‘Erdoğan’ın terörü Ortadoğu’da tehlike kaynağı haline geldi’

Devrimci Karargah Rojava temsilcilerinden Yücel Karagümrük, Erdoğan ve AKP’nin giderek Ortadoğu’da terör odağı haline geldiğini ifade ederek, bu geri ve insanlık dışı rejime karşı mücadeleyi yükseltme çağrısında bulundu.

Erdoğan ve Saray iktidarının vahşi saldırılarının iktidarlarının son derece zayıf ve güçsüz olduğunu gösterdiğini ifade eden Devrimci Karargah Rojava temsilcilerinden Yücel Karagümrük, “Türkiye siyasetindeki zafiyet Erdoğan’a alan açsa da Kürt halkının direnişi planlarının başarıya ulaşmasını engelliyor” dedi.

Kürt gerillası ve öz yönetim direnişleri karşısında AKP ve Erdoğan rejimi geri adım atarak Kürt Önderi Öcalan ile görüşme yapmak zorunda kaldığını vurgulayan Karagümrük, yeni göreve getirtilen Süleyman Soylu’nun “acımasız olacağız” söylemleri ile Kürt halkının iradesini teslim almaya çalıştığına dikkat çekti. Karagümrük, gerilla güçlerinin etkin eylemleri ve Kürt halkının geliştirdiği açlık grevleri sonucunda Saray rejiminin geri çekilmek zorunda kalarak Öcalan ile görüşmeyi gerçekleştirdiğini belirtti.

Türk devletinin sınırlarını DAİŞ çetelerine açmasına rağmen çetelere karşı Minbic’te savaşırken yaşamını yitiren Eylem Ateş’in cenazesinin ailesi tarafından Türkiye’ye getirmesine izin verilmemesinin Erdoğan ve AKP faşizminin insanlık dışı zihniyet yapılarına uygun olduğun ifade eden Karagümrük, HBDH ile halkların Birleşik devriminin imkan ve fırsatını yakalayacağını söyledi. Erdoğan ve AKP’nin giderek bölgenin terör odağı haline geldiğini anlatan Karagümrük herkesin bu geri ve insanlık dışı rejime karşı mücadeleyi yükseltme çağrısı yaptı. Devrimci Karargâh Rojava temsilcisi Karagümrük gündeme dair sorularımızı yanıtladı.

‘ÖCALAN, “SEN YENEMEZSİN” DEDİ!’

Uzun bir aradan sonra gelişen gerilla eylemleri ve açlık grevi sonucunda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşme sağlandı. Öcalan’ın mesajlarını nasıl okumak lazım?

Rêber Öcalan ile görüşme gerillanın etkin eylemleri, Kürt halkının açlık grevi ve eylemleri sonucunda gerçekleşti. Görüşmede Rêber Öcalan’ın söylediği sözler son derece önemli ve bugüne kadarki, mücadele tarzına ilişkin Türk devleti ve Erdoğan’a karşı verdiği mesaj nettir. “Sen yenemezsin”dir. Her ne kadar mücadele Ankara yönetimini aşağı edecek tarzda değil de bir dengeyi koruması söz konusu olsa da, Erdoğan’ın Kürt halkını şiddet ile egemenliğim altına alacağım yaklaşımına, Öcalan, “alamazsın, 40 yıldır mücadele ediyoruz, daha 80 yıl daha mücadele edebiliriz” dedi. Bu yaklaşım Kürt halkı ve gerilla direnişinin bir motivasyonu ve bu çizginin devamıdır. Elbette bir müzakere gündeme getirilebilir, ama bu Erdoğan’ın söylem ve amaçlarından vazgeçme koşulları ile en azından Dolmabahçe protokolünü kabul eden bir yaklaşım ile mümkündür. Bu anlamda Öcalan’ın söyledikleri çok önemlidir. Erdoğan’ın bu görüşmeye yol vermesi onun açısından geri çekilme meselesidir. Kürt devrimi, gençlik konferansında söylendiği gibi ‘sömürgeciliğe karşı Bakur’da intikamcı bir şekilde mücadeleyi yükseltmesi, Rojava’daki mücadelenin kazanımlarını garanti altına alacak ve metropolde sinmiş gibi görünen gençlik ve emekçileri de hareketlendirecektir.

