakkına dair yapılan eylemlerde bu süreci anlatan “Askı” adlı bir belgesel çeken aktivist ve belgesel yönetmeni Nilgün Yelpaze ile Polonya’dan Türkiye’ye kürtaj hakkı mücadelesini konuştuk.
Polonya'da kürtaj yasağına karşı çok büyük eylemler gerçekleştirdi kadınlar. Öncelikle kürtaj yasağının ülkedeki tarihi neydi?
Polonya'da Sovyetler yıkılmadan önce 1956'da kabul edilen ve 1989-90’lara kadar devam eden, sadece koşulları üzerinden değil beyan ederek de ulaşabildikleri bir kürtaj hakkı vardı kadınların. Sovyetlerin çökmesi ve bugün bildiğimiz kapitalist Polonya'nın kuruluş aşamasına öncülük eden toplumsal sınıf, burada öncelikle kilise ile anlaştı. Katolik kilisesi bu yüzden Polonya kimliğinin çok önemli bir parçası. İlk yaptıkları şey de kürtajı yasaklamak oldu. Çünkü birtakım anlaşmalar yaparak kapitalist sisteme geçişi sağlayan hareket, kiliseye kürtajın yasaklanması sözünü vererek ittifak kurdu. Aslında Polonya’da 1990’lardan bu yana kürtaj sadece üç durumda yasak değil.
Nedir bunlar?
Kadının yaşamsal tehlikesi varsa ya da fetüsün sağlık sorunu veya tecavüz sonucu hamile kalmalarda kürtaj yasak değil. 90'larda yasaklandığı için aslında şu anki jenerasyon hiçbir zaman kürtajı erişilebilir ya da güvenli bir şekilde hak olarak kullanamadı. Katolik kilisesi tarafından kürtajın yanlış olduğu propagandasının yapıldığı bir dünyaya doğdular...
Peki son tartışmada nasıl bir düzenleme getirilmek istendi?
İlk defa 2016'da var olan bu 3 yasal hakkı da kaldırmaya çalıştılar. Bunun karşılığında çok büyük eylemler yapıldı, kadın grevi yaşandı Polonya'da ve yasa geri çekildi. Kadın hareketi bunu bir kazanım olarak gördü. Bugün Polonya’da kadınların öncülüğünde bir hareket var ama hem LGBTİ+ hareketleri hem demokratik örgütler hem de anti faşist hareketler bu eylemlerin içinde yer aldı. 2016’da yasa geri çekildikten sonra eylemler durdu, şimdi ise yeniden tamamen yasaklanmasına yönelik çalışma var; ama bu defa parça parça geçirmeye çalıştılar yasayı. İlk olarak fetüsün yaşamsal fonksiyonları ile ilgili kürtaj hakkını engellemekti amaçları. Bu da şu demek sakat ya da yaşamsal tehlikesi olan fetüsün alınması yasaklanıyor. Bu da çok büyük eylemlerle karşılaştı.
Benim şahsi görüşüm şu, yasak gündeme geldiğinde insanlar tepki veriyor ve eylemler sonucunda yasalar bir şekilde geri çekiliyor. Fakat eylemler devam etmezse bir şekilde bu yasalar yeniden gündeme gelecek. Belki bu defa toplumsal hareketin bir adım önde giderek Polonya'da artık tamamen yasal, güvenli bir kürtaj hakkı istiyoruz mücadelesi vermesi de söz konusu olabilir. Çünkü bu toplumsal hareket o kadar güçlü ki sadece yasağın geri çevrilmesi de değil, bu hakkın istenen yönde alınması kararını çıkarabilecek de bir ivmede. Tıpkı İrlanda’da olduğu gibi ben birkaç sene sonra Polonya’da da kürtaj hakkının tamamen elde edilebileceğini düşünüyorum.
Türkiye'de Erdoğan'ın da “Her kürtaj bir Uludere’dir” sözü vardı. Türkiye'de kürtaj yasak değil fakat fiiliyatta uzun zamandır bir yasak söz konusu. Peki Polonya ile bu anlamda bir benzerlik kurulabilir mi?
Polonya'da üç durum saydık, bunun dışında kürtaj yasak fakat şöyle bir durum var aslında; Türkiye'deki o fiili yasak bu üç durum üzerinde de kullanılıyor. Örneğin bir kadın tecavüze uğradığını, belirlenen süre çerçevesinde mahkemeye götürüp karar çıkarması lazım. Bu kararı alıp daha sonra kürtaj yapmayı kabul edebilecek bir doktor bulup gerçekleştirmesi gerekiyor. Bunu da toplamda 8 hafta içerisinde yapması lazım ama hiçbir mahkeme bu süre zarfı içerisinde kadınlara bu kararı vermiyor. Özellikle küçük şehirlerde, Polonya'nın doğusunda ya da güneyinde doktorların “Ben Katolik’im” diyerek bunu reddetme hakları var. Dolayısıyla 8 hafta süre içerisinde hem yapmak isteyen bir doktor hem de karar çıkmadığı için birçok kadın kürtaj olamıyor, tıpkı Türkiye’deki gibi bu anlamda fiiliyatta bir engelleme söz konusu.
