Ölümsüzlüğe dokunmak

Ölümden bir an çalıyorum, biraz ruh alıyorum ölümsüzlükten ve ona dokunuyorum. İlk değildim ama bu zamanda onları kamerasına ve oradan yüreğine nakşeden bendim…

Her yerinde savaşın izleri var, her yerinde yaratılan değerlerin buluşması var. Oysa her gün yanından geçtiğimiz, köşesinden döndüğümüz, ayağımıza çarpan taşın ve toprağın bir anlamı var. Her gün gözerimizle rastladığımız, bazen saatlerce bakıştığımız bu taşların aldığı biçimler, şekillenmelerin; her şeyin bir anlamı var. Bu arayışı da besler, yolculuğu da. Toprakla, taşlarla iç içe olmak, onları dinlemek, hissetmek ve yüzleşmek çekilen tüm acılarla demlenmek. Kayalıkların birbirine tutunarak var ettiği silsileler ve meydana gelen dağların heybeti. Burası Heftanin. Şu an da yiğitlerin can verdiği, nefes verdiği bir ceng meydanı işte.

Başka bir diyara yol almanın uğraşındayım. “Beni de yazacaksın değil mi heval?” diye sordu Zilan. Yanımda oturmasına rağmen yüksek sesle söyledi. Ondaki heyecan, moral, dağlara duyduğu aşk bu enerjiyi hep canlı kılıyordu. Durmadan soru soruyor. Aklımda kalan en güzel sorularından biri de “Söylesene, gerillayı çekerken ne hissediyorsun?” sorusudur. O an, çektiğim ve ölümsüzleştirdiğimiz onlarca an, onlarca gerilla, onlarca hatıra, onlarca söz, onlarca film karesi gibi olan bir şeyler geçti gözlerimin önünden… “Ölümden bir an çalıyorum, biraz ruh alıyorum ölümsüzlükten ve ona dokunuyorum” dedim. “Neyse çok anlamadım ama olsun” dedi. Aslında anlamıştı; her şey gözlerinde saklıdır, hareketlerinde, yürüyüşünde, kızmalarında, gülüşünde ve öfkelerinde… Bir yoldur gerilla, anlama varmanın yollarından biridir. Korkmadan dokunmasını bilirseniz siz de her şeyinizi toplar dağlara gelirisiniz. Dağlara gelin, kameranızı, silahınızı, kaleminizi, ayakkabınızı, çantanızı, sevdiklerinizi, en iyi arkadaşlarınızı, nefret ettiklerinizi, kendi ruhunuzu, yüreğinizi elinize alın ve gelin. Gelin kendiniz dokunun gerillaya. Kendiniz dokunun dağlara…Korkmadan, kendiniz tanıyın gerillayı.

Böylesi yerlerde anlam çoğalıyor. Böylesi mekânlar anlamı çoğalttığımız, hatta arayışlarımıza yön verdiğimiz yerlerdir. Biliyorum; insan böyle yerlerde en çok sevginin değer arayışında oluyor, sevginin ne kadar kurtarıcı bir güç olduğunu, anlatılmadan da nasıl yaşanacağının peşinde oluyor. Tek başına kalmanın, tek başına kendine yetmenin yoldaşlarına yetmenin telaşı içinde, mücadelesi içinde olmak ne kadar da onurlu. İnsan buralarda özgürlükten bir anı bile tattığı zaman, sonsuzluğu, sınırsızlığı, zamansızlığı daha çok yaşıyor. Buralarda akacak o kadar nehir, o kadar çok dağ var ki. Bir sevgi ordusu bile kurulabilir. Bir sevgi ordusu. İçinde PKK’nin en güzel değerlerinin olduğu bir sevgi ordusu. Koca bir sevgi ordusu. Yüzünü Armanç Goşkar’dan, dilini Atakan Mahir’den, cesaretini Hawar Bedran’dan, kalemini Xelil Dağ’dan, arkadaşlığını Çiçek Botan ve Reşit Serdar’dan, gülüşünü Jindar Ezgi’den, güzelliğini Dersim’de şehit olan Şilan’dan, kavgacılığını Sakine Cansız’dan, enerjisini de hala Kürdistan’ı besleyen Kemal Pir’den, gençliğini Andok Özgür’den alan bir sevgi ordusu.

Ben bunları düşünüp dururken gerilla Zilan, artık ayrılma zamanının geldiğini söyledi. Buralarda en yakıcı şey vedalaşmak…

İnsan bir şeye ulaşma çabasını görünce daha güzelini, daha imkansızını yapmak istiyor. Beni buralara getiren de bu duygulardı. Onları tarihe bırakmak, hep canlı kılmak ve herkese seslerini duyurmak. Biliyorum bu patikalardan ilk geçen ve düşen ben değilim, biliyorum bu suyun tadına tapacak derece bağlanan ilk ben değilim ve biliyorum bu kahramanlara ilk aşık olan kadın da ben değilim ama bu zamanda onları kamerasına ve oradan yüreğine nakşeden bendim…