Türk devletinin Rojava politikalarının iflasından sonra dış güçlere vermiş olduğu çeşitli tavizler sonucunda başlattığı Cerablus işgalini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cerablus işgali Erdoğan’ın iktidarı açısından kaçınılmaz bir hamleydi. Bütün sınıfsal ittifaklarından sıyrılan Erdoğan’ın ihtiyaç duyduğu bölgesel bir büyük savaşa için elinden geleni yaptı. Basına yansıyan böyle bir tezgâhın nasıl kurulabileceğine dair Hakan Fidan’ın, “iki adam gönderir, iki roket attırır, bu işler başlar” tarzında plan ve projeleri vardır. Erdoğan daha önce Emevi camisinde namaz kılacağız gibi söylemler ile başlattığı plan ve programlarını gerçekleştiremedi. Uluslararası güçler Suriye planlarını Erdoğan ile yapmak istemiyorlar. Erdoğan doğrudan Tarık Haşimi ile bir DAİŞ programını gündeme getiriyor. Bu yüzden Musul’a gitti geri gönderildi. Ne zaman ki 15 Temmuz darbesi Erdoğan önünde bir alan açıldı ve Cerablus işgali gerçekleştirdi. Bu hamle ile Kürt Kantonlarının birleşmesinin önüne geçmek ve Rojava devrim kazanımlarını sınırlamak istiyor. Ama aynı zamanda Erdoğan emperyal politikanın bir aktörüdür. Eğer emperyal güçlerle belli bir denge politikasını tutturamazsa tasfiye olabileceğini 15 Temmuz’da gördü.

DAİŞ üzerinden geliştirilen tüm hesapları çözen Erdoğan’ın bu işgalde bir başarı şansı var mı?

Elbette başarı şansı yok. Ama başka da yolu yok. Erdoğan bildiğimiz tüccar rantçı sınıfı ki, ta Muaviyelikten, Emevilikten beri gelen temsilcisidir. Bu sınıf Türkiye’de tekellerin gelişmesi ile birlikte daima arka planda kalmış, Büyük Ortadoğu Projesi ile ABD tarafından iktidara getirtilmiştir. Bunu bir yandan ılımlı İslam, öbür yandan devletçi Kürt ile harmanlayarak yeniden yapılandırmıştır. Ilımlı İslam ile geldiği iktidarda, Balyoz, Ergenekon gibi hamleler ile geleneksel Kemalizm’i tasfiye etmiş, ama Kürt meselesi ile ilgili emperyalizmin kendisine verdiği görevi oyalama, sallama ve uyduruk gerekçelerle sürekli ertelemiştir. Kürdistan coğrafyasındaki direnişten kaynaklı Erdoğan dışı HDP üzerinden bir siyasal şekillenme, var ve bu Arap pazarına açılama politikalarını zedeliyor. Bu yüzden Erdoğan’ın sömürgeciliği çok net ve kaçınılmazdır. Kürdistan’daki herhangi bir özerk statü Erdoğan’ın sınıf iktidarına darbe vuracağını bildiği için sömürgeci politikasını Roboski de olduğu gibi ortaya koyuyor. Kürdistan’ı kendisine bağımlı bir sömürge olarak tutamaz ise Kayseri ve Konya sermayesine egemen olma şansı olmayacaktır. Ama çok net ki, Kürdistan’daki direniş Erdoğan’ın pazar ekonomisi üzerinden egemen olama şansını bulamadığı için savaş üzerinden egemenlik kurmak istemektedir.

Erdoğan’ın planları Kürt halkının inkar ve imhası üzerinedir. Emperyalizm Suriye üzerinde planlar geliştirdiğinde, Erdoğan Esat ile ortak kabine toplantıları ve yat gezileri düzenliyordu. Emperyalizmin Esat’a karşı hamlesini görünce hemen üzerine atladı. 15 Temmuz sonrasında ise “Beşar Esat ile de konuşur bu sorunu çözebiliriz” demeye başladı. Cerablus izni alınca yine Esat’ı gündemden düşürdü. Bundan dolayı Erdoğan’ın Ortadoğu politikası yok bir Kürt politikası var. Buda Kürtlere herhangi bir özgürlük, özerklik tanımama üzerinden yapılıyor. Erdoğan’ın Suriye politikası Rojava politikası üzerinden, İran politikası ise Bakur üzerinden şekillenir. Erdoğan emperyalizmin doğrudan bir tetikçisi olmak ile kendisini güvence altına alacağını düşünüyor. Emperyalizmin Ortadoğu politikası Katar doğal gazını Akdeniz’e çıkartılması üzerine inşa edilmiştir. Bu şekilde Avrupa’ya giden Rus doğalgazına alternatif yapmak istemektedir. Kobanê sürecinden bu yana ABD’nin yaklaşımı bölgesel çıkarlar ile bağlantılı gelişti. Kürt halkının özgürleşmesi, bağımsızlık, demokrasi gibi onur meselesi olmuş konular emperyalizm için çok fazla geçerli değil olmadığını Cerablus’ta gördük. ABD’nin Cerablus işgaline de Türklere verilen desteğe şaşırmamak gerekir. Emperyalizmin esas amacı sömürgeci işbirlikçi iktidarları kullanmaktır.

