14 Temmuz direnişçileri efsanevi bir eylemde buluştu

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu'nu ve kahramanlarını anlatan Kürt Siyasetçi-Yazar Fuat Kav, devrimci şehitlerin cesaret, ahlak ve direnişleriyle efsanevi bir eylemde buluştuğuna dikkat çekti.

Kürt Siyasetçi-Yazar Fuat Kav, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi'nin yıl dönümü vesilesiyle ANF'ye değerlendirmelerde bulundu.

Kav, "14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu'nu parti, Kurdistan halkı, Orta Doğu açısından yani Orta Doğu devrimleri açısından bir milat olarak değerlendirmek mümkündür. Çünkü o dönemde Diyarbakır zindanları bir temerküz kampı haline getirilmek istenmişti, Türkiye devleti tarafından, 12 Eylül rejimi tarafından" dedi.

 


'YENİ EYLEMLERE İHTİYAÇ VARDI; BÜYÜK ÖLÜM ORUCU CEVAP OLMUŞTU'

Kav, ölüm orucu sürecini şöyle anlattı:

"Orta Doğu'da çok önemli düzeyde rol oynayacak PKK hareketinin bütün önde gelen kadroları orada tutsak konumundaydı. Onların tutsak alındıktan sonra bir de itiraf ettirme, teslim alma, iradelerini kırma temelinde bir siyaset yürütülüyordu. Bu siyaset eğer sonuç vermiş olsaydı bu anlamda PKK'nin Diyarbakır Cezaevi'nde bitirilmesi demek ise Kurdistan devriminin, Orta Doğu devriminin -bitme anlamında demesek de- çok önemli darbe yiyebileceğini, yiyeceğini de çok iyi biliyoruz. Bu nedenle hem Diyarbakır Cezaevi çok önemli bir role sahipti, devrim ve karşı devrim açısından, hem de PKK hareketinin gelişmesi, büyümesi ve Orta Doğu'da bir irade haline gelmesi açısından önemli bir role sahipti, misyonuna sahipti. Böyle bakıldığı zaman doğal olarak orada ortaya çıkacak bir iradenin ya da orada ortaya çıkacak bir irade kırılmasının devrime veya karşı devrime çok önemli etkide bulunacağı anlamına geliyordu. Dolayısıyla orada ortaya konulan direniş hem Kurdistan Devriminin direnişiydi, hem Orta Doğu'da ileriki süreçte ortaya çıkabilecek bir devrimin de direnişi anlamına geliyordu. Bu bağlamda 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu böylesi önemli bir misyona, önemli bir role sahipti.

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu'ndan önce biliyoruz ki çok büyük düzeyde eylem ve etkinlikler ortaya konulmuştu. Mazlum Doğan arkadaşın eylemi, fedai düzeninde geliştirmiş olduğu eylem daha sonraki süreçte Dörtler'in kendilerini cayır cayır yakarak geliştirmiş olduğu eylem doğal olarak hem düşmanı önemli oranda etkilemişti, aynı zamanda PKK'nin ne demek olduğunu, PKK kadrolarının hangi anlama geldiğini, nasıl bir duruşa sahip olduğunu, nasıl bir irade sahip olduğu anlamına da gelen bir tutumun açığa çıkması anlamında önemliydi. Ayrıca tutsakları etkileme açısından da çok önemli bir rol oynamıştı. Fakat her iki eylem yani Mazlum Doğan'ın eylemi ve Dörtler'in eylemi Diyarbakır Cezaevi'nde uygulanan uygulamalara son verme anlamında yetersiz kalmıştı. Çok önemli düzeyde etki yaratmıştı. Düşmanın kafasında önemli oranda soru işareti yaratmıştı. PKK ve kadrosunun tutumu, direngenliğinin oluştuğunu en azından görmüş oluyorlardı. Ama bu doğal olarak teslimiyete ve ihanete karşı yürütülen mücadelede sonuç alma anlamında yetersiz kalmıştı. Dolayısıyla yeni eylemlere ihtiyaç vardı, yeni duruşlara ihtiyaç vardı, yeniden düşmana karşı, 12 Eylül rejimine karşı başka türlü dik duruşa ihtiyaç vardı. Bu da işte 14 dört Temmuz Büyük Ölüm Orucu'ydu.

Elbette ki ondan önceki süreçte arkadaşlar çok tartışmışlardı. Yani Hayri Durmuş arkadaşın, Kemal Pir ve diğer arkadaşların üçüncü bir eylem nasıl olabilir... Yani Mazlum arkadaş ve Dörtler'in eyleminden sonra nasıl bir eyleme damga vurulması gerektiğine ilişkin büyük tartışmalar yürütmüşlerdi. Feda eylemi gerçekleşmişti, Mazlum Doğan'ın şahsında. Kendini yakma olayı gerçekleşmişti, Ferhat Kurtay ve üç arkadaşın şahsında. Geride başka bir eyleme ihtiyaç duyuyordu. Başka bir eylem türü lazımdı. Ama biraz daha uzun süren, düşmanı yıpratan, propaganda gücü yüksek olan, süresi de uzun olan bir eyleme ihtiyaç duyuluyordu. Yapılan tartışmalar neticesinde ölüm orucu kararı verilmişti. Yani ölüm orucu birden fazla arkadaşın katılacağı bir eylem ama aynı zamanda uzun sürecek bir eylem. Bu uzun süre sürdürülecek olan eylem sürecinde hem propaganda gücü çok yüksek olacak hem aileleri etkileyecek hem de dışarıda hareketi etkileyecek. Bu nedenle ölüm orucunun daha uygun, daha doğru olacağı ortaya çıktı. Tabii 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu aslında daha önceki süreçlerde başlayacaktı. Hayri arkadaşın kendisinin ifadesi vardır. Kemal Pir arkadaşın da bu bağlamda ifadesi var. Mustafa Karasu arkadaşın da bu anlamda anlatımları vardır. Yani 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu aslında gecikmiş bir eylem olarak değerlendirildi.

