Bir savaşçının hikayesi: Fesîhê Mihê Mîrze -I-

Kurdistan’daki ayaklanmalar, katliamlar ve sürgünlerin tanığıydı. Zulüm ve katliamlara karşı silaha sarılarak, yıllarca sürecek bir kavgaya tutuştu. Yiğitliğiyle bilinen Fesîhê Mihê Mîrze’nin namı kısa sürede Kurdistan’a yayılarak bir efsaneye döndü.

Fesîhê Mihê Mîrze, resmi kayıtlarda Fesih Kaya, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğun yıkılmaya yüz tutuğu yıllarda, Milazgir'in (Malazgirt) Nazê köyünde hayata gözlerini açtı. Fesih Kaya’nın çocukluğu, Türkiye ve Kurdistan’da büyük değişimlerin, ayaklanmaların, sürgünlerin ve toplu katliamların yaşandığı bir döneme denk gelmişti. Şêx Saîd direnişi sonrası Kurdistan’da yaşanan işgal, yıkım ve direniş yıllarında henüz 8 yaşlarında bir çocuktu. Yaşanan gelişmelerin ileride dönüşü olmayacak şekilde yaşamını etkileyeceğini ve yönlendireceğinden habersizdi. Annesi, Şêx Saîd İsyanının Efsanevi Komutanı Ferzende Bey ile evli olmasından dolayı onun da adı daha çocukken devletin kara listesine çoktan yazılmıştı. Henüz 14 yaşına ayak basmıştı ki Kürtlerin Agirî'de yürüttüğü direniş bölgeyi sarmalamış ve bütün hızıyla devam ediyordu.

Türk devleti, Zîlan Deresinde sivil halka yönelik gerçekleştirdiği katliam, herkes gibi onu da derinden etkilemişti. Köylerin yıkılıp yakılması, savaş uçakların günü birlik bölgeyi bombalaması artık sıradan bir yaşam haline gelmişti. Bu vahşete karşı sessiz kalmayan yüzlerce genç gibi Fesîhê Mihê Mîrze de yüzünü dağlara dönmüştü. “Ağrı Ayaklanmasına iştirak edecek” ihbarıyla gözaltına alındı. Çocuk yaşta maruz kaldığı ağır işkencelere boyun eğmeyen Fesîhê Mihê Mîrze, nezaretten çıkar çıkmaz soluğu dağlarda aldı. Direnmenin ve savaşmanın arayışına girmişti bir kere. Geliyê Berazan'lı (Karayazı) Meşhur Lehing, Alicanê Bişar ve Seyîdxanê Usivê Seydo, namı diğer Seyîdxanê Kerr diye bilinen ve dengbêjlerin kilamlarında ölümsüzleşen efsane liderlerin direniş yaşamlarına yol arkadaşı olur; yiğitliklerine, direnişlerine ve şehadetlerine tanıklık etti. Resmi kayıtlarda “Şaki”, halk arasında ‘Firarê Binxetê’ olarak ünlenen ve uzun yıllar dağlarda kalarak savaşan “Firarê Seyîdan û Berazan” olarak da bilinen gruba katılarak dağlarda uzun süre çarpışmalara katıldı. 

Şerê du Gulî (Çift Yeleli Aslan) Abdulhamîdê Berazî ile yol arkadaşları Feyzo Bavê Îpekê, Tevfik Pêyayê Tenê ve keskin nişancı olarak düşmanların korkulu rüyası olan Alîyê Fekîyê Silê gibi efsanevi savaşçılarla birlikte Kurdistan dağlarında omuz omuza savaştı. Grubun en küçük savaşçısıydı Fesih! O artık savaşın içinde büyüyecekti. Eline aldığı silahla Kurdistan dağlarında amansız bir kavgaya girişmişti. Dağdan dağa, köyden köye bir çatışmadan diğerine geçerek büyüyecekti. Kısa zaman içerisinde ismi devlet kayıtlarında “Uslanmaz şaki” olarak anılacaktı. İsyankar ve savaşçılığı ile devlet çetelerinin korkulu rüyası olmuştu. Başına ödül konuldu.

