Ümit: Her Kürt işgalcilere karşı öz savunmaya dayalı pozisyon alabilmeli

Kurdistan ve Ortadoğu merkezli savaşın giderek yoğunlaştığına dikkat çeken PKK Merkez Komitesi Üyesi Hêlîn Ümit, “Her Kürt insanı, her Kürt kadını işgalcilere, soykırımcı sömürgeciliğe karşı muhakkak kendisini bir savaş gücü olarak inşa etmeli” dedi.

Şehadetinin 31’inci yıl dönümünde Gülnaz Karataş’ı (Bêrîtan) da anan Ümit, “Bizim açımızdan ilke haline gelen, “savaşan özgürleşir, özgürleşen güzelleşir, güzelleşen sevilir” üçlemesi var. Yani bu bir formül. Mücadele etmeden, kendini aşmadan, mevcut kalıpları yıkmadan, dayatılan yaşamı reddetmeden özgürlük olmayacağını; özgürleşmeyen kadının köle, köle kadının da çirkin kadın olduğunu bir estetik ölçüsü, bir etik ölçü olarak ortaya koyan ve bununla gerçek sevginin, doğru aşkın, yaşanabilecek yaşamın sevilir ölçüsünü ortaya koyan bir önder kadın arkadaşımız oluyor Heval Bêrîtan. Bu yüzden Heval Bêrîtan’ı ne kadar anlasak ve yaşamı, savaşı başarırsak o kadar yeridir” ifadelerini kullandı.

Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programa katılan PKK Merkez Komitesi Üyesi Hêlîn Ümit, 25 yıllık uluslararası komplo, “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm hamlesi, Ankara’daki fedai eylem ve sonrası Türk devletinin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları, Kurdistan ve Ortadoğu’da savaşın geldiği aşamayı değerlendirdi.

Ümit’in değerlendirmeleri şöyle:   

Öncelikle tarihi İmralı direnişini bir kez daha selamlıyorum. Önder Apo'ya sevgi, selam ve özlemlerimizi belirtiyorum. Ekim ayındayız. Bundan 25 yıl önce uluslararası komplo gerçekleşti. Soluk soluğa yaşandı. Gerçekte nasıl ki Önderlik Ortadoğu'da yürüttüğü çalışmalar için “nefes nefese”, “soluk soluğa” ifadelerini hep kullandı; İmralı'daki bu 25 yıllık uluslararası komploya karşı mücadele de benzer biçimde keskin kılıç misali yaşandı.

Her şeyden önce hem bu direnişi 25 yıldır kesintisiz sürdürerek, demokratik ulusu Kürtler açısından ortaya çıkaran Önder Apo gerçekliği var, hem de bunun için büyük bedeller veren şehitler var. Özellikle uluslararası komployu boşa çıkarmak için başta “Güneşimizi Karartamazsınız” eylemleri olmak üzere eylemlilik sürecini geliştiren yoldaşlar var. Onları da bu vesileyle; yani uluslararası komployu gerçekleştiren güçleri lanetlerken, onları da saygıyla, minnetle anmak istiyorum.

Kürtlerin, Kurdistan'ın, Kurdistan’da yaşayan halkların gündemini, Önder Apo'ya yönelik İmralı Soykırım Merkezi tarafından geliştirilen saldırılar ve buna karşı direniş oluşturuyor. Dört parça Kurdistan'da ve yurtdışında Kürtler, bu temelde aralıksız 25 yıl mücadele etti. Şu anda hamle süreciyle birlikte aslında yeni bir mücadele sürecinin içerisine girmiş olundu. 74 merkezli Önderliğin yaşı esas alınarak dostların, aydınların, Kürtlerin dostlarının başlattığı bir kampanya süreci oldu bu.

Kürt örgütleri, demokratik yapılar bunun içerisinde çok yer almadılar. Ağırlıkta aslında Önder Apo'nun felsefesinden, ideolojisinden, zihniyet dünyasından etkilenen insanlar, yabancılar böyle bir etkinliği geliştirdiler. Ben hareket olarak hepsine hem teşekkürlerimizi sunuyorum hem de kutluyorum. Böyle bir mücadelenin içerisine girmek, buna adım atmak gerçekten önemli.

Bir yerde Önderlik şöyle bir şey söylüyordu; Kürt halkının özgürlük mücadelesi için  Kürtlerin özgürlük mücadelesi içerisine girmek, ateşten gömlek giymeye benzer diyordu. Yani böyle bir işe cesaret eden tüm dostları hem cesaretlerinden, fedakarlıklarından, buna verdikleri değerden, kendi yaşamlarını ve özgürlüklerini burada görmelerinden dolayı kutluyorum.

1998’DE ÇÖZÜM NOKTASINA GELİNMİŞTİ

9 Ekim 1998… Bizim anılarımızda, hafızamızda çok canlı o günler. Komplonun geliştiği günler. Önder Apo'nun 1998'de çıkarken bir amacı vardı. Avrupa'ya dönük yolculuğunun bir amacı vardı. Bu amaç neydi? Savaşla Kürt halkının özgürlük mücadelesi belli bir aşamaya gelmişti. Önderlik, artık bunun siyasi, diplomatik çözüm yollarının açılması, bu konuda kendisini insan hakları ve demokrasinin kalesi gibi gösteren Avrupa'da bunun zemininin oluşturulması için aslında hem çok büyük bir risk aldı, hem de çok büyük bir başlangıç yapmak istedi. Bu temelde 9 Ekim 1998'de o yolculuğa girişti.

Ben kendim de o dönemin tanıklarındanım. Şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim; Önderlik, 98'de çıkıp çıkmama konusunda tereddütlüydü. Niye? Çünkü 20 yıl Ortadoğu'da Kürt halkının yeniden doğuşuna zemin oluşturan bir süreci oluşturmuştu, yönetmişti. Gerillaya yakındı, halkın içindeydi. Bundan uzaklaşmak, yani başka bir coğrafyaya gitmenin farklı riskleri vardı. Fakat Önderlik gerçekten savaşla bir halkın iradesi artık açığa çıkmıştı. Savaşan bir halk gerçekliği açığa çıkmıştı. Savaşan kadın gerçekliği açığa çıkmıştı. Artık Kürt halkı en azından inkar edilemez noktaya gelmişti. Yani 98'de çözüm noktasına gelinmişti.

Türk egemenlerinin çokça ifade ettiği gibi, işte Önder Apo sıkıştırıldı da öyle çıkış yaptı, demek tam gerçekliği ifade etmiyor. Evet, Suriye etrafında bir kuşatma vardı ama Önderliğin 93'te, 95'te, 98'de ateşkes girişimleri vardı. Kürt sorununun siyasal yollarla çözümü için aslında buna şans tanımak isteyen bir önderlik gerçekliği var. O temelde aslında Avrupa'ya yönünü verdi.

Ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim; Önderliğin 9 Ekim 1998'deki çıkışında şu tereddüt vardı. Dağ yolu, Kurdistan'da kalma ya da Ortadoğu'daki mevzilenmeyi devam ettirme seçenekleri vardı. Önder Apo nasıl ki Avrupa’ya girdi, hemen “istenmeyen adam” ilan edildi ve Önderliğin içinde bulunduğu uçaklar o coğrafyadan uzak tutulmak istendi.

Dünyada hiç kimseye uygulanmamıştır bu. Mesela Lenin'e uygulanmamıştır. Başka liderler böyle bir uygulamayla karşı karşıya kalmamıştır. Kürt davasının içerisinde olduğunu söyleyen herkese Avrupa iltica vermiştir. Birçok insan bu dava üzerinden siyasi iltica yapmış. Şu anda yaşıyor orada. Fakat söz konusu Önder Apo olduğunda, bırakın bu sürecin tartışılmasını, yaklaştırmak bile istemediler. Niye? Önderliğin ortaya koyduğu bir çizgi vardı, temsil ettiği bir gerçeklik vardı. O anlamıyla hem Avrupa modernitesinin Ortadoğu planlarını bozan bir tutum ve duruşu vardı.

25 YIL SONRA ÖNDERLİĞİN FİKİRLERİ AVRUPA’YI SARSIYOR

Bunlarla bağlantılı olarak Önder Önder Apo'ya Avrupa'nın kapıları böyle kapatıldı. Fakat ne güzeldir ki, 25 yıl sonra Önderliğin fikirleri Avrupa'yı sarsıyor. Mesela 74 merkezde Önder Apo'ya özgürlük, Kurdistan'a statü ya da Kürt sorununa çözüm sloganı altında açıklamalar yapıldı. Yani mücadele edileceği ilan edildi. Ağırlıkta da Avrupa’dan ses geldi.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; komplonun 25. yılında Avrupa modernitesinin, Önder Apo'nun fikirlerini, zihniyet dünyasını engelleyemediği bir gerçeklik var. Avrupa'daki entellektüeller, aydınlar, Avrupa halkları çok daha fazla Önder Apo'yla birlikte mücadele etmek istiyor. Sadece Kurdistan halkının mücadelesine katkı sunma temelinde değil, aynı zamanda kapitalist modernitenin yarattığı sorunlara da Önder Apo ile birlikte çözüm arıyor. Yani böyle bir anlamı var. O anlamıyla da gerçekten çok değerlidir, anlamlıdır bu girişim, bu başlatılan hamle.

ÖNDER APO’YU ORTADOĞU HALKLARINA TAŞIYACAK ÇALIŞMALAR YAPILMALI

Fakat KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı açıklama yaptı. Heval Cuma'nın açıklamaları oldu. Çok önemliydi. Dostlar, aydınlar böyle bir kampanyanın içerisinde yer aldı. Bundan sonra Kürt halkının bu kampanyayı, bu hamleyi giderek çok zengin yöntemlerle etkili hale getirmesi lazım. Yani sadece 9 Ekim'de, 10 Ekim'de, 11 Ekim'de ya da bu takvimler arasında ifade edilen açıklamalar değil de, açıklama yapan bir kampanya görünümünden çıkarak bu yıla damgasını vuracak ve Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü gerçekleştirecek yaratıcı, zengin bir kampanya, eylemsellik sürecinin açığa çıkması lazım.

Bir eksiklik olarak Ortadoğu ayağı sanki eksik kaldı. Mısır'da aydınlar sahiplendiler ama Önder Apo bir Ortadoğu önderi, Ortadoğulu bir önderdir. Her şeyden önce başta Kurdistan'a ama Ortadoğu'nun sorunlarına çözüm üreten, Ortadoğu halklarının kapitalist modernite saldırıları altında kördüğüm olan yaşamına çözüm oluşturan bir gerçekliği var. Şu anda güncel olarak Ortadoğu'da çok giderek savaşın kızıştığı bir durumdayız. Bu durum aslında bir çözüm gücü olarak Önder Apo'nun çok daha fazla Ortadoğu halklarının gündemine getirilmesini, tanıtılmasını; Önder Apo'nun demokratik modernite çözümünün Ortadoğu'daki sorunlara uygulanmasını acil hale getirmiş bulunuyor.

Ortadoğu'da Önder Apo'yu tanıtacak, Arap halklarına, İran halklarına, bölgede yaşayan diğer halklara taşıyacak çalışmaların yapılması gerekir. O konuda bir eksiklik vardır. Kurdistani örgütler açıklama yapıyorlar, sahipleniyorlar ama geçmişi aşan bir düzeyde olmalı. Daha yaratıcı, daha kitlesel, daha toplumsal eylemlere yönelinebilir. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen eylemler öyle olursa belli bir etkisi olabilir.

SÜREKLİ BİR DİSİPLİN CEZASI DÖNGÜSÜ VAR

Son dönemde Önder Apo'ya uygulanan disiplin cezası var; sistematik hal almış. Elbette güncel gelişmelerle de bağlantısı var. Fakat bir de şöyle bir yönü var. Umut hakkı dediğimiz, yani Önder Apo'nun aslında yasal olarak yararlanabileceği haklardan yararlandırmamak için sürekli ceza kesme durumu var. Bunu gösteriyor bize bu durum. Demek ki orada bir dayatma var ve buna karşı direniş var ki ceza veriliyor. Biz bunu da diğer zindandaki gerçeklerden biliyoruz. Mesela İmralı dışındaki zindanlarda bir hak ihlali olduğunda ne oluyor? Oradaki tutuklular kapı dövüyor, bir eylem yapıyor. Sonra ona da ceza geliyor. Demek ki Önder Apo'ya dönük bir müdahale var, buna karşı bir direniş var ve onun sonucunda yeniden disiplin cezasına çevrilmeye çalışılan bir yaşam döngüsü var. Çünkü bu kadar olamaz. Sürekli bir disiplin cezası döngüsü var. Çıkardığımız bir sonuç bu oluyor. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen çok kapsamlı bir hamlenin startı verildi dostlar tarafından; buna dönük de bir cevap verilmiş oluyor. Yani böyle üç ayaklı bir durum var.

Onun dışında zaten Önder Apo'nun İmralı'da mutlak koyu tecrit, işkence ve soykırım sistemi altında tutulmasının nedeni, Ortadoğu'daki yaşamın teslim alınmasıdır. Kapitalist modernitenin, kapitalist modernite güçlerinin, TC gardiyanlarının amacı da bu. Biz uluslararası komployu öyle tanımladık. ABD, İsrail, İngiltere başta olmak üzere uluslararası egemen güçlerin içinde yer aldığı, TC'nin de bunun gardiyanı ve uygulayıcısı olarak belirlendiği bir süreç olarak değerlendiriyoruz. Her şey buna göre ayarlandı.