Yani daha önceki süreçlerde eyleme başlayacaklardı. Ancak bu eylemin gecikmiş olması yani Hayri arkadaştan ya da Kemal arkadaştan kaynaklanan bir durum değildi yani.
Çünkü eylemin startı mahkemede verilecekti. Yani mahkemede duruşmada Hayri arkadaş çıkıp eyleme başladıklarını, ölüm orucuna başladıklarını, taleplerini sıralayarak ortaya koyacaktı. Fakat her defasında mahkeme heyeti Hayri Durmuş arkadaşlara söz hakkı vermiyordu, yani söz hakkı vermeyince doğal olarak eylem de ertelenmiş olur. Yani kendiliğinden ertelenmiş oluyordu. İki mahkeme arasında bir aylık zaman, bir ay zaman süresi vardı. Düşünün, diyelim ki bir mahkemede söz hakkı istiyor. Mahkeme heyeti vermeyince doğal olarak eylem bir başka aya ertelenmiş oluyor. Ancak 14 Temmuz günü geldiğinde 14 Temmuz 1982 yılında yine mahkeme heyetinin Hayri Durmuş arkadaşa söz hakkı vermemesi üzerinden Hayri arkadaş ısrarla söz hakkı almak istediğini, çok önemli açıklamalarda bulunacağını, bu önemli açıklamanın mahkemenin gidişatını belirleyeceğini, cezaevinin gidişatını belirleyeceğini, hareketin gidişatının verileceğine ilişkin bir açıklama olduğunu belirtiyor ve bu temelde mahkeme heyeti bir anlamda zorunlu olarak Hayri Durmuş arkadaşa söz hakkı vermiş oluyor. söz hakkı verildikten sonra zaten Halil Durmuş arkadaş açıklamada bulunuyor, yani cezaevinde yürütülen işkence politikasının amacının ne olduğunu, 12 Eylül rejiminin anlamı ne olduğunu, niçin 12 Eylül rejiminin geliştiğini, 12 Eylül askeri darbenin niçin yapıldığını, bunda PKK'nin rolünün ne olduğunu, PKK'nin tasfiye edilmesinde 12 Eylül rejiminin siyasetinin nasıl yürütüldüğünü geniş geniş anlattıktan sonra mevcut koşullarda siyasi savunma yapma noktasında çok ciddi düzeyde engellerin olduğunu, söz hakkı verilmediğini, itirafçılara daha çok söz hakkı verildiğini, PKK'nin tasfiye edilmesinde yapılan karalamalara daha çok söz hakkı verildiğini ya da karalama yapan itirafçılara daha çok söz hakkı verildiğini belirttikten sonra, bugünden itibaren ölüm orucuna başlıyorum, demişti.

Tabii ölüm orucuna başlıyorum deyince mahkeme heyetinin kendisi önce şaşkın bir biçimde Hayri arkadaşa bakıyor. Ardından Hayri Durmuş diyor bir dakika... Biz bundan sonra sizin söylediklerinizi tutanaklara geçireceğiz. ölüm orucuna, eyleme girmenize gerek yoktur. bundan sonraki süreçte gidişatın farklı olabileceğine ilişkin genel bir yaklaşım ortaya koyuyor. Hayri Durmuş arkadaş, hayır diyor. Yani sizin bize vermiş olduğu sözlerin tek bir tanesinin gereklerini yerine getirmediniz Siz de bu politikanın bir parçasısınız. Yani 7. Kolordu Komutanlığını yürüten Kemal Yamak, işte başsavcı ve bağlı olarak mahkeme heyeti, ayrıca cezaevi iç güvenlik amiri adı altında faaliyet yürüten Esat Oktay Yıldıran. Yani bu üç birim PKK'nin tasfiye edilmesinde birinci derecede görev almışlardır. 12 Eylül rejimi tarafından verilmiş bir görevdir.