İsmi devlet kayıtlarında tehlikeli ‘Şakiler’ arasında ilk sıralara yazıldı. Yiğitliği ve gözünü budaktan sakınmayan kişiliği ile bilinen Fesîhê Mihê Mîrze’nin namı kısa sürede Kurdistan’a yayıldı.

Suriye’de Binxetê’deyken Hristiyan ve Müslümanlar arasında çıkan çatışmalara katıldı. Amudê ve Qamişlo’ya sıçrayan çatışmalarda Fransız birliklerine karşı savaştı. Esir düşen Fesih, Fransızlar tarafından Türk devletine teslim edildi.

CUMHURİYET DÖNEMİNİN KURDISTAN’DAKİ ZULMÜN TANIĞI

Fesîhê Mihê Mirze’nın yaşamı Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Kürt toplumunun başına gelen felaketlerin özeti gibi. Kaya’nın yaşamı işkence, mahpus, direniş, çatışma ve firari olarak geçti. Kurdistan’da yaşanan toplu katliamlar, sürgünler ve Kurdistan’ın askeri olarak tümden işgalinin sancılarını yaşamının her deminde bedelini ödeyerek gördü.

Fesîhê Mihê Mîrze, Kurdistan dağlarındaki firari yaşamını dönem dönem Suriye’ye (Binxet) geçerek sürdürdü. Binxet’de Kürt siyasi şahıslar ve Kürtlerin oradaki siyasi çalışmalarına yakından tanıklık eder. Fesîhê Mihê Mîrze henüz gençliğinin baharında Nazê köyünde yaşıyordu. 1925’ten sonra Türk ordusu neredeyse tüm askeri gücünü Kurdistan’a yığmıştı. Aşiretler arası çelişkiler, arazi anlaşmazlıkları ve devletin aşiretler arasındaki çelişkileri kışkırtması sonucu adeta bir korku iklimi yaşanıyordu. Kurdistan’da insanların yaşam hakkı ve hukuku tümüyle askeriyenin eline geçmişti. Askerlerin katliam yapması ve Kurdistan’ı boşaltması kesin bir emirdi. Sivillerin katledilmesi ve yaşam yerlerinin yakılıp yakılması hiçbir hukuki soruşturmaya tabi olmuyordu. Kürtlerin topyekûn imhası için hukuk sonsuza kadar rafa kaldırılmıştı. Kurdistan’da her tür ihbar makbul kabul ediliyordu. İhbar edilen kişiler ise devletin ve çete grupların hedefiydi. Emir kesindi. Sorgusuz sualsiz imha edileceklerdi.

Böyle bir zamanda Ağrı Dağında Kürtler büyük bir ayaklanma başlatmıştı. Ayaklanma tüm sıcaklığıyla sürüyordu. Türk ordusu modern savaş araçları ve uçaklarla Kürtlere karşı topyekûn bir savaş başlatmıştı. Tarih 13 Temmuz 1930’u gösterdiğinde insanlık ve Kurdistan tarihinin en büyük katliamlarından bir yaşandı. Erdîş’in Zîlan Deresi (Geliyê Zîlan) bölgesinde, 44 köy insanlarla birlikte haritadan silindi. Kemalist rejimin o dönemki Cumhuriyet Gazetesi, katliamı şöyle duyurmuştu: “Ağrı Dağı tepelerinde tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimî olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur.”

Uçaklarla, toplarla Kurdistan coğrafyasının yakılıp yıkıldığı bir dönemde Fesîhê Mihê Mîrze de etrafında bu zulümlere karşı tepkisini dile getiriyordu. Çevresine kendisinin de direnişe katılacağını anlatıyordu. Henüz çocuk yaşlarda olduğu için bu hayallerinin başına neler getireceğinden bihaberdi.

