Kapitalist sömürü sisteminin bütün yükünün kadınların sırtına yüklendiğini belirten Ümit, “Peki kadın bir kader gibi bunu yaşayacak mı? Yoksa kendi yolunu oluşturmak için bir araya gelecek, örgütlenecek ve mücadele edecek mi? Biz diyoruz ki esas olarak biz bir yol açtık. Yani PAJK olarak dünya kadınlarına bir yol açtık, bir örnek oluşturduk, bir model olduk. Başta bölge kadını, bölgede yaşayan kadınlar olmak üzere tüm kadınları bu örneği, bu öncülüğü iyi tanıyarak, buna doğru katılarak erkek egemenlik sistemle mücadele etmeye çağırıyorum” dedi.
Bu kadar insanlıktan çıkartılan bir dünyada, PKK’nin bir insanlaşma hareketi olduğunu ifade eden Ümit, şunları vurguladı: “PKK sadece Kürt varlığı açısından değil, insanlık açısından buna dur deme, özgürlük için yaşama hareketidir. Önderliğimizin temel sloganı neydi? Ey yaşam! Ya seni özgürce yaşayacağım ya da hiç yaşamamış sayacağım. İşte PKK bunun alanı oluyor. Sadece bunu bir slogan olmanın ötesine taşıdı, bunu inşa etti. PKK kendisinde özgür yaşamı inşa etti. Özgür yaşam olmadan yaşamadı, havale etmedi. Mesela, devrimden sonra, şundan sonra, bundan sonra demedi. Yaşamını, ilişkilerini özgürlük ilkelerine göre inşa etti. Bu haliyle de model olarak demokratik konfederalizm ve demokratik konfederal yaşamın çekirdeği, prototipi haline dönüştü. PKK demokratik modernitenin prototipidir. Onun çekirdek gücüdür.”
Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programa katılan PKK Merkez Komitesi Üyesi Hêlîn Ümit, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Dayanışma Günü ve PKK’nin 45’inci kuruluş yıl dönümünü ve siyasal ve güncel konuları değerlendirdi.
Hêlîn Ümit’in değerlendirmeleri şöyle:
İmralı soykırım ve komplo sistemine karşı eşsiz bir direniş gösteren Önderliğimizi selamlıyorum. Bu direnişin açığa çıkardığı sonuçları ve direnişin kendi gerçekliği üzerine yoğunlaşmayı sürdürmemiz gerekir. Çünkü hemen hemen hem Ortadoğu, hem bölge hem de Kurdistan'daki gelişmelerin merkezinde İmralı'daki soykırım sistemi yatıyor. Her geçen gün bu daha fazla anlaşılıyor, açığa çıkıyor. Ve böyle olduğu için de aslında bu ne kadar anlaşılır hale gelirse o kadar da halklar, kadınlar, demokrasi çevreleri, dünya halkları, aydınları, demokratları tarafından tepkiyle karşılanmaya ve buna karşı mücadelenin yükseldiği bir döneme evriliyor.
İmralı'daki direnişi ve oradaki uygulamaları gelişmelerin merkezine alarak değerlendirmek ve gündemimizde İmralı gerçekliğini tutmak, Önder Apo gerçekliğini hep tutmak gereklidir.
Bununla birlikte partimizin kuruluş yıl dönümü olan bir haftaya giriş yapıyoruz. PKK'nin 45'inci kuruluş yıl dönümü önümüzdeki günlerde kutlanacak. PKK 46’ıncı yılına girecek. PKK'nin kuruluşunu Önder Apo'ya kutluyorum.
HERKES VAR OLUŞ GÖREVİNE SAHİP ÇIKTI
10 Ekim tarihiyle başlayan bir hamle sürecinin içerisindeyiz. Bakurê Kurdistan ve Türkiye'de de bu çerçevede Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü temelinde çalışmalar yürütülüyor. Özellikle 18 Kasım'daki eylem açısından da bu söylenebilir. Gemlik yürüyüşü için şunu söyleyebilirim. Böyle bir dönemde Kurdistan ve Türkiye'de soykırımcı sömürgeciliğin tüm ağırlığıyla faşizmi, karanlığı hakim kılmaya bir kılmaya çalıştığı bir dönemde Önderlik etrafında Önderliğin fiziki özgürlüğü temelinde mücadele yürüten herkesi selamlıyorum. Herkesin aslında ekmek ve sudan daha önemli olan temel bir varoluş görevine sahip çıktığını ifade etmek istiyorum.
Son 3 yıla yakındır mutlak bir tecrit var. 32 aydır Önderlik’ten hiçbir haber alınamıyor. Fakat bu süreç sadece üç yıldır yaşanmıyor. Özelde de genelde de sekiz yıldır süren savaşla bağlantılı olarak bir ağırlaştırılmış bir İmralı gerçekliği var. Bunun açığa çıkardığı sonuçları halkımız, bölge halkları, dostlar, demokratik kamuoyu çok yakından gördü, analiz etti, çözümlediler. Şunu gördüler; İmralı’da tecrit, soykırım, işkence ne kadar ağırlaşırsa bu sadece İmralı ile sınırlı kalmıyor; bir sistem olarak Türkiye'de yaşayan tüm halklara dayatılıyor. Bu temelde de giderek buna karşı mücadelenin yükseldiği bir döneme girmiş bulunuyoruz. Türkiye'de anlamlı bir yaşam yaşanmak isteniyorsa, refah düzeyi yükseltilmesi isteniyorsa, gerçekten Türkiye'de iç barış gerçekleştirilmek isteniyorsa, bunun İmralı'dan, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünden geçtiği anlaşılmış bulunuyor. O temelde de Gemlik yürüyüşünün örgütlenmesini çok değerli buluyoruz. Fakat sürdürmek lazım. Önemli olan o. Geçen dönemlerde de dönem dönem böyle bazı eylemler oldu. Fakat süreklileşmediğinde etkisi de çok fazla olmuyor. Devlet de bunu böyle elimine ediyor. O tür eylemleri sistemiçileştirmeye ve boşa çıkarmaya çalışıyor. Şimdi de büyük olasılıkla bunu yapmaya çalışacak. Mümkünse yaptırmamaya, yapılıyorsa da sonuçlarını görmezden gelmeye ve boşa çıkarmaya dönük saldırıları olacaktır.
