Dersim’in ilk Apocuları

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Ali Haydar Kaytan: Kürdistan’a dönüş kararını aldığımızda, Dersim’de bir gruplaşmamız zaten vardı. Grubun ilk üyeleri, tatil dönemlerinde gittikleri yerlerde gençleri kazanmak için çalışma yürütüyorlardı.

1975 yılının sonlarına gelindiğinde, sayısı fazla olmasa da nitelikleri ve özellikleri itibari ile Ankara’da yeterli düzeyde öncü bir grup, çekirdek bir kadrolaşma yaratılmıştı.

Ankara’daki Apocu gruplaşmanın bir benzerini Kürdistan’ın diğer kentlerinde de yaratmak mümkündü. Dolayısıyla yapılması gereken grubun Kürdistan’a taşırılmasıydı. 75'in sonunda Apocular Kürdistan'a gitmeye karar verirler.

Antep, Serhat, Amed ve Batman Apocu Hareketin örgütlendiği ilk kentlerdir. Haki Karer, ‘yorganını sırtlayıp’ Adana-İskenderun’a gider. Kemal Pir, Cemil Bayık, Mazlum Doğan, Mehmet Hayri Durmuş, Duran Kalkan’ın Kürdistan yolculuğu başlar. Ali Haydar Kaytan ise Dersim’dedir. Ancak Dersim’in diğer Kürdistan kentlerinden biraz farklıdır; soykırımın anıları hala tazeydi, canlı tanıkları vardı. Kaytan ile söyleşimizin ikinci bölümünde Dersim'deki örgütlenme çalışmalarını ve Dersim’deki ilk Apocuları konuştuk.

Ankara’dan Dersim’e gittiğinizde soykırımın anıları hala tazeydi. Soykırımın canlı tanıkları vardı. Orada hareket nasıl karşılandı?

Dersim’in devrimci grubumuzun kendisine ilk taban bulduğu yerlerin başında geldiğini söylemem gerekir. Bilindiği üzere Kürdistan’da sistemli bir çalışmaya yönelmemiz 1975 yılı sonunda başlamıştı. Ancak Dersim’de ilk katılımlar 1973 yılı sonunda gerçekleşmişti. Kürdistan’a dönüş kararını aldığımızda, Dersim’de bir gruplaşmamız zaten vardı. Grubun ilk üyeleri, tatil dönemlerinde gittikleri yerlerde gençleri kazanmak için çalışma yürütüyorlardı. Dersim’de yapılan da buydu ve bu çalışmayla birçok genci grubumuza kazanmayı başarmıştık. Genel kanının aksine, Dersim gençliği daha işin başında harekete yüksek bir ilgiyle yaklaştı. Buradaki temel sorun, soysal şovenizmi aşamamış solun neredeyse tüm gençliği etkilemiş olmasıydı.

O zamanki Dersim nüfusunun çok önemli bir kesiminin mecburi iskanı yaşamış insanlardan oluştuğunu hiç unutmamak gerekir. Sadece içlerinden birkaçı değil, bu insanların hepsi soykırımın canlı tanığıydı. Benim mensubu olduğum aşiretin gerçekliği de böyleydi. TC devleti mecburi iskana son verdiğinde, belli sayıdaki insan dışında herkes yeniden kendi topraklarına dönmüş, adeta yaşamı yeni baştan inşa etmeye girişmişti. Ben sürgünden bu dönüş sonrasında yaşananları tufandan çıkan Nuh ve etrafındakilerin sıfırdan başlayarak hayatı yeniden kurmalarına benzetirim. Ana topraklara ve kültürel köklerine bağlılık olmadan, böyle bir yönelim içine girmek mümkün olabilir mi? Bu insanlarda köklü bir yurtseverlik ve kendi değerlerine bağlılık vardı. Soykırımın anıları gerçekten çok tazeydi. Bir araya gelen insanların sohbetlerinin temel konusu, tertele sürecinde ve sürgün koşullarında yaşadıkları olaylardı. Ben kendim bunun tanıklarından biriyim. Akıl almaz acılar, hüzünler ve göz yaşlarıyla yüklü bu sohbetleri asla unutamam.