Bir de ikinci olarak gerek fiiliyatta gerek yasalarla ulaşılamayan kürtaj hiçbir zaman ortadan kalkmıyor. Kürtaj olmak isteyen kadınlar zaten bunu sağlıyor; ama yasal, güvenilir ve hastane koşullarında değil daha çok merdiven altı diye tabir ettiğimiz sağlıksız koşullarda. Gerek Polonya'da gerekse de Türkiye'de sınıfsal bir durumda söz bu yasadışı kürtajlarda. Çünkü ekonomik bağımsızlığı olmayan, ekonomik olarak alt sınıfta yer alan kadınların paralarını verip bu yasa dışı dediğimiz kürtaja erişim imkanı olmuyor. Bu kadınlar ya hamileliğe mecbur bırakılıyor ya da daha da sağlıksız koşullarda bu hamileliği sonlandırıyor. Bu tür benzerlikler var yani parası olan bir şekilde kürtaja ulaşıyor, Polonya'dan birkaç saat uzaklıktaki Almanya ya da başka ülkelere giderek bu sorunu çözebiliyor. Fiiliyatta başka önlemler de var bu üç durum içerisinde. Örneğin bir kadın eğer doğum yaparsa tamamen görme yetisini kaybedecekti. Fakat kadın mahkemelerde uğraş vermesine rağmen ne yazık ki kararı çıkartamadı ve doğumu yapmak zorunda bırakıldı. Şu an 15 yaşında bir kızı var fakat görme yetisi yok.
Türkiye yakın zamanda İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmaya yönelik bir adım attı fakat büyük tepkiler sonrasında geri çekildi. Aynı tartışma Polonya’da da var. İki ülkenin bu anlamda kadın politikalarının ortaklaştığı nokta nedir?
Aslında iki ülkenin de muhafazakâr ve sağcı iktidarlar tarafından yönetilmesi belli benzerlikleri ortaya çıkarıyor. Çünkü örneğin Polonya'nın İstanbul Sözleşmesi’ne karşı söylemleri ile Türkiye'ninki fazlası ile benzerlik içeriyor. Polonya İstanbul Sözleşmesi’nden çekilip adına “aile sözleşmesi” denilen ve daha çok Polonya, Ukrayna, Doğu Avrupa ile Rusya gibi ülkelerin imzalayacağı İstanbul Sözleşmesi'ne alternatif bir sözleşme ortaya çıkarmaya çalışıyor. İki ülkenin ortak argümanı da kadın düşmanlığı. Örneğin bu sözleşmede kadın geçen her cümlede, kadın kelimesini çıkarıp yerine aile kelimesi konuluyor. Kadının aile dışındaki tanımının yok edilmesi, geleneksel aile yapısının güçlendirilmeye çalışılması, özellikle LGBTİ+ karşıtlığı vb. söylemler söz konusu. Örneğin Polonya, İstanbul Sözleşmesi'nin toplumsal cinsiyet ideolojisini desteklediğini söylüyor. Kürtaj, feministler dışında diğer toplumsal hareketlerde ya da kendi çevremizde biraz fazla bireysel ve kadın bedeni üzerinden bir hak olarak tanımlanıyor; ama aslında çok daha geniş bir yere oturuyor. Devletin kadını bir “rahim” olarak görmesi ve nüfus politikasını bunun üzerinden şekillendirmesi bu iki ülkenin ortaklaştığı bir başka çerçeve.
Örneğin Hitler de kürtajı yasaklamıştı, nüfus politikası gereği ya da Erdoğan'ın 3 çocuk, 5 çocuk doğurun demesi aslında kapitalizme işçi, devlete ise asker doğurun demektir. O yüzden kürtaj sadece kadının bireysel beden bütünlüğü ya da hakkı değil. Gerek kilise gerek kapitalist devletler ve gerek muhafazakar tüm çevreler aslında kadını insan olarak görmüyor. 20-30 günlük hücreler bütünü yani fetüsü ileride kendine bir asker ya da işçi olarak kodlarken, bir kadının zaten var olan yaşamını hiçe sayıyor. Doğmamış soyut bir çocuk hayali, yaşayan bir kadından daha değerli. Örneğin tecavüz mağduru bir kadına “neden çocuk ölüyor, kadın ölsün” diyebilecek noktaya gelmiş bir sistemden bahsediyoruz. Ki bu da sistemin kadına bakış açısı çok açık gösteriyor.
