Güney Kürdistan’da olup-bitenler ve olasılıklar

Güney Kürdistan’da ortaya çıkan halk eylemlerini bütünlüklü okumak, tarihsel ve toplumsal neden ve sonuçları ile ele almak gerekiyor.

Güney Kürdistan’da halk günlerdir sokaklarda. Halk eylemleri daha çok Süleymaniye ve çevresinde yoğunlaşıyor. Bu dikkat çekici. Çünkü Süleymaniye, Ranya gibi yerleşim yerleri genel olarak Celal Talabani’nin yaşamının son günlerine kadar liderlik ettiği YNK ile özdeş. Tabii YNK’den ayrılan Goran hareketinin ve islami hareketlerin de bu bölgedeki etkinliğini de gözardı edemeyiz. Halk eylemlerinde YNK, KDP, Goran ve İslami hareketlerin temsilciliklerinin ateşe verildiği görülüyor. Yani halk tepkisinde güneydeki siyasi yapılanmaların bütünü payını alıyor. Ama KDP’nin hakim olduğu varsayılan Hewler, Duhok ve Zaxo kentleri ve çevresinde halkın sokağa çıkması diğer bölgelerdeki gibi yaygın değil. Eylemlerde Güney halkı, ekonomik ve siyasi krizin kendisine yansıyan yanlarına isyan ediyor. Elektrik kesintileri, maaşların ödenmemesi vb gibi sorunlar başat görünüyor. Ama halk eylemlerinin öncülük ve sistemli olmadığı da görülüyor. Yine temel bir nokta olarak “asayiş” gücü olarak tanımlanan askeri-polis gücünün halka saldırması, halktan insanların katledilmesi de dikkat çekici. Peki bu son gelişmeler neyin işareti? Bunun toplumsal ve siyasal nedenleri neler? Bu gelişmeler neyin işareti? Güney Kürdistan ve bölge açısından ortaya çıkabilecek sonuçlar neye yol açabilir? Şimdi tam da bu soruları sormanın ve doğru yanıtlar üzerinden yeni bir siyasi tarzın ortaya çıkartılması gerekiyor.

Güney’deki son halk eylemlerini tetikleyen süreç 25 Eylül 2017’de KDP’nin başını çektiği referandum olsa da, mevcut durumun daha yapısal nedenleri var. Önce bu nedenleri irdelemekte fayda var. Birincisi, Güney Kürdistan’daki egemen siyasi yapının karakteri. Dünyanın çift kutuplu olduğu bir dönemde kendisini var eden Kürdistan Demokrat Parti, Molla Mustafa Barzani’nin kişiliği ile karakterini oluşturdu. YNK, Goran vb örgütlenmeler de KDP’nin şekillendiği siyaset üzerinden kendisini var etti. Bu siyasetlerin temel karakteri dışa bağımlı, parçayı esas alan, lokal özellikte, dar aşiret ya da toplumsal katmanların bir bölümü ile örgütlendi. Kürdistani olması bir yana “aile, aşiret” ve dar anlamda yerel ilişkilerin bölgesel güçlere dayalı olarak kendisini var ettiği bu siyaset dönemsel devlet ilişkilerinin bağımlısı olarak kendisini sürdürmek istedi. KDP siyaseti bölgesel alanda Türkiye’ye sırtını dayıyor. Küresel ölçekte İngiltere-ABD ve İsrail’in  belirgin etkisi var. YNK ve YNK ekolünden gelen Goran gibi hareketler ise İran’a sırtını dayıyor. Küresel ölçekte de İngiltere, AB devletleri ve tabii ki ABD’de de kendisine ilişki arayan tarzda. Tarih boyunca KDP ve YNK’nin bu tarz-ı siyaseti değişmedi. Halk tabanına dayalı bir örgütlenme yerine parayla parti örgütlenmesini sağlayan, siyasal iktidarına halkı ekonomik olarak bağlayan bu tarz, üretim ve toplumsallık üzerinden kendisini var etmiyor.