32 ay oldu… Yani yaklaşık 3 yıldır Önderlikten hiç haber alınmıyor. İmralı'daki bu gerçekliği insan neyle kıyaslayabilir, nasıl benzetmelerde bulunabilir? Tarihte böyle despot krallıkların zindanlarına atılma olayları var. Keyfiyeti benzerdir yani. Şimdi de Türkiye'de İmralı soykırım sisteminin açığa çıkardığı şöyle bir durum vardır. Dikkat edin, uluslararası kurumlardan Türkiye'ye sürekli değerlendirme yapılıyor. Demokrasinin, insan haklarının olmadığı, özgürlüklerin yaşanmadığı, gerilemenin olduğu bir durum var. Bunun İmralı soykırım sistemiyle bağlantısı var. Aslında Türkiye Cumhuriyeti devleti 100'üncü yılında İmralı gerçekliği karşısında sınav veriyor. Bu sınavda da sınıfta kaldığını bütün dünya söylüyor. Bunun çok iyi anlaşılması lazım. Kürt halkı Önder Apo'nun varlığını, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü, Önder Apo ile ilişki halinde olmanın kendisi açısından ne anlama geldiğini biliyor. Fakat bunu tüm Türkiye halkı için söyleyemiyoruz. Türkiye'de eğer bugün bu kadar demokrasi konusunda gerileme varsa, faşizm bu kadar kurumları ele geçirmişse, insan hakları ve özgürlükleri konusunda bu kadar gerileme yaşanıyorsa bunun sebebi İmralı soykırım sistemidir. Cumhuriyetin 100'üncü yılında nereye 100'üncü yılında Cumhuriyet şu aşamaya geldi, bu aşamaya geldi, bölge lideri oldu gibi propagandalarla şişirilen bir cumhuriyet gerçekliği var. Hiç böyle değildir. Gerçekten tam bir yüz karası. Ne Türkiye halkının ne Kurdistan halkının hak etmediği bir durum söz konusudur. Bu da kaynağını İmralı’daki soykırım sisteminden alır. Neden? İmralı soykırım sisteminin varlığıdır.
Bu nedenle 10 Ekim'de dünyadaki dostların, enternasyonal dostların, aydınların, demokrat insanların başlattığı küresel özgürlük kampanyasına Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de daha güçlü katılım olmalı. Küresel çapta yürüyen hamle ile bir olursa bir anlamı olabilir, sonuç alabilir.
İmralı soykırım sisteminin varlığına ve bunun ısrarla sürdürülmesine rağmen Türkiye'de başta Kürt halkı olmak üzere demokratik kamuoyu, duyarlı insanlar, dostlar, kadınlar, gençler demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından vazgeçmediler, vazgeçmiyorlar, ısrarlı bir mücadele var. Bu çok değerli, çok anlamlı. Bunun her zamankinden daha fazla İmralı soykırım sistemini yıkmaya yönelmesi önem taşıyor. Bunun için de gerekli her türlü ittifak ve ilişkinin geliştirilmesi, büyütülmesi, ısrarcı olunması gerekli.
İçinde bulunduğumuz dönemde bu sistemi sürdürmenin koşulları çok fazla kalmamıştır. İmralı soykırım sistemi çok zor ayakta tutulan bir durumdadır. Bunun için dikkat edin, fır dönüyorlar. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan fır dönüyor, Erdoğan fır dönüyor. Bölgesel gelişmelerle de bağlantılı olarak bu konuda oluşturduğu pozisyonu sürdürmek için Kürtlere karşı savaşı sürdürmek ve soykırım siyasetini yürütmek için ilişki kurmaya çalışıyor. Bu, aynı zamanda bu sistemin ne kadar zorlandığını ve ayakta tutulamadığını gösteriyor. Kürt halkına, kadınlara düşen görev, bu gerçekliği görerek ısrarla bunun üzerine yürümektir.
Ama avukatların görüş yasağı açısından da değerlendirirsek; bu tam bir hukuksuzluktur. Şimdi bir de buna bu görüş yasağının gerekçesini belirtmeme eklendi. Çünkü belirtecek bir şey yoktur, bir gerekçeleri yoktur yani.
Kendilerine karşı kullanılacağını bildikleri için avukat yasağına ya da görüşme yasağına gerekçe olan hususları ifade edemiyorlar. Gerçekten Türk devletinin haklı bir gerekçesi yoktur. Orada aslında gizlenmek istenen, bu görüş yasağının gerekçelerini söylememek ve üzeri örtülmek istenen şey kendi ayıplarıdır.
Sonuç olarak İmralı Soykırım Merkezi'ne, soykırım sistemine karşı mücadele etmek gerçekten önemlidir. Özgürlük ölçüsünün yüksek olmasıyla bağlantılı bir durumdur. Bu temelde herkesi önümüzdeki dönemde, bu parti ayında da özgürlük önderliği olan Önder Apo'nun üzerindeki sistemi yıkmaya çağırıyorum.
45. YILDA TÜRK DEVLETİ HEDEFLERİNE ULAŞAMAMIŞTIR
Kurdistan'da esas gündem savaş. Oradan hiç kopmamak lazım. Eğer birinci gündemimiz Önder Apo'nun durumu ve yürüttüğü mücadele, ortaya koyduğu direniş çizgisi ise, bununla bağlantılı olarak ikinci gündemimiz de Kurdistan'da yürüyen devrimci halk savaşı. Gerçekten bu savaşı ne kadar doğru hisseder, anlarsak aslında halk olarak da kadınlar olarak da, gençler olarak da nerede durmamız gerektiğine daha fazla ulaşabiliriz. Doğru sonuçlara daha fazla ulaşabiliriz. Bu konuda bir eleştiri olarak şunu söyleyebilirim. Önder Apo geçmişte bu kaynar suya atılan kurbağaya benzetmişti gerçekliğimizi. Kurbağayı böyle soğuk suya koyuyorlar, altına ateş veriyorlar, su ısınıyor. Fakat o gerçeklik içerisinde kurbağa nasıl yaşlandığının, nasıl yok edildiğinin farkına varmıyor. Şimdi Kürt halkına ne diyorlar? Varlığının altında da bu cumhuriyetin kuruluşundan beri böyle bir ateş yakmışlar. Böyle bir soykırım sistemi altında aslında Kürt’ü, Kürtlüğü yok etmeye çalışan bir saldırı var. PKK bunları deşifre etti, açığa çıkardı. Kimin dost, kimin düşman olduğunu ortaya koydu. Neyin yaşaması, neyin ortadan kalkması gerektiğini gösterdi. Ölçüleri belirledi. O anlamıyla varlık ve özgürlük savaşımında buna öncülük etti. PKK şimdi gelinen noktada da savaşta önemli bir noktaya geldi. Türk devleti stratejik olarak 2023'e gelindiğinde gerilla direnişini ortadan kaldırmış olarak yeni yüzyıla giriş yapmak istiyordu. Planlarını bunun üzerine kurmuştu.