Dersim’de solun en güçlü olduğu yıllardı; solun varlığına rağmen ‘Kürtlük’ten uzaklaşmayı neye bağlıyorsunuz?

Şehir ve kasaba merkezlerindeki durumu Dersim’in genel durumundan ayırmak gerekir. Bu merkezler kendini inkar etmenin gelişme gösterdiği yerlerdi. Önder Apo’nun deyişiyle kışla kültürünün etkin olmaya başladığı alanlardı. Alana girişi yapan sol da belki de arzusu hilafına, bu kültürün gelişmesine katkıda bulunmuştu. Kemalizmin bu merkezlerdeki etkisinin yoğunluğunu sadece asimilasyon kurumlarının faaliyetine bağlamak eksik olur. İnkar ve imha politikasını görmezden gelen solun bundaki sorumluluğu da ağırdır. Sol bu zeminde farkında bile olmadan ulusal inkarcılığı besledi, gençliğin yurtsever duygularını törpüledi, pozitivist bir anlayışla toplumsallığın dağılmasına hizmet etti. Tarihin ve geleneğin önemini ve değerini görmedi, anlamından habersiz davrandı. Bu anlamda beyaz soykırım politikasına hizmet etti.

Köylerde durum nasıldı?

Dersim’in kırsal alanlarında durum çok daha farklıydı. Sömürgeci kültürün buralardaki etkisi zayıftı. Daha o zaman kent merkezinden çıkıp Dağ Mahallesini geçerek Vanariç köyüne giden yola girdiğimde rahatlar, “Sömürgecilik aşağıda kaldı” derdim. Kent merkezinin yabancılaşma kokan havası boğucuydu. Vanariç, alanda gruba ilk katılanlardan Hamili Yıldırım arkadaşın köyüydü. Görünür ciddi sorunlu yanları olsa da kırda hakim olan komünal demokratik yaşam özellikleriydi. Toplumsal dayanışma ve paylaşma oldukça güçlüydü. Nitekim Önder Apo da Dersim’e gittiğinde, “Buradaki halk kültürü mutlaka yaşatılmalı” dediğini belirtir. Dolayısıyla Dersim’de arzu edilen gelişme ortaya çıkarılamamışsa, bunun nedenlerini o zamanki toplumsal zeminin olumsuzluklarında değil, başlangıçta burada çalışma yürüten kadroların yetersizliklerinde aramak gerekir. Bundan en başta kendimi sorumlu gördüğümü belirtmek isterim.

Böyle bir zeminde örgütlenmek zor olmadı mı?

Kuşkusuz soykırım nedeniyle topluma sinmiş olan büyük bir korku vardı. İnsanlar yeni bir soykırımla yüz yüze gelmekten büyük korku duyuyorlardı. Kürt kimliğinden ve Kürtlerin özgürlüğünden söz ettiğimiz zaman, “Bizi bir kez daha mı kırdırmak istiyorsunuz?” diyenlerle de karşılaşıyorduk. Diğerleri ise “Gerçekten bu kez başaracağınıza inanıyor musunuz?” diye soruyorlardı. Kürt’ü kendine ait her şeyden kaçmaya zorlayan akıl almaz bir soykırım terörüne maruz bırakılmış kılıç artığı insanlardan bundan daha farklı davranmalarını beklemek, gözünü gerçeklere kapamak demektir. Zalimi en vahşi haliyle tanıma, ancak zalimle mücadelenin başarısı konusunda ağır bir inançsızlığı yaşama dönemin Dersim toplumunun ruh halini özetliyordu diyebilirim. Bunu tümüyle olumsuz bir ruh hali gibi görmek yanlıştır. Devrimcilere düşen de bu ruh halini aştırmak ve toplumda özgür yaşama tutkusunu yeniden canlandırmaktı. Nitekim sıradan bir çalışma bile gençliğin arayış halindeki en kararlı unsurlarını grubumuza katmaya yetmişti.