Siz “Askı” adlı, Polonya’daki kürtaj eylemlerini anlatan bir belgesel de yaptınız. Neden askı bir simge oldu, Polonya’da eylemleri yakından izlerken nasıl deneyimler yaşadınız?
Askı, kürtaj eylemlerinin simgesi haline geldi çünkü kadınlar, sağlıksız kürtaj yöntemlerinin çoğunu deniyordu ve elbise askısı bunların en vahşi olanlarından biriydi. Bu anlamda elbise askısı çok ön plana çıktı, kadınlar yüzlerce elbise askısını kilise önüne, meydanlara bıraktı ya da ellerinde askılarla eylemlere geldi hepsi. Çok çeşitli gruplar bir şekilde birlikte hareket etmeyi başardılar bu eylemlerde. Çünkü örneğin kürtajın tamamen bir hak olması için mücadele veren, daha radikal gruplar da vardı ya da sadece o anki yasağın geri çekilmesini isteyen liberal gruplar veya anarşist gruplar… Yatay olarak örgütlenmeyi başardılar ve en son Varşova’da gördüğümüz eylemde 150 bin kişi sokaklara çıktı. 2016'da da yine yasa çıkarılmaya çalışıldığında Polonya'nın hemen hemen her yerinde eş zamanlı eylemler yapılmıştı, grev kararı alınmıştı ve çok hızlı bir şekilde olmuştu tüm bunlar.
Grevin kürtaj için kullanılması çok güzel bir şeydi ve bu aynı zamanda umut veren de bir durum. Çünkü hem pandemi hem birçok hakkın ortadan kaldırılması sadece Polonya ve Türkiye gibi baskıcı ülkelerde yaşayanlar için değil, aşırı sağın yükselmesi bugün her yerde söz konusu. Örneğin Almanya'da aşırı sağ yükseliyor ve Almanya'da da kürtaj olmak çok kolay değil, çünkü belli kıstasları var. Ve bu ırkçı muhafazakâr kesimler kürtaj hakkı üzerinden hem kadınlara hem de toplumsal özgürlüklere saldırıyor. Bu eylemler benim açımdan çok güzel ve umut verici bir deneyim oldu. Çünkü Türkiye’den göç ile Polonya’ya gittiğim yıllarda, Türkiye’de tam da sizin de bahsettiğiniz “Her kürtaj bir Uludere’dir” sözünü sarf etmişti Erdoğan. Bunun yanı sıra 3 çocuk, 5 çocuk gibi kadına sadece çocuğun ve evliliğin dayatıldığı ve bu söylemlerin üzerimize çöktü bir dönemdi; ama tabii ki de o dönemde de kadın hareketinin bunlara güçlü yanıtları olmuştu. Bu yüzden Polonya'da böyle bir şeylerle karşılaşmak beni güçlendirdi diyebilirim. Dilini bilmediğim bir ülkeydi fakat duygu anlamda kendimi yabancı hissetmemiştim, o yüzden kamerayı elime alıp bir şekilde eylemleri çekmeye başladım.
Oradaki aktivistler de bunları kullanıp yaygınlaştırıyordu. Ben de bu sayede o hareketin bir parçası haline geldim. Daha sonra hem kendi feminist arkadaşlarım hem de oradaki Polonyalı arkadaşlar sayesinde bu çektiğimiz görüntüleri bir belgesel haline getirdik. Polonya’daki kürtaj eylemler için yapılan etkinliklerde dolaşıma sokuldu. Almanya'da çeşitli yerlerde gösterimleri oldu. Türkiye'de İşçi Filmleri Festivali ile Yoğurtçu Kadın Platformu’nun özel bir etkinliğinden gösterildi. Diyarbakır’da ise FilmAmed kapsamında gösterimi yapıldı. Benim amacım kürtaj mücadelesi üzerinden daha enternasyonal bir kadın ve LGBTİ+ hareketlerinin benzer sorunlar yaşadığını, bu sorunlara farklı farklı ülkelerden eylem biçimleri ile cevap verildiğini göstermekti. Bir şekilde dayanışma ve ilham verici bir şey yapmaya çalıştım. Şunu da belirtmek gerekiyor elbette ki kürtaj hakkının engellenmesi bir kadın sorunu; ama kendilerini ikili cinsiyet tanımı içerisinde tanımlamayan non binary ya da trans bireyler de aynı şekilde bu yasaklardan etkileniyor.