Ertuğrul Kürkçü: Hulusi Akar suçu itiraf etti

HPG’lilere yönelik olarak kimyasal silah kullanıldığını Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Garê operasyonu konusunda Meclis'e bilgi verdiği sırada dile getirildiğini hatırlatan HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü, bunun bir suç itirafı olduğunu söyledi.

Türkiye’nin HPG gerillalarına karşı kimyasal silah kullanması ile ilgili görüntülere Milli Savunma Bakanlığı başta olmak üzere iktidarın birçok makamından yalanlama geldi. Fakat Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar Garê’ye dair meclise sunduğu daha önceki raporda orada göz yaşartıcı bomba kullandıklarını şu sözlerle itiraf etmişti: “el bombası ve hafif silahlara karşılık olarak mağara girişinde sadece ve sadece göz yaşartıcı gaz kullanılmıştır; bunun dışında herhangi bir şekilde herhangi bir silah, mühimmat kullanılması asla söz konusu değildir.”

HDP Onursal Başkanı ve AKPM Onursal üyesi, İE Danışma Kurulu üyesi Ertuğrul Kürkçü ise ANF’ye yaptığı değerlendirmede Türkiye’nin de taraf olduğu Kimyasal Silah Sözleşmesini hatırlatarak Hulusi Akar’ın suçunu itiraf ettiğini söylüyor.

ETRAFLICA ARAŞTIRILMADI

Kürkçü, kimyasal silah kullanımının yeni olmadığını 2011’den bu yana bu sürecin birçok kez dile getirildiğini ancak etraflıca araştırılmadığını altını çiziyor: “Milli Savunma Bakanlığı'nın yaptığı açıklamayı göz önüne alırsak, bakanlık kendi ‘envanterinde kimyasal silah bulundurmadığını’ ve ‘kimyasal silahı hiçbir zaman kullanmadığını’ ifade ediyor. Bu iddiaları ortaya atanları ve bunların peşine düşenleri de “dezenformasyon”la “teröre müzahir olmak”la suçluyor. Oysa, bu açıklama baştan sona hakikatle çelişiyor.

İki nedenle: Birincisi henüz somut olarak “üçüncü şahıslar” önünde kanıtlanabilmiş ya da henüz elle tutulur bir şekilde bir TSK envanterinden elde edilmiş bir “kimyasal” kolisi, bir zehir paketi Kimyasal Silahları Yasaklama Örgütü (OPCW) önüne getirilmiş değil ama TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın da, başka yerel ya da uluslararası gözlemci veya uzmanların video kayıtlarını izleyerek tespit ettikleri ikincil bulgular var. Bunun yanı sıra kimyasala maruz kalanları tedavi eden ve yakından görenlerin bunlarla ilgili gözlem ve tanıklıklarına, mağdurların anlatımlarına ve fotoğraflara ve de başkaca kanıtlara bakılarak kimyasal kullanımından başka bir şeye bağlanamayacak arazların uyardığı ağır bir şüphe var.

Bu durum sadece son günlerde ortaya çıkanlarla da sınırlı değil. 2011’den beri Türkiye içinde ve dışında kimyasal kullanıldığına dair iddialar ve bununla ilgili ipuçları ve belirtiler hiç tükenmedi. Fakat hiçbir zaman da ne kanıtlar toplanıp dört başı mamur bir biçimde herhangi bir kurumun önüne getirilebildi ne de kanıtlara ulaşmanın ve bunlarla ilgili araştırmanın önü açıldı. Dolayısıyla tek yanlı bir inkâr sürecinden geçildi.  Ama hayatlarını böylece kaybetmiş insanların cenazelerinden oluşan taburlar toprağın altına girdi. Bir kere böyle bir maddi hakikat var. Bununla ilgili fotoğraflar, belgeler yani kayıtlar var. Uluslararası gayri resmi ya da sivil gözlemciler sokulmadıkları bölgeler çevresinde yaptıkları araştırmalarda önlerine çıkan çeşitli maddelerdeki toksik izleri takip ettiklerinde kimyasallara ulaştılar, ya da bir araya getirildiklerinde öldürücü kimyasallara dönüşen bileşenler ve bu maddelerin ambalajları ele geçti. Bunların araştırılması hâlâ gerekiyor.”

MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI ÖVÜNÜRKEN AĞZINDAN KAÇIRDI

Ertuğrul Kürkçü Milli Savunma Bakanlığı’nın bu çerçevede olguları inkâra çabalarken elinde olmadan büyük bir açık verdiğini de şu sözlerle anlatıyor: “Bütün bu iddialar kaşsında Milli Savunma Bakanlığı kendini savunmaya geçince büyük bir gaf yaptı. Bakanlığın tezi şu: ‘Ben yasak kimyasal silah kullanmıyorum. Çünkü envanterimde yok’ diyor. Fakat aynı Milli Savunma Bakanı Akar, Garê'de büyük bir fiyaskoyla sonuçlanan, PKK'nin elindeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti görevlilerini güya kurtarmak üzere giriştiği harekât sonrasında TBMM’de yaptığı bilgilendirme sırasında ağır eleştirilerle karşılaşınca Kimyasal Silah Sözleşmesi’ne aykırı madde itiraf etti. Akar rehinelerin kendileri yüzünden ölmediğinin kanıtlanmak için tutanaklarda yer aldığı şekilde “[...] el bombası ve hafif silahlara karşılık olarak mağara girişinde sadece ve sadece göz yaşartıcı gaz kullanılmıştır; bunun dışında herhangi bir şekilde herhangi bir silah, mühimmat kullanılması asla söz konusu değildir." dedi. Bu, Akar’ın düşünmeden konuşurken ağzından kaçırdığı, esasta yasayı hiçbir zaman takmadığı, kimyasal silahların yasaklayan sözleşmeye aslında hiçbir zaman uymadığının itirafıydı.”

GÖZ YAŞARTICI DA BULUNAMAZ

HDP Onursal Başkanı Kürkçü, neden Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde bu envanterin olamayacağını da şöyle ifade ediyor: “Türkiye'nin imzacısı olduğu Kimyasal Silahları Yasaklayan uluslararası sözleşmenin birinci maddesinin beşinci fıkrasında “Taraf Devletlerden her biri toplumsal olayları denetim altında tutmakta kullanılan gereçleri bir savaş yöntemi olarak kullanmamayı taahhüt eder” deniyor. Bu sözleşme 1994’te Tansu Çiller’in Başbakanlığı döneminde TBMM onayından geçmiş 1996’da Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığında yenilenmiş.

Orada deniyor: “Toplumsal olayları denetim altına almak için kullanılan gereçler askeri maksatlarla kullanılamaz, yasaktır.” Uluslararası antlaşma hükümleri iç mevzuatın da üzerindedir. Dolayısıyla Milli Savunma Bakanlığı'nın envanterinde göz yaşartıcı gaz bulunamaz bir, ikincisi bunu kullanamaz. Çünkü Milli Savunma Bakanlığı esasen iç güvenlikten sorumlu bir bakanlık değil, göz yaşartıcı gazı toplumsal olaylar için envanterinde bulunduruyor olması söz konusu olamaz. Olsa da askeri mücadelede kullanılamaz. Bu hüküm yasa değerinde. Dahası, Garê operasyonunda bu göz yaşartıcı gazı askeri maksatlarla, kapalı bir mekânda öylesine kullanmış olmalılar ki, “el bombası ve hafif silahlara karşı” sadece göz yaşartıcı gazla -eğer dedikleri doğruysa başka hiçbir silah kullanmamışlarsa- o mağaralardaki herkes göz yaşartıcı gazla öldürülmüştür. Bunun başka bir açıklaması da yok.

Sonuçta Hulusi Akar dünyanın ve Türkiye'nin gözü önünde “şecaat arz ederken” yani kendiyle övünürken “sirkatin” söyledi: Yani kendi suçunu anlatmış oldu. Kimyasal silah sözleşmesinin birinci maddesinin beşinci fıkrasına göre yasak silahı kullandı. Bundan ötürü de artık bir karine var. Bu açıklamaya göre, biz dediğimiz için değil Hulusi Akar dediği için, onun açıklamasına göre, Türk Silahlı Kuvvetleri yasak kimyasal silahları bulunduruyor ve kullanıyor. Çünkü Hulusi Akar dedi. Ondan daha güvenilir bir tanık olabilir mi? Milli Savunma Bakanı, eski Genelkurmay Başkanı. Tanığımız odur. Hulusi Akar itirafıyla bütün ortaya koymuştur.