SAVAŞIN YOĞUNLAŞMASI MÜCADELE FIRSATI DA VERİYOR

Önder Apo'ya dönük uluslararası komplo, Ortadoğu'ya müdahalenin zaten ilk adımıydı. Şimdi geldiğimiz aşamada Ortadoğu'nun durumunu görüyoruz. Ortadoğu'daki savaşın geldiği düzeyi görüyoruz. Suriye'yi ne hale getirdiler, Irak ne hale geldi. Giderek belli oluyor ki bu süreç devam edecek.

Tüm bunlara karşı ne yapılmalı? Önder Apo'ya, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğüne, Önder Apo'nun çözüm üretme kapasitesine, Önder Apo'nun ortaya koyduğu paradigmaya her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç var. Bunu hem gündemleştirmek hem de Önderliğin fiziki özgürlüğü temelinde mücadeleyi daha fazla yükseltmek gerekiyor. Şimdi bunun zamanıdır, özgürlük zamanıdır. Bu kadar savaşın yoğunlaşması, saldırıların artması, mücadele etme fırsatını daha fazla veriyor. O anlamıyla başta Kürt halkı olmak üzere Türk halkı, Arap halkı olsun, demokratikleşme, demokrasi arayışında olan tüm güçlerin bu temelde Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü için daha fazla mücadele etmesi gerektiğini söyleyebilirim.

ANKARA’DAKİ FEDAİ EYLEMİ KUSURSUZ

Ben öncelikle Heval Erdal ile Rojhat’ın Ankara'nın kalbinde yaptıkları eylemi selamlıyorum. Onları minnetle anıyorum.

Ortadoğu'da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, değişti. Aslında Erdal ve Rojhat'ın eylemleri, yürüttüğümüz savaş açısından yeni bir aşamaya geldiğimizin göstergesi oldu.

Tabii çok iyi anlamak, çok iyi okumak lazım bu eylemleri. Bu eylem, zamanlama açısından gerçekten mükemmel. Seçilen zaman, hedef tespiti, hedefe ulaşma hayranlık uyandırıyor. Bu bir abartı değil. Türkiye'nin en fazla korunan yerine böyle bir eylem oluyor; bu kolay bir şey değil. Gerçekten o anlamıyla çok başarılı bir eylemdir. Ve PKK militanlarının, Apocu fedailerin, istediğinde neleri yapabileceğini de ortaya koyan bir eylemdir. O anlamıyla gerçekten kusursuz, eksiksiz bir eylemden bahsediyoruz.

Zaten arkadaşların bıraktıkları mektuplar var. Ben mektupları okudum, gerçekten anlamaya çalıştım; arkadaşların yoğunlaşma durumu nedir, mesaj düzeyleri nedir, hangi ruh haliyle yaklaşım göstermişler diye. Gerçekten büyük bir sabırla yaklaşmışlar. Mesela ikisinin de mektubunda dikkat çektikleri şey şu: Büyük çıkışlar, büyük eylemler büyük sabır gerektirir, demişler. Belli ki böyle bir eylem için çok hazırlanmışlar, çok sabretmişler, kendilerini çok netleştirmişler.

Rojhat ve Erdal için bunlar söylenebilir. Bu bir önderlik özelliğidir de. Mesela Önder Apo'nun da en temel özelliklerinden bir tanesi büyük sabırdır. Yani demek ki önderlik gerçekliği üzerine çok yoğunlaşmış, çok buluşmuş, çok bütünleşmişler.

Şunu söylemek istiyorum Erdal ve Rojhat'ın eylemi için. Bizim savaş çizgimizi göstermesi açısından da örnektir. O kadar patlayıcıyla, o kadar silahla Ankara'nın göbeğinde böyle bir merkeze girebiliyorlar. İsteseler çok daha kitlesel bir yerde yapılabilir. Türkiye nüfusunun kalabalık olduğu yerler çok. Öyle hedefler, öyle yerler çoktur. Ama dikkat edin, böyle bir şey tercih edilmemiş. Hatta meclisin bile tenha olduğu bir zaman tercih edilmiş. Buna Halk Savunma Merkezi de yaptığı açıklamada dikkat çekiyor. Gerçekten bizim savaş çizgimizi ortaya koyan, asla sivilleri hedef almayan, savaşın merkezini gösteren, savaşın merkezine yönelen, onun kalbinde patlamayı esas alan bir eylem çizgisidir. O yüzden de zaten korku saldı. Başka bir yerde olsaydı, inanın bu kadar panik yaşamazdı Türk devleti. Çok aşırı paniklediler. Buradaki mesele, açığa çıkan can kaybı değil. Bunun doğru anlaşılması lazım. Eylemin stratejisi çok önemli. Demek ki neymiş? Etkili olmak için öyle çok kişi öldürmeye gerek yokmuş.

Halk Savunma Merkezi’nin günlük olarak yaptığı açıklamalar var. Medya Savunma Alanlarında aslında asker kayıpları var, sayısal olarak da fazla. Fakat Türkiye toplumuna yansımadığı için, uluslararası topluma yansımadığı için sanki Türk devleti her şeyi kontrol altına almış, böyle gerillayı da aslında ezmiş gibi bir hava var. Türkiye'de de böyle asayiş berkemal, her şey kontrol altında gibi bir şey yaratmaya çalışıyorlar. O yüzden çok etkili olmuyor. Oysa sadece kendi kayıplarını verseler, asker kayıplarını verseler Türkiye'de bu savaşın böyle gidemeyeceği, böyle olmayacağı anlaşılacak. Fakat öyle bir sistem kurdular ki, çok yansımıyor işte. Bu düzeni bozdu Erdal ve Rojhat’ın eylemi. Bu anlamıyla bizim savaş çizgimizi çok güzel ortaya koyan, Türkiye toplumuna da anlatan, uluslararası kamuoyuna da anlatan bir eylem oldu.

TÜRK DEVLETİ SALDIRMAK İÇİN UZUN SÜREDİR BAHANE ARIYORDU

Eylemin ardından hemen Rojava'ya saldırı devreye sokuldu Türk devleti tarafından. Fakat herkes biliyor ki Türk devleti aslında bahane arıyor. Türk devleti zaten Rojava'ya saldırmak için uzun süredir bahane arıyordu. Bunu da saklamıyor da zaten. Kendi ana akım medya dedikleri o özel savaş medyasını dönem dönem ısıtıp böyle gündeme koyuyorlar. Yeni bir kara harekatı başlayacak, bilmem ne olacak, diye. Bunu bahane yaptılar aslında. Ankara'da böyle bir eylem olmasaydı da, Türk devleti o dengeleri oluşturduğunda, izinlerini aldığında Rojava'ya böyle bir saldırı başlatmak istiyordu. Çünkü gerçekten çok büyük bir derdi var. Kürt halkının herhangi bir yerde en ufak bir statü kazanmasını istemiyor, bölge halkları ile ilişki kurmasını istemiyor. Kürt varlığının herhangi bir yerde, herhangi bir şekilde kendisini ifade etmesini istemiyor.