Bu görevin gereklerinin yerine getirilmesi için de Diyarbakır Cezaevi pilot olarak kullanılmıştır. Pilot olarak ele alınıp değerlendirilmiştir. Dolayısıyla siz bu vahşice bize uygulanan uygulamaların bir parçası değilsiniz gibi bir yaklaşımınız doğru değildir. Bu noktada bizi ikna edemezsiniz. Çünkü ben defalarca, diyor, bu duruşmada, bu mahkemede, bu kürsüde kendi durumumuzu size anlattım. Mazlum Doğan arkadaşların eylemini ben size anlattım. Niçin eylem koyduğunu ben size anlattım. Dörtler'in niçin kendilerini cayır cayır yaktığını ben size anlattım. İşkenceleri ben size anlattım. Hatta bu mahkeme salonunda sizin gözlerinizin önünde işkence görmemize rağmen sizden herhangi bir ses çıkmadı. Herhangi bir müdahalede bulunmadınız. Bu nedenle sizin sözünüze güvenmiyorum, inanmıyorum, demişti ve ölüm orucuna başlamıştı. Daha sonra işte Kemal Pir arkadaş, birkaç arkadaş daha mahkemede Hayri Durmuş arkadaşın başlatmış olduğu eyleme katılmış oldular. Ölüm orucuna katılmış oldular. Sonra arkadaşlar tabii cezaevine geldiler. Ben o dönemde mahkemede değilim yani o konuda. Akif Yılmaz arkadaşla birlikte aynı hücredeydik. Gelen haber üzerinde AKP arkadaşın yapmış olduğumuz belli bir tartışma neticesinde orada dahil olma durumu yaşandı.

Yani iki gün aradan sonra Akif arkadaşın da dahil olduğu ölüm orucuna başlamış oldu. Böylece Hayri Durmuş arkadaş cezaevine geldikten sonra kendi hücresine konulduğunda şunu demişti: Başardık, başardık. Altı kişiyle başardık.

Yani mahkemede o zaman altı kişi ölüm orucuna başlamışlardı. İki gün sonra da cezaevinde iki arkadaşın da katılımıyla toplam sekiz kişi oldu. Daha sonraki süreçlerde tabii katılımlar oldu, büyüdü. Ve böylece 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu başladı."

BÜYÜK EYLEMİN AMACI NEYDİ?

Kav, büyük ölüm orucunun amacına da değinerek, şöyle dedi:

"Büyük ölüm orucunun amacı şuydu: Bir, siyasi savunmalar üzerindeki bütün baskıların ortadan kaldırılması. Türkiye'de siyasi savunma yapma konusunda çok büyük zorluklar yaşanıyordu. Yazılı olarak sormak zaten mümkün değildi. Çünkü kalem verilmiyordu, kağıt verilmiyordu. Araçlar verilmiyordu yani özellikle. Ortam zaten söz konusu değildi. Sabahtan akşama kadar işkenceler yapılıyordu. Tutsaklardan üç kişiyi hücreden çıkarıp dayak atılırken on kişi daha içeri sokuluyordu. Yani böylece o atmosfer içerisinde, o kaos içerisinde, o çığlıkların eşliğinde siyasi savunmaları yazmak, yoğunlaşmak, ifade etmek mümkün değildir. Sadece mahkemeye gidildiği zaman orada ortaya çıkan tablo karşısında söz hakkı verildiğinde artık siyasi savunma yapma durumu olabiliyordu. Onun dışında siyasi savunmaya izin verilmiyordu. İtirafçılar bol bol konuşuyordu. Partiyi karalayanlara uzun uzun söz hakkı veriliyordu. Fakat siyasi savunma yapanlar, partiye sahip çıkanlar, PKK'ye sahip çıkanlar, Kurdistan tarihine, Kurdistan halkına ilişkin olarak tarihe düşebilecek sözler verilmesi noktasında tamamen mümkün olmuyordu yani o konuda. Mahkeme heyeti başta olmak üzere orada bulunan bütün askerler, orada bulunan bütün rütbeli heyette yer alanlar, yine güvenlik adı altında bizi mahkemeye götürüp getiren işte askeri güçler, mahkeme salonunda bile bize saldırıyorlardı. İşkence yapıyorlardı. Niçin? Şahin Dönmez ve Yıldırım Erkit gibi konuşmadığımızdan. Onlar çünkü itirafçıydılar. Niçin onlar gibi konuşmadığımızı, niçin işte PKK'den, PKK'nin mücadelesinden, Kürtlerden ve Kurdistan tarihinden bahsettiğimizi anlatıyorlardı ve bu nedenle de cezaevinden mahkemeye kadar, mahkeme salonundan cezaevine kadar işkence altında sürekli tutuluyorduk. Birincisi buydu. Bunun ortadan kaldırılmasını özellikle istiyorduk. Yani siyasi savunma bizim mücadelemizin bir parçasıydı.

PKK tarihini, PKK'nin temel ilkelerini, onun devrim ve stratejik ilkelerine bağlı olarak Kurdistan halkını mahkeme salonunda ifade etmek istiyorduk, tarihe geçirmek istiyorduk yani. Belge haline getirmek istiyorduk. Çünkü Kurdistan tarihi boyunca hiç kimse Kurdistan tarihini savunan, Kürt halkının gerçekliğini ifade eden, siyasi iradesini ortaya koyan, isyanların niçin bastırıldığını, niçin isyan edildiğine ilişkin genel bir yaklaşım söz konusu değildi. Düşman karşısında, sömürgecilik karşısında ilk kez PKK kadroları ve PKK'nin öncü konumunda olan kadrolar, işte Hayri Durmuş, Kemal Pir, Mazlum Doğan gibi arkadaşlar siyasi savunma yaparak Kurdistan gerçekliğini ortaya koymak istiyorlardı. Fakat orada bu anlamda engel teşkil ediliyordu. Mahkeme heyeti buna izin vermiyordu.

