Güney'de halk karar süreçlerine katılmak istiyor

Güney Kürdistan’da halk ayakta. Henüz bu ayağa kalkışın yönü nereye kayacağı bilinmese de, şimdiden ciddiye alınması gerekli olan bir kalkış olduğu, olup bitenlerden görülmektedir.

Güney Kürdistan mücadele deneyimi belki de en geniş olan Kürdistan parçasıdır. Silahlı mücadele başta olmak üzere mücadelenin her türlüsüne en aktif bir şekilde hem de en kısa zamanda yürütme açısından en çok tecrübeye sahip olan da parçadır.

Kürdistan’ın diğer parçalarında da hiç şüphe yok ki, büyük bir mücadele ve direniş kültürü vardı. halen de vardır. Ancak bu mücadele ve direniş kültürü kimi zaman ezilerek susturulabilmiştir. Kimi zaman yıllarca orada neredeyse tek ses çıkmamıştır. Sömürgecilerin yoğun baskıları, soykırıma varan uygulamaları o parçalardaki Kürtleri sindirebilmişti. Ancak Güney Kürdistan hiç bir zaman böyle olmamıştır. Neredeyse kesintisiz bir direnişe hep tanıklık etmiştir. Bundandır ki, Güney Kürdistan’da yaşayan halkımız son derece politiktir.   Burada yaşayan her kişinin, ailenin bir şekilde sergilenmiş olan direniş ile bir bağı vardır. Şehidi vardır, acısı vardır. Evleri yakılıp yıkılmıştır. Ve bu yakılıp yıkılma bir kereye ya da bir kaç kereye mahsus değildir. Dünya kamuoyunda Halepçe bilinir. Enfal’de az çok bilinir. Ancak 1977 yılı başta olmak üzere 1987 yılında binlerce köyün yakılıp yıkıldığı, milyonlarcasının sürüldüğü, binlercesinin ise katledildiği çok bilinmez. Yine Güney Kürdistan’ın birçok kasabasının esasta Saddam tarafından oluşturulan mucemmatlardan yani stratejik ve merkezi köylerden oluşturulduğu da bilinmez. Köyleri hem yakılmış hem de bir daha oralarda yaşamamaları için arazileri zehirlenmiştir. Ancak buna rağmen oralarda kalanlara karşı orman kanunları uygulanarak, görüldükleri yerlerde katledilmiştiler.

Evet, böyle acısı bol olan Güney Kürdistan, burada nedenine ve nasılına girmeden 1992 yılında bir Federe haline geldi. Federe hükümeti kuruldu ve 2003 yılından sonra ise daha etkili bir pozisyona geçerek, bir “devletin” tüm imkanlarına hatta daha fazlasına kavuştu. Ve DAİŞ’in Irak’ta varlık bulmasıyla bu durum daha ileriye taşındı.

Açıkça belirtelim ki bunca acı yaşamış olan bir toplumun daha iyi ve kaliteli bir yaşama hakkı sonuna kadar vardır. Hem de Kürdistan’ın zenginlikleri göz önüne getirildiğinde belki de bölgemizin en ileri refah düzeyini tutarak yaşayabilme hakkını...

Peki, olan bu mu? Yoksa tersi mi?

Hemen belirtelim ki, halka dayanmayan, dar bir aile çevresi etrafında dönen elit siyaset, halkı siyasette, yani karar süreçlerinde dışlamıştır.  Karar süreçlerine katılmamak demek özü itibariyle halkın kendisini yönetebileceği demokrasinin olmadığı anlamına geldiği gibi, anti demokratik ve otoriter yapıların hakim  olduğu anlamına da gelmektedir. Biliyoruz ki, belli aralıklarla yürütülen seçimler bile bir müddettir rafa kaldırılmış, zoraki bir şekilde iktidarda kalmalar yaşanmaktadır.

Siyaseti dar bir ailenin çıkarına koşturanların, tekelleştirecekleri saha ekonomi olacaktır. Ve nitekim Güney Kürdistan’ın neredeyse tüm değerlerine el konulmuştur. Çalınmıştır. Gasp edilmiştir. Paralarına para katmışlar, mallarına mal katarak Kürdistan’ın tüm zenginlikleri bir kaç ailenin olmuştur. Halbuki daha dün aynı cephede yan yana savaşanlar, heybelerinde umut ve yoldaşlıkları ve savaşçılıkları dışında bir şeyi olmayanlar, birden bir ayrışmış hatta ayrı cephelerde ayrı kutuplara bölünmüşlerdir. Kimileri milyoner ve milyarder, kimileri ise maaşız ve mülksüz olmuşlardır.

Ekonomik değerlere el konulduğu yerlerde ise yapılan her zaman yolsuzluklar, rüşvetçilik, kayırmacılık derken ahlaki olarak dibe vurma olacaktır. Ve bu dibe vurma zincirleme yaşamın tüm sahalarına ise zamanla yayılacaktır.

