Ceng yürekli kadın: Cûdî Çekdar

Cenga Heftanîn direnişinin öncülerindendi. Arazi timlerinin savaşçısıydı. Zekiydi, çevikti, atılgandı. Yüreği büyük olanlardandı. Tam bir savaşçı kadındı; heybetli bir savaş veriyordu.

Sarı başaklara gebe bir tohum daha ekildi Ekim’in bağrına. ‘Nan’ın ülkesinde çocuklar ‘nan’sız kalmasın diye serildi sere serpe toprağın koynuna.

Nuh’un demir attığı topraklarda doğmuştu Cûdî. Nuh’un ‘Tufan’dan kurtardığı yaşam nüvelerini yeniden ektiği topraklarda. Binbir bereketle yaşam fışkırtan o topraklar bile insanın açgözlülüğünü doyuramamış bu kez ‘Tufan’dan beter felaketlerle yüz yüze kalmıştı. Tez zamanda boy veren başaklar, envai çeşidinden hayvanlar Cûdî’nin güzelim ormanlarında kızıl bir yağmura tutulmuştu. Yangından kaçanlar korkak, üstüne yürüyenler bir avuç kül, durup seyredenler vicdansız, kuş misali ağzına su alıp söndürmeye çalışanlar Nuh’a yoldaşlık edenlerdi. Dicle’den aldığı bir avuç suyla kızıl yağmura koşanlardan biri de Cûdî olmuştu. Yangın yeri Cûdî’de ateşe dokunmuş, ruhunu saran volkanların öfkesiyle insanlığın açgözlülüğüne karşı kızıl kıyamete durmuştu. Yüreği Nuh’un gemisi gibi yaşamı toplamış ve Cûdîleştirmişti kendisini. Bundan olsa gerek yer yüzünün cenneti sayılan dağlar, O’nun kendisini tanıdığı, tanımladığı, anladığı, anlamladırdığı, adını koyduğu mekanları olmuştu. Heftanîn’den Zap’a nerede kızıl yağmurlar başlasa yaşam ekmek için elindeki bir avuç suyla oraya koşturmuştu.

CENG YÜREKLİ KADIN

Karlı bir günün ayazıydı ilk kez sesini duyduğumuzda. Dilinde ‘Ceng e li Heftanînê’ şarkısının avazı, dağı taşı Cenga Heftanîn destansı direnişinin ezgisiyle buluşturuyordu. Elinde erbanesi ne güzel söylüyordu. Ceng, O’nun sesiyle ilmek ilmek yüreğimize örülüyordu o günlerde. Rivayetlere O’nun şahsında inanır olmuştuk bir kez daha, yüreğini dolduran güzellik, yüzüne yansıyordu. Ay tanrıçasının güzelliğiyle ışıldarken gülüşü, sesi yüreğimizi serhildanlara kaldırıyordu. Cenga Heftanîn direnişinin öncülerindendi. Arazi timlerinin savaşçısıydı. Zekiydi, çevikti, atılgandı. Girdiği araziyi hemen tanıyor, düşmanın üzerinde kısa süre içerisinde hakimiyet kuruyordu. YJA Star’ın yeni dönem savaş perspektifinin uygulanmasında kendisine misyon biçmişti. Savaşçı bir kadın olabilmek adına her bedeli vermeye değer, diyordu. Çok yönlü kişiliğinin avantajlarının tamamını savaşın geliştirilmesi uğruna ortaya koymuştu. Ceng ezgilerini de böyle ortaya çıkarmıştı. İlk bestelerini yoldaşları için yapmıştı. Aynı mevzide direndiği, birlikte düşmanın üzerine yürüdüğü yoldaşları, O’nun ilham kaynağı, O da yoldaşlarının yaşam ve moral gücüydü. Bu yüzden O’na ‘Ceng Yürekli Kadın’ diyordu yoldaşları.

DAĞLARIMIZI KORUYACAĞIZ, DEMİŞTİ

Kışın ilk aylarıydı. Soğuklar iyice yerleşmişti. Gecelerin ayazında durabilene aşk olsun dediğimiz günlerde, gecelerin ayazında tetiğe basanlar vardı. Zagroslar’da yine dumanlar yükseliyordu. Savaş suçlusu işgal ordusu her yeri zehirli gazlara boğmuş, gerillayı bu yolla etkisiz kılmaya çalışıyordu. Cenga Heftanîn’in ceng yürekli kadını Cûdî, hesap sormak için yollara düşmüştü, işte o kısacık aralıkta epey bir sohbet etmiştik. Zap’ı bir anlatışı vardı ki gerillanın dağla olan ilişkisinin ne kadar eskilere dayandığına dair bendeki o hissi iyice güçlendirmişti. “Zap benim için bir sevgili gibidir. Hani derler ya aşıkla maşuk yani seven ile sevilen. İşte Zap maşuktur yani sevilendir. Ve benim Zap’a gidişim vuslata ermek olacaktır. Aşıkla maşukun vuslatı. O yüzden her anını bir kutlama, her anını bir kutsama olarak ele alıyorum. Duygularım çok yoğun. Biz gerilla böyleyiz. Bizi yürüten aşkımızdır. Dağlara olan sevdamızdır. Dağlar bizim ve halkımızın en sadık yoldaşlarıdır. Bedeli ne olursa olsun dağlarımızı koruyacağız’’ demişti.