Çünkü Kürtleri, Kürtlerin bulunduğu her alanı, Türk ulusal yayılmacılık alanı olarak görüyor. O yüzden de işgal amacı vardı. Alt yapıyı, üst yapıyı hedef aldılar. Ne dediler? Açık açık sivilleri hedef alacaklarını söylediler. Ondan önce de alıyorlardı zaten.

Ortadoğu'da, Irak'ta, Suriye'de, Türkiye'de; yani Kürtlerin yaşadığı tüm ülkelerde, silahlarla, savaş uçaklarıyla Kürtleri her gün katlediyor zaten. Bu son şeyle birlikte, daha ağır bir yıkım yaratma ve Kürtleri oradan kaçırma, Kürtleri orada yaşayamaz hale getirme, terk ettirme amaçlanıyor.  İsrail için söylediklerinin hepsi kendileri için geçerlidir.

Bir de o Hakan Fidan ne güzel de çıkmış diyor ki İsrail insanları kaçırıyor, yerine getiriyor, başkalarını koyuyor. Derler ya; kişi kendinden bilir işi. Kendileri o kadar çok yapıyor ki bunu Kurdistan'da, ruh ikizi gibidir Türkiye ile İsrail. Yani biri ön İsrail'dir, biri İsrail'dir. Türkiye, İsrail için kurulmuş bir devlet. Bunu bilmeyen mi var? İlk İsrail'i kabul eden devlet Türkiye'dir. İsrail'in ilk kuruluşunu kabul eden devlet, resmi olarak Türkiye'dir. Bu ne kadar göbekten bağlı olduğunu, ne kadar özdeş olduğunu gösteriyor zaten. Fakat benim anlatmak istediğim şey şu. Kendisi 10 kat daha fazlasını Kürtlere yapıyor. Örtülü olarak yapıyor, gizleyerek yapıyor, yıllardır yapıyor. Zamana yayılmış şekilde yapıyor. Böyle bir gerçeklik var. O anlamıyla Kurdistan'daki savaşın geldiği böyle bir aşama var.

Seçimlerden sonra, Türk devleti savaşı yeni bir aşamaya taşımanın arayışı içerisindedir, demiştik. Bu temelde geldiler Irak'la görüşme yaptılar, gittiler İran'la görüşme yaptılar Yani böyle bir hazırlık içerisindeydiler. Rojava'ya dönük saldırı, aslında sadece Rojava'ya dönük de değil; mesela Maxmur’a, Şengal'e dönük saldırılar oldu. Maxmur’da camiyi vurdular. Şengal'de oranın kendi iç güvenliğini sağlayan asayiş gücünü vuruyor. Dünya alem biliyor ki buralarda HPG ve PKK’nin öyle örgütlenmiş bir gücü yoktur yani. Çekildi. Şengal'den çekildi. En son Maxmur’dan zaten çekildi. Buna rağmen halkı vuruyor, halkı katlediyor. Yani böyle bir aşamaya gelmiş.  İsrail'in yaptığı politikayı o anlamıyla öncesinden hazırlayan bir pozisyondadır denilebilir. Türkiye yaptığı uygulamalarla Kürtleri bulunduğu her alanda katletme, bunda da PKK'yi gerekçe gösterme, bu şekilde Kürt toplumunu iradesizleştirme, kötülükten kaçar hale getirme, ihanete mecbur hale getirme hedefleniyor. Bu bir siyaset olarak yürütülüyor.

SOYKIRIMCILARA KARŞI ÖZSAVUNMA POZİSYONU ALMALI

Medya Savunma Alanlarında savaş tüm şiddetiyle devam ediyor. Böyle toplumsal alana da yayıldığı, Kürt toplumunu da hedeflediği için biraz geri plana düşebiliyor dönem dönem. Fakat çok yakıcı bir savaş var. Hemen hemen her gün kimyasal silah kullanıyor, yasaklı bomba kullanıyor. Yani savaş suçu işliyor. Buna karşı da gerillaların çok etkili eylemleri var. Yani savaş giderek yoğunlaşıyor diyebilirim. Bundan sonra da öyle görünüyor ki Ortadoğu'da savaş daha fazla yayılacak, daha fazla karışacak. Türk devleti bunu kendisine bir zemin yaparak çeşitli alanlara dönük saldırılarını daha fazla arttıracak.

Bu durum Kürt toplumunun her yerde kendi öz savunmasını almasını bir görev haline getiriyor. Bakın Rojhat arkadaş ve Erdal arkadaşın perspektifi budur. Her iki arkadaşın da mektubunda ihanete karşı öfke çok büyüktür. Özellikle mesela hem kendi kişiliğini çözümlüyor hem de mesela çocukluğunda, gençliğinde, çevresinde, Kürtlerin içerisinden çıkan o ajanları lanetliyor. Büyük bir nefret içerisindedir. Böyle bir eyleme, onu götüren bir şey, ihanete karşı duyduğu öfkedir. İkincisi de özyönetim direnişlerinden sonra fedai olma kararını veriyor.

Yaşadıklarımız bizimledir. Bu son elli yıllık tarih bizimledir. Bizimle yaşıyor. Bunlara dayalı olarak her Kürt evladı, her Kürt insanı, her Kürt kadını öz savunmaya dayalı mevcut işgalcilere, soykırımcı sömürgeciliğe karşı pozisyon alabilmeli. Bulunduğu her yerde muhakkak kendisini bir savaş gücü olarak inşa etmeli. Çünkü artık savaş sadece dağlarda değil, her yerde var. Erdal ve Rojhat aynı zamanda bunu söylediler. Dediler ki işte bakın Türkiye'nin göbeğinde düşman vurulur. Sen yaratıcı olursan, gerçekten düşman gerçekliğine kilitlenir, düşmanının kim olduğunu bilirsen, yani herhangi bir muğlaklık yaşamazsan, mücadele eder ve kazanırsın. Bunun mesajını verdiler. O anlamıyla Önderliğin özgürlük hamlesine de yeni bir nefes kattılar diyebilirim. Savaşın geldiği aşamayı bu şekilde ifade edebilirim.

İSRAİL FİLİSTİN SAVAŞI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI KAPSAMINDA YÜRÜYOR

Ortadoğu'da savaş yeni başlamadı. Önderlik, Savunmalarında aslında bunun geçmişini Troya Savaşı'na kadar götürüyor. Batı'nın Ortadoğu'ya müdahalesi ne zaman başlıyor? Önder Apo'nun verdiği tarihler var mesela. Biliyorsunuz, Üçüncü Dünya Savaşı değerlendirmesini ilk yapan Önder Apo dur. Ondan önce yapanlar var mı bilmiyorum. Hani tüm aydınları takip eden konumda değiliz, fakat bildiğimiz kadarıyla Önder Apo Üçüncü Dünya Savaşı değerlendirmesini yapar ve bunu tarihlendirirken, 90'lı yılları verdi. Dedi ki Sovyetler Birliği'nin çözülmesiyle birlikte aslında Büyük Ortadoğu Projesi gündeme geldi ve o temelde Ortadoğu'ya bir müdahale başladı. Büyük Ortadoğu Projesi'nin başlangıç aşaması olarak bir takvimi verebilir. Şimdi o savaşın karakteri açısından belki parçalı oldu, kopuk kopuk oldu ama hareketimizin değerlendirmeleri var. Bu savaş, mevcut nükleer silah dengesinden dolayı birinci ve ikinci dünya savaşı gibi yürümüyor. Daha kopuk kopuk yürüyor. Ekonomik ve askeri boyutlar iç içe geçiyor. Bazen biri öne geçiyor, bazen diğeri öne geçiyor. Fakat bir dünya savaşı kapsamında yürüyor. Dünya savaşının yoğunlaştığı alan da Ortadoğu.