Cezaevi iç güvenlik amiri denilen Esat Oktay Yıldıran, kendisi ve ekibiyle birlikte çok özel işkencelere tabi tutarak özellikle siyasi savunmaya engel oluyordu. Bu uygulamanın kaldırılması gerektiğine ilişkin bir talepti. İkinci talep ise işkenceydi. Diyarbakır Cezaevi pilot belge olarak seçilmişti, aslında bir deney alanıydı yani. Nasıl ki Hitler kamplarda insanlar üzerinde deney yapıyorlar... Diyarbakır Cezaevi'nde de bizim üzerimize deney yapıyordu aslında. Yani işkenceyle bir insan nasıl öldürülür, işkenceyle bir insanın iradesi ne kadar güçlüdür, keskindir, kuvvetlidir ya da zayıftır... İşkence ederek insanların bedeninin ne kadar zora, zorbalığa, işkenceye dayandığını aslında tespit etmeye çalışıyorlardı. Ve sadece bir çeşit işkence değil. Bin bir çeşit işkence uygulanıyordu. O uygulamalar eşliğinde tabii işte itirafçılık dayatıyordu, o uygulamaların eşliğinde pişmanlığı dayatıyordu. O uygulamaların eşliğinde siyasi savunmayı yapmama temelinde dayatmalarda bulunuyordu ve aynı zamanda tabii bedeni zayıf düşürerek iradeyi de zayıf düşürmeye dönük bir çaba vardı. Bu işkencelerin ortadan kaldırılmasına ilişkin bir talep vardı. Yani ikinci talep. Üçüncü talep de -temel taleplerden bahsediyorum- Diyarbakır Cezaevi'nde bizler siyasi tutsağız yani, PKK'nin birer üyeleriyiz. PKK'nin üyeleri aynı zamanda savaş esirleridirler. Aynı zamanda tutsaktırlar. Aynı zamanda Kürdüz. Yani Kürt olduğumuz için Türkleştirmeye de tepkimiz ortaya çıktı. Yani üçüncü madde olarak da biz Kürt kimliğiyle orada yaşamak istiyoruz. Türk kimliğiyle değil. Bizi bu temelde kabul etmeleri gerektiğine ilişkin bir yaklaşımımız vardı. Yani zaten orada temel dayatmalardan birisi de Türkçülüktü. Yani işte 'ne mutlu Türküm diyene.' Ondan sonra duvarlara yazılan Türklükle ilgili bütün sloganlar temelinde yaşama noktasında bir dayatma söz konusudur. Ve oranın bir askeri okul olduğunu, Esat Oktay'ın deyimiyle oranın bir askeri okul olduğunu, bu askeri okulda geçmişte bizim düşüncemiz, ideolojimiz ne olursa olsun, burada herkesin Türk olacağını söylüyordu. Ve doğal olarak ölüm orucunda taleplerimizden birisi de bu ırkçılığa bir son vermedir. Kendi Kürt kimliğimizle, sosyalist kimliğimizle özgürce bu anlamda orada tutsak konumunda olmamızı istiyorduk. Diğer birçok talep vardı. Ama temel taleplerimiz buydu. İşte insanca yaşama, kendimizi ifade edebilmemiz, kitapların, gazetelerin gelmesi, okuma olanaklarının ortaya konulması gibi birçok talep vardı. Daha önceki süreçteki talepler tabii daha farklıdır. Ölüm orucu sürecinin ne kadar zor olduğunu ifade etmenin bir anlamı yoktur aslında. Diyarbakır Cezaevi'nde kalmak zaten başlı başına çelikten bir iradeye sahip olmayı gerektiriyordu. Sn derece devrime karşı sorumlu düşüncede, berrak ideoloji, net kişilik, yenilmez bir irade lazımdı. Yani o dönemdeki Diyarbakır Cezaevi'nde bu temel unsurların herhangi birisi eksik olduğu andan itibaren orada iradeyi temsil etmek, mücadeleyi temsil etmek, PKK'yi temsil etmek, Kürt halkı ve Kurdistan'ı temsil etmek mümkün değil. Bu temel unsurlar birbirini bağlayan, birbiriyle bütünleşen ve temel bir direniş kişiliğini ortaya çıkaran unsurlardı."

'DÖRT DÖRTLÜK DEVRİMCİ...'

Diyarbakır Cezaevi'nin işkencelerine ve şehitlerin devrimci duruşlarına değinen Kav, şunları anlattı:

"Diyarbakır Cezaevi'nde kalma, orada mücadele etme, teslim olmama, Esat Oktay'ın uygulamalarına karşı dik durma, başlı başına dediğim gibi çok zor ve çetin bir durumdu. Ölüm orucu ise bunun on katıdır tabii. Sonuçta bütün yemeklerden ve bedeni besleyen gıdalarından arındırılmış bir eylem içine giriyor. Yani ölüm orucuna gidiyorsun. Sudan ve sigaradan başka hiçbir şey almıyorsun. Bir de çok ve son derece olumsuz koşular içerisinde ölüm orucuna yatmış oluyorsun. Yani her birisi bir hücrede ve o hücrenin içinde sayısızca fare ve diğer haşaretlerin içinde uzanmış. Takatten düşmüş bir eylemci olarak orada uzanmış oluyorsun. Bunu empati ederek aslında ne kadar zor olduğunu anlamak mümkündür. Yoksa ifade etmek, sözcüklerle anlatmak, bazı örnekler vermek, gerçekten de orada yaşamayan, o sürecin içinde olmayan birisine anlatmak mümkün değildir. O birilerinin de bu konuda ikna olmaları mümkün değildir, o nedenle ölüm orucuna girenler ve özellikle de buna öncülük eden çelikten iradeye sahip olan, mevcut yaşamlarını orada kaybeden, şehadete ulaşanları daha fazla anlatmaya ihtiyaç var.

Yani örneğin diyelim ki bir Kemal Pir'i anlatmak elbette ki yetmez. Kemal Pir'i ifade etmek, sözcüklerle onu izah etmek, onun duruşunu, onun mimiklerini, onun düşmanı karşısındaki dik duruşunu burada ben anlatırsam sanırım ne zaman yeter ne de bu bağlamda ifade edebilirim. Ama Kemal Pir'in belli başlı özellikleri vardı. Nasıl bir insan çıktığını, nasıl bir devrimci çıktığını, nasıl bir PKK militanı çıktığını aslında görme olanağımız da ortaya çıkmış oluyor. Biliyoruz, Kemal Pir Karadenizli bir arkadaştı. Son derece devrimci fikirlerle donanmış, ideolojik olarak gerçekten de keskin, politik olarak da net düşüncede ve yaşam tarzında dört dörtlük bir devrimci, diyebilirim. Altını çizerek söylüyorum; dört dörtlük bir devrimci.

Her insanın bünyesinde bazı eksikler, bazı yetmezlikler olur elbette. Bunları görmek, göze çarptığında ifade etmek mümkündür yani. Ama ben Kemal Pir arkadaşın göze çarpan, dışa vuran, onu ifade edebilecek, dile getirebilecek bir eksikliğini görmediğini burada çok rahat bir biçimde söyleyebilirim. Yani zindandan önceki süreçte de ben Kemal Pir arkadaşı tanıyordum. Seksen öncesi cezaevine girmeden de birlikte kaldığımız dönemler olmuştu. Hep şunu düşündüm ama, herkesin bir hatası, bir eksiği var. İnsan biraz düşündüğünde, biraz yanında kaldığında, birlikte oturup kalktığında hemen görebiliyorsun yani. Ben özel olarak Kemal Pir arkadaşımla ilgili yoğunlaşma yaşadım. Acaba bu arkadaşın nesi eksik? Bu arkadaşın bünyesinde eksik olarak diye tabir edebileceğim bir şey var mı? Hem dışarıda hem içeride. Yani hem seksen öncesi hem de o açlık görevi, ölüm oruçları sürecinde göremedim yani.

Halkların konfederal sistemini inşa edebilecek bir hareket olduğunu ve bu nedenle PKK'ye katıldığını söylüyorlar. Yani 1981 yılında Diyarbakır'da mahkeme heyetinin karşısına Kemal Pir bunları ifade ediyor.

Yani PKK'nin demokratik cumhuriyet, Orta Doğu Konfederalizmini aslında Kemal Pir arkadaş 1981 yılında Diyarbakır mahkemelerinde ifade etmiştir. Bunu nerede ifade etmiştik? Niye yapmıştı? Çünkü cezaevine girmeden önceki süreçte Başkan Apo'yla yapmış olduğu değerlendirmeler, diyaloglar neticesinde böyle bir sonuca ulaşmıştı.

Yani PKK hareketinin ideolojisinde dar anlamda bir Kürtçülük yoktur. Dar anlamda bir Kürt devleti kurup her şeyi bitirme yoktur yani. Türkiye halkının kurtuluşu, aynı zamanda Orta Doğu halkının kurtuluşunun da PKK tarafından gerçekleştirileceğine ilişkin genel yaklaşım var. Dobra dobra konuşuyor, karşısında isterse mahkeme heyeti olsun, isterse savcı olsun, isterse komutan Kemal Yamak olsun. İsterse Esad Oktay olsun. Ben Kemal Pir'im, derdi yani. Sözümden dönmem mümkün değildir, diyordu. Ve ölüm orucuna girerken de böyleydi. Şehit düşerken mesela işte o dönemde doktor diye bir subay vardı. Daha sonraki süreçte CIA ajanı olduğu da açığa çıktı. Çok net çıktı. Hem MİT ajanıydı hem de CIA. Kemal Pir'e şunu diyordu; 'sen gözünü kaybettin, ben seni kurtarabilirim, henüz daha vakit varken açlık grevini bırak' diyordu. Ve biz bunu duyuyorduk. Kemal Pir arkadaşın aynen dobra dobra konuşması orada da gerçekleşti. 'Yani sen bir alçaksın, doktor değilsin, cellatsın' diyordu. 'Ben ölümün sınırındayım. Ben Kemal Pir'im, benden ölüm orucunu bırakmamı istiyorsun. Senin kurtaracağın hayat düşmanın hayatı olur, bir devrimcinin olamaz' diyordu. Bir devrimci düşmanın kendisini armağan ettiği bir hayatı taşıyamaz.
Ve en son biliyoruz ki elli yedinci gününde bu perspektifle, bu konuşma ekseninde dobra dobra hem kendisini ifade eden hem düşmanı ifade eden bir süreçte şehadete ulaşıyor. Tabii aslında PKK'nin öncü kadro, çekirdek dediğimiz kadro birbirine benzeyen arkadaşlardı. Birisi ötekisinden çok daha üstün, çok da altında değil asla. Özellikleri birbirine çok yakın. Mesela Hayri Durmuş, ölüm orucunun önderiydi yani. Ölüm orucuna öncülük eden, hem temel ilkelerini oluşturan hem de nereden ve nasıl sonuçlanacağına ilişkin genel bir yaklaşım ortaya koyan bir arkadaş. Tabii onun da mahkeme salonundaki konuşması sıradan ele alınması gereken bir konuşma değil. Tarihi bir konuşmaydı. Hem o gün hem bugün açısından hem yarın açısından aslında yani bir felsefeyi anlatıyordu. Temel ilkeleri anlatıyordu. PKK'nin nasıl bir hareket olduğunu anlatan sözlerdi onlar. Mesela şunu dedi, yani sömürgeciliğe karşı zora dayanan bir mücadele, bir direnme, bir iradeyi ortaya koyma durumu olmadığı sürece Kurdistan'ı kurtarmak mümkün değildir.