MUHAKKAK BAŞARMAMIZ LAZIM

Böylesine bir sevdayla, böylesine bir tutkuyla bağlı olunan ne varsa muhakkak ona ulaşmanın yolları bulunur. O değerli sohbetimizde O’ndan ne çok şey öğrenmiştim aslında. Belki de en önemlisi söylediği şu sözlerdi: “Zap’ın bizim için anlamı büyüktür. Biz şuna odaklandık, Ankara’yı Zap’ta yeneceğiz. Tüm çabamız savaşımızı anlamlı bir barışla taçlandırmaktır. Annelerimiz için, kardeşlerimiz için, şehit yoldaşlarımızın hayalleri için muhakkak bunu başarmamız lazım. Bu yüzden de Zap’ta Ankara’yı yenmemiz bir gerekliliktir artık.”

ŞEHİT TOPRAĞINDAN MUSKA

Işıl ışıl yüreğiyle yüreğimi avuçlarına alan Cûdî, her gülüşünde sanki bin kez ruhumu Dicle’nin sularında yıkıyordu. İçimden bin kez O’nun yürek sevdasına layık olma sözü veriyordum. Yaşam, coşku, iyilik, güzellik, saflık, doğruluk, dürüstlük, emek, onur ve insanlığın unutulmaya yüz tutmuş milyon değeri Cûdî’de yeniden can bulmuştu. Boynuna astığı muskaya gözlerim takıldığında, “Boynundaki nedir?” diye sormuştum. O da bana, “Bir şehit arkadaşın mezarından aldığım topraktır’’ diyerek şöyle devam etmişti: “Kimisi bunun anlamına varamayabilir ama ben şehitlerin kanının karıştığı toprağın kutsal olduğuna inanıyorum. Şehitlerimiz hiçbir karşılık beklemeden canlarını verenlerdir ve kendinde bireyciliğe ait her şeyi bitiren, kendisini toplumuna adayan insan en kutsal insandır. Şehit bir arkadaşın mezarından aldığım toprakla bu muskayı yaptım. Beni koruyacağına inandığım için boynumdan hiç çıkarmıyorum.”

SAVAŞÇI OLMANIN ŞEREFİNİ YAŞAYANDI

Cûdî yüreği büyük olanlardandı. Zaten o yüzden büyük savaşabiliyordu. Aya benzeyen yüzündeki savaş yaralarıyla ilk dağ savaşçılarına benziyordu. Tam bir savaşçı kadındı. Dağını, halkını, yoldaşlarını korumak için çeperlerde heybetli bir savaş veriyordu. En büyük hayalini sorduğumda, “Önderliği görmek”’ demişti. “Büyük bir savaşın içindeyiz. Bu savaş halkımızın onur savaşıdır. Elbette Önderliğimizin savaşçıları olarak bu savaşı zafere ulaştırmak en büyük görevimizdir. Bu savaşta düşmek de var boylu boyunca. Bundan dolayı asla üzülmüyoruz, hatta gurur duyuyoruz. Özgürlüğün bedelini canımızla vermeye daha bu dağlara adım attığımız ilk günde hazırdık’’ diye devam ettiğinde, sözü nereye bağlamak istediğini anlıyor gibiydim. Bu ceng yürekli kadın yüreğimi avuçlarının içinde sıka sıka savaşçılığı anlatıyordu olanca doğallığıyla. İnançla, aşkla, büyük bir iradeyle ve umutla yürüdüğü bu yolda her bedeli vermeye hazır, savaşçı olmanın şerefini tüm hücrelerine kadar yaşayan Cûdî Çekdar, sonunda yüreğime şu sözleri dokuyarak heybetli yürüyüşünü kaldığı yerden devam ettirmişti: “Eğer göremezsem Önderliği, yüreğimi hediye edin. O’nun savaşçılığını onurla, şerefle, büyük bir gururla yaptığımı söyleyin.”

Ben de söz vermiştim; senin gibiler var oldukça bir gün mutlaka, çok yakında, hepimiz yüreğimizi O’nun ellerine bırakacağız.