Buradan hareketle şu sonuca varabiliriz: Sınır ötesi operasyonlarda “kimyasal silah kullanıldığını, envanterde yasak silahlar bulunduğunu söyleyenler” doğru söylüyor olabilirler. Peşin olarak yalan söylüyor kabul edilemezler. Çünkü Milli Savunma Bakanı kendisi yasak silah kullandıklarını farkında olmadan itiraf etmişti. Şimdi o kendisini suçluyor.”

TARTIŞMA BAŞKA BİR BOYUT KAZANDI

Bu meselenin artık yeni bir boyut kazandığını belirten Kürkçü: “Tartışmanın kazandığı yeni boyut şudur: Burada kimyasal silah kullanmakla ilgili bir vaka olduğu şüpheden de öte bir kabul olarak ortaya çıktı. Bu yüzden hem resmi TBMM araştırması, Devlet Denetleme Kurulu'nun yapacağı herhangi bir soruşturma ya da diğer soruşturma mekanizmaları ve yargının resen el koyabileceği soruşturma süreçleri olmalı. Bunların hepsinin önünü açacak bir karine oluşmuş durumda. Olur mu? Elbette tek adam rejiminde uzak bir ihtimal. Ama olay orada duruyor. İnsanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarında zaman aşımı yok.

Üçüncü mesele de şudur: Bireyler Kimyasal Silahlar Yasaklama Örgütüne başvuruda bulunamıyor. Bu devletlerarası bir müessese ve bireysel başvuruya kapalı. Ancak tek makam Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü değil. Cenevre Sözleşmeleri'ne göre de kimyasal silah kullanımı yasaktır. Bu kimyasal silah tanımı Cenevre Sözleşmeleri açısından da geçerlidir ve dolayısıyla Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği de burada söz hakkı sahibi ya da karar mercii olarak ortaya çıkabilir

Birleşmiş Milletler'in bir işlem başlatması için bir devletten talep gelmesi gerekmiyor. İnsan Hakları Konseyin’de ve genel olarak Birleşmiş Milletler örgütünde danışman sıfatıyla sivil toplum kuruluşları ya da başka türden devlet dışı kurumlar yer alabiliyor. Dolayısıyla bunlar üzerinden yol alınabilir. Nitekim Cizre, Sur ve Şırnak'taki bodrum yangınları dolayısıyla Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği peş peşe son derece eleştirel raporlar hazırlamıştı. Bunlar için herhangi bir devlet başvurmuş değildi. Dolayısıyla bu kapı açık. Kapıdan içeriye girildiğinde kaçınılmaz olarak diğer kimyasal silah kullanımı iddiaları da ortaya çıkacaktır. O nedenle burada bir uluslararası soruşturma kulbu oluştu” şeklinde konuşuyor.

MUHALEFETİN TESTİ OLACAK

Muhalefete de burada kendisini iktidardan ayırmak için önemli bir sınav çıktığını vurgulayan Ertuğrul Kürkçü son olarak şunları anlatıyor: “Bu iddialar ciddidir çünkü sadece çatışan tarafların birinden gelmiyor. Üçüncü taraflardan da bu konuda iddialar, suçlamalar, eleştiriler bugüne kadar geldi. Bunlar tasnif edildiğinde ‘çatışan güçler karşılarındakini kötülüyorlar” basitliğinde bir tartışmayla karşı karşıya olunmadığı görülür. Türkiye'de yasaların, anayasanın, uluslararası anlaşmaların mı yoksa keyfi şiddetin mi egemen olduğunu tartışmaya değer bulan herkesin söz söyleyebileceği bir yeni alan açıldığını görebiliriz.

Ben burada da muhalefetin, yani Türkiye'nin yönetimini bu militaristi, ırkçı ve mezhepçi çeteden devralmaya hazırlananların, kendilerini onlardan ayıracak ne gibi yaklaşımları olduğunu da görmek isterim doğrusu. Bu aslında o açıdan muhalefet için de bir sınavdır. Şimdi “vatanın birliği bütünlüğü, ordunun şerefi” gibi konular gündeme getirilerek bu eleştiriler bastırılmaya, üzerinden atlanmaya çalışılıyor. Ama aslında bir ordunun şerefi ancak uluslararası yasalara bağlılıkla, kabul edilmiş savaş hukuku esaslarına uyumla ve elbette hepsinden önemlisi barışı koruma görevine sadakatle kaim olacağına göre, rejimin savaş hukuku ihlallerinin üzerine gitmek herkesten önce iktidara talip olanlara düşer. Bu, Kürt sorununda çatışmanın mı çözümün mü esas alındığının da göstergesidir...”