Dersim’de örgütlenen ilk Apocular kimlerdi?

Özellikle genç kadınların gruba ve görüşlerine ilgisi muhteşemdi. Henüz kendine ad bile koymamış bir gruba bu biçimde ilgiyle yaklaşmaları, onlardaki özgürlük arayışının gücüne tekabül ediyordu. Bu kadınların sembolü elbette Sakine Cansız arkadaştı. Sakine arkadaştan önce de Dersim’de bir kadın grubumuz oluşmuştu. Hatta en çok kadınlar gruba katılım sağlıyordu. Bir kez daha ısrarla vurgulamak isterim: Ciddi ve anlayışlı bir öncülük olsa ve özlemlerine cevap olmaya çalışsaydı, Dersim kadınlarından muazzam bir özgürlük ordusu kurabilirdi. Azime Demirtaş da bu değerli genç kadınlardan biriydi ve mücadelemizin Besê Anuş’tan sonra ilk kadın şehidi olma onuruna erişti. Metin Turgut, Hüseyin Eroğlu, Murat Yüksel, Celal Aşkın, İbrahim Kaplan, Hasan ve Yusuf Kuş kardeşler, Cahit Dayan, Aytekin Tuğluk, Haydar Alpaslan, Kazım Demirtaş ve daha birçok devrimci genç bu dönemin en seçkin militan simalarıydı. Bir süre sonra çalışmalara katılan Musa Kazım Aydın yoldaşı da büyük bir saygıyla anmam gerekir. Kendisi Aşık Daimi’nin oğluydu. Dersim’deki gelişmeleri öğrenince eli boş gitmemek için bir arkadaşıyla birlikte banka soymuş, parayı getirip arkadaşlara teslim etmiş ve öyle katılım sağlamıştı. Bunların hepsi birer kahramanlık abidesiydi.

İlk şehit Ali Doğan Yıldırım. Dersim’deki cenaze töreninde konuşma da yaptınız… O anı anlatabilir misiniz?

Ali Doğan arkadaş Ankara’da Tuzluçayır’da gruba katılmıştı. Kemal Pir arkadaş Tuzluçayır’da faşistlere karşı ciddi bir direniş geliştiren gençlerin varlığından haberdar olunca, okulu terk edip kendileriyle ilişki kurmaya çalışmıştı. Ali Doğan arkadaş mahallenin savaşçı gençlerinden oluşan antifaşist bir grubun içindeydi. Kemal Pir arkadaş uzun uğraşlardan sonra Rıza Altun arkadaşın çekip çevirdiği bu grubun tüm elemanlarını harekete katmayı başarmıştı. Bunların hemen hepsi Kürdistan’dan göç edip buraya yerleşmiş Alevi Kürt-Türkmen ailelerin çocuklarıydı. Yine hemen bunların hepsi kısa bir süre sonra Kürdistan’a dönüş eylemine katıldı. Eylemci kişilikleriyle tanıdığım bu arkadaşlardan birçoğu kahramanca savaşarak şehit düştü.