Bunun tabii tarihsel, toplumsal, kültürel nedenleri var. Ortadoğu uygarlıkların çıktığı alan olarak nasıl insanlığın beşiği, zenginlik kaynağı ise aynı zamanda bir kültürel duruşu var. Bu anlamıyla Avrupa modernitesi buna karşıtlık temelinde, bu değerler üzerinde gelişen bir süreç yaşadı ve halen de o boğuşma devam ediyor. Ortadoğu'yu aslında kontrole almayan hiçbir güç hegemonya olduğunu iddia edemez. Gelinen aşamada da bir hegemonya savaşı var dünyada. Bir tarafta ABD, İngiltere, İsrail ve Avrupa Birliği'nin içinde olduğu, diğer tarafta Rusya, Çin, İran, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerin olduğu cepheler var. Tümden birinci ve ikinci dünya savaşındaki gibi bir kamplaşmadan bahsedemeyiz ancak giderek böyle bir cepheleşme var. Sistem içi bir çatışma bu. Bir alternatif önerme gücü yok. Alternatif önerme gücü kimde var? Hareketimizde, demokratik modernite çıkışıyla var.

Giderek yoğunlaşan bir dünya savaşı gerçekliği içerisindeyiz ve bu, Ortadoğu'da yoğunlaşıyor. Şimdi biraz daha somutlaştı. İsrail-Filistin savaşı gibi böyle açığa çıkıyor.

Fakat İsrail nedir, nasıl bir devlettir, bunu çok iyi bilmek lazım. Nasıl oluşturulduğunu, niye oluşturulduğunu, hangi süreçlerden geçtiğini bilmek gerekir. Şu değerlendirmeler sığdır; İsrail bir Yahudi ulus devletidir. Bu dar bir değerlendirme. Birinci Dünya Savaşından sonra başlayan süreçte şunu çok iyi görüyoruz ki, Ortadoğu'nun dizayn edilmesi bir İsrail devletinin oluşturulması içindi. İsrail, aslında Ortadoğu'daki hegemonik çekirdek. Önder Apo böyle tanımlıyor. Yani kapitalist modernitenin Ortadoğu'daki çekirdek gücü İsrail oluyor. Dikkat edin, şimdiye kadar Üçüncü Dünya Savaşı diye bahsettiğimiz ya da Ortadoğu'da Büyük Ortadoğu Projesi olarak dile getirdiğimiz süreç içerisinde İsrail ile uyumlu olan, onu kabul eden devletler genel sistem içerisinde kabul gördü, yer edindiler. Fakat kabul etmeyenler çeşitli şekillerde müdahaleye uğradı. Irak öyle oldu, Suriye öyle oldu, Sudan öyle oldu. Hedefte İran var. Böyle bir süreç var.

Toparlarsak şunu söyleyebilirim. İçinde bulunduğumuz süreç, gerçekten Ortadoğu'da yoğunlaşan Üçüncü Dünya Savaşının yeni bir aşamasıdır. Yani yeni bir aşamasına girilmiştir. Çatışmaların yayılma riski yüksektir yani. Bunu neden söylüyorum? Çünkü İsrail açısından da, Filistin açısından da, yani Filistin adına hareket eden güçler açısından da şunu söyleyebilirim; milliyetçi ve dinci ideolojilerle hareket etme var. Bundan çıkış yoktur. Milliyetçi ve dinci ideolojiler de çatışma üretir. Zaten bu nedenle üretilmiştir. Yani kapitalist modernite buna dayalı olarak ulus devletçiliği geliştirir ve halkları, toplumları bu temelde denetim altına alır. Mesela bir Arap toplumu var, değil mi? Ama 22 devletleri var. Yani aslında İsrail'in güvenliğini sağlamak için minimalize edilen toplumlardan bahsediyoruz. Minimalize edilmiş toplumsal Türkler de aynı şekildedir. Yani bölgede Türk varlığı da, Türk oluşumları da minimalize edilmiştir.

Bu ne demek? İsrail'in hegemonyası sağlanana kadar bu minimalize etme politikalarını sürdürecek. Dikkat edin, Suriye'yi parçaladılar, Irak'ı parçaladılar değil mi? Öyle görülüyor ki bu savaş daha da ağırlaşarak devam edecek.

ÇIKIŞ YOLU DEMOKRATİK ULUSLAŞMADIR

Bundan çıkış ve çözüm yolu olarak Önder Apo ulus devlet değil, demokratik uluslaşmayı bir çözüm modeli olarak ortaya koyuyor. Demokratik uluslaşma bir zihniyet durumu, farklı bir felsefe. Onun örgütlenme biçimi ise, demokratik özerklik. Demokratik özerklik temelinde eğer halklar kendi özerkliğine, kendi farklılığına dayalı irade eşleşmesini gerçekleştirir ve birbirini tanıyabilirse birlikte yaşayabilirler. Ama dikkat edin, İsrail'in saldırılarında tam bir yönelim vardır. Buna karşılık da DAİŞ şiddeti diyebileceğim bir duruş vardır. Yani ikisi de kabul edilemez noktadadır. Ben şunu söylemek istemiyorum. Filistin halkının topraklarından bu şekilde sürülmek istenmesi asla kabul edilemez. Filistin halkı da tarihsel olarak o coğrafyada değil mi? Yurdunu yaratmış bir halk. Onun, İsrail'in şiddetiyle, askeri zoruyla, saldırılarıyla yurdunu terk etmesinin istenmesi kesinlikle kabul edilecek bir durum değil. Bu reddedilecek bir gerçeklik. Fakat buna karşı Hamas adındaki hareketin içine girdiği terör eylemi de gerçekten kabul edilebilecek bir şey değildir. Hamas'ın 7 Ekim'de Aksa Tufanı adıyla yaptığı saldırıları bizler de gördük. Biz bunu DAİŞ'in saldırılarında gördük. Şengal'de Kürtler çok iyi biliyor. Bu asla kabul edilemez. Yani Hamas'ın zihniyeti aynı ideolojik şeyden besleniyor. Onun da kabul edilebilecek bir yönü yoktur.

