Fransa'da gerçekleştirilen 71’nci Cannes Film Festivali'nde gösterilen "Güneş’in Kızları" filmin yönetmeni Eva Husson, İspanya İç Savaşı’nda Franco faşizmine karşı savaşmış komünist bir aileden geliyor. Fransız kadın yönetmen, sinema dünyasında ilk olarak 2015 yılında çektiği uzun metrajlı "Bang Gang" filmiyle ismini duyurdu. Film, başta Toronto olmak üzere birçok uluslararası festivalde ödül aldı ve sinema eleştirmenleri tarafından övgüyle karşılandı.
Şu sıralar devam eden 71. Uluslararası Cannes Film Festivali’nde Husson ikinci uzun metrajlı filmi olan "Güneşin Kızları" ile izleyici karşısına çıktı. DAİŞ’e karşı savaşan Kürt kadınlarının mücadelesini anlatan film "Altın Palmiye" için yarışan 21 film arasında yer alıyor. Festivalin en çok konuşulan yapımlarından olan "Güneş’in Kızları", şimdiden bu yılki festivale damgasını vurmayı başardı.
Fransız yönetmen Eva Husson, Kürt kadınlarının direnişinden etkilendiğini ve mücadelelerine dikkat çekmek için filmi çektiğini söylüyor. "Direniş ve direnişçilik kanımda var" diyen Fransız yönetmen Eva Husson ile son filmini ve Kürt kadınlarının mücadelesini konuştuk.
Kürtleri ne zamandan beri tanıyorsunuz?
Uzun yıllardır Kürtleri tanıyorum. Ancak Kürt sorunuyla ilgilenmem 2014 yılının yazından bu yanadır. Şengal'e yönelik saldırı ve katliamı duyduktan sonra daha çok ilgimi çekti. Ancak ben o dönemde başka bir film çekiminde olduğum için zamanım yoktu. 2015 yılından sonra Kürtler üzerine okuyup, araştırmalar yapmaya başladım. Şubat 2016 yılından sonra da Kürdistan’a gittim.
'Güneş’in Kızları' filmin yapma fikri ne zaman oluştu? Nasıl karar verdiniz?
Dedem bir komünistti. İspanya İç Savaşı’nda cumhuriyetçi bir askerdi. Kardeşi de anarşistti. Kardeşiyle birlikte Franco faşizmine karşı savaştılar. Daha sonra Fransa’ya geçerek, Paris’te de direniş içerisinde yer almış. Dolasıyla İspanya İç Savaşı’nda faşizme karşı savaşan bir direnişçinin torunuyum. Direniş ve direnişçilik kanımda var. Faşizme karşı silahlanıp savaşan kadınları okuduğumda çok etkilendim, ilgimi çekti. Çünkü her iki konu da benim için aynıdır. Kürt kadınlarının bu direnişi ve mücadelesini okuduktan sonra böylesi bir film yapmaya karar verdim.
Filmin yapım aşaması ne kadar sürdü?
Araştırma döneminden sonra 2016 yılında Kürdistan’a geçtim Maxmur başta olmak üzere birçok yere gittim. Kadın ve erkek savaşçıları gördüm, konuştum. Savaş muhabirleriyle görüştüm. Onun dışında bu süre zarfında çok kişiyle görüşmelerim oldu. Hatta Êzidî kadınları Reqa ve Musul’dan Kürdistan’a geçiren şebekelerle bile karşılaştım. DAİŞ’in eline esir düşmüş ve sonra da kurtulmuş kadınlarla sohbet ettim.
Ardından da filmin senaryosunu yazmaya başladım. Çekimler geçen yıl yapıldı. Filmi ilk önce Kürdistan’da çekmeyi düşünüyorduk. Ancak büyük bir ekiple çalıştığımız için onların hayatlarını tehlikeye sokacak riski göze alamadık. Ardından Fas’ta çekmeyi planladık. Orası da olmadı. Daha sonra Gürcistan’da benzer mekanlar bulduk ve orada çekimleri gerçekleştirdik.
Kürt kadınların DAİŞ’e karşı verdiği mücadeleyi nasıl görüyorsunuz?
Bu filmdeki kadınların, dünya kadınları için örnek olacağını umut ediyorum. Aslında bütün dünya kadınlarından bahsediyor. Diz çökmemek, savaşmak, devamlı savaşmak aynı zaman bir zaferdir. Bu kadına güç ve moral veriyor. Bana göre Kürt kadınları olağanüstü. Zaten bu filmi de bundan ötürü yapmaya karar verdim.
İkinci uzun metrajlı filminiz. Konu çok ağır ve riskli, kaygılarınız oldu mu?
Evet, benim için oldukça riskliydi. Hem düşünsel hem de fiziksel olarak. Hayatım risk altındaydı. Bundan dolayı uzun zaman Fransa devletinin tesis ettiği korumalarla dolaştım. Kürdistan’a da Gürcistan’a da gitmek riskti. Hatta film çekimlerinden sonra Gürcistan’da patlama meydana geldi. Ancak bunların hiçbir önemi yok. Çünkü eğer siz davanızda haklıysanız riskin hiçbir önemi yoktur. Bu film için de risk almaya değerdi.
Filmde, Kürt kadınları sadece DAİŞ’e karşı değil feodal ve geri erkek zihniyetine karşı da mücadele ediyor...
Kadınların bu mücadelesi Öcalan’ın geliştirdiği Marksist-feminist temele dayanıyor. Daha eşitlikçi ve adil bir topluma kavuşmak için ataerkil sistemin yıkmanın esas olduğunu düşünüyorum.
Bugün Rojava ve Şengal’de DAİŞ’e karşı savaşan kadınların filminiz hakkında ne düşündüğünü merak ediyor musunuz?
Şengal’deki kadınlar, bu filmi görmedi daha. Umut ediyorum ki o kadınlar bu filmde kendi gerçekliğine yakın bir parça görürler. Çünkü bu film onlardan bahsediyor. Yaptıklarının önemli bir şey olduğunu görecekler.
Filme yönelik 'propaganda' eleştirileri var. Bu eleştirilere ne diyeceksiniz?
Birbirinden uzak, alakasız ve acımasız eleştiriler var. Bence bunlar art niyetliler. Öbür taraftan da filmde, ağlayan insanlar da var. Herkes bilmeli ki, bu bir propaganda filmi değil. Ben bir örgütün isminden bile bahsetmiyorum. Onun için bu kesimlerin eleştirileri anlamsız. Hatta bu eleştiriler kadına yöneliktir de. Hedef de budur. Ben bir gerçekliğe dikkat çektim. Olayın anlaşılması için Marksist bir terminoloji kullanmam lazımdı. Çünkü bu onların gerçekliği. Ben bu gerçekliği değiştiremezdim.
Filminiz bir kadın filmi, konusu da kadınlar… Bu yıl jüri başkanı da bir kadın. Sizce bu festivalde filminiz bir ödül alır mı?
Ekibin tamamı kadın değil, erkekte var. Onlara haksızlık yapmayalım. Kolektif bir çalışmanın ürünüdür. Umarım 71’nci Cannes’da bir ödül alırız.