Ali Doğan arkadaş bir kaza kurşunuyla ağır yaralanmış, Hacettepe Hastanesine kaldırılsa da kurtarılamamıştı. Ailesi cenazesini alıp Erzincan üzerinden Dersim’e götürmüştü. O zaman Duran arkadaş, Kesire Yıldırım ve ben de Dersim’e hareket ettik. Paramız yetmediği için ancak Elazığ’a kadar bilet alabilmiştik. Kesire’nin Elazığ’da tanıdıkları vardı. Onun temin ettiği parayla Dersim’e ve oradan Pırdosur’a geçtik. Hemen hemen cenazeyi getirenlerle aynı anda alana ulaştık. Ali Doğan’ın köyünün adı yanılmıyorsam Mazra Sure’ydi. Cenaze töreni buradaydı. Dersim ve ilçelerinden arkadaşlar da gelmişlerdi. Yine yöredeki halk törene ciddi bir katılımda bulunmuştu. Arkadaşlar törende benim konuşmamı uygun buldular. Kaza kurşunuyla da olsa, grubun ilk şehidini vermesinin anlamı büyüktü. Mücadele büyük bedeller ödeyerek zafere doğru yürüyecekti. Hepimiz bu mücadeleye bedel vermeye hazır olmalı, gerektiğinde canımızı vermeyi göze almalıydık. Konuşmam sanırım Türkçeydi, ama sloganlarımızı Kürtçenin Kirmanckî lehçesiyle atmıştık.

Cenaze töreni tamamlandığında kalabalık dağıldı. Törene katılan arkadaşlarla ayak üzeri konuşup onları da gönderdik. Duran arkadaş, Kesire ve ben o akşam köyde kaldık. Ali Doğan arkadaşın akrabalarına misafir olduk. Benim Dersim’den olduğumu fark etmişlerdi, ama neresinden ve kimlerden olduğumu bilmiyorlardı. Aşiretimi, köyümü ve ailemi sormuşlar, ben de cevap vermiştim. Ali Doğan’ın aşireti ile benim aşiretim arasında 1938 öncesinde ciddi çatışmalar yaşanmış, her iki taraftan öldürülenler olmuştu. Buna karşılık bizler birbirimizle yoldaş olmayı seçmiştik. Bu durumdan etkilenen sadece ben değildim. Oradaki insanlar da ciddi bir etkilenmeyi yaşıyorlar, bunda yaratılacak ulusal birliğin ipuçlarını görüyorlardı.

Ali Doğan arkadaşın sanatçı özellikleri de vardı, saz çalıyor ve şiir yazıyordu. Mezarını yaptırmış ve mezar taşına kendi şiirinden şu dizeleri yazdırmıştık:

Umuda kavga verdik

Ve kavgaya ölü verdik ki

Yeni doğan bebeler

Uğramasın sömürüye

75'in sonunda Kürdistan'a dönüş başlar… 76 yılı nasıl geçti?

1976 yılı Kürdistan’ın birçok kentinde gençlik içinde çalışmaya başladığımız ve beklentimize denk gelişmeler sağladığımız bir yıldı. Dikmen Toplantısında çalışma yürütmeyi öngördüğümüz tüm kentlerde çalışma yürüten arkadaşlarımız vardı. Sosyal şovenizme ve her türden milliyetçiliğe karşı yürüttüğümüz ideolojik mücadele etkili oluyor, gençliğin grubumuza meyletmesine yol açıyordu. Bizim talihsizliğimiz, diğer gruplara göre çok daha gecikmeli bir biçimde Kürdistan’a giriş yapmış olmamızdı. Türkiye sol hareketinin bilinen temel grupları 12 Mart darbesi öncesinde Kürdistan’da çalışma yürütmüşler, birçok Kürt kentinde gençliğin büyük kesimini etkileri altına almışlardı. Aynı durum Kürt ilkel ve küçük burjuva milliyetçi grupları için de geçerliydi. Onlar da esas olarak KDP’ye ve DDKO’nun mirasına dayanıyorlardı.