İRAN’DAN DAHA FAZLA TÜRKİYE’NİN HAMAS’LA, HİZBULLAH’LA İLİŞKİSİ VAR

Bunlar da aslında Önderliğimizin değerlendirmelerinde var. Mesela Hamas'ın çıkışı aslında Filistin Kurtuluş Örgütü'nü etkisizleştirmek için yapıldı. Bölündü. Benzer bir şeyi şimdi Türkiye'de uyguluyorlar. Türkiye'de Hüda Par’a Kürt Hamas'ı denilebilir. Nasıl ki Hamas, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü parçalayıp etkisini ortadan kaldırmak için oluşturulmuş ise, Türkiye'de de Hüda-Par, PKK'nin açığa çıkardığı etkiyi ortadan kaldırmak için özel olarak oluşturulmuş. O yüzden, Türk devleti sırtını şu anda ona dayamış mesela.

Hamas'la Türk devletinin ilişkileri de çok önemlidir. Hamas'ın siyasi sorumlusu, askeri sorumlusu, her şeyi Erdoğan’dan alıyor. Hani İran destek verdi deniliyor ya, İran'dan daha fazla aslında Türkiye'nin Hamas'la, Hizbullah'la ilişkisi var. Zihniyet olarak da öyle. İhvan-ı Müslim geleneğinden gelen yapılar bunlar. Böyle bir gerçeklikleri var.

Biz Filistin davasında şehit vermiş bir hareketiz. PKK olarak Filistin halkının haklı mücadelesinin, yurtseverlik mücadelesinin kesinlikle arkasındayız. Ona karşı saldırıları kabul etmiyoruz. Filistin halkının yanında yer alıyoruz. Bunu gönül rahatlığıyla ifade edebilirim. Fakat mevcut durumda Hamas'ın da yaptığı ya da Filistin halkı adına yapılanlar, halk için yapılmıyor. Çıkarlar, bir iktidar kavgası temelinde yürüyor. Bunu böyle görmek lazım.

Bunu şöyle ifade edebilirim. Ortadoğu toplumlarının bu kadar iradesizleştirilmesi çok kötü bir durum.  Esas üzerinde durmamız gereken konu bu. İsrail üzerinden bölge halklarına dayatılan hegemonyayı reddetmek önemli. Buna karşı durabiliyorsan gerçekten bir İsrail karşıtlığından ya da onun politikalarına karşı çıkmaktan bahsedilebilir. Bu da nereden geçiyor? Kapitalist modernist sistemin oluşturduğu sistemin içerisinde kalarak İsrail'e karşıtlık yapılamaz. Sağından solundan ona hizmet eder duruma geliyorsun. O yüzden önemli olan burada kapitalist modernitenin dışına çıkabilmek. Ama dikkat edin, şu anda böyle bir şeyin tartışması bile yoktur.

Mesela ben şunun farkındayım. Demokratik modernite çözümü, demokratik özerklik çözümü diyoruz ama kimsenin bunu duyacak şeyi yok. Şu anda böyle “öldür, öldür” sarmalına girilmiştir. Ve bunu inşa eden, kapitalist modernite güçleridir. O yüzden Amerika'nın savaş uçakları buradadır. Akdeniz'de uçak gemisi oradadır. O yüzden İngiltere, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin başkanları tek tek gelip İsrail'e destek veriyor. Başka bir nedenden dolayı değil. Ortadoğu'da kapitalist modernitenin, kapitalist sistemin esas hegemonik gücü olarak İsrail oluşturulduğu için ona destek veriliyor.

İnanç sistemi açısından bile baksanız, Hristiyanlık ve Yahudilik arasında da bir sorun vardır. Tarihsel olarak nasıl ki Müslümanlarla Yahudiler arasında varsa aslında Hristiyanlarla Şia arasında da vardır. Yani demek ki böyle çok da yansıtıldığı gibi mesele dinsel değil. Burada da bir örtü var, burada da bir oyun var. Yani halklar kandırılıyor. Evet, tarihsel çelişkiler var ama bunlar son 200 yılda yoğunlaşan, giderek bir trajediye dönüşen sorunlardır. Halklar geçmişte de birlikte yaşamışlar. Fakat bu kadar sorunlar ağırlaşmış, çelişkiler olmuş, çetin çatışmalar olmuş, aynı inanç sistemi içerisinde de insanların ya da toplulukların çelişki ve çatışmaları oluyor. Mezhep kümeleri oluyor. Zaten şöyle uzaktan bakarsanız da tüm inanç biçimleri, Hazreti İbrahim kökenli. Aslında aynı kökenden geliyorlar. Yani demek ki bu dincilik ve milliyetçiliği çok iyi okumak ve buna karşı doğru tavır, tutum almak gerekli.

Savaşın geldiği aşama açısından şunu söyleyebilirim. Bundan sonra neler olabilir? Bunları biraz tartışabilmek önemli. Elbette sadece bu sorunu, sadece bir programda ele almak biraz sıkıntılı gibi geliyor bana. Çünkü hem tarihsel hem de güncel boyutu var. Ayrı bir başlık altında değerlendirmek ve tartışmak gerekli bu durumu. Çünkü etkileri çok fazla olacak. Mesela bundan sonra İsrail nasıl davranacak? Buna karşı İran, Türkiye nasıl tutum alacak? Bunların hepsi tartışma konusudur.

Türkiye’de Bahçeli açıklama yaptı. Dedi ki, 24 saate kadar eğer ateşkes olmazsa Türkiye müdahale etmeli. Edebilir mi? Gerçekten böyle bir şey olabilir mi? Türkiye'nin kapitalist modernist sistemden kopma gücü var mı? Ya da ait olduğu, bağlı bulunduğu bloktan kopabilir mi? Çünkü Türkiye şimdiye kadar İsrail'in güvenliği temelinde oluştu ve ayakta kaldı. Gerçekten bunu değiştirebilecek mi Türkiye? Böyle bir gücü var mıdır? Yani oradan koparak Rusya, Çin, İran’la bir araya gelebilir mi? Bunların hepsi tartışma götürür hususlar.

BÖLGE HALKLARI KENDİ İÇ BİRLİĞİNİ SAĞLAYABİLMELİ

Fakat şunu söyleyebilirim giderek bölgede gittikçe daha fazla demokratik modernite çözümü kendisini dayatır hale gelecek. Çünkü kapitalist modernitenin iç dengeleri ve ilişkileri içerisinde çözüm sunma yeteneği yoktur. Daha fazla savaş, daha fazla kan, daha fazla ölüm. Bunun dışında ifade edilen “barış” söylemi mümkün değildir. Mevcut durumda İsrail giderek bir bölge imparatorluğuna yürümek isteyecek. Buna karşı bölge devletleri direnecek. İran'a karşı başlayabilecek bir savaş gerçekliği var. Bu nükleer çatışmayı da, nükleer saldırıları da gündeme getirecek kadar riskli bir sürece yol açacak. Bunu sadece İran'da nükleer açıdan söylemiyorum. İsrail’in de kendi güvenliğini sağlamak için nükleer kullanma riski vardır. Israil’de de vardır. Buna doğru evriliyor.

Böyle bir durumdan tabii Türkiye de nasibini alacak, Arap halkları da alacak.