Zaman çok geçmeden her gün yeni bir katliamın haberi Kurdistan’da yayılırken, Fesîhê Mihê Mîrze Ağrı’daki direnişçilere katılacak diye ihbar edildi. 1975 yılında not şeklinde toparladığı anılarında gözaltına alınma sürecini anlatıyor: “1931 yılında akrabalarımda biri gidip ihbar etmiş Nahiye Müdürlüğüne. Annesi, Süleymani Ahmed'in oğlu Ferzende ile Ağrı'dadır. O da onun yanına gidip Ağrı İsyanına katılacak, demiş. Bunun üzerine jandarmalar gelip benim ellerimi kelepçeye vurarak Malazgirt'e götürdüler. Kasabanın tüm yönetimi, insanlara işkence eden, öldüren zalim bir jandarma yüzbaşının elindeydi.  Malazgirt'te o dönem ölüm ve işkence vardı. Beni nezarete attılar. Nezaret, iki insanın zor ayakta kalabilecek kadar dardı. Tam bir kabushane... Kapkaranlık benim bütün dünyam kapkaranlık olmuştu. Sorguda, Ferzende Bey Ağrı'dadır, sen de oraya gideceksin, dediler. Ben dedim ki, ben Ağrı’ya gitmem, biz Şêx Saîd isyanına katılmadık. Bana verilen cevap; siz Allahsız insanlarsınız, sizi Türk olarak kabul etmiyoruz. Bana yapılan işkenceler korkunçtu. Ayaklarım şişmiş, ağız ve burnumdan akan kanlar yırtılmış, gömleğimden akarak loş taşları kırmızıya boyamıştı. Kaldığım nezaretin arkasında küçük bir delik vardı. O delikten baktım, aile dostumuz olan tahsildar Ahmet efendiyi gördüm. Çağırdım, dedim; Ahmet Efendi, Allah aşkına beni buradan kurtar. Bu gece beni muhakkak öldürecekler. Yüzbaşıdan izin alan Ahmet Efendi içeri girdi, beni perişan görünce çok müthiş müteessir oldu. Bana dedi, oğlum senin suçun ne? Ben de başımdan geçenleri anlatım. Sonra gitti, gece yüzbaşıdan izin alarak bana kefil oldu. Beni nezaretten alarak evine götürdü. Orada, oğlum kaç kurtul, bunlar seni öldürecekler deyince, ben ona, sen bana kefil olmuşsun, seni zor durumda bırakmak istemem. Ancak o bana, olum git hayatını kurtar, bu canavarlar kimseye acımazlar diye ısrar etti. Ben de o gece kaçtım."

14 YAŞINDA BAŞLADI SAVAŞ MACERASI

‘Suçsuz ve günahsız insanlara kan kusturuluyordu’ diye tanımladığı Kemalist rejime karşı savaşmaya kararlıydı. 3 gün boyunca köyünün kırsalında saklandı. Her tarafta aranıyordu. Bir direniş cephesine katılacaktı. Ama nasıl? Bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Yaşı henüz küçüktü. Tanıdığı çok kimse yoktu. Köyünün yakınındaki bir dere kenarına geldi. Ağaçların arasında saklanıyordu. Bir yol arıyordu. İşkencelerden sonra yorgun ve bitkin düşmüştü. Direniş gruplarına nasıl ulaşacaktı. Kendi deyimiyle ‘Ne silahı ne de atı’ vardı. Bir daha asla savunmasız bir şekilde jandarma eline düşmeyecekti. Zulme, katliama ve işkenceye karşı direnecekti. Öldürüleceğini biliyordu. Ancak postu pahalıya satacaktı. Etrafında ölüm kol geziyordu.

Ağır işkencelerden sonra her tarafı yara bere içinde kalmıştı. Kafasındaki sorular, yakalanma ve öldürülme korkusu onu yormuştu. Ağaçların arasında derin bir uykuya dalmıştı. 25 Temmuz 1931’de sabahın ilk ışıkları ile uykudan gözlerini açtı. Karşısında tam teçhizat kuşanmış atlı savaşçıları görünce panikle ayağa kalktı. Şaşkınlıkla ne yapacağını bilmiyordu. Onu gözlemleyenlerin içinde bir kişi baba şefkatiyle seslendi: “Kurê min ev çi halê teye?” (Evladım bu halin nedir?) Bu ses Fesîh'e can vermişti. Günlerdir yaşadığı ölüm korkusu yerini garip bir sevince ve umuda bırakmıştı onda. Aradığı direnişçi grubu bulmanın sevincini yaşıyordu. Artık kendi deyimiyle ‘postu pahalıya’ satacaktı.