Garê saldırısının bundan iki yıl önce o şekilde gerçekleştirmek istenmesi de 2023'e varmadan bizim askeri sistemimizi çökertmek içindi. Sonuç olarak gelinen noktada, PKK olarak 46’ıncı yılımıza girerken, 45'inci yıl dönümünü kutlarken, Türk devleti hedeflediği amaçlarına ulaşamamıştır. Medya Savunma Alanlarında çakılıp kalmıştır. Birinci hakikat budur. Herkesin çok iyi görmesi, anlaması gereken konu budur.
Günümüz dünyasındaki teknolojiyi, askeri gücü ve bunun getirdiği avantajları kullanarak bazı yerlerde mevzilenmesi var, fakat gerillayı söküp atamıyor, yok edemiyor. Direnişi durduramıyor. Her yerde gerilla varlığı vardır yani. Küçülmüştür birimleri. Eskiden mesela Kurdistan'da takım takım, tabur tabur arkadaşları görüyordu halk, etkileniyordu. Türk devleti şimdi şunu söylüyor; “Bitirdik”, işte “şu kadar kaldı, bu kadar kaldı”. Bunların hepsi propaganda. Evet, gelişen savaş teknolojisi, değişen koşullar gereği olarak gerilla da kendisini yeniliyor, birimlerini küçültüyor, yeni tarz ve taktiğe kavuşuyor. Demokratik modernite çağının döneminin gerillacılığı farklı oluyor.
Bir de bizdeki askeri mantık da devletçi değil. Yani devletçi, devletçi bakış açısıyla bakarsanız ne ararsınız? Hep büyük ordular ararsınız. Ama toplumcu bakış açısıyla her birim, her küçük birim bir direniş odağıdır. O anlamıyla herhangi bir gerileme yoktur.
KDP’Yİ DAHA FAZLA DEVREYE SOKUYORLAR
Türk devleti, Medya Savunma Alanlarında savaşı yoğunlaştırıyor, işgal planlarını ilerletmek istiyor. 2023'te imha planları vardı. Aynı zamanda Kurdistan'daki gerillanın varlığını tasfiye ederek işgal planını, Misak-ı Milli planlarını, Osmanlıcılık planlarını da hayata geçirmek istiyorlardı. Bunlarda başarılı olamadılar. O yüzden de KDP'yi daha fazla devreye sokuyorlar. KDP’ye bu konuda böyle bir manivela rolünü oynatıyorlar. Türk devletinin KDP'ye verdiği rol ön açma, kaldıraç rolü. Çünkü çok teşhir oldular, ilerleyemiyorlar. Meşruluk gerekiyor bir yerden bir yere gitmek için. Bakın İsrail'deki durumu da belki biraz kısaca yeniden değerlendiririz. Biz biliyoruz ki Filistin halkına dönük uyguladığı bir soykırım var, onu yapmak için gerekçe çıkması gerekiyordu. O yüzden Hamas'ın saldırısına insan temkinli yaklaşıyor. Biz değerlendirmelerimizde çok temkinliyiz. Niye? Çünkü biliyoruz. Savaşı en iyi bilen güç biziz. Ortadoğu'da savaş nasıl yürütülür, hangi oyunlarla geliştirilir; biz çok iyi biliyoruz. Hareket olarak Hamas'ın adeta bir provokasyonla saldırı yapıp İsrail'in işgaline zemin hazırlama durumu var. KDP de böyle bir meşruluk sağlıyor. Dikkat edin, KDP, Türk Devleti'ni çağırıyor kendi yayın organlarında. Bu kadar alçaklık olur. Sözde Kürt halkına zarar veren güç olarak bizi gösterip diyor ki, Türk devleti gel. Bu anlamıyla KDP tarihin en iğrenç rolünü oynamayı sürdürüyor.
Gelinen noktada yürüttüğümüz savaş Türk devletini çok ciddi bir krize getirmiştir. Türkiye'deki siyasal krizin temel nedeni aslında 2023 planlarına ulaşamamış olmalarıdır. Tüm demokrasi güçlerinin bu gerçekliği görerek yaklaşım göstermesi ve mücadeleyi yükseltmesi gerekir.
Halkımız açısından da şunu söylemek istiyorum. Biz devrimci halk savaşı yürütüyoruz. Devletçi paradigmadaki gibi düşünerek işte gerilla gelecek, işte mevcut devlet kurumlarını yıkacak, ortadan kaldıracak, yerine bizimkileri kuracak. Bizim devrimcilik anlayışımız böyle değil. O yüzden halkımızın mevcut savaşa daha fazla katılan, sahiplenen, onu yürüten, onun kendisini onun parçası haline getiren bir pozisyona gelmesi lazım. Bundan önceki programda da uyarmıştık. Ben yine söylemek istiyorum. Ortadoğu'daki savaş, Üçüncü Dünya Savaşı, Kurdistan merkezli yürüyor ve bu önümüzdeki yıllarda da daha devam edecek. Eğer biz halk ve hareket olarak bu yüzyılda, yirminci yüzyılın yıkılan dengelerinin içerisinden Kürt halkının varlık ve özgürlüğünü garantilemiş olarak çıkmak istiyorsak, halkımızın bu tarihsel dönemde devrimci halk savaşına aktif katılması, kendisini bu temelde örgütlemesi kesinlikle gereklidir. Savaşın geldiği durum o noktadadır.
