Yer altından notlar

Su yaklaştı, üstümü açtı, kemiklerime sarılmış yağmurluk suda gitti. Naylona konulmuş kemiklerim suyla buluştu. Bir yere tutunacağım bir yer bulmalıyım, suyun beni alıp toprağımdan uzaklaştırmasına izin vermemeliyim.

GERİLLA LALEŞ

Su, kendi yatağını aştı, üzerime geliyor. Toprak incelmeye başlıyor, başladı bile sanırım. Su bana ulaşır mı acaba, bana kadar gelir mi? Daha sıkı sarılmalıyım toprağa; burası benim, annemin, yoldaşlarımın, kimliğini arayan kadınların, tanrıçaların tahtını, dergahlarını var ettiği, şehitlerimizin, bizim toprağımız. Bırakmamalıyım ana rahmimi, bırakmayacağım.

Werxele şehitleri geldi aklıma. Avaşin’ de şehit yoldaşlarım Çavrê ve Cumali’nin direndiği şikeftte, şehit Cumali’nin direniş içinde söylediği o cümle geldi aklıma: “Kanımızın son damlasına kadar, kemiklerimiz eriyinceye kadar direneceğiz.” Su sesi yakınlaşıyor, ışık gözlerimi yaktı, kim açtı üstümü? Örtün toprağımı üstüme, yatağım o benim, vatanım o benim, toprağım o benim, yoldaşlarımın beni bulup koyduğu mezarım o benim. Geçmişim, geleceğim, tarihim o benim… Ben, Ezidî kızı Laleş’ im!

Bundan iki yıl önce geldim Kürdistan dağlarına, Ezîdi’yim ben. Adım Laleş, Şengal fermanından, katliamdan önce tanımıyordum kimseyi. Gözlerimde korku, gözlerimde cesaretten uzak bir iradesizlik hali yatkındı. DAİŞ’ti, evet DAİŞ’ti beni kaçırmak isteyen, satmak isteyen, yer altına koymak isteyip, toprağımı örtüp, varlığımı tarih öncesine gömmek istiyorlardı. Ellerim bağlı, kıvırcık saçlarım toz toprak içindeydi, annem ve babam neredeler, onu bile bilmiyordum. Dudaklarım susuzluktan hafif çatlamış, yüzüme dökülen saç tellerimin ucu güneşte yanmıştı. Gözlerim daha belirginleşmiş, korkutuyordu bana bakanları. Kim baksa, ağlamaklı bir sesle bakıyordum onlara. Toprağımı terk ediyordum; benim olan, doğduğum, büyüdüğüm, kendimi tanıdığım, annemin bizi yetiştirdiği yeri terk ediyordum. Üstelik sadece ben değil, tüm halkım arkamızda Şengal’den yükselen dumanlara sırtını dönmüş, göç ediyordu.

Duman toza karıştı, toprak yarıldı, toprak üstüme düştü sanki. Herkes yer amaya başladı; çocukların ağlaması durdu, saçlarım başımdan attı yırtık lastik tokamı, kendini rüzgâra bıraktı Şengal’den yükselen dumanlar. Mermi sesleri gelmeye başladı, ellerinde kleşlerle, sarı ayakkabılı peşmergeler geliyordu. Yok yok peşmerge değil bunlar, bunlar farklı, bunlar gülerek bize doğru geliyorlar, sırtları Şengel’e değil, bize dönüktü.  Bunlar her kimse ben de gitmeliyim onlarla, ben de taşımalıyım o silahı, ben de toprağımı yok etmek isteyenlere karşı savaşmalıyım.  Yok, bunlar peşmerge değil. Bir annenin bağırış sesi geldi: “Melekler geliyor, melekler yeryüzüne indi, melekler geliyor.” Mermiler Şengal’ e uzanıyordu. Şengal’den yükselen “Allah u Ekber” sesleri azalmaya başlamıştı. O sesler kulaklarımı delip geçmişti ama kulağıma küpe olanlar da bende yer almaya başlamıştı. O da gözlerimde gördüğüm ve kuklalarımla duyduğum kadınların, “Bîjî Serok Apo” nidasıydı.  Ben de bu yolda yürümeli, ben de düşmeliyim peşine bu kadınların. Yeri göğü zılgıtlarıyla inleten kadınların yol arkadaşı olmalıyım. 6 yıl boyunca, tüm kalbimle hayranlıkla baktım bu kadınlara. Dağdan gelmişlerdi. Onlar zaferin süvarileri, insanlığın iyilik kılıcını ellerinde tutanlardı. Bunlar, halkımın diliyle dünyanın umudu olan gerillalardı.

Bunları hatırlıyorum, 2020 yılında Zap direniş kalesine doğru gittim. Ben de giydim o kıyafetleri, ben de gabardinlerimle dolaştım dağlarda, ben de birçok yoldaş edindim; kendimi savunmayı, korumayı, kendime ait olmayı öğrendim. Ben de sevdim bir ağacı, ben de sevdim suyu, toprağı, ben de büyüttüm içimde Kürdistan dağlarına duyduğum hasreti, ben de bağırdım “özgürlük” diye. Ve ben de yaralandım, terledim, emek verdim, anı biriktirdim, yere düştüm, dizimi, kolumu kanattım, benim de belim ağrıdı yükten; ben de sevdim en zoruna koşmayı, çatıştım, kan döktüm, yoldaşlarıma ağladım, onları özledim, ben de intikam yeminleri ettim şehit yoldaşlarım için ve kazanacağımız dava uğruna ben de yürüdüm en zorlu arazilerde. Zap’ta Kokelê alanında düşmanla karşılaştım. Onlar, Şengal’de 2014 yılında toprağıma tükürüp basıp geçmek isteyen zebanilerdi. Yoldaşlarım beni korudu, ben de yoldaşlarımı savundum. Orada döktüm kanımı toprağa. Faşist, işgalci, ırkçı, kadın düşmanı, özgürlük düşmanı Türk Devleti’nin kullandığı kimyasal silahlar sonucu şehit oldum. Ben şehit olsam da etim dirhem dirhem erise de bırakmayacağım bir daha toprağımı.

Su yaklaştı, üstümü açtı, kemiklerime sarılmış yağmurluk suda gitti. Naylona konulmuş kemiklerim suyla buluştu. Bir yere tutunacağım bir yer bulmalıyım, suyun beni alıp toprağımdan uzaklaştırmasına izin vermemeliyim.

Su diniyor mu? Sesi azaldı, hırçınlığı geçti. Sızlayan kemiklerim acısını aldı, kimyasal kokusunu sildi üzerimden. Şehit Rosîda değil mi o? Evet O, suyun çabuk azalması için çukurlar açıyor, eğim veriyor toprağa. “…heval, hevalll, hevalll, hevalll…” sesim gitmiyor mu onlara? Su diniyor, azalıyor, sesi yavaşlıyor, hırçınlık geçiyor. Ben hala buradayım. Heval Rosîda ben buradayım, Kokelê’nin altında, Zap’ın yüceliğine bakmam için beni gömdüğünüz toprağın içinde, bir taşın kenarında, kemiklerim toplu halde benle, buradayım heval. Benim, Ezidî kızı gerilla Laleş.