Türkiye, İran, Suriye hatta Irak açısından şunu söylemek istiyorum. Gerçekten kapitalist modernitenin saldırılarına, yani emperyalizme direnmek istiyorlarsa halklar arası ittifaka açık olmaları gerekir. Bölge halkları kendi iç ittifakını, birliğini sağlayabilmeli. Türkiye'de bunun yolu Kürt-Türk ittifakından geçer. Bunu sağlayabilen bir Türkiye, dış saldırılara karşı durabilir.

Mesela İran açısından; gerçekten Kürt-Fars ittifakını açığa çıkarabilen bir İran, emperyalizmin dışarıdan saldırılarına karşı durabilir. Ama eğer bunlar sağlanamazsa işte o minimalize etme, parçalama, bölme, çatıştırma, o temelde bölgeyi kontrol etme politikası etkili olur. Diğeri safsatadır. Erdoğan yatıp kalkıp diyor ya; biz şöyle kafa tutarız, biz böyle milletiz; bunlar hikayedir. Gerçekten yurtsever olan, gerçekten ülkesini seven, gerçekten yani milli olan, yani halka ait, halkçı olan kendi iç barışını sağlar. Tarih günümüzdür. Evet, bire bir günümüz değildir ama yüzde doksan, yüzde doksan beş günümüzdür. Tarihte Pers çıkışı, Ümmet Konfederasyonu üzerinden oldu ve günümüze kadar geldi. Bundan 9 yüz yıl önce; yani Türklerin Anadolu'ya girişi Kürtlerle ittifak üzerinden gerçekleşti ve günümüze kadar sürdü. Aslında Ulusal Kurtuluş Savaşı denilen şeyde bile Kürt-Türk ittifakı devam ediyor. Kürtler ve Türkler birlikte bir direniş gerçekleştiriyorlar. Yani böyle Cumhuriyet. Daha sonra buna el konuldu, inkar ve imha sistemi kuruldu. İşte Sivas, Erzurum kongreleri, Amasya Tamimi, Kurdistan'a özerklik tartışmaları, 1921 Anayasası… Bunların hepsi neyi gösterir? Aslında başlangıçta, yani Cumhuriyetin kuruluşunda böyle bir temel vardır. Sonra, yani bu komployla ortadan kaldırıldığı gün, yüz yıldır Cumhuriyet kanlı bir cumhuriyet oluyor. Eğer bundan çıkılmak isteniyorsa böyle bir tutum gereklidir.

KADIN ORDULAŞMASIYLA ZİHNİYETLERDEKİ KADIN ALGISI DEĞİŞTİ

Ben Heval Gülnaz Karataş arkadaşı da bir kez daha sevgiyle, minnetle anıyorum. Önderliğimiz içinde bulunduğumuz dönemde militan bir duruşu ya da doğru bir duruşu sergilememiz için iki karakteri aslında hep öne çıkardı. Erkek arkadaşlar Kemal Pir’i de örnek almalılar, kadın arkadaşlar da Bêrîtan’a ulaşmalıdır. Elbette bu böyle. Hani öyle kendiliğinden söylenen, rastgele seçilen bir sembol değil. Asla öyle değil.

Heval Bêrîtan’ın mücadele tarihimiz içerisinde çok önemli bir yeri var. Hem genel ordu içerisinde hem de özel olarak kadın ordulaşması açısından çok önemli bir yeri var. Bundan 31 yıl önce şehadete ulaştı ve biz 30. kadın ordulaşması yılındayız. Tüm YJA Star militanlarını ben kutluyorum kadın ordulaşması temelinde. Gerçekten tarihin gördüğü en büyük özgürlük devrimi, ordulaşma temelinde gerçekleşti diyebilirim.

Mesela kadının savaş ilişkisi içerisine alınması bir güç dengesini değiştirdi. Kadını toplumsal cinsiyetçilik ile, toplumsal cinsiyetçi ideolojilerle, yargılarla, geleneklerle ele alan tüm o eğilimler, bu ordulaşma sayesinde parçalandı. Kadın ordulaşmasıyla birlikte Kürt kadını, tanrıça olmaya doğru giden yolda yürümeye başladı. Toplumun güvendiği, sırtını dayadığı, savunmasını teslim ettiği özneler haline geldiler.

Şöyle düşünün. Bütün zor araçları sadece bir yerde toplandığında, nasıl ki halklar büyük acılarla karşı karşıya kalıyorsa, kadın da güç araçlarından, kendini savunma araçlarından mahrum olduğunda teslim alınmış oluyor. O anlamıyla kadın ordulaşması sadece kadının fiziki olarak savaşta yer alması anlamına gelmedi. Zihniyetteki kadınlık değişti, zihniyetteki kadın algısı değişti. Bu kadın açısından da değişti. Yani kadınlar olarak bizler de yapamayacağımızı düşündüğümüz, kendimizi güçsüz gördüğümüz birçok konuyu, birçok olayı ordulaşarak aştık. Kendimize güvenimiz, özgüvenimiz böyle bir ilişki ağı içerisinde gelişti.

Yine şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kadın toplumsallaşması yani kadının kadın zeminlerinin oluşması, kadınların birlikte yaşamı ve savaşı yarattıkları alanlar, kadın ordulaşması bünyesinde gelişti. Aslında erkek egemen sistemin etkisinin dışındaki alanlarda kadınlar hem kendilerini tanıdılar hem birbirlerini tanıdılar. Doğru sevgiyi, doğru yoldaşlığı önce cins sevgisi temelinde birlikte oluşturdular.

Kadın ordulaşması üzerine çalışmalarımız var. Bizim başlık olarak belgesel çalışmalarımız var, kitap çalışmalarımız var bu konuda. Başlangıcından günümüze kadar incelenebilir aslında. Bunlar kadının an be an kendisini yarattığı günlerdir ve çok kolay yaşanmamıştır. Sancılı günlerdir. Geri erkek zihniyetiyle çarpışa çarpışa, Kürt erkeğini de değiştire değiştire günümüze kadar gelinmiştir. Sosyal devrimin, Kurdistan'da gerçekleşen özgürlük devriminin çekirdeği kadın ordulaşması olmuştur. O yüzden bu ordulaşma ne kadar anlatılsa, ne kadar yaşansa, ne kadar kadın ordumuz büyüse, kadın özgürlüğü o kadar garanti altındadır. Aslında etkisini dünyaya daha fazla duyurabilir, kadın özgürlüğü o temelde daha fazla dünyaya yayılabilir. Dikkat edin; Rojava Devriminde YPJ ne kadar etkili oldu. Projenin arkasında, işte bu kadın ordulaşması vardı. Kadının gerillada açığa çıkardığı savaşma gücü vardı.