Kritik bir dönemden geçiyoruz. 2023 planları başarısız kalmıştır. Türk devleti mevcut durumda siyasi, kültürel, ekonomik krize sokulmuştur. Eğer doğru mücadele edilir ve örgütlü davranılırsa, bu konuda gerekli fedakarlık ve cesaret her alanda gösterilirse hem AKP rejimi yıkılacaktır, hem Erdoğan gidecektir. Yeni bir dönem başlayacaktır. Şu anda Türkiye'de bunun paniği vardır. Bunun korkusu, kaygısı vardır. Siyaseti de buna göre yeniden dizayn etme arayışları da vardır. Dikkatli bir gözlemci bunu görür. Bu, yürüttüğümüz savaşın sonucudur. Gerillanın gösterdiği direnişin sonucudur.
Bizim yürüttüğümüz gerilla mücadelesi, gerilla direnişi Ankara eylemiyle bir zirve yaptı. Ölçüyü belirledi, hedefi gösterdi. Artık böyle daha çok daha şehirlerde mücadele etmemiz gerektiğini gösterdi. Heval Erdal ile Heval Rojhat’ın gösterdikleri buydu. O anlamıyla biz de doğru sonuçlar çıkarmalıyız.
Düşman da doğru sonuçlar çıkarmalı. Fakat yoldaşları olarak bizlerin ve halk olarak Kürt halkının da Heval Erdal ve Heval Rojhat’ın verdiği mesajlardan güçlü sonuçlar çıkarması lazım. En son HPG-BİM yayınladı, arkadaşların yeni görüntülerini yayınladı, konuşmalarını yayınladı. Arkadaşlar Önderlik karşısında, şehitler karşısında, yoldaşlık karşısında hem eleştiri yapıyor, hem özeleştiri veriyorlar. Bu temelde bizim heval Rojhat ve heval Erdal'ın ifade ettiği şekilde, gerektiği kadar sabretmek ama fırsatını bulduğunda da düşmanın soykırımcı, sömürgeci hedeflerini özellikle şehirlerde, Türkiye metropollerinde hedeflememiz, ortadan kaldırmamız kesinlikle gereklidir.
PKK İNSANLIĞIN DA ONUR, GURUR KAYNAĞI
Ben öncelikle 45'inci kuruluş yıl dönümünü başta halkımız olmak üzere tüm insanlığa, kadınlara, gençlere kutlu olsun diyorum.
Bu kadar yılda PKK nasıl gelişmeler açığa çıkardı? PKK yeni bir yaşamı yarattı. Siyasi, askeri yönü var. Fakat bunun ötesinde duygu yönü var, düşünce yönü var. Mesele bence pek çok şeyi sadece siyaset ve askerlikle anlatmak kesinlikle yeterli değil. Muhakkak işin içerisine edebiyat girmek durumunda. Başka türlü ben PKK gerçekliğinin edebiyatsız anlaşılabileceğine çok inanmıyorum. Sadece siyasi ve askeri sonuçları itibarıyla değerlendirmek çok kaba oluyor.
Düşünün; mezardaki bir halkı açığa çıkarmak... Süpernova ölmeye yakın yıldızların yüksek bir patlamayla yeni yıldızlara dönüşmesi olayı değil mi? Böyle tanımlanıyor. Yok edilmekle karşı karşıya gelen, bunun baskısını yaşayan bir halkın PKK’yle büyük bir patlama yaşayıp böyle bir yıldız seline dönüşmesi olayı gibi geliyor yani. Gerçekten dikkat edin. Bugün PKK direnişinden, onun açığa çıkardığı sonuçlardan yararlanarak insanlık direniyor. Dünya öyle direniyor. Kaba bir ben merkeziyetçi yaklaşımla bunları ifade etmiyorum. PKK'nin açığa çıkardığı sosyalizm anlayışı herkesi şu anda etkiliyor. Niye? Çünkü sosyalizm, 90'ların başında gerçekten ciddi bir bunalım yaşadı değil mi? Reel sosyalizmin çöküşüyle, Sovyet Rusya'nın çöküşüyle birlikte bir ciddi bir umutsuzluk yayıldı. Ama PKK kendisini yenileyerek neye ulaştırdı? Demokratik sosyalizm anlayışına ulaştırdı. Radikal kadın özgürlüğü çizgisini geliştirerek yeni bir sosyalizm anlayışı inşa etti. Şimdi bunların hepsi çok heyecan verici ve gerçekten tarihin gidişatını değiştirici olaylar. PKK gerçekliği böyle bir gerçeklik. Küresel anlamda böyle bir etkisi var, böyle bir düzeyi var.
Düşünün; gerçekten PKK olmasaydı Kürt ulusal varlığı acaba ayakta kalabilir miydi? Kürt halkı eğer bugün bir ulus refleksiyle hareket edebiliyorsa bu PKK sayesinde oldu. Dikkat edin, başka güçler vardı. Kürtlük adına hareket ettiğini söyleyen güçler vardı. Fakat hiçbiri o tarzda ayakta kalamadı. Demek ki Kürtlük ancak PKK tarzıyla ayakta kalabiliyor, var olabiliyor. Kürtlüğe saldıran herkes PKK'yi karşısında buluyor, bulmak zorunda. Çünkü bu Kürtlük PKK ile var oldu.
Her Kürt’üm diyen biraz PKK'ye yakın durmak durumunda. Bunu eleştirmek açısından söylemiyorum. Ontolojik diyorlar ya, varoluşsal olarak böyle oldu. Gerçekten parça parça olmuş, lime lime edilmiş, dağılmış, kendisine ait bir şeyi kalmamış, kendisinden kaçan bir halk gerçekliğini değiştirdi.