Dere kenarında denk geldiği savaşçılar, Karayazılı Berazî Aşiretinden Alican, kardeşleri ve akrabalarıydı. Askeri müfreze, Alican ve kardeşlerinin Ağrı Ayaklanmasına katılacağı gerekçesiyle tutuklamak istedi. Alican müfrezeye teslim olmayıp savaştı. Qereyazî'nin Çepe köyünde yaşanan çatışmada 30 Türk askeri esir alındı, kalan diğerleri ise öldürüldü. Berazîler askerlerin silah ve cephanelerine el koyarak dağlara çekildi. Alican Fesîh'e bir silah ve at vererek onu gruba kattı. Askeri teçhizatları kuşanan Fesih bir savaşçı gururuyla atına bindi. Grup ile devlete teslim olmayıp savaşan Seyidan aşiret lideri Seyidxanê Usivê Seydo’nun yanına giderler. Grubun Seyidxanê Usivê Seydo'nun grubu ile birleşmesiyle artık amaçları değişti. Alican ve Seyidxan yönünü Ağrı Dağına ve orada devam eden direnişe çevirdi. Artık bir bütün olarak direniş hatlarına geçmek için savaştılar.

KURDISTAN’DA SAVAŞ ADİL BİR ŞEKİLDE DEVAM ETMİYORDU

Fesîhê Mihê Mîrze o dönem yaşananları anılarında şu şekilde aktarıyor: “1930 tarihinde tüm Şark’ın katliamına gidilmekteydi. Ağrı’da Kürtler büyük bir yokluk içinde devlet ile savaşıyordu. Dönem dönem biz de savaşıyorduk. Ama savaş adil devam etmiyordu. Zilan deresinde binlerce insan, çoluk çocuğu insafsızca kurşuna dizmişlerdi. Şarkta 3 vilayetinin müfettişi umumileri kurulmuştu. Birisi Van'da, birisi Erzurum'da, diğeri Diyarbakır'da. Her tarafta gizli istihbaratlar yapılmış. Müfettişler bakanlıktan ne kadar para isterlerse masrafı 'mestur' olarak veriliyor. Bu paranın sorgu suali yoktu. Nereye harcanırsa harcansın. Malumu aliniz olduğu gibi Şark milleti birbirine düşman ve muhbirdi. Bu ana kadar Şark milleti arasında aşiretlik, kabilelik usulü hala devam etmektedir. Şark milleti bu hali görünce bazıları düşmanlarından intikam almak için bazıları da para için ihbarcı olmuşlardı. İstihbaratın doğruluğu tahkik edilmeden, değerlendirilip ihbar edilenler öldürülmektedir. İşte bu yüzden hükümet kimi istediği zaman ölüm korkusundan dağa kaçırıyordu.”

KURDISTAN’DA DAHA ÇOK MİLİS GRUPLARI İLE ÇATIŞTILAR

Kurdistan’da sömürge valilikleri işlevi gören umumi müfettişlik kurumları, Kürt halkı arasında yüzyıllar sürecek düşmanlık nifakının temellerini attı. Fesîhê Mihê Mîrze de anılarında bunlara değinerek, Kurdistan’da o dönem yaşanan yoğun silahlanmayı anlatıyor. Bazı ailelerin devlet yanlısı olduğunu ve firarilerin peşine düştüğüne dikkat çeken Fesîhê Mihê Mîrze, bunun da aşiretler ve aileler arasında bir düşmanlık ve nefret duygusunu oluşturduğuna değinir.

Fesîhê Mihê Mîrze, firari yaşamında askerlerden çok ihanetçi milis gruplarıyla çatışmak zorunda kaldıklarını belirtiyor ve bunu Medeni Bey Xoytî’nin hikayesiyle aktarıyor: “Seyîdxan’ın Muş’a saldırma planında devlet haberdardı. Bitlis Alayı 2 kurmay albay ile Muş’a takviye kuvvetleri göndermişti. Bu Albaylar Hacı Musa Bey’in köyüne gidip oğlu Medeni Bey’e durumu anlatıyorlar. Medeni Bey de bizim konumlandığımız köyü duymuş. Çetesi ve askerler, bizi Vartax köyünde tedbirsiz yakaladılar. Nöbetçilerimizi arkadan sarmışlardı. Köy üç tarafı dağ ve tek çıkışı da ovaya açılıyordu. Her tarafı sarmışlardı. Hoşkeş ve makineli tüfeklerle köye ateş açtılar. Kimse dışarı çıkamıyordu. Mecburen çatışıp akşamı bekleyecektik karanlıktan faydalanıp kaçacaktık. Teyfik ve Feyzullah'ın kaldığı evin kapısı ormana çıkıyordu. Ve askerlerin arkasına doğru yol alıyordu. Arkadan askerlere hücum ettiler. Askerler dağıldı, arkadaşlarımızdan kim evde çıktıysa hücuma geçti ve askerler harbi kaybettiler. Bizim bir arkadaşımız vuruldu. Askerlerden bir subay vuruldu. 20 tane nefer esir alındı. Neferlerin başındaki albay kaçarak bir köye sığındı. Ancak köylüler albayı bize teslim etmediler."