İdeolojik arayış ve ideolojik netliğe ulaşma bu dönemin temel özelliğiydi. Devrimci Gençlik Hareketinin mirasına dayandığını söylese de, hemen her grup bir gazete veya dergi çıkararak işe başlıyordu. Bu anlamda her sol grup bir bakıma yeni sayılırdı. Dolayısıyla bu dönem sadece bizim için değil, bir ölçüde tüm gruplar için bir ideolojik mücadele dönemiydi. Fazla üretken ve sonuç alıcı olmasa da, ideolojik tartışmalar oldukça yoğundu. Okullar, dernekler ve kahve gibi mekanlarda yapılan tartışmalar yoğun bir izleyici kitlesini çekebiliyordu. Etkili propagandacılar bu süreçte büyük rol oynuyorlardı. Kemal Pir ve Mazlum Doğan gibi arkadaşlar güçlü propagandacılardı. Katılımın yoğun olduğu tartışma toplantılarında, bu arkadaşlar etkili propagandalarıyla bir anda onlarca kişinin beynini ve yüreğini fethedip saflarımıza çekebiliyorlardı. Yıl sonuna doğru çalışma yaptığımız her bölgede nicelik olarak Ankara’dakini aşan bir gruplaşmanın oluştuğu görülüyordu. O günün koşullarında Kürdistan belki de yaşam emaresi bulunmayan kupkuru bir çöle benziyordu. Ama çöl su ile buluştuğunda, yaşamın sürdüğünün işareti olan vahalar doğuyordu.

Bunun Kürtlerin inkarı ve imhası üzerine kurulu TC devletinin ve onun derin güçlerinin dikkatini çekmemesi mümkün değildi. Gruba yönelik saldırılar giderek tırmanıyordu. Ajan provokatörler devredeydi. Sosyal şoven, ilkel ve küçük burjuva milliyetçi güçler ideolojik mücadele zeminini ortadan kaldırmak için şiddete başvuruyorlardı. Bu saldırıların arkasında derin devlet ve özel savaş aygıtları vardı. Saldırıları boşa çıkarmanın en etkili yöntemi kadroları politikleştirmek ve ortaya çıkarılan devrimci potansiyeli örgütlemekti. Saldırıların giderek tırmandığı bir dönemde sadece ideolojik mücadele vermekle yetinilemezdi.

PKK, 1977’yi Apocu Hareket için bir dönüm noktası olarak değerlendirir. 77 yılı neden dönüm noktasıdır?

1977 yılı ile birlikte başlayan dönem bu anlamda politik mücadele dönemiydi. Politik alan pratikleşme, örgütlenme ve örgütlü eyleme geçme alanı oluyordu. Dolayısıyla saldırılara karşı en etkili tedbir örgütlenmekten geçiyordu. Başlangıç döneminin amatör grup ilişkileriyle bu saldırıları göğüsleyip boşa çıkarmak imkansızdı.

Önder Apo’nun aynı yılın baharında çıktığı Kürdistan seferi, bir yönüyle sömürgeci güçlerin olası tasfiye amaçlı yönelimlerine karşı bu doğrultuda gereken tedbirleri almayı hedefliyordu. Önder Apo bu seferi sırasında gruplaşmamızın olduğu her yerde kapsamlı toplantılar yapmış, ideolojik birliğimizi pekiştirmiş, kendini politik kadrolar haline getirmenin gerekliliğine dikkat çekmişti. Karakoçan’daki toplantıya ben de katılmıştım. 1 Mayıs günüydü. Taksim’deki 1 Mayıs Mitinginde kırka yakın insan katledilmiş, Önder Apo “Bu katliamın bize dönük bir yönü olabilir mi?” diye sormuştu. Sezgileri çok kuvvetliydi, müthiş bir öngörü yeteneğine sahipti. Kendisinin izlendiğinin ve izleyenlerin yaptıklarına kendisine öfke duyduklarının farkındaydı. Bu da her an Taksim’dekine benzer bir saldırı geliştirebilecekleri anlamına geliyordu.