Büyük duyguların, büyük düşüncenin, büyük siyasetin açığa çıkarıldığı; bu temelde 45 yıldır Ortadoğu'da, Kurdistan'da fırtınalı bir süreci yaşayan, altı üstü açığa çıkartan, büyük acılarıyla, büyük sevinçleri ile birlikte 45 bin şehidi ile her yıl binlerce şehide sığdırarak mücadele yürüten bir hareket var. Gerçekten sadece Kürtlerin değil, insanlığın onur ve gurur kaynağıdır diyebilirim. PKK böyle bir gerçekliğe sahip. Erkek egemen, devletçi, sömürücü, yalancı, talancı dünya sistemine karşı bir direniş odağı olabilmek ve bunu evrensel bir hakikat haline dönüştürebilmek her gücün hakkı değil. 45 yıl boyunca bu coğrafyada böyle mücadele edebilmek kolay değil. 1978'de, 27 Kasım'da ilk kurulduğunda ve sonrasında ilanı gerçekleştiğinde PKK’ye 24 süre ömür biçildi. Yani 24 saat birbirine ekleye ekleye... Önder Apo'nun öncülüğünde, büyük şehitlerimiz öncülüğünde 45 yılı tamamlamak gerçekten çok gurur verici bir durumdur. Her günü, her anı, her pratiği derslerle doludur. Halkımız, yeni nesil gençler ve bizler PKK pratiğini, derslerini ne kadar doğru okur ve sonuçlar çıkartırsak o kadar anlamlı hale gelebiliriz.
PKK İNSANLAŞMA HAREKETİDİR
İnsanlaşma hareketidir bu kadar insanlıktan çıkartılan bir dünyada. PKK’nin dışındaki yaşama bakalım. Sistemdeki kadının haline bakalım. En köle haldedir, nesnedir. Sistemdeki erkeğin haline bakalım. Ucuz iş gücüdür, köledir. Gerçekten tam bir düşkün yetiştirilme sistemidir. PKK sadece Kürt varlığı açısından değil, insanlık açısından buna dur deme, özgürlük için yaşama hareketidir. Önderliğimizin temel sloganı neydi? Ey yaşam! Ya seni özgürce yaşayacağım ya da hiç yaşamamış sayacağım. İşte PKK bunun alanı oluyor. Sadece bunu bir slogan olmanın ötesine taşıdı, bunu inşa etti. PKK kendisinde özgür yaşamı inşa etti. Özgür yaşam olmadan yaşamadı, havale etmedi. Mesela, devrimden sonra, şundan sonra, bundan sonra demedi. Yaşamını, ilişkilerini özgürlük ilkelerine göre inşa etti. Bu haliyle de model olarak demokratik konfederalizm ve demokratik konfederal yaşamın çekirdeği, prototipi haline dönüştü. PKK demokratik modernitenin prototipidir. Onun çekirdek gücüdür.
O anlamıyla ben bir kez daha 45’inci yıldönümü vesilesiyle 46’ıncı yıla girerken başta kadınlar olmak üzere gençleri özgürleşmeye çağırıyorum. PKK'ye katılmaya çağırıyorum. PKK’yi büyütmeye, her yerde daha etkili hale getirmeye çağırıyorum. Tekrardan herkese kuruluş yıl dönümünün kutlu olmasını belirtiyorum.
KADINA ŞİDDET UYGARLIĞIN MAYASINDA VAR
Öncelikle 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü vesilesiyle tüm kadınları mücadeleye, örgütlü mücadeleye davet ediyorum. İçinde yaşadığımız dünya erkek egemenliği anlayışla yaşanmaz hale geldi. Hemen hemen yaşamın her alanında şiddet var. Fakat bunun merkezinde de kadına karşı şiddet var. Tarihsel, toplumsal çözümlemeleri bizi hep tarihin ilk günlerine götürüyor. Uygarlığın, devletin, iktidarın nasıl şekillendiğine bakıyoruz. Biz şunu görüyoruz; iki şeye dayalı şekillendi uygarlık. Kadın üzerinde kurulan egemenliğe dayalı şekillendi ve bu da yalan ve şiddete dayalı oluştu. Kadına karşı şiddet uygarlığın mayasında var. Kadına karşı şiddet olmadan uygarlık, devletçi ve iktidarcı sistem var olamaz. O yüzden toplumsal cinsiyetçilik sözlerde de vardır. Kadının sırtından sopayı eksik etmeyeceksin, sırtında hep sopa olacak, hep kafasına vuracaksın. Hiç kafasını kaldırmayacak, hiç kendisi olmayacak. Hep düşkünleştirme, hep onursuzlaştırma.
Önderliğimizden bir örnek vermek istiyorum. Önderliğimiz diyor, “Gördüm ki Kürt halkına yaklaşım, kadına yaklaşım gibidir.” Kadının yaşamı hakkında da “insan olan bir gün dayanamaz” dedi. Onur kırıcı bir yaşam. Erkek egemenliği altındaki kadının durumu aslında işkenceli bir yaşam. Düşünün bir tecavüz sistemi kurulmuş sürekli. Yani öyle bir yaşamın içerisinde. kadının yaşamı böyle bir yaşam.
Ve çocukluğundan itibaren de toplumsal cinsiyetçi kodlarla buna hazırlanıyor. Bir de bunu gönüllü hale getiren bir sistem var. Kadın açısından şiddetİ daha beşikte iken başlıyor diyebilirim. Mesele sadece fiziki şiddet değil, zihniyet alanındaki duygusal alandaki sürekli ona böyle kendi doğasının dışında bir şey dayatılıyor. Kendi doğası nedir? Kadının doğası nedir? Kadın, her şeyden önce yaşamın merkezidir. Birincisi, onun merkezinde yer almaması gerektiği söyleniyor. Yaşamın merkezi olmasına rağmen, biyolojik ve toplumsal olarak böyle olmasına rağmen yaşamın kıyısına itiliyor, yaşamın dışına itiliyor, sosyal yaşamdan dışlanıyor, ekonomik yaşamdan dışlanıyor. Bedensel olarak dışlanıyor. Bedensel olarak eksik ve yetersiz görülüyor. Bunun kendisi başlı başına bir şiddet.
İnsanlığın çıkışında kutsanan kadın bedeni ve varlığı uygarlıkla birlikte aşağılanan, küçümsenen, eksik görülen bir şeye dönüşüyor. Ona şiddetin kaynağı böyle bir ideolojik, cinsiyetçi, ideolojik gerçeklikte yatıyor.