‘KÜRT HALKI MÜCEDELESİNİ DAHA DA YÜKSELTECEKTİR’

Şimdi Türkiye’de devrimci demokrat ve Kürtlerin öz yönetim ve memurlar başta olmak üzere bir kıyım hareketi geliştiriliyor. Erdoğan’ın faşizmine karşı direnişleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdoğan ve AKP faşizminin halklara, devrimci ve Kürtlere saldırması kendisi açısından hayati ve varlık nedenidir. Erdoğan direnen Kürtleri yenemeyeceğini iyi biliyor. Öcalan yoldaşın dediği gibi bu halk daha 40 yıl direnebilen bir halktır. Ama Erdoğan iktidarda kalmasını Kürtler üzerindeki baskı ile devam ettirmek istiyor. Bu yüzden sömürgeci bir mantık ile saldırgan ve acımasız Kürtlere yöneliyor. Kürtleri bastırabilirse ancak o zaman bölgesel politikalar üzerinde hesap yapabileceğini düşünüyor. Bu faşizan zihniyet ile öz yönetim direnişlerinde halkı diri diri yaktı, uçaklarla bombalamaktan çekinmedi. Arkadaşlarımız değerlendirmelerinde “Türk devletinin 90 gibi değil, 1930’lardaki gibi saldırıyor” dediler. O süreçte genç Türk burjuvazisi egemenliğini garantileme derdindeydi. Erdoğan da bugün egemenliğini garanti altına alma derdindedir. 90’lardaki gibi düşük yoğunluklu savaş ile bu işi aşarız derdinde değildir. Onun için kanlı, zalim ve aşırı dozda bir uygulayarak egemenliğini koruyabileceğini zannetmektedir. Bu acımasız saldırganlığının altında Erdoğan’ın sömürgeci kimliği vardır.

Kürt halkı 2012-15 arasındaki oyalama süreçlerine karşı öz yönetim mevzilenmeleri ile son derece güçlü direniş ve tepkiler verdi. 15 Temmuz sonrasında Erdoğan’da ezebilirim, sindirebilirim umudu yarattı. Oysa bunun olamayacağını Rehber Öcalan’da açıkladı, “40 yıl daha böyle gitsen gerçekleştiremezsin. Bu mücadele daha 80 yıl sürer” diyerek Erdoğan’ın önüne kaldıramayacağı bir süreci koydu. Kürt halkı önümüzdeki günlerde mücadelesini daha da yükseltecektir. Bakur mücadelesi bugünkü durum itibari ile kendisini koruyup geliştirecektir. Bakur’a paralel olarak metropollerdeki mücadelenin de yükselmesi gerekir.

Eğer ki, Türkiye’deki işçi emekçi ve aydın hareketi Erdoğan’a karşı gezide olduğu gibi güçlü bir direniş geliştirebilse o zaman İstanbul’daki tanklar Kürdistan’a sevk edilemez. Türkiye’deki yapılanmada Kürdistan bir sömürge kimliğini ve zulmünü her an yaşadığı için 15 Ağustos 84 atılımından Rojava’ya kadar koca bir ordulaşma ve özerk alanlar gibi büyük bir tarihsel süreç yaşandı. Ama Türkiye halkının Osmanlı’dan bu yana devlet ile ilişkisi bir biat ve tevekkül ilişkisi olduğu için halkın içinden devlete yönelik bir tabiatı vardır. Türkiye devrimcileri buna bir alternatif siyasal çizgi oluşturulamadığı içinde Türkiye emekçi ve işçilerinin devlete karşı başkaldırı olamamaktadır. 68, 80 ve 90’lardaki yenilgiler bu tür çıkışlara karşı halkta bir kuşku yaratmaktadır.

Şimdi Türkiye solu yaşadığı bu tecrübelerden sonuç çıkarmış ve tekil yaklaşımlardan ziyade birlikte mücadeleye geçmenin gereğini gördü. Kürt devrimi öncü ve yapıcı bir işlev görmüş ve Halkların Birleşik Direniş Hareki yaratarak Türkiye’deki mücadelenin metropol ayağını yükseltme konusunda uygun bir örgütlenme ve program açısından bir zemin oluşturuldu. Stratejik konumuzu kitleler nezdinde devlete karşı kitle öfkesini açığa çıkarırsak hem Kürdistan devrimi, hem de bölgedeki emperyalist saldırganlık açısından dengeler emekçi ve sosyalist, demokrat ve emekçilerden yana olacağı bir siyasal sürece yol açabiliriz. Böyle tarihi bir fırsat vardır. Devrimciler kendi varlıklarını gösteremediklerinden dolayı oportünizm daha cesaretli söylemler içerisine girdi.