Ve olan da budur.

Dikkat edersek Güney Kürdistan’ın tümü boydan boya rahatsızdır. Güney Kürdistan’da olumlu söz söyleyecek tek tük kişiler dışında insan bulunmaz. Onlar da dile getirilen çevrelere ya yakın olanlardır ya da o çevrelerin baskılarından çekinenlerdir. Çiftçisi, işçisi, şoförü, çobanı, memuru, öğretmeni, peşmergesi, doktoru derken kadını, genci tümü bir avuç kişi ve aileye mahkum olmaya karşı rahatsızdır. Rahatsızdır çünkü her biri bir şekilde bu mücadelede bedel ödemiştir. Ve kimisinin kahramanlıkları dillere destan iken, boyunları kalın olanların bazıları üstelik geçmişte cahşlık bile yapmışlardır. Dün sömürgecilerin yanında yurtseverlere karşı duranların kimisi bugün bir yerin ya zengini ya da komutanı olarak yurtseverlerin karşısında duruyorlar. Ve bu da ayrı bir yaradır.

Uzatmadan belirtelim, Güney Kürdistan insanı çok mu ama çok rahatsızdır. Ve bu rahatsızlığını çok erkenden dışa vurması gerekirken bu şekilde geç açığa vurması, iktidar güçlerine tanıdığı tolerans ve de onlara tanıdığı şanstı. Bu kadar beklemesinin nedeni budur.

Öyle görülüyor ki, 16 Ekim 2017 günü Güney’in Onuru olan Kerkük başta olmak üzere toprağının yüzde ellisinin sömürgecilere peşkeş çekilmesi bardağı taşıran son damla olmuştur.

Ve şimdi verilen bir Onur mücadelesidir.

Ve şimdi verilen tüm haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı direniştir.

Ve şimdi verilen hırsızlıklara, çapulculuklara karşı dur ve yeter ikazıdır.

Ve şimdi verilen otoriter, tekçi, aileci siyasetlere karşı halkın, siyasete müdahale etmesidir.

Ve şimdi verilen ekonomik değerlerin adaletli bir şekilde tüm halkla ortakça paylaştırılması kavgasıdır.

Ve şimdi verilen onuru çiğnenmiş ve ahlaki değerleri ayaklar altına alınmış bir halkın, yeniden onurunu eline alarak hak ettiği değerlere kavuşmasıdır.

Son derece haklı ve meşru olan böylesine bir direnişin sonuç alabilmesi için elbette sadece sokaklarda kalmasıyla olmayacaktır. Direnişi şehirlere başta olmak üzere tüm Kürdistan’a yayarak, halkın tümünü katmakla mümkündür. Ve bunu yaparken de elbette demokratik ve meşru olan sınırlar içerisinde kalarak, sömürgecilere yine tekçi ve iktidarcı aileci yapılara saldırma zemini sunmamakla mümkündür.

Evet, sorun sadece yakıp yıkma olmamalıdır. Esas olan, sorunlara çözüm üretmektir. Karar mercilerine katılacak bir yapının ortaya çıkartılması olmalıdır. Bunun da olabilmesi için Güney Kürdistan’da en geniş katılımlı demokratik bir cephenin örülmesiyle mümkündür. Düşünceler hatta yaklaşım farklılıkları da olsa, ortak paydalarda buluşarak, halkı siyasetin ve karar mercilerinin dışında tutan siyasetlere karşı ortaklaşarak mücadeleyi daha örgütlü ve sistemli kılmakla mümkündür.

Demokrasi karar süreçlerine katılmadır. Ancak bunun da olabilmesi için köklü ve ciddi bir mücadeleyi gerektirir. Sorunları masaya yatırırken çözüm önerilerini de geliştirmek bu bağlamda son derece önemlidir. Ülkemizin hassas konumu da dikkate alınarak her türlü provokasyona karşı da duyarlı olmak kadar, sömürgecilerin oyunlarına da dikkat etmek son derece önemli olacaktır.

Evet, Güney Kürdistan’da sorunların eski yaklaşımlarla çözülemeyeceği açıktır. Var olan sorunların aşılması ve çözülmesi için: Başta siyasi, ekonomik, toplumsal sorunları çözecek ve dış güçlerle halkımızın çıkarı temelinde ilişkiler yürütecek demokratik bir hükümetin tüm demokratik kurumlar ve siyasi partilerin katılımıyla mümkündür. Bunu yaparken de her zamankinden daha fazla tüm halkımızın ulusal birliğini de gözeterek bir an evvel Ulusal Birlik Kongresi ya da Konferansıyla güçlü bir birlik yaratarak, her türlü tehlikeyi bertaraf etmek mümkün olacaktır.