EN BÜYÜK NAMUS KADININ KENDİSİNE AİT OLMASIDIR
Şiddeti tabii ki salt kaba şiddetle tanımlıyoruz. Ama kadın fazlasıyla onu da yaşıyor. Şu anda biz diğer şiddet olgularını tartışma aşamasına gelemiyoruz ne yazık ki. Bakın, Ortadoğu'da savaş var, Türkiye'de savaş var. O yüzden kadın ölümleri, katliamları, kadına karşı şiddet bunlar üzerine çok gündem olmuyor. Gündem dışı kaldı. Fakat durdu mu bunlar? Dikkat edin haberler hemen hemen her gün katledilen, yani eşi, babası, abisi sevdiği adam tarafından katledilen kadınlarla doludur. Ve bunlar haberimizin oldukları. Bu düzeyde bir şiddet yani.
Hamile kadınlar katlediliyor bu coğrafyada. Böyle bir şiddet var. Milliyetçiliğin bu kadar şahlandığı bir coğrafyada cinsiyetçilik daha saldırgan hale gelir. Cinsiyetçilik, milliyetçiliği ve dinciliği körükler. Bunların hepsi birliktedir. O yüzden gerçekten işkenceli bir durumla karşı karşıyayız.
Kadınlar, dünya genelinde de Ortadoğu'da da sert çatışmalar içerisindedir. O yüzden bu 25 Kasım'da kadının karşı karşıya kaldığı şiddetle mücadeleyi daha fazla görünür kılmak ve sadece bir günle de sınırlamak gerek. Gerçekten örgütlü mücadeleye çok ihtiyacımız var. Kadınların bir araya gelerek seslerini yükseltmeye ihtiyacı var.
Mevcut mülkiyet düzenine karşı çıkmak, kadının onurlu yaşamı açısından kesinlikle şarttır. Bu kadar nesneleştirmenin kendisi en büyük şiddettir. Dikkat edin, kadın kendisi olarak yoktur. Hep birilerine aittir. Kocasına aittir, babasına aittir, erkek arkadaşına aittir. Hep bir erkeğe aittir. Bu mülkiyet sistemi öyle. Şimdi partiler de öyle yapıyor. Yani AKP'nin kadını hep böyle. Kadının kendisi yoktur yani. Bu yok edilmenin kendisi çok büyük bir şiddet kaynağı.
Kadın kendisinin olması lazım. En büyük namus, kadının kendisi olmasıdır, kendisine ait olmasıdır. Biz kendimizin olmalıyız. Kadınlar olarak kendimize sahip çıkmalıyız. Babamız da olsa, yani çok sevdiğimiz bir insan da olsa, bir erkek de olsa kadın hakkında karar almamalı. Kadınlar kendisi hakkında karar alabilmeli. Bunun yolu da mevcut erkek egemen sistemden kopmaktan geçiyor.
KADINLARIN SİSTEMDEN KOPMASI VE AYRI ÖRGÜTLENMESİ ŞARTTIR
Mümkün olduğunca kadınların bu sistemden kopması ve ayrı örgütlenmesi şarttır. Kadın kendisine ne kadar özgün alan açarsa, ne kadar kendi ayakları üzerinde durabilirse o kadar kendisini tanıyor, kendi cinsini tanıyor, iradeli hale gelebiliyor, saygı duyuluyor. Gerçek sevgi ve bağlılık o temelde daha yerli yerine oturuyor. O yüzden Önder Apo dedi ki “barış bir sevgi kaynağıdır.” Bu böyle bir edebiyat olsun diye söylenen bir cümle değildir. PKK'nin kadın hareketimizin sevgi kaynağı olmasının özünde böyle bir özgürleşme bilinci, felsefesi yatıyor ve buna ulaşmadan da mevcut şiddetle karşı karşıya gelmek gerçekten mümkün değil.
Çok vahşi geçmiş, canavar haline gelmiş bir gerçeklikten bahsediyoruz. Mevcut uygarlık her yönüyle erkektir. Her yerde siyaset, erkek işidir. Ordular ve bunlar baskındır. Bunlar konuşuyor, bunlar belirliyor. Kapitalist sömürü sisteminin bütün yükü, bütün savaşların yükü kadının sırtına yükleniyor. Peki kadın bir kader gibi bunu yaşayacak mı? Yoksa kendi yolunu oluşturmak için bir araya gelecek, örgütlenecek ve mücadele edecek mi? Biz diyoruz ki esas olarak biz bir yol açtık. Yani PAJK olarak dünya kadınlarına bir yol açtık, bir örnek oluşturduk, bir model olduk. Başta bölge kadını, bölgede yaşayan kadınlar olmak üzere tüm kadınları bu örneği, bu öncülüğü iyi tanıyarak, buna doğru katılarak erkek egemenlik sistemle mücadele etmeye çağırıyorum.
HEGEMONYANIN İNSANLIĞA BİR KATKISI YOKTUR
Gazze'de gerçekten bir soykırım yaşanıyor. Yahudi halkı tarihte soykırımla karşı karşıya kalmış bir halk. Bu da asla kabul edilecek bir durum değil. Bu coğrafyadan sürülmesi de öyle aslında. Tarihte Yahudi sürgünleri yapılıyor, yerlerinden yurtlarından ediliyorlar. O da tabii ki kabul edilecek bir şey değil. Fakat şimdi Yahudilik adına İsrail yönetiminin Gazze halkına uyguladığı soykırım da asla kabul edilecek bir şey değil. Kesinlikle şiddetle karşı çıkıyoruz. Böyle olamaz. Önderlik bu sorun için “Yahudiler özgürleşmek istiyorsa dünyanın tümünü özgürleştirmeliler” diyordu. Hep gerilimi, çatışmayı ayakta tutan, kendi güvenliğini sağlamak acına hegemonya kurma sisteminin halklara, insanlara herhangi bir katkısı yoktur. Eğer gerçekten Yahudilik adına, Yahudi inancı adına bir özgürlük alanı bulunmak isteniyorsa bunun yolu özgürlük düzeyini bölgede arttırmaktan geçiyor, özgürleştirmekten geçiyor hem kendini hem bölge halklarını. Bu da tabii bir demokrasi kültürü, demokratikleşme, demokratik sistemler; yani bunları inşa etmekten geçiyor.