Erdoğan-AKP tamda böyle bir umutsuzluk yaratma peşinde değil mi?

Erdoğan ve AKP toplum üzerinde bir umutsuzluk yaratmak istiyorlar. Liberalleri yeniden kendi yanlarına çekti. Cerablus işgaline doğrudan karşı çıkan olmadı. Esas konuşulması gereken Erdoğan terörü ve gericiliğidir. Erdoğan’ın gerici ve terörü sadece Türkiye ve Kürdistan ile sınırlı değil, bölge halkının da kaynağı haline geldi. Bu yüzden aşılması gereken AKP-DAİŞ işbirliğidir. Sinmiş, sönmüş dediğimiz kitlelerin Gezi direnişinde 3-4 milyon insanın ayağa kalkması Türkiye topraklarında büyük bir devrimci birikimin olduğunu gösteriyor. Böyle bir ağır sömürü ve baskının altında elbette emekçinin, aydının bir itiraz potansiyeli yükselecektir. Bizim bu cesareti onlara vermemiz gerekir. bunu gerçekleştirdiğimiz zaman her şeyi hızlı bir şekilde tersine çevirme imkanına sahibiz. Onun için metropol direnişini çok stratejik ve gerekli görüyoruz.

TC uzun süre sınırlarını çetelere karşı açtığını herkes biliyor, ama Minbic’te çetelere karşı savaşan Eylem Aktaş’ın cenazesinin Türkiye’ye götürülmesini engelleniyor, neden?

Bu gayri insani yaklaşım tam da Erdoğan ve AKP’nin faşist insanlık dışı kimliklerine yönelik bir davranıştır. Çoluk çocuk ne olursa vururum diyen, insanları diri diri yakan bir iktidardan devrimin şehitlerine karşı insani bir yaklaşım beklemenin imkanı yoktur. Erdoğan kaymakamlara “her türlü hukuki mevzuatı bir kenara bırakın” dedi. Yine her halükarda en acımasız saldıracağız diyen bir hükümetten farklı bir yaklaşım beklenemez. Şimdi faşist zihniyet ile binlerce öğretmeni görevden alarak küçücük çocukları eğitimsiz bıraktı. Dolayısıyla bu davranış Erdoğan’dan beklenen bir davranıştır. Bu onun varlık koşullarına uygundur. Çünkü Erdoğan her türlü insani koşulların ötesindedir.

Erdoğan ve iktidarı Türkiye ve Kürdistan toplumuna vermiş olduğu büyük zararlardan bahsettiniz. Bundan kurtulmak için neler yapmak lazım?

İki toplum ayırımını görebilmemiz lazımdır. Erdoğan asıl darbesini 2010’daki referandum darbesinde yapmıştır. O referandumdaki egemenliği ile devlet çarkını değiştire değiştire bugüne getirdi. O zaman “bu iktidara karşı devrimci mücadele yükseltmek şarttır” demiştik. Ortadoğu toplumunda geriye çekilen topluluklar devlet ağırlığı karşısında içine çöküyor. Türkiye’de bugün toplumsal çürüme halk kitlelerinde, aydın ve solcularda da derindir. Batıdaki halkı var olan konumundan çıkarmak için çok emek vermek ve devletin halk üzerindeki baskısını kırmamız gerekiyor. HBDH bunu başaracak güç ve birikime sahiptir. Kürt halkı şekillenme itibari ile sömürge toplumu olduğu için en başından itibari TC’ye karşı bir yabancı ve kendisini ondan uzak tutan bir halktır. Kürdistan’da direniş bayrağı açılır açılmaz halklaştırmıştır. Ama bu Türkiye toplumunda böyle değil, devlete biat ediyor.

Bunun için HBDH ile Birleşik devrimi önemsemek ve her alanda eylemselleşirmemiz gerekiyor. Metropollerde kitle mücadelenin düştüğü, devrimci mücadelenin etkisiz kaldığı yerlerde Kürt devrimdeki diriliş metropollerdeki kitleleri sürekli ayakta tutmuştur. Bu yüzden Rojava’daki devrim metropollerdeki devrimci mücadeleyi ayakta tutabilmiştir. Şimdi biz bu tarzı metropollere taşıyacağız. Bu yüzden ikili mücadelenin bu birleşik hattını birleşik devrim hareketi üzerinden inşa etmek son derece stratejiktir. Biz bu halkayı yakalamış ve bunu pratikleştireceğiz. Kürt halkı 40 yıllık mücadelenin alışkanlıkları ile bunu gündemleştirmektedir. Bizim görevimiz bunu metropollerde de canlandırmaktır. Bu yüzden bu dönem ki, Kürt devriminin atılganlığını devrim ve direniş bayrağını ayakta tutmasının bizler için hayati önemi çok fazladır.