TJA Sözcüsü: Bu kampanya öz savunmamızdır
TJA Sözcüsü Ayşe Gökkan, başlattıkları dört aylık kampanyanın öz savunmaları olduğunu belirterek, “Kürt kadını olmak üç kat saldırıya uğramak demektir” dedi.
TJA Sözcüsü Ayşe Gökkan, başlattıkları dört aylık kampanyanın öz savunmaları olduğunu belirterek, “Kürt kadını olmak üç kat saldırıya uğramak demektir” dedi.
TJA dört aylık planlamayla startını Amed’de verdiği ‘Kendimizi savunacağız’ kampanyası başlattı. Kuzey Kürdistan ve Türkiye kentlerinde Kürt kadınlarına ekonomik, psikolojik, cinsiyetçi ve ırkçı saldırılara karşı toplantılar, atölyeler düzenleyecek olan TJA, “Kürdistan ve Türkiye’de erkek egemen devlet, erkek egemen aile ve toplumda bin bir emek ve bedelle elde ettiğimiz kazanımlarımızı çalan, gasp ve işgal eden, taciz, tecavüz ile ret ve inkar eden saldırılara karşı bedenimizi, yaşamımızı, emeğimizi, toprağımızı, suyumuzu, ana dilimizi, özgürlüğümüzü, tüm haklarımızı savunmaktır” diyor.
TJA Sözcüsü Ayşe Gökkan ile devletin üniformalılarının Kürt kadınlarına karşı sistematik sömürgeci saldırılarını, kazanımlara yönelik inkarcı politikasını, tecridin etkilerini konuştuk.
‘Kendimizi savunacağız’ başlığını biraz anlatır mısınız, neden Kürt kadınlarının kendilerini savunması gerekiyor?
Kampanyamız ‘kendimizi savunmak’ genel başlıklıdır. Sömürge bir ülke artık, bunun adını net koymak lazım. Devlet, yer altı ve yer üstü zenginliklerine, dağına, toprağına el koymuş durumda. Bununla beraber de kadını yoksullaştırıyor. İşsizleştiriyor ve devlete muhtaç hale getiriyor. Sonra işçi olarak Türkiye şehirlerine gittiğinde de saldırıya uğruyor bu kadınlar. Biz de buna karşı hem ekonomimizi oluşturacağız hem de sömürgeci zihniyetle mücadele edeceğiz, kendimizi koruyacağız. Elbette en önemli şeylerden bir tanesi kadına yönelik cinsiyetçi ve ırkçı soykırım. Üniformalılar Kürdistan’da Musa Orhan gibi ‘ben yaptım, sen kimsesizsin, kimse sana inanmaz’ diyor. Başka ülkelerde de bu yaşandı; kendisinden olmayan halkın kadınlarına tecavüz ediliyor. Bu, bir özel savaş politikasıdır. Buna karşı kendimizi savunmalıyız.
Musa Orhan’dan söz ettiniz… Kampanyanızla ilişkisi nedir bu olayların?
Evet. O tek de değil. Gülistan Doku halen kayıp, Şırnak’ta da uzman çavuş bir çocuğa cinsel istismarda bulunuyor ve valilik ‘sarhoş birisidir’ diyor. Gülistan Doku olayında da zanlının babasının polis olması tesadüf değil. Bizler tecrübeli kadınlarız, eğer bir mesele açığa çıkmıyorsa içinde devlet vardır. Devletin kolluk kuvvetleri vardır, devletin JÖH’ü, PÖH’ü, bekçisi vardır. Van’da gardiyan Dilan’ı katletti, Ağrı’da asker Büşra’yı katletti. Devlet ağzını açıp ‘git vur, ben arkandayım’ diyor. Hatta tecavüze uğrayıp yakılıp beton dökülüyor üstlerine. Devlet yeni hükümettir, biz artık devletin hükümet olduğuna inanıyoruz. AKP, MHP rejimi devlet rejimidir. İstanbul Sözleşmesi’ne karşı oluşları da bu yüzden.
Nereden başlayacaksınız kampanyanıza?
Startı Amed’de verdik. Çevre iller katıldı ama her il kendi koşullarında startı verecek. Atölyeler vereceğiz. Programları her il kendisine göre uyarlayacak. Cins mücadelesi kadın katliamlarına, tecride karşı atölye tartışmalarıyla ‘ne yapmalıyız?’ gibi dört ay boyunca her ilde çalışmalar yapacağız. Dört ay boyunca Türkiyeli kadınlarla da bunu yürüteceğiz. Kürt kadınları sadece Kürdistan’da değil, milyonlarca kadının köyleri boşaltıldı ve göç ettiler. Göç ettikleri şehirlerde de bu çalışmaları yürüteceğiz.