Önder Apo son toplantılarını Antep’te yapmış, oradan Ankara’ya geçmişti. Bu son toplantının üzerinden birkaç gün bile geçmeden, Haki Karer arkadaş Antep’te katledilmişti. Faşist sömürgecilik bu katliamla Hareketi ve Önderliğini uyarıyor, “Çıktığınız tehlikeli yoldan geri dönmezseniz aynı akıbete uğrarsınız” mesajı veriyordu. Haki arkadaştan önce Aydın Gül, şahadetinden sonra ise Mahir Can katledilmişlerdi. Özellikle Haki’nin şahadetiyle Hareket ciddi bir kararlaşma sürecine girecek, hemen herkes kendini savunmanın ne denli önemli olduğunun farkına varacaktı: Başkalarını savunmak istiyorsan, öncelikle kendini savunacaksın! Bunun için de örgütlenecek, düşmanın saldırılarını böyle boşa çıkaracaksın! Örgütselliği en temel karakteristik özelliğin haline getireceksin! Mevcut potansiyeli iyi işleyerek hızla öncü bir örgütün inşası temelinde değerlendireceksin! Önder Apo’nun bundan sonraki adımları bu çerçevedeydi. 1977’de yaptığımız yazılamalarda, duvarlara şu sloganı yazmıştık: “Aydın, Mahir, Haki! Halk Savaşı Yolunda İleri!”

KAZIM AYDIN’IN HİKAYESİ

(Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım)

Kazım Aydın (Cem), PKK’nin Dersim’deki ilk militanlarındandı. İstanbul’da doğmuştu. Devrimciliğe İstanbul Ortaöğretim Kültür Derneği’nde başladı. Kürdistan Devrimcileri’yle tanışması da burada olur. 1978 sonlarında Dersim’e gelerek Apocu Harekete katılır. Kazım Aydın, herkesi şaşırtan bir katılım yapar; bir arkadaşıyla birlikte banka soyar, paraları da getirip Apoculara teslim eder. PKK’ye katılımını eylemle yapan ilk Apocu’dur.

Kazım Aydın’ın ilk görev yeri Bingöl’dür. Faşistlere karşı amansız bir mücadelenin liderliğini yapar. Bingöl’den sonra Dersim’deki askeri ve örgütsel çalışmalarda yer alır. Dersim’de sosyal şoven çevrelere karşı yoğun bir ideolojik mücadele içinde olur. Asker, polis ve faşistlere karşı geliştirilen neredeyse tüm eylemlere katılır.

1980’de yakalanır ve askere gider. Askerde kendisi hakkında tutuklama kararı çıkarıldığını öğrendiğinde bu kez silahıyla birlikte firar eder. Dersim’e döner. Erzincan ve Dersim ilçelerinde silahlı birlikler içinde faaliyet yürütür. Kasım 1981’de Pülümür’ün Kirmeş köyünde çıkan bir çatışmada yaralı esir düşer.

Kazım, Metin, Murat ve diğer yoldaşları ziyaret köyü Kırmeşe'de bir evde yemek yerken evin sahibi ve onun genç kızıyla birlikte bir baskında hunharca katledildiler.

Şimdi boşaltılmış olan o köy bir zamanlar gerillayı sakladı ve bir de ‘Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım’ türküsünü…

Kazım Aydın, efsanevi halk ozanı Aşık Daimi’nin oğluydu. Kazım infaz edildikten sonra ünlü Kürt Alevi Ozanı Daimi, sürekli ağlayan eşi Gülsüm’e ‘Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım’ parçasıyla seslenir.

O günden sonra oğlunu yitirmenin acısıyla ‘Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım’ bu toprakların acılarını anlatan en güzel çığlıklardan biri olur.

Ne ağlarsın benim zülfü siyahım

Bu da gelir bu da geçer ağlama

Göklere erişti figanım ahım

Bu da gelir bu da geçer ağlama

Bir gülün çevresi dikendir hardır

Bülbül har elinden ah ile zardır

Ne olsa da kışın sonu bahardır

Bu da gelir bu da geçer ağlama

Daimi’yem her can ermez bu sırra

Gerçek kamil olan yeter o nura

Yusuf sabır ile vardı Mısır’a

Bu da gelir bu da geçer ağlama

Yarın: Fis’te PKK’nin kuruluş toplantısı

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA