‘14 Temmuz direnişçilerinden mücadele etmeyi öğrendik’

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi tanığı ve PKK’nin önder kadrolarının yoldaşı Hasan Uçmaz, o dönemin devrimci ruhunu ve fedakarlığını anlatarak, “Biz direngenliği ve mücadeleyi etmeyi öğrendiğimiz kadar, onurlu ölmeyi paylaşmayı da öğrendik” dedi.

Kurdistan Özgürlük Hareketi’nin dönüm noktalarından biri olan 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi, PKK’nin önder kadroları olan Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in katılımıyla başlamıştı. 12 Eylül 1980 yılında yapılan faşist darbeden sonra yaklaşık 5 bin siyasi tutsağın konulduğu Diyarbakır 5 No’lu Hapishanesi, Binbaşı Esat Oktay Yıldıran’ın inisiyatifine verilmiş ve tarihin en kötü işkence yöntemlerinin uygulandığı bir ölüm merkezi haline getirilmişti. 


İşkencelere karşı ve dışarıdaki kitleleri harekete geçirmek adına başlanılan ölüm orucu, Kurdistan tarihinde özgürlük hareketinin toplumsallaştığı ilk adım olarak hafızalarda yerini aldı. 

O günlerin tanıklarından Hasan Uçmaz, ölüm orucunda yaşamını yitiren PKK’nin önder kadrolarıyla olan anılarını anlattı. 

Uçmaz, daha genç yaşlarında özgürlük hareketi ile tanışır ve yaşadığı Riha’nın Siwêreg ilçesinde hızlıca devrimci faaliyetlere adapte olur. Ailece örgütlü yaşamın içerisinde olan Uçmaz, zamanla Kemal Pir, Hayri Durmuş, Ali Çiçek, Mazlum Doğan ve diğer özgürlük hareketi devrimcileriyle yoldaşlık etmeye başlar. Neredeyse tüm önder kadrolarla çalışma yürütmüş olan Uçmaz, 12 Eylül darbesinde tutsak edilir. Tutsak edildikten sonra 5 No’lu zindanda gözünü açar, kendisini bir işkence merkezinin ortasında bulur. 11 yıl boyunca tutsak kalan ve işkencesiz bir günü dahi olmayan Uçmaz, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’ne de tanıklık eder. 

Zindanda bulunduğu süre zarfında defalarca sürgün, açlık grevi, ölüm orucu ve işkencelere maruz kalan Uçmaz, şimdiler çeşitli hastalıklarla mücadele ediyor. Karaciğer nakli olan Uçmaz, prostat kanseri tedavisi ve KOAH hastası olarak yaşamını sürdürmeye devam ediyor. 

Uçmaz, 14 Temmuz’un iyi bilinmesi ve anlaşılması gerektiğini belirterek, özgürlük hareketi için yeri ve öneminin çok farklı olduğunu kaydetti. Uçmaz, 14 Temmuz’un sömürgeci faşist diktanın 5 No’lu zindanın Kürtleri yok etme politikasına karşı ulusal kimlik, onur ve tarihin sorunsuz bir destanı olduğunu ifade etti. 

BİZİ ORAYA GÖMMEK İSTİYORLARDI

12 Eylül mimarlarının 5 No’lu zindanda hedefledikleri soykırım politikasının A takımını Esat Oktay Yıldıran ve ekibiyle oluşturduklarını vurgulayan Uçmaz, şöyle devam etti: “Soykırım politikaları ile önder kadrolar, sempatizanlar, üyeler ve taraftarlar kendilerine yabancılaşmış ve ne idüğü belirsiz insan müsveddeleri haline getirilmeleri amaçlanmıştı. Bunu yaparken de ellerinde bulunan araç ve gereçleri sonuna kadar kullandılar. Zindan öyle bir hal almıştı ki artık insan çığlıklarının yükseldiği ve işkencenin yirmi dört saat sürdüğü bir yere dönüşmüştü. Bir diğer amaç ise özgürlük tutsaklarının ideolojilerini ve partileri, halka ve devrime yabancılaştırmaktı. İhanet ve itiraf politikaları dayatılarak, Kurdistan devrimini Diyarbakır 5 No’lu zindanın duvarları arasına gömmek istiyorlardı. O duvarlara ‘PKK ve Kurdistan devrimi burada meftundur’ diye yazacaklardı.”

MAZLUM DOĞAN VE DÖRTLER

Partinin önder kadrolarından diğer tüm bileşenlerine kadar, herkesin bunun farkında ve bilincinde olduklarını söyleyen Uçmaz, “PKK’ye gönül vermiş insanlar, kendilerini ideolojik ve örgütsel olarak donatmaya başladılar. Bunun yanında, nasıl direnmek gerektiğini de bilince çıkardılar. Artık devletin tüm o yönelimlerine karşı, bağırlarına saplanan bir hançer olmalıydı. Mazlum Doğan, bunun bilincinde olarak 21 Mart günü üç kibrit çöpüyle Newroz’u kutlayıp ‘Berxwedan jiyan e’ diyerek kendini feda etmişti. Onun yaktığı direniş kıvılcımı, kısa süre içerisinde zindandaki diğer tutsaklar tarafından da öğrenilmişti. Mazlum’un fedai eylemi, diğer tutsakların yüreğinde sürekli kaynayıp duruyordu. Özellikle 17 Mayıs’ı 18’e bağlayan gece Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner, bu bilinç, bağlılık, kararlılık ve cesaretle bedenlerini alev topuna çevirdiler. Alev topuna dönen bu bedenler, cezaevinin o zifiri karanlığını aydınlığa çeviren birer meşale oldular” diye konuştu.

SIKIYÖNETİM MAHKEMESİ ÇARESİZDİ

Dörtlerin eyleminin üzerinden çok zaman geçmeden, PKK Ana Davası’nın duruşmasında Mehmet Hayri Durmuş’un sıkıyönetim mahkeme heyetinden söz hakkı isteyerek kürsüye çıktığını ve orada ölüm orucuna başladığını duyurduğunu belirten Uçmaz, o günleri şu sözlerle anlattı: “Hayri Durmuş yoldaş, hiçbir talep öne sürmeden ölüm orucuna başladığını duyurdu. Mahkeme heyeti hem şaşırıyor hem de çaresiz kalıyor. Hayri yoldaş yerine geçtikten sonra Kemal Pir de ölüm orucuna başladığını duyuruyor. Onun peşinden de Ali Çiçek arkadaşımız bu eyleme başlayacağını ilan ediyor. Zindana döndükten sonra Akif Yılmaz arkadaş da eyleme katılmaya başladı.”

ONLARI ZİNDANDAN ÖNCE TANIYORDUM

Özgürlük hareketinin önder kadrolarını 1976 yılından beri tanıdığını ve onlarla büyüdüğünü söyleyen Uçmaz, “Ben Kemal Pir’i, Hayri Durmuş’u, Mazlum Doğan’ı ve Ali Çiçek gibi daha nice arkadaşları zindandan önce tanıyordum. İdeolojik, teorik, azim, kararlılık ve cesaretimi hep onlardan aldım. O yüzden yaşadığım sürece onlara şükran borçluyum. Çünkü onlar bizim onurumuz, gururumuz ve varlık nedenlerimizdirler. Ali Çiçek yoldaşı ben Urfa’da okurken tanımıştım. Arkadaşlarla ilişki içerisindeydi. O dönem Hayri Durmuş Urfa bölgesi sorumlusuydu.

O zamanlar Ali Çiçek yoldaş, çok genç ve çalışkandı. Ama eğitim çalışmalarından sıkılıyordu. Daha çok afişleme, yazılama gibi pratik işlerde en öne atlardı. Onun o fedakarlığını hepimiz fark etmiştik. Hatta bir keresinde onunla ilgili Hayri arkadaşa rapor verirken, ‘Ali Çiçek, her ne kadar teorik çalışmalara girse de bundan sıkıldığını ama daha çok pratik faaliyetlerde her şeye hazır olduğunu gözlemliyorum’ demiştim. Hayri arkadaş da hem pratik hem de teorik çalışmalarda ona yer vermemiz gerektiğini söylemişti” şeklinde konuştu. 

ALİ ÇİÇEK: KIZIL YILDIZ

87 gün işkencede kaldığını ve Ali Çiçek’le orada da karşılaştığını söyleyen Uçmaz, Çiçek’in tüm işkencelere karşı direngenliğini şöyle anlattı: “İşkencede gözlerimiz kapalıyken Ali Çiçek’in isminin geçtiğini duydum. Kendimi bir şekilde ona ulaştırdım. Ali, hiçbir şey kabul etmiyor ve boş kağıda imza bile atmıyordu. Ona yanaştım ve kendimi tanıttım. Ona hiçbir şey kabul etmeyeceğimizi ve bilmediğimizi söyledim.  Bana, merak etmememi ve bu konuda gerekeni yapacağını söyledi. Zaten sonrasında, ölüm orucuna gireceğini söylediği mahkeme salonunda bir takım açıklamalarda bulunmuştu ve ‘Benim işkence ifadem yoktur. İmza attığım bir kağıt parçası bile yoktur. Çünkü PKK bize teslimiyeti değil, direnişi öğretti’ demişti. Hatta Hayri yoldaş, işkencehanelerdeki tavrı nedeniyle ‘Ali bizim kızıl yıldızımızdır’ demişti.”

AKİF YILMAZ İŞKENCEDE ‘AH’ DEMEZDİ

Akif Yılmaz’ı ise Esat Oktay’ın işkencelerinin başladığı sırada atıldıkları hücrede tanıdığını belirten Uçmaz, “Akif’i daha önce hiç görmemiştim. Açık konuşmak gerekirse hakkında çok fazla bir bilgiye de vakıf değilim. Ancak yiğit, fedakâr, cesur ve sessiz bir arkadaş olduğunu kaldığımız hücrede gözlemledim. Öyle bir direngendi ki atılan coplara, vurulan kalaslara, Esat Oktay’ın köpeği Co’ya ısırtmalara karşı ‘Ah’ bile etmiyordu. Hepimizin oradaki işkencelere karşı direngenliğini artıran arkadaşların başında geliyordu. O kadar naif ve devrimci özellikleri oturmuştu ki, sessizliğiyle bile bizlere örnek olmayı başarmıştı” ifadelerinde bulundu. 

KEMAL PİR: KÎ ŞEMITÎ EW ŞEWITÎ

Kemal Pir’i ise dışarından tanıdığını ve Siwêreg'e gittiğinde mutlaka onlara uğradığının altını çizen Uçmaz, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “Bizim eve giderdi, kapıyı çalar, kız kardeşimin elini tutar, ona bakkaldan bisküvi veya şeker aldıktan sonra doğruca bizim çalıştığımız fırının yakınlarına getirir ve beni ya da abimi çağırmasını söylerdi. O da gelir, ‘Abi, abi sizi çağırıyor’ derdi. Biz o zaman anlardık Kemal Pir’in geldiğini anlar, ya ben ya da abim çıkar onun yanına giderdik. Teorik anlamda gelişkin, örgütsel ahlakı oturmuş, nazik, alçak gönüllü bir yoldaştı. Arkadaşlarına bağlı ve herkese çok büyük değer veren biriydi. İşkence de canı çok yandığı zaman ‘Off’ diyordu. Tok bir sesi vardı. Çok önem verdiği bir söz vardı, Mardin yöresinde duymuştu; Devrimci mücadele içerisinde yalpalayan ve ayak uyduramayanlara ‘Kî şemitî ew şewitî’ derdi. Yani, kim kayarsa o yanar.”

HAYRİ DURMUŞ: KURDİSTAN VİETNAMLAŞIYOR

Mehmet Hayri Durmuş’un da devrimciliğinin dillere destan olduğunu ve diğer Kürt fraksiyonların liderleriyle teorik tartışmaya girdiğinde, sempatizanlarını örgütler kaygısıyla ondan kaçırdıklarını anlatan Uçmaz, “Özellikle DDKD’liler ve Kawacılarla tartıştığımızda birkaç kez onu kendimizle götürmüştük. Sempatizanları Hayri’den etkilenmesinler diye dışarı çıkarılıyorlardı. İdeolojik ve politik alanda çok yetkindi. Devrimci ve yoldaşça bağlılık anlamında da bizlere örnek olan bir arkadaştı. Müthiş bir politik öngörüsü vardı. Mesela, bir gün 5 No’lu işkencelerinde tutsakların çığlıkları yeri göğü inletirken Hayri yoldaş, askerler çekildikten sonra bağırdı ve dedi ki ‘Arkadaşlar, bu insan çığlıklarını unutmayın! Kurdistan, Vietnamlaşıyor’. Ta o zamandan bugünleri görmüştü. Şimdi Sur’da, Cizre ve Nusaybin’de betonların altında insan çığlıkları yükseliyor değil mi? O sözü ederken, çığlıkların cezaevi ile sınırlı olmayacağını söylüyordu” diye konuştu. 

ÖLÜMÜ PAYLAŞMAYI ÖĞRENDİK

Şu an çok ağır sağlık sorunları yaşamasına rağmen her zaman umudunu diri tuttuğunu söyleyen Hasan Uçmaz, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: “Arkadaşlarım arayıp bana moral vermeye çalışıyorlar ama ben onlara moral veriyorum. Karaciğer nakli olmuş, prostat kanseri tedavi görmüş, ağır KOAH hastası ve yakın zamanda bir ameliyat geçirmeme rağmen yine de ayaktayım. Çünkü bu can bugüne kadar gelmişse Hayri Durmuş’un, Kemal Pir’in, Mazlum Doğan’ın Dörtlerin ve diğer şehit düşen yoldaşlarımın yaşamlarını, yaşamıma katmalarının sonucudur. Ben, her zaman onlara yaşam borçluyum. Bizim onlardan öğrendiğimiz en önemli özellik, çok olumsuz şartlarda ölümü paylaşmasını bilmektir.”