ZÎLAN KATLİAMINI YAPAN YÜZBAŞI PEŞLERİNE DÜŞER

Fesîhê Mihê Mîrze, 14 yaşında artık Kurdistan dağlarında çatışmadan çatışmaya koşturan bir savaşçıydı. Fesîhê Mihê Mîrze ile sayıları 40 ve 50 civarında değişen savaşçı grubu, 11 ay boyunca at sırtında Mûş, Milazgir (Malazgirt), Gimgim (Varto), Kanîreş (Karlıova), Tatos (Tekman), Xinûs (Hınıs), Qereyazî (Karayazı), Qereçoban (Karaçoban) ve ve Hesenqela (Pasinler), Panos (Patnos), Dutax (Tutak) yörelerinde aktif bir savaş yürüttü. Başlarına para ödülü konuldu. İhbar edenler ve yer bildirenler ödüllendirildi. Birçok baskını ve askeri operasyonu büyük bir başarı ile atlattılar. Ağrı dağı etrafındaki çemberi aşıp dağda kalan ve daha direnen savaşçı gruplarla birleşmek istediler ancak İran ve Türk devletin anlaşmaları sonucu Ağrı Dağındaki savaşçılar çembere alınmıştı. Lojistik destekten mahrum kalan direniş dağılmaya yüz tutmuştu. Alican Hasköy (Dêrxas) Wartax köyünde bir çatışmada şehit düşmüştü. Grubu yöneten Seyîdxan, Ağrı Dağı eteklerinde durumu göz önünde bulundurup Suriye’ye; Binxet'e gitmeye karar verdi. Oradan tekrar Muş dağlarına yol aldılar. Ancak bu sefer işleri daha da zorlaşacaktı. Gidebilecekleri tüm yollar askerler ve ihanetçi milis grupları tarafından tutulmuştu. Zîlan Katliamını gerçekleştiren Yüzbaşı Derviş Bey, 600 kişilik süvari birliği ve topladığı onlarca ihanetçi çete grubu ile onların peşine düşmüştü. O dönemde Derviş Bey, özellikle işbirlikçi, ihanetçi gruplarla birlikte operasyonlara katılması dikkat çekiyor.

KATLİAMLARLA SÜREN ASKERİ TAKİP

Fesîh Mihê Mîrze Zîlan katliamını lanetlediği, çok etkilendiği ve buna karşı bütün Kürtlerin savaşması gerektiğini söylediği için işkencelere maruz kaldı. Hayatının dağlarda, çatışmalarda geçmesine neden olan katliamın sorumlusuna karşı savaşacak, onunla hesaplaşacaktı. Anılarında, bütün savaşçıların onu öldürmek için yarıştığını aktarıyor. Derviş Bey, onları takip ederken geçtiği yerleri yakıp yıkıyor. Yüzlerce sivil insanı katlediyor. Fesîh Mihê Mîrze, firarilerin Derviş Bey’i tuzağa çekmek ve öldürmek için çok uğraştığını belirtiyor.