Bunu kime söylüyordu? Bunu reformistlere, oportünistlere, silahlı mücadeleyi savunmayanlara söylüyordu. Çünkü bizim içerisinde bulunduğumuz bu koşular bile nasıl bir direnmeye bizi götürmesi gerektiğini çok açık ve net gösteriyordu. Dolayısıyla düşmanı eğer tanımak istiyorsanız Diyarbakır Cezaevi'ndeki uygulamalarıyla onu tanıyabilirsiniz. 
Diyarbakır Cezaevi'ndeki uygulamalar aynı zamanda dışarıdaki uygulamaların bir başka versiyonudur, diyordu. Dolayısıyla Kurdistan'da devrimci zor mutlak anlamda uygulanması gereken bir silah olmalıdır, diyordu. Mahkeme heyetine şunu söyledi: Ben PKK'nin merkez komitesinde yer alan bir insanım. PKK'nin bütün eylemlerinden ben sorumluyum. Madem ki ben PKK'den sorumluysam ve siz beni bu bağlamda yargılıyorsanız ki yargılayamazsınız, hakkınız yoktur, bu konuda, o zaman bırakın, ben bir savunma yapayım o zaman. PKK'nin ne olduğunu ben size anlatayım. Kurdistan'ın, Kurdistan halkının ne olduğunu ben size anlatayım. Kurdistan'daki ortaya çıkan insanların mücadele süreci ve mücadelenin yenilgilerini ben aktarayım yani. Ben onun sorumluluğunu da taşıyorum aynı zamanda ama eğer siz buna izin vermezseniz o zaman biz başka türlü konuşacağız yani. Başka türlü kendimizi ifade edeceğiz. PKK'de tek yol yoktur. PKK'de sadece bir cümle ile kendim ifade edebilecek durum söz konusu değil. Binlerce cümle vardır. PKK kendisini her türlü ifade edebilir. Birçok yol ve imtihan vardır. Peki kendisi bu manada ifade edebilir.

'HAYRİ DURMUŞ, İNSANA CESARET VERİYORDU'

Bu mahkeme salonunda PKK'nin siyasi savunmasını, Türkiye'nin tarihini, gerçekliğini ifade etme konusunda bana izin vermezseniz o zaman ben başka türlü konuşacağım, diyordu. Ve başka türlü dediği ölüm orucuydu. Mazlum Doğan'ın ve Dörtler'in eylemi benim için yol göstericidir, bir kılavuzdur, ben de onları takip edeceğim, diyordu. Dolayısıyla ölüm orucuna giriyordu.

O açıdan Hayri Durmuş, son derece ama son derece olgun, mütevazı, bütün zorluklara çok sessizce göğüs gerebilen, sessizce içsel anlamda göğüs gerebilen, tek bir şikayeti olmayan, her türlü zorluğa rağmen tek bir şikayeti olmayan, öncü konumunu daima en yükseklerde tutan bir devrimcidir gerçekten. Bazen bir arada kalmıştık. Cezaevinde de ölüm orucu sürecinde de sessiz ama ruhunun derinliklerinde fırtınalar esen bir devrimciydi. Bir öncü idi. Bir önderdi aslında.

Bu nedenle Hayri Durmuş dendiği zaman ilk aklımıza gelecek şey onun sana vermiş olduğu cesaret. Derviş gibiydi aslında. Böyle dürbünü sırtına almış. İşte hep devrim için gezen, dolaşan, aç kalan, susuz kalan ama hiçbir zaman sızlanmayan, şikayet etmeyen, evlerden evlere, sokaktan sokağa gezip dolaşan, insanları örgütleyen, gençleri örgütleyen, kadınları örgütleyen, devrim için nefes almadan yürüyen... Hayri Durmuş'un özellikle ölüm orucu eylemi süreci içerisinde tutumu muhteşemdi gerçekten de. Niye? Sadece bir örnek... Beton üzerinde kaldı. Ona minder, döşek vermediler. Bir battaniye, askeri bir battaniyedir. Battaniyenin üzerinde. Altmış altı gün boyunca orada kaldı yani. Bir deri bir kemik kalmış olmasına rağmen oradan sesini çıkarmadı. Düşmanına 'neden bana vermiyorsun' demedi yani. Deme ihtiyacını görmedi. Hatta Kemal Pir arkadaş bir ara 'ben isteyeceğim' demişti. Neden bize verdi, sana vermedi bu minderi, diye. 'Hayır, söyleme. Niçin vermediğini onlar çok iyi biliyorlar, dedi. 'Onlar bilinçli olarak, ben ölüm orucu başlattım, eylemi başlattım, düşman bana minder vermiyor. Biz de kabul etmeyelim, doğru değildir yani kabul etmemiz, dedi.

Düşüncede önemli oranda öngören biriydi. En son üzerinde durduğu, siyasi savunmaydı. Zindana düşen Kürtler, mahkemeye düşen Kürtler idam edildiler. Hep işkenceden geçirdiler. İstiklal Mahkemelerinden tutalım daha sonraki işte yetmişli askeri mahkemelerde de kimse Kurdistan tarihini anlatmadı. PKK tarihini, örgütlerin tarihini anlatmadı. Biz istiyoruz ki burada Kurdistan tarihine daha doğru bir perspektifle anlatalım. Daha bilimsel anlatalım. Kürtler kimdi? Nereden geldi? Nasıl bir halk sürecine dahil oldu? O isyanlar niçin ortaya çıktı? Bu insanlar niçin bastırıldı? Nasıl bastırıldı? Hangi uygulamalarla Kurdistan halkı soykırımdan geçirildi? geçirilir? Bunları tutanaklara geçirmemiz gerekir. Mahkemenin karşısında bunları dobra dobra ifade etmemiz gerekir. Ayrıca PKK yani modern bir hareket olan PKK'nin ideolojisini, siyasetini, örgütünü ve duruşunu anlatmamız gerekiyor. Bunların hepsi önemlidir. Gelecekteki Kürt gençleri bunlara bakacak. Bu bu bizim ne yapmak istediğimizi, nasıl yaşadığımızı onlar öğrenmiş olacaklardı. Bu nedenle savunmanın üzerinde en fazla duran Hayri Durmuş arkadaştı.

'SESSİZ AMA BÜYÜK DÜŞÜNEN BİRİYDİ, AKİF YILMAZ...'

Akif  Yılmaz arkadaşlar eylemin bir yani ikinci gününden sonra katılmıştı. Ben onunla aynı hücrede kaldım.
Akif Yılmaz denildiği zaman aklımıza ne geliyor? Son derece olgun, sessiz ama büyük düşünen, fazla konuşmayan ama büyük konuşan, fazla konuşmayan ama çok dinleyen, arkadaşlarıyla, yoldaşlarıyla oldukça uyumlu yaşamasını bilen, gerçek anlamda bir yoldaş, bir heval demek mümkündür. Fazla gürültü yapmadan, sesini fazla çıkarmadan, derinden direnen bir arkadaştı. Ölüm orucu sürecine dahil olurken de dediğim gibi ısrarla katıldı. Cezaevinde katılmak da öyle kolay değil yani. Sonuçta işkenceyi göze alman gerekiyordu. Ölümü göze alman gerekiyordu. Birçok riski göze alman gerekiyordu. Kendisi her şeye rağmen bu aşamadan itibaren yani Hayri Durmuş arkadaşın öncülük ettiği ölüm orucu eyleminden itibaren kurallara uymak, Türkiye devletinin, Esat Oktay'ın karşısında esas duruşta durmanın çok daha büyük bir ihanet olacağını söylüyordu. Ve dolayısıyla ortaya çıkan bu eylem zemininde kendisinin de mutlak anlamda katılacağını belirtmişti ve eyleme böylece katılmıştı. Aslında 18 Mayıs 1982 yılında kendisi fedai bir eylemi ortaya koyacaktı. Haki Karer arkadaşın şehadet yıl dönümüydü. Kendisini feda ederek protesto etmek amacıyla böyle bir eylemi düşünmüştü, programlamıştı. Fakat daha sonra açlık grevi durumu, ölüm orucu durumu ortaya çıkınca bu fedai eylemden vazgeçti. Madem ki o zaman ölüm orucu eylemi olacaksa, bir başka eylem o zaman gündeme gelecekse, ben de o eyleme dahil olayım, dedi.

Yani böylesi derin derin düşünen, düşmana taviz vermeme konusunda son derece tutarlı ve kararlı olan bir arkadaştı.

'EYLEMİN BÜYÜKLÜĞÜ ŞEHADETE ULAŞANLARIN DA BÜYÜKLÜĞÜNÜ GÖSTERİYOR'

Ben neden tek tek arkadaşları anlatma ihtiyacını duyuyorum? Çünkü ölüm orucu tarihi bir eylemdir. Ulusal Onur Günü olarak değerlendiriyor, Başkan Apo.
Ve 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu aynı zamanda Kurdistan tarihinde bir çığır açan eylemdir. Orta Doğu'da çalışma yürüten kadrolara dönük yapılan bir çağrıydı aynı zamanda. Faşizme karşı mücadeleye çağrıydı. Meydan okuma çağrısıydı aynı zamanda.