ORDULAŞMANIN SEMBOLÜ BÊRÎTANDIR

O anlamıyla Bêrîtan arkadaş bunun sembolüdür. Yani bunun doğru anlaşılması lazım. Kendi günlükleri de var zaten. Bizim açımızdan ilke haline gelen, “savaşan özgürleşir, özgürleşen güzelleşir, güzelleşen sevilir” üçlemesi var. Yani bu bir formül. Doğru anlaşıldığında, savaşla özgürlük ilişkisini, mücadele etmeden, kendini aşmadan, mevcut kalıpları yıkmadan, dayatılan yaşamı reddetmeden özgürlük olmayacağını; özgürleşmeyen kadının da köle, köle kadının da çirkin kadın olduğunu bir estetik ölçüsü, bir etik ölçü, yani iç içe bize bir ölçüyü ortaya koyan ve bununla gerçek sevginin, doğru aşkın, yaşanabilecek yaşamın sevilir ölçüsünü ortaya koyan bir önder kadın arkadaşımız oluyor Heval Bêrîtan. Bu yüzden Heval Bêrîtan’ı ne kadar anlasak ve yaşamı, savaşı başarırsak o kadar yeridir.

İkinci boyutu; tab,i Bêrîtan’da özgür yaşam arayışı çok yüksek. Yani 90'lı yıllarda Önderliğe rapor yazarak ben Önderliğin romanını yazmak istiyorum, diyor. Ondan sonra Önderlik gündemleştirdi. Heval Bêrîtan’ın şehadetine verilen bir karşılık kadın ordulaşması olurken, diğer yönüyle de nasıl yaşamalı arayışını felsefik zihniyet düzeyinde tartışmaları Önderlik başlattı. Çünkü Heval Bêrîtan tam böyle bir arkadaştı.

Önderlik, Heval Bêrîtan şahsında Kürt kadınlarının, Kürt genç kadınlarının yeni yaşam arayışını gördü. Onun en zinde, en canlı halini Heval Bêrîtan’da gördü.

Son olarak da tabii savaştaki duruşu var. Savaşmadaki iddiası ve kararlılığı var. O zaman Ferhat tasfiyeciliği yaşanıyordu. Kadınlar savaşta yer alamaz deyip hep geri cephe işleri veren, böyle geleneksel rolleri zorlayan bir durum var. Buna karşı çok yoğun mücadele eden, tutum alan, o anlamıyla kendisini sadece bir savaşçı değil bir komutan olarak da inşa eden bir gerçekliği var. Ve o temelde de zaten işbirlikçi, ihanetçi KDP'nin Türk devletiyle birlikte geliştirdiği Güney operasyonunda en yoğun direniş çizgisini Heval Bêrîtan temsil ediyor. O bir çizgi oldu günümüze kadar da.

Gerçekten belki Kürt tarihinde de bunun örnekleri vardır. Kürt kadını genel olarak aslında her zaman daha yurtseverler, daha toplumsaldır. Önderlik bir yerde şöyle bir şey de söylemişti; “Dersim'de kendisini kayalıklardan atan Besêler, Bêrîtan’da güncellendi. Şimdi de, yani Bêrîtan’dan sonra binlerce Kürt kadın militanı bu geleneği yaşattı, yaşatıyorlar. Şu anda da Zap’ta, Metîna’da, Garê’de, Maxmur’da, Şengal'de KDP'nin önüne düşerek, işgalcileri getiren ihanete karşı kadınlar duruyor. O, Bêrîtan çizgisidir işte. Bêrîtan çizgisi; kadın ordulaşması, kadına ordulaşmasının giderek toplumsallaşması, Kürt kadın yurtseverliğinin bir öznesi haline gelmiştir diyebilirim.

HALKLARIN BİRLİKTE MÜCADELESİNİ MEYDANLARDA ÖRMEK LAZIM

Önemli bir süreçten geçiyor Ortadoğu, Türkiye, Kurdistan. Savaş her alanda var. Demokratik siyaset alanı başta olmak üzere toplumsal dinamiklerin mevcut durumda daha hareketli hale gelmesi lazım. Daha aktif yön veren bir duruma gelmesi lazım. Hem toplumu bilinçlendirerek hem de toplumuyla birlikte hareket eden bir çizgiyi açığa çıkarmak lazım.

Mevcut durumda Türkiye'de faşizm var. Parlamento mevcut durumuyla sağ teslim olmuş gibidir. Faşist güçlerin daha fazla etkinliğinin olduğu bir durumdadır. Fakat bu kimseyi yanıltmasın. Doğru tutum, doğru tavır, doğru mücadele geliştirilirse kesinlikle gelişmelere yön verilebilir. Tezkerenin çıkmasına engel olamayabilir; çünkü sayısal bir şey, matematiksel bir şey ama toplumsal alanda, sokakta, meydanlarda birçok şeyin önü alınabilir. Önemli olan, o toplumsal tepkilerin sistematik olarak açığa çıkartılması ve güçlendirilmesidir. Aslında halkların ittifakı, halkların birlikte mücadelesi de böyle gelişebilir. Türkiye ve Kurdistan halkının mücadelesini birlikte örmek lazım ve bunu meydanlarda örmek lazım. Ekonomik sorunlara bu şekilde çare, çözüm aramak lazım. Savaş sorununa bu şekilde çare-çözümü aramak lazım. Her türlü hak hukuk sorununa bu temelde çözüm aramak lazım. İttifak bu temelde gelişirse bunun mutlaka siyasete de yansıması olacaktır ve gelişmelere esas olarak yön verecek bu olacaktır.

Bakın biz Ortadoğu'da yaşıyoruz. Ortadoğu'da bazen bir günde birçok şey değişiyor. Yani bir Tahrir Meydanı’nda; Mısır'da binler toplandı. Neler oldu değil mi? Rojhilat’ta Jîna Emînî’ye dönük saldırı oldu; İran ne hale düştü. Dikkate almak zorunda kaldı. Böyle bir gerçeklik var. Burası Ortadoğu. Yani toplumsal hareketlilik her zaman daha belirgindir ve buna daha fazla güvenmek lazım. Diğeri oyundur zaten. Politik alanın, yani topluma ait olan politik alanın işgal edilmesidir. Mevcut ulus devletler, parlamento sistemleriyle aslında toplumun politika üretmesinin önüne geçiyorlar. Biz gerçek politik alanlar oluşturabilmeliyiz.

Mevcut durumda bir yenilenme oldu, bir tartışma süreci oldu, kongre oldu, yeni kararlar alındı. Kutluyorum, kongrelerini yaptılar. Güzel bir kongre oldu. Gönül isterdi ki daha büyük bir salonda daha coşkulu olsun. O da faşizmin bir yasaklamasıyla engellendi.

Fakat HEDEP sadece Kürt toplumuyla sınırlı değil, bir Türkiye partisi haline kendisini getirmeli, Türkiye siyasetini belirleme temelinde ittifaklarını oluşturmalı. Kadın hareketleriyle, ekoloji hareketleriyle. HDK ve HEDEP böyle ortak bir şeyi o açığa çıkarabilmeli. O temelde hareket edilirse, ben önümüzdeki süreçte tarihsel rolünü oynayacağına inanıyorum, başarılar diliyorum.