Kendilerini takibe alan müfreze birliklerini aynı şekilde kendilerinin de takip ettiğini aktararak, anılarına şunları yazmış: “Derviş Bey’in müfrezesi Malazgirt’eydi. Gece yarısı oradan geçmemiz gerekiyordu. Malazgirt sularını geçmek imkansızdı. Mecburen köprüden geçmek gerekiyordu. 3 gündü uyumamıştık. Yorgun, uykusuz ve bitkindik. Bir arkadaşımız atın üzerinde uyumuş ve attan düşmüştü. At doğru Malazgirt’e kaçmış. Attan düşen Seyidan’lı Sıddık idi. Çok baba yiğit ve cesur bir adamdı. Sabaha az kaldığı için Malazgirt’en uzaklaşmak için atları 4 nala sürüyorduk. Ansızın arkamızda bir silah sesini iştik. O zaman fark ettik arkadaşımız yok. Tevfik ve 2 atlı geri dönüp arkadaşımızı buldular. O zaman biz anladık ki at kaçıp Malazgirt’e gitmiş. Atı gören askerler silah sesini duymuşlar ve peşimize vermişler. Askerlerin bizi takibe başladığında haberimiz yoktu. Güneş doğarken Pullar köyüne vardık. Köyün yakınındaki tepeye nöbetçi koyduk. Az bir zaman geçmedi ki askerler oraya vardı. Bil mecburi güzel savunma yerini seçmek için Bilican Dağlarına doğru yol aldık. Çatışmak için güzel mevziler seçmek lazımdı. Seçtiğimiz yer çok muntazamdı. Akşama kadar çatıştık. Bizden hiç kimse vurulmadı. 600 süvari askerle çatıştık. Gece karanlığından onlardan kurtulup Muş dağına doğru yol aldık.”

BİNXET’E GİTME MACERASI

Günlerce süren takip ve çatışmalardan sonra Temmuz 1932 yılında Suriye’ye (Binxet) gidip Fransızlara sığınmaya karar veriyorlar. Ancak Muş ve Bulanık (Kop) arasında Yüzbaşı Derviş Bey’in müfrezesiyle yoğun bir çatışmaya girerler. Bu çatışmada birçok arkadaşları yaralanır. Bundan dolayı Binxet’e gidişlerini ertelemek zorunda kalırlar. Muş yöresinde günlerce askeri çemberde kalırlar. Sık sık yer değiştirerek, Andok dağlarına varırlar. Andok dağ köylerinde yaralı arkadaşlarını köy hekimleri tedavi eder. Daha sonra Batman güzergahında Binxet’e varmak için dağ silsilesi boyunca yol alırlar. Diyarbakır Kolordusu, Siirt Alayı, Midyat askerlerinin Mardin dağlarına yığılıyor.

Geçiş güzergahların tümü tutuluyor. O dönem içinde bulundukları zorlukları şu satırlarla ifade etmiş: “Dicle Nehrini geçtikten sonra müsamere başladı. Birçok noktada yollarımız tutulmuştu. Aman vermiyorlardı. Oradan zorlu bir çatışmadan sonra Mardin Dağlarına vardık. Temmuz’un ortalarıydı. Susuzluktan boğazımız çatlamıştı. Dağ tamamen sudan yoksundu. Sabah oldu fakat biz aç, susuz ve uykusuz bir halde çok perişandık. Susuzluğa dayanamıyorduk. Güneye doğru gittik. Bir saat yürüdük üstümüzde asker teyaresi geziyordu. Bizi görmüşlerdi. Korunmak hasıl olmuştu. Irgatlara sığındık. Irgatlar biz çeşme gösterdiler. Çeşmede su içtik ve atlarımıza su vermeye çalışırken, 15 asker ve sivil bize doğru geldi. Onlarda kuyunun üstünde durdular. Biz de asker elbisesi giymiştik. Bizden kim ve nereli olduğumuzu sordular. İyi Türkçe bilen Abdulbaki’nin üstünde subay üniforması vardı. Bu şekilde dikkatlerini dağıttık. Hepsini teslim aldık. Silah ve atlarına el koyduk. Otomatik tüfeklerini ve bütün fişeklerini aldık. Askerlerin yorulmayan atlarını aldık. O şekilde devam ettik.”