Fakat bu eylemi, bu muhteşem eylemi yapanlar, ona öncülük edenler kendi bedenleriyle bu eylemi yoğuran eylemciler tabii anlatılmazsa olmaz yani. Yani eylemin büyüklüğü aynı zamanda o eylemde yer alanların, şehadete ulaşanların aslında büyüklüğünü de ifade ediyor. Yoksa eylemi onun kahramanlarından soyutlarsak fazla bir anlam ifade etmez. O zaman karşımıza şu çıkar yani: Peki, bu eylemi yapanlar kim? Peki bu eylemi yapanlar neydiler yani? Nasıl özelliklere sahiptiler? Onların kişilikleri hangi düzeydeydi? Bu anlamda eylem ile bu eylemin kahramanlarını bütünleştirme ihtiyacı son derece zaruridir ve tarihidir. Yoksa eksik kalır. Bu nedenle ben o arkadaşları biraz anlatma ihtiyacını duyuyorum.

'ALİ ÇİÇEK BİR EFSANEYDİ, KIZIL YILDIZDI!'

Ali Çiçek ise başlı başına bir efsaneydi aslında. Genç bir arkadaş ve o arkadaşı da dışarıdan tanıyorum. Yani cezaevine girmeden önce birlikte faaliyet yürütüyorduk. Kendisi hem Urfa'da, Hilvan'da, Siverek'te, o dönemdeki silahlı mücadelede en genç arkadaş olarak yer alan bir arkadaştı. Daha sonra soruşturma sürecine dahil oluyor. Yani işkencede ser verip sır vermeyen arkadaşlardan birisidir. Tek bir cümle; 'ben sizinle konuşmuyorum, hiçbir şey anlatmıyorum, cesaretiniz varsa beni çözebilirsiniz.' İfadesi böyleydi. Yani ifade vermeden gelmiş. O da cezaevinin genç kadrolardan birisi olarak mahkeme salonunda Hayri Durmuş arkadaşın eylemi açıklamasıyla birlikte kendisi de ikinci arkadaş olarak katılıyor. Mahkeme heyetinin ısrarla 'gerek yoktur' demesine rağmen 'PKK bize teslimiyeti değil, ihaneti değil, direnişi öğretti' diyor. Ve orada o mahkeme salonunda ölüm orucuna başlamış oluyor. Genç, atik, pratik zekası son derece ileri, devrime sonsuz ve sınırsız bir biçimde bağlı bir arkadaş. Militan ölçülerini en üst düzeyde taşıyan bir arkadaş ama aynı zamanda. Direngen olan özelliği ise çok daha yoğun bir biçimde ileri düzeyde olan bir arkadaştı. Yani Ali Çiçek denildiği zaman aklımıza direniş gelirdi. Ali Çiçek dediğiniz zaman karşısında polis sorgusunda 'cesaretiniz varsa beni çözersiniz' demesi geliyor aklımıza. Henüz çok daha genç olmasına rağmen Hilvan'da silahlı grupların içerisinde yer alan, gece ve gündüz Süleymanlar aşiretine karşı mücadele sürdüren bir arkadaş. Bu nedenle bu eylemin aslında temel çimentosunu teşkil eden arkadaşlardan birisi Ali Çiçek'tir.

Mesela Halil Durmuş arkadaş ona 'kızıl yıldız' demişti. Polise karşı mücadelesi son derece sınırsızdı ve sonuç alıcıydı. Cezaevindeki tutumu, duruşu, Esat Oktay sistemine karşı dobra dobra konuşması, dik davranması, yine ölüm orucuna dahil olması Hayri Durmuş arkadaşın aklına onu getirmişti. Kızıl yıldız diye ifade ediyordu. Tabii eylem içerisinde genelde konuşan, tartışan, Kemal Pir arkadaşın aynı zamanda da öğrencisiydi tabii. 1979 yılında Kemal Pir arkadaş Adana Cezaevi'ndeyken Ali Çiçek arkadaş da o dönemde Urfa'da yakalanıyor ve Adana Cezaevi'ne götürülüyor. Adana Cezaevi'nde Kemal Pir arkadaşla birlikte kalıyor. Orada yetişiyor aynı zamanda, yani Kemal Pir arkadaş Ali Çiçek arkadaşın Adana Cezaevindeyken önemli oranda üzerinde duruyor.

Daha sonraki süreçte Kemal Pir arkadaşın Urfa Cezaevinden firar ederken Ali Çiçek arkadaş tarafından gerçekleşti. Yani böylesi onun gelişim süreci ve yolları hep Kemal Pir arkadaşla kesişiyor. '79'da Diyarbakır Cezaevinde, daha sonraki süreçte Urfa Cezaevinden kaçışta, yine Diyarbakır Cezaevi'nde birlikte kalma ve birlikte ölüm orucuna girme olarak ortaya çıkıyor. Yani Ali Çiçek aslında Kemal Pir'den besleniyor. İdeolojik olarak ondan besleniyor. Politik olarak ondan besleniyor, ahlaki düzeyini oradan alıyor. Bu nedenle 14 Temmuz Büyük Orucu'nun en genç neferi olarak 67. gününde o da şehadete ulaşıyor."