Güney Kürdistan’ın tarım ekonomisi, endüstri ya da temel üretim alanları yerine orta ölçekli ticaret ile bir ekonomik yapılanma ile Irak’a müdahaleden sonra oluşan koşulları değerlendirmeye çalıştı. Irak devletinin “Federe Kürdistan”ı tanıması ile görece “istikrar” kazanan Güney siyaseti KDP ve YNK’nin izlediği dar siyaset ile şimdi yapısal olarak tehlikeye girmiş durumda. Yani ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrasında Güney Kürdistan’da ortaya çıkan siyasi durumu sürekliymiş gibi okuyan bu siyasi yapılanmalar dışarıdan gelen ekonomik yardımları, petrol ve doğalgaz kaynaklarını toplumsal üretime dayalı bir sistem kurma yerine Türk devletinin yönlendirmesi ile inşaat, ticaret ve günübirlik yatırımlarla sürdürmek istedi. Ekonomik gelir dar parti eliti içinde paylaşıldı. Şeffaf bir ekonomik politika yerine aile ve “particilik” çıkarları esas alındı. Düşünün ki KDP’nin önemli isimleri dünyanın en zenginleri listesinde yer alıyor. Onlarca TV kanalı, onlarca şirket, otel sahipliği, banka patronluğu KDP’nin elinde. Bu KDP’liler de Türk devletinin Kürt düşmanlığı yapan siyasileri ile hem ticari hem de siyasi olarak ortaklar. Barzani ailesinin kritik zamanlarda Türk hükümetleri ile ortak tutum almalarına onlarca örnek sayılabilir. YNK tarafında da çok farklı bir durum yok. Süleymaniye ve çevresinde göze çarpan yapı ve şirketleri sorsanız altından Talabaniler ya da siyasi elitler çıkıyor. Bu Güney siyasetinin karakterinden biri. Yine İran ile ilişkiler de aynı. Bu siyaset tarzının bugün geldiği sonuç ortada.

İkincisi Güney Kürdistan’da sivil toplum örgütlenmesi yanlış bir zeminde örgütlenmiş durumda. İktidarı eleştiren pozisyonda olması gereken sivil toplum örgütleri partilere bağlı olarak örgütlenmiş. Sendikalar da benzer durumda. Hal böyle olunca toplum adına bu parti siyasetlerini ve iktidarı sorgulayan, eleştiren ve alternatifler geliştiren bir “akıl” oluşmuyor. Toplum siyaset dışına itiliyor. Sadece yapılan ekonomik yardımlar ile toplumun siyasette özne olmasının önüne geçiliyor.

Üçüncüsü, “ulusal güvenlik” üzerinden askeri, asayiş ve istihbarat örgütlenmesi yerine partileri merkeze alan bir örgütlenme var. Peşmergeler, istihbarat örgütleri ve asayişler federe hükümete bağlı gibi görünse de KDP, YNK ve Goran’a yakınlık-uzaklık üzerine. Böyle olunca da tehlikenin nerden geleceğini görmek yerine tehlikeye açık alan özelliği kazanıyor. KDP istihbarata Türk devleti ile YNK istihbaratı da İran ile ortaklaşmayı seçiyor. Böyle olunca da toplumsal eylem ve gelişmelere yön vermede Güney Kürdistan’ın toplumu ve onun öncüleri yerine “dış güçler” devreye giriyor. Hangi devlet ne yapmak istiyorsa da siyaset ve ekonomik sorunlar da onlara göre şekil alıyor. Son toplumsal eylemlerin özü iktidar ve ekonomik politikalara karşı gibi görünse de tam olarak tanımlanamıyor.

Dördüncüsü ise Güney Kürdistan siyasetinde 3. Kuşak olarak tanımlanabilecek bir Kürt siyaset elitinin karakteri ile ilgilidir. Birinci kuşak olarak 1. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan durumda din-aşiret ve dönemin küresel siyasetinin etkisi ile şekillenen bir “ulusal” siyaset temsili ortaya çıktı. Güney Kürdistan için Molla Mustafa Barzani’nin kişiliğinde bu somutlandı. Bu siyaset ulus-devlet siyasetinin Kürdistan’a, özellikle de Güney Kürdistan’a uyarlanmış haliydi. Biraz reel sosyalizmin Arap ulus-devletlerine uyarlanmıy özelliklleri ile kendini dışa vurdu. Zaten KDP ve sonrasında YNK ve Goran gibi örgütlenmelerin özelliklerine baktığınızda sovyet ve BAAS partilerinin örgütlenmesini görürsünüz. Bu da sınıf partisi görünümünde olan ama feodal aile-aşiret bağları ile örgütlenmiş bu yapılar kendilerini liberal siyasete açık hale getirince iyice bir açmaza girdiler. Özellikle 1990’lardan sonra ise Mesut Barzani ve Celal Talabani ile özdeşleşen Güney Kürdistan siyasetinde liberal ekonominin özelliklerine göre dar ulus-devlet örgütlenmelerini merkeze alan KDP ve YNK siyaseti programsal bir değişim yaşamadan, ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrası ortaya çıkan durumu klasik örgütlenmeleri ile sürdürdü. PKK’nin öncülük ettiği siyasete Güney Kürdistan’ı kapatmak isteyen sömürgeci TC, Irak v İran gibi devletler ile küresel güçler Barzani ve Talabani’yi Kürt siyasetinin aktörleri olarak sunmak istediler. Barzani, Talabani ve Noşirvan Mustafa gibi isimler yaşam deneyimleri, yaşadıkları süreçlerin de etkisi ile Kürdistani özelliklerini öne çıkarıp ulus-devlet siyasetinin “milliyetçi” zemini üzerinden bir siyaset tarzı ortaya çıkardılar. Ama 25 Eylül’deki başarısız “referandum siyaseti” Kerkük’ün kaybı ile Mesut Barzani siyasetteki etkisini yitirdi. Celal Talabani ve Noşirvan Mustafa’nın yaşamlarını yitirmesi ardından Güney Kürdistan’da yeni genç bir Kürt siyaset eliti kendisini gösterdi. KDP’de Neçirvan Barzani, Mensur Barzani, YNK’de Kubat Talabani, Goran’da başka isimler ortaya çıktı. YNK’deki Kusret Resul ya da Behram Salih gibi isimleri başka arayışlar içine girse de siyaset hala KDP, YNK ve Goran üzerinden kendisini gösteriyor. KDP ve YNK’deki bu yeni “genç siyaset eliti” tarihsel ve toplumsal bilinçten kopuk, Kürdistani olmayı şekilsel ele alan, ekonomik ve ticari olduğu kadar diplomatik olarak da İran, Türkiye gibi sömürgeci devletlere daha çok bağlı, küresel olarak da İngiltere, ABD ve İsrail’e teslim olma temelinde bir ilişki ve karektere sahip. İslami örgütler ise yine İran ve Suudi Arabistan’dan etkileniyor. Böyle olunca da verili bir durumda Güney Kürdistan’da yeni bir siyasi harekete büyük bir ihtiyaç ortaya çıkıyor.