MÊRDÎN DAĞLARINDA ÖLÜM KALIM SAVAŞI

Mêrdîn ve Stêwr (Savur) dağlarında Binxet'e geçmeye çalışan firarlara yönelik askeri operasyon günlerce sürdü. Firarilerin savaş uçaklarında dahil olduğu bu çatışmalarda gösterdiği kahramanlıklar birçok dengbêj kilamına ve halk arasında efsaneye dönüştü. Yaşlı bir Kürt ileri geleni ve kahramanı Seyîdxanê Usivê Seydo’nun efsaneleşen hikayesi Şerê Du Gulî, Abdulhamidê Berazînin cesareti ve gözü pekliği, 14 yaşında başladığı savaş macerasında bir yılını dolduran Fesîhê Mihê Mîrze ve diğer kahraman arkadaşlarının hikayesi bir efsaneye dönüştü Kurdistan’da. Artık onlar Firarê Binxetê olarak efsaneleştiler.

Fesîhê Mihê Mîrze, Mêrdîn dağlarındaki çatışmaları şöyle aktarmış: “Yine dağlara baktık. Karınca gibi asker gözüküyordu. Nereden kaçmak istesek yol yoktu. Öğlen saat 02:00’da müsademeye başladık. Savaş devam etti. Biz 3 kısma ayrıldık. Arkadakiler öndekileri koruyordu. Sıcaktan gözlerimiz kararmıştı. Kurşunlar yağmur rüzgarını andırıyordu. Arkadaşlarımıza çokça yaralandı. Yaralıları aramıza alıyorduk. Atlarımızın çoğu vuruldu. Biz perişandık. Sesimiz çıkmıyordu. Biz haksız mıydık Ya Rab! Günahımız neydi? Yine onlara gösterdik erkekliğimizi. Onlardan çokça asker vuruldu. Canımızdan bıkmıştık. Fakat ne var ki postumuzu pahalıya satacaktık. Hem dövüşüyor, hem de onlardan kurtulmak için yolumuzu kat ediyorduk. Öğlen zamanı gelmişti. Susuzluktan bayılacaktık. Ama dayanıyorduk. Dayanmak lazımdı. O sırada baktık ki Ali oğlu Süleyman sırtında vurulup ölmüş. Cenazesini gömmek için üstünü örtecektik ki sağ olduğunu fark ettik. Abdulhamid’e bahtına düşmüşüm, beni bırakmayın, dedi. Abdulhamid bırakmayacağına söz verdi. Onu korumak için bir saat çatıştık. Ben Abdulhamid’e dedim gidelim, yoksa hepimiz ölürüz. Abdulhamid buna itiraz ederek, “Beni koruyun ben onun koluna gireceğim” çatışa çatışa çıkmaya çalıştık. Atlarımızın tümü vurulmuştu. At olmadan onu taşımamız mümkün değildi. Onu suyun yanına götürüp, taşlar arasında sakladık.”

Öldürdükleri ve esir ettikleri askerlerden aldıkları silah ve cephane ile çatışan firarlar büyük bir askeri çemberin içinde kalır. Atları savaş alanında vurulur. Ancak yaptıkları baskınlarla askerlerin atlarına el koyarak yollarına devam ederler. Yaralı arkadaşlarını da yanlarına alarak, çatışa çatışa çemberi yarmaya çalışırlar. Fesîhê Mihê Mîrze, Mêrdîn dağlarında dört gün dört gece askeri çemberde kaldıklarını ve gece gündüz çatıştıklarını yazmış. Çemberi 5’inci günde aştıklarını düşündüklerinde yine Mardin Alayı’nın kurduğu pusuya düşerler. Artık askerlerle göz göze gelecek mesafede çatışırlar. Akşam karanlığında faydalanarak pusudan kurtulurlar. Grubun en yaşlısı ve lideri Seyîdxanê Usivê Seydo şehit düşer. Seyîdxan’ın yol arkadaşlarına son emri, herkesin Binxet'e ulaşmasıdır. 

Günlerce dağlık alanda süren çatışmalardan sonra firarlar küçük gruplar halinde sınıra yakın ovaya inmeyi başarıyorlar. Gerisini Fesîhê Mihê Mîrze şu şekilde ifade etmiş: “Amûdê’yi gören bir tepeye çıktık. Suriye ovası görünüyordu. Amûdê elektrikleri yanıyordu. Cayır cayır yanıyordu. Hudud köyünde bize ateş açtılar. Biz onlara ateş açtık, ancak akrabaları Suriye tarafında vardır diye karışmadık. Bir saat sonra Amûdê’ye vardık.”

DEVAM EDECEK…