İsrail yönetimine söyleyebilecek bir şeyimiz yok. Çok değerli Yahudi aydınları var, sosyalistleri var, demokratları var. Gerçekten bizim demokrasi bilincimize ve dünyamıza da katkı sunan çok önemli isimler var. Tarihsel olarak var, güncel olarak var. Onların bu konuda rol oynaması lazım. Ön açıcı olması lazım. Önderliği de inceleyerek, Önder Apo'nun ortaya koyduğu paradigmayı inceleyerek Demokratik Ortadoğu Konfederalizminin hedeflenmesi mümkündür. Böyle bir konfederal yapıda İsrail bir öncü güç olabilir. Yahudi halkı en seçkin yerini alabilir böyle bir konfederal yapı içerisinde. Hem tarihsel bilinci vardır ve Ortadoğu'nun halkıdır. Ve çok büyük bir zenginlik kaynağıdır. Ama şimdi dikkat edin, mevcut durumda bir tehlike kaynağıdır. Halklar için bir risktir. Korku imparatorluğuyla, korkuyla bölgeyi dize getirmeye çalışan bir konumdadır.
Ortadoğu halkları da, incelediğim kadarıyla direnişinden asla vazgeçmez. Ortadoğu'da da böyle bir damar var.
İsrail Hamas çatışması bir şeyi ortaya çıkardı. Kapitalist modernite sistemi, Avrupa modernitesi olarak ifa edilen gerçeklik kendisini en çok neyle ifade ediyor? Demokrasi, insan hakları, özgürlükler… Durumu gördük. Ne kadar çıkarlarla iç içe olduğunu, ne kadar sermaye çıkarlarına göre hareket edildiğini, buna göre inşa olduğunu gördük. Kimsenin kılı kıpırdamadı. Binlerce insan çoluk çocuk, kadın katledilirken kimse bir şey yapamadı. Bu, dünya sisteminin gerçekliğidir.
Türk devleti Rojava'da, Başûr’da saldırı yürütürken, Bakur’da bodrumlarda insanları cayır cayır yakarken ses çıkarmayan bir dünya vardı. Böyle bir dünya bir kez daha Filistin üzerinden açığa çıkmış oldu. Birleşmiş Milletler, insan hakları kurumları kimseyi dinlemiyor, dinlemedi. Filistin halkına dayatılan gerçekten tam bir soykırımdır.
15 Temmuz darbesi olduğunda Türkiye'de Erdoğan, “bu Allah'ın bir lütfudur dedi. Şimdi Hamas'ın bu saldırısı da İsrail için sanki bir lütuf gibi oldu. Böyle sanki aynı akıl. Türkiye'nin, özellikle AKP hükümetinin, Erdoğan'ın bu Hamas'ın böyle bir saldırıya girişmesindeki rolü araştırılabilir. Amerika'da bazı senatörler bu çerçevede bir soru önergesi vermişler. Demek ki ellerinde bazı veriler var. Yani ciddi bir konudur, mümkündür de. Çünkü Erdoğan, Müslüman Kardeşler geleneğine dayanıyor. Hamas da öyledir. Aynı ekipler. Hamas'ı bu şekilde harekete geçirten Erdoğan'dır denilebilir.
Bir provokasyon yaptılar, bir mesaj vermek istediler, bu konuda da yönlendirildiler büyük bir olasılıkla. MOSSAD'ın haberi yoktu, demek çok gerçekçi değildir. Nasıl ki 15 Temmuz darbesinden, Türkiye'de istihbaratın bilgisi varsa, MOSSAD’ın da haberi vardı.
Düşünün, mesela 15 Temmuz darbesi olduğunda insanların üzerine bombalar yağdı. Bir ülkenin uçakları kalktı, kendi insanlarını bombaladı. Buna Allah'ın lütfu dedi Erdoğan. Onun işine yaradığına göre onun da parmağı var.
HAMAS’I ERDOĞAN, ERDOĞAN’I ABD HAREKETE GEÇİRDİ
Hamas saldırısı sonrası İsrail, bölgedeki hegemonya duruşunu daha açık hale getirdi, işgal planını daha açık devreye koydu. Yine bu enerji hatları planlamasına bağlı olarak, işte Gazze'nin bir kısmını boşaltıyor. Bunun araştırılması ve tartışılması gerekir. Böyle bir gerçeklik vardır. Elimizde öyle somut veri olmadığı için keskin konuşmak istemiyorum. Ama Hamas’ı harekete geçiren Erdoğan'dır. Erdoğan'ı da bu noktaya getiren ABD'dir; böyle bir bağlantı vardır.
Milliyetçilik konusunda bir-iki şey söylemek istiyorum. Ulus devletlerin milliyetçi söylemlerinin safsata olduğu bu olaylarla birlikte açığa çıktı. Dikkat edin, Arap devletlerinin hepsinde bir milliyetçi ideoloji var. Kapitalist sistemin, ulus devletlerinin temel ideolojik şeyi milliyetçilik oluyor. Türkiye'de de öyledir. Fakat söz konusu çıkarlar olunca, yani “vatan- millet-Sakarya söylemi sadece halkların çocuklarını harekete geçirmek için, ekonomik sömürüyü sürdürmek için kullanılıyor.