Özellikle sık sık ‘sömürgeci’ vurgusu yapıyorsunuz. Sömürgecilik ve Kürt kadınına yönelik saldırılar arasında bağlantıyı nasıl kuruyorsunuz?
Kürdistan’da Kürt kadını olmak üç kat saldırıya uğramak demek. Bakın sadece bir dipnot vereyim; BM Türkiye’nin Efrîn’de insanlık suçu işlediğini söyledi. Sınır ötesinde insanlık suçu işleyen sınır içinde ne yapmaz? F-16’ların altında kendimizi savunuyoruz. Bu savunma çok kolay ve basit değil. Cezaevleri esir kadın kamplarına döndü. Kazanımlarımıza el konuldu. Bu kampanya da öz savunmamız olacaktır.
Kadınlara yönelik saldırılar salt kadına yönelik bir saldırı değil, Kuzey Kürdistan’da. Bugün Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit derinleştikçe şehirlerimizdeki saldırılar da o kadar derinleşti. Şehirlerin talanı, ekonomi, kadınlara yönelik saldırılar, ormanların yakılması, siyasi operasyonlar… Devlete askerlik yapana da linç uygulanıyor. Toplumu yoksullaştırıyor. Bütün bunların hepsini ben tecridin sonucu, sömürgeciliğin pratiği olarak görüyoruz. Yaşadığımız yerlerde tüm olanaklarımıza el koyuyorlar, Türkiye’de başka şehre gidip çalıştığımızda da orada da linç ediliyoruz. Bundan daha büyük bir tecrit olamaz. Bundan vahşi bir uygulama olamaz. Özet olarak aslında salt kadınlara değil, Kürt kadınlarına bir halkın kimliğine dönük var bunlar.
Bosna Hersek örneğini vermem tam olarak sizin sorduğunuz soruya denk geliyor. Orada da kendi inancından halkından olmayanlara kadın bedenini bir savaş ganimeti olarak görüp saldırı var. Burada da aynısı var. Yaşanan olayların hepsi böyle. Ayrıca bizim ulaşabildiklerimiz bunlar. Ya söylemeyenler? Musa Orhan’ın ‘sahipsizlik’ sözüne karşı bu kampanyamız. Orada bir kadın kimliğine söylenmiş bir şey var ama en çok da halka bir hitap var. Kürt halkına siz kimsesizsiniz diyor. Bunlara soruşturma dahi açılmıyor. Bakın biz Kürt kadınları deneyimliyiz, 17 bin faili meçhul cinayet çıkmadıysa, eğer Sakine Cansızların katliamı çıkmadıysa içinde devlet vardır. Devlet iş birliği biçiminde bir cinayet şebekesidir. Biz bu şebekeye karşı ülkemizi savunacağız. AKP devlettir diye bu kadar puta tapar diye bir şeylere saldıramazlar. Korkmayacağız. Kazanımlarımız bizimdir. Kayyumların atanması, belediye başkanlarının tutuklanmasının hepsi işgal ve sömürgeci politikasıdır. Bangır bangır bunları söyleyeceğiz. AKP sürekli saldırarak vahşiliğini yasal güvence altına alıyor. Zaten öldürülüyoruz, zaten uzman çavuşu çıkıp bize sahipsiz diyor.
Batı’daki kadın kurumları, milletvekilleri Kürdistan’ın kadın gündemine nasıl yaklaşıyor? Orada bir gündem farklılığı var sanırım.
Bazen gündemlerimiz aynı olabiliyor ama bizim gündemimiz genel olarak çok farklı. Türkiye’ye kolilerle kemikler gönderilmiyor, mezarlıklar yıkılmıyor, cenazeler kaçırılmıyor, kadınlara Türk olmaktan kaynaklı saldırıya uğramıyor. Evet kadın olmaktan kaynaklı bazı noktalarda gündemimiz aynı ama çoğunlukla da değil. Bize uygulananlar başka. Bu vahşet herkesi yakar, diyoruz. Bu kadar anti demokratik saldırılara karşı sessiz kalmak doğru değildir. Batı’nın da bizim kadınlarımıza yönelik saldırıların altındaki asıl nedeni görmesi gerekir.