Güney Kürdistan’daki analizimizi biraz daha boyutlandırırsak Güney’deki Kürt siyasetinde temel olarak iki çizginin olduğundan sözedebiliriz. Birincisi yukarıda özelliklerini saydığımız KDP, YNK ve Goran ile temellenen ulus-devlet merkezli, liberal ekonominin yozlaştırıcı ticaret sınıfına dayalı, toplumdan kopuk siyaset. İkinci siyaset ise PKK’nin temellendirdiği ve öncülük ettiği siyaset. KCK’nin bütün Kürdistan’da temelini oluşturmaya çalıştığı yoksul halk tabanına daya konfederal örgütlenme. Yakın geçmişte PÇDK ve sonrasında Tevgera Azadi ismi ile geliştirmek istediği siyaseti bu kulvarda değerlendirebiliriz. Şimdi  Güney Kürdistan’da kök salmaya çalışan bu siyasetin toplum üzerindeki etkisi kendisini orta vadede gösterebilir. Çünkü yukarıda sözünü ettiğimik KDP, YNK ve Goran siyasetinin askeri, toplumsal, diplomatik ve ekonomik olarak Güney Kürdistan halkına ve Kürdistan’ın geneline kaybettirdiği, kaybettireceği artık çok açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu örgütlerin toplumsal tabana dayanmayan, özgücünü esas almayan ve dar ulus-devlet siyasetinin milliyetçiliği ile Kürdistan’a ve Kürt halkına kaybettirdiği giderek daha da netleşiyor. Bu siyasi yapılar kendisini temelden dönüşüme uğratmak yerine daha da darlaşıp ulustan aşirete, aşiretten aileye, aileden de bazı bireylere indirgediği siyasetin yaratacağı tehlikeye karşı büyük bir körleşme yaşadıkları görülüyor.

Sonuç olarak son günlerde Güney Kürdistan’da ortaya çıkan halk eylemlerini bütülüklü okumak, tarihsel ve toplumsal neden ve sonuçları ile ele almak gerekiyor. İran ve Türkiye’nin Irak ile birlikte Kürdistani kazanımları yok etmek için planlar yaptığını, bu planların da Güney’deki siyasi elitlerin yanlışlıkları üzerine ivme kazandığını söylemekte fayda var. Yine Güney Kürdistan’daki güvenilir yerel kaynakların aktardığı Süleymaniye ve çevresine Türk devletinin İran üzerinden silahlar getirdiği, Türk MİT’inin bu alanlarda çalışmalar yaptığını söylemesi de gerçekten ilginç.  Bütün bu gelişmeleri Kürdistani bir bakış açısı ile demokratik ve özgürlükçü bir zemin üzerinden toplumsal olarak ele almak, buna göre demokratik ulus birliği, ulusal kongre ve birlik çözümü ile masaya yatırmanın zamanı olarak okumak gerekiyor. Yoksa, halk eylemleri Güney Kürdistan’ın demokratikleşmesi yerine, İran, Irak ve Türkiye gibi devletlerin müdahale alanı haline gelebilir...