Erdoğan'ın bu kadar köpürmesinin nedeni, bütün hesapların dışında bırakılmasıdır. Dikkat edin, kendisini yerden yere vuruyor; beni de bu sürecin içine katın, ben garantör olayım, ben arabulucu olayım, ben şöyle olayım, ben böyle olayım. Niye? Çünkü bunun öncesi var. G20 zirvesi, enerji hatlarının planlanması, o planlamadan Türkiye'nin çıkarılması durumu var. O süreçte Türkiye dedi ki, eğer beni dışlarsanız ben bozarım. Hamas'ı büyük olasılıkla o nedenle tetiklemiş olabilir yani. Bu oyunu kendisince bozmak için yapmış olabilir. Fakat açığa çıktı ki Türkiye stratejik konumunu kaybetmiştir. Eğer bu şekilde devam ederse, yani Türkiye'deki siyasal sistem mevcut politikalarını bu şekilde sürdürürse daha fazla da kaybetmeye devam edecektir. Hem Bahçeli'nin hem Erdoğan'ın Filistin konusunda söylediklerinin hepsi içe dönüktür. Dikkat edin, Latin Amerika'da bir ülke ile İsrail'le diplomatik ilişkilerini dondurdu. Başka bir ülke ekonomik ilişkilerini askıya aldı. Türkiye hiçbir şey yapmadı. Eğer bu son birkaç gün içerisinde olmamışsa diplomatik ilişkiler devam ediyor. Resmi düzeyde bunlar devam ediyor. Ve Türk medyası da bunu perdelemek için “en doğru politikayı Erdoğan izliyor” diyor. Ne alakası var? Tavır, tutum alamıyor…
Savaş ilan ediyordu Filistin mitinginde, değil mi? Böyle sözcükler alev alıyordu yani. Sanırsın ki gidecekler Gazze'ye, Gazze'de savaşa katılacaklar, Hamas'ın yanında saf tutacaklar. Ama diplomatik ilişkilerini askıya almamış, ekonomik ilişkilerini askıya almamış, hiçbir şeyi iptal etmemiş, hiçbir yaptırımı yok. Hani dünyanın öbür ucundaki Latin Amerikalı ülkeler böyle kararlar alıyor ama kendisi alamıyor. İşte gerçekliğin fotoğrafı budur.
AKP ve Erdoğan bir ABD projesi, bir İsrail projesi. Onlarla anlaşmalı halde iktidarda duruyor. Kendisini o temelde kullandırıyor. Çıkarlarına göre hareket ediyor. Oradan da tabii kendisi açısından da nemalanıyor. Bir çıkar dünyası kendisine de oluşturuyor. Türkiye'yi de o temelde inşa etmeye çalışıyor.
ERDOĞAN’IN UZUN SÜRE İKTİDARDA KALMASININ YOLU AÇILMAK İSTENİYOR
Türkiye siyasetinde bir kaynama var. Bazı şeyler yeniden dizayn ediliyor, edilmek durumunda. CHP'de Kılıçdaroğlu değişimi de bunun göstergesi. Kılıçdaroğlu'yla Erdoğan bir madalyonun iki yüzü gibiydiler. Birbirlerini tamamlıyorlar. O anlamda söylüyorum. Sıklıkla hareketimiz şu değerlendirmeyi de yaptı. Kılıçdaroğlu'nun duruşu, tutumu Erdoğan'ın koltuk değneği gibiydi. Baykal’dan başkanlığı aldığı süreçte Kılıçdaroğlu biraz da aslında AKP projesinin bir parçası olarak ayakta tutuldu, getirildi. Ona verilen rol ne olacak; izleyip göreceğiz. Şimdiden bir şeyler söylemek doğru olmayabilir. Fakat bir değişim var.
Benzer bir şekilde İYİ Parti kaynıyor. Mesela İYİ Parti'de istifalar var. İYİ Parti biraz da AKP’nin, yani sağ cenahın yedeği olarak oluşturulan bir partiydi. Kendisi de kendisine öyle bir misyon veriyordu. Şimdi onda da böyle çözülmeler var. Büyük olasılıkla o çözülmeyi de yaratan Erdoğan-Bahçeli ikilisi oluyor. Çünkü yedek, alternatif istemiyorlar.
Aslında Kılıçdaroğlu'nun gidişi, işte bölgedeki gelişmeler vesaire… Erdoğan'la Bahçeli'nin koltuğu sallanıyor ve gerçekten şimdi bunu engellemenin yolunu arıyorlar. İYİ Parti’ye müdahale de bence bununla bağlantılı. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay krizi olarak gündemimize yansıyan konu da bununla bağlantılı.
Anayasa Mahkemesi'nin üyelerini Erdoğan atamış. Onların Erdoğan'a karşı çıkacağını düşünmek çok mantıklı değil. Öyle değil yani. Bunun üzerinden anayasa krizi çıkarılmak isteniyor. Yeni anayasanın yapılması ve aslında yasalarda değişiklik yapılarak Erdoğan'ın daha uzun süre iktidarda kalmasının yollarının açılması isteniyor. Dikkat edin, hemen Erdoğan “Değiştirmemiz lazım yoksa teröristler kaçıyor” dedi. Ne alakası var? Zindanlar zaten dolu. Yargılamadan insanları içeride tutuyorsun. Yargısı bitmiş, kesinleşmiş çıkması gerekiyor, onu bırakmıyorsunuz. Hiç alakası yok. Mesele orada. Kendi iktidarını böyle dizayn etmek istiyor.
Türkiye'de yeni anayasa tartışmalarına girmemek lazım. Bunun koşulu yoktur. Bazı çevreler hemen “hazırız” falan diyor. Türkiye'nin demokratik bir anayasaya ihtiyacı var ama demokratik bir anayasa demokrasi iklimi ister. Tartışma iklimi ister. Şimdi her dediğim olsun diyen, ben dedim oldu diyen, kendisini haşa Tanrı yerine koyan, Allah yerine koyan bir iktidar var. Erdoğan'ın bütün tavrı, edası odur. Mevcut Türkiye’nin siyasi-sosyal ortamında yeni anayasa, demokratik anayasanın tartışılabilmesi mümkün değil. O yüzden o tartışmalara girmemek lazım. Bence bu tartışmanın kaynağında da bu vardır diyebilirim.
45'inci parti yılımızı kutluyoruz, kutlayacağız. Ben de tüm demokrasi güçlerine PKK ile birlikte mücadele etmeleri çağrısında bulunuyorum. Kürt halkına, Kürt gençliğine, Kürt kadınlarına PKK’nin 46. yılını hep birlikte zafer yılına dönüştürmeye çağırıyorum. Bu noktaya geldik. Bunun bilinciyle, bunun duygusuyla, bunun heyecanıyla, yeni bir yılın coşkusuyla, 2024 yılında, 46’ıncı yılımızda Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü gerçekleştirelim, Kürt sorununun çözümünü hayata geçirelim diyorum.