Başlatılan savaşın enerji yolu planıyla bağlantılı olduğuna ve uluslararası hegemon güçlerin de planın başarısı için fırsat kolladığına dikkat çeken Kalkan, “Yol açılacak, önündeki engelleri temizleyecek eğer başarırsa. Yol planı mücadeleyle engellenmezse, sabote etmeler başarılı olmazsa, o zaman yol planı başarılı olacak. İsrail'den başlamak üzere Lübnan, Suriye hatta Irak, buna göre dizayn edilecek, düzenlenecek. Güvenliği sağlanacak yolun. Bu çerçevede de bölünecekler ya da bu yola hizmet eder hale getirilecekler. Arkasından sıra Kıbrıs'a ve Türkiye'ye gelecek” diye konuştu.
Gazze’de başlatılan savaşın 30 yılı aşkın süredir devam eden Ortadoğu merkezli Üçüncü Dünya savaşının bir parçası olduğunu da kaydeden Duran Kalkan, İsrail-Filistin sorununu çözecek projenin demokratik konfederalizm sistemi olduğunu vurguladı.
Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programa katılan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kurdistan, Türkiye ve Ortadoğu gündemini değerlendirdi.
Kalkan’ın değerlendirmelerinin tamamı şöyle:
"Ben öncelikle tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo'yu saygıyla selamlıyorum. Sürekli tartışıyoruz İmralı’daki tecridi, tartışmamız da gerekli. Disiplin cezası diyorlar; böyle bir şeyin olmadığı, olmayacağı açık. Bunu hep değerlendirdik. Fakat herkes anlamalı.
Buna dayanarak iki şey yapıyorlar. Bir; görüşmeleri engelliyorlar, aile ve avukat görüşmesini engelliyorlar. İkincisi ise; artık 25’inci yıldır. Yani Önder Apo'nun yeniden yargılanması gerekiyor. Hukuki olarak fiziki özgürlüğüne kavuşması gerekiyor. Dikkat edilirse disiplin cezasını sadece Önder Apo'ya vermiyorlar, çok sayıda tutukluya veriyorlar. Ufak şeyleri bahane yapıyorlar. Veriyorlar ve 30 yıl yatıyor. 31-32 yıldır hala sürüyor. Çünkü infaz yakma deniliyor, öyle kullanıyorlar. Bunun bir hukuki geçerliliği yok. Bir defa gerçekle bir alakası yok. Diğer yandan bunu tanımamak lazım. İmralı'da ne hukuku var ki?
Önder Apo Kürt iradesi olarak, Kürt olarak Kürt halkının haklarını savunduğu için 25 yıldır İmralı'da tutuluyor. Şimdi bu ceza verilen yasalar nelerdir? 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinin anayasasıdır, yasalardır. Bu yasalar Kürt’ü tanımıyor, Kürt varlığını, kimliğini tanımıyor. Yani aslında bir ceza veremez. Oradaki gerekçesine göre ceza veremez. Dolayısıyla aslında hukuki olarak tanımamak lazım. Bunu dış kamuoyunun da daha iyi anlaması gerekli. Daha etkili hukuki mücadeleler bu çerçevede yürütmek lazım.
BİR KÜRESEL DEMOKRASİ HAREKETİ BAŞLADI DİYEBİLİRİZ
Önemli bir diğer konu da, 10 Ekim'de başlayan “Önder Apo'ya özgürlük, Kürt sorununa çözüm” kampanyası. Bir-iki gün sonra ise üçüncü haftası dolacak. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü temelinde gerçekten de küresel düzeyde bir özgürlük kampanyası sürüyor. Bu oldukça önemli, anlamlı. Bunu dostlar başlattı. Kürt halkı kadınları, gençleri sahiplendi. İşte üç haftadır her gün yeni katılımlar oluyor. Hem de birkaç yerde birden. Yayılıyor, katılımcılar çoğalıyor. Eylem kampanyası büyüyor, çeşitleniyor, zenginleşiyor. Eylemler basın açıklamalarıyla, bazı yürüyüşlerle başladı. Şimdi çadır eylemleri var, mitingler var, daha geniş açıklamalar var, bireysel katılımlar var, Önder Apo'nun fikirlerinin tartışılması var. Hiçbir şey yapamayan eğitim yapıyor, kendini özgürleştiriyor.
Bu eylem kampanyası, aslında bir özgürlük kampanyası, özgürleşme kampanyası, kendini özgürleştirme kampanyası. Yani fikren ve davranış olarak özgürlük ölçülerine ulaşma, özgür kişiliğe, özgür yaşama ulaşma kampanyası. Herkes için bir özgürlük mücadelesi. Çünkü Önder Apo'yu sahiplenme, savunma herkesi ilgilendiriyor. Çünkü herkes biraz da kendi özgürlüğünü İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü için yürütülen mücadelede görüyor. Böyle bir kampanya var. Bir küresel özgürlük hareketi, küresel özgürlük mücadelesi ortaya çıktı. Adeta seferber olunuyor. Bir küresel demokrasi hareketi başladı diyebiliriz buna. Dünya demokratik konfederalizmi demişti Önder Apo. Temelleri atılıyor işte. Gerçekten de bir dünya özgürlük devrimi yaşanıyor. Kadın özgürlüğüne ve ekolojiye dayalı olarak demokratik sosyalizm devrimi yaşanıyor. Yani yeni fikirler, yeni yaşam özellikleri, davranışları ediniyor insanlar. Bu, bütün dünyaya yayılıyor, tüm toplumlara yayılıyor. Tüm kıtalarda her renkten, her cinsten, her kesimden insanlar bununla ilgili. Böylece bir köklü bir değişim ve dönüşüm var. Böyle bir devrimci mücadele hareketi, özgürlük mücadelesi hareketi, özgürleşme ve demokratikleşme hareketi küresel düzeyde gelişiyor ve Önder Apo etrafında gelişiyor. Neden? Çünkü günümüzün toplumsal özgürlük paradigmasını Önder Apo geliştirdi. Başta kadınlar olmak üzere bütün ezilenlerin özgürlüğünü, kurtuluşunu bu paradigma veriyor. Dolayısıyla tüm ezilenler için kurtuluş yolunu gösteren paradigma bu. Yani herkes için Önder Apo'nun düşünceleriyle içinde bulunduğumuz süreçte kapitalist modernite sistemine karşı her türlü faşist baskı, zulme karşı mücadele eder hale geliyor.
EN ÇOK KADINLAR MÜCADELENİN YÜKÜNÜ TAŞIYOR
Diğer yandan İmralı sistemi var. Tecrit, işkence ve soykırım sistemi ve buna karşı 25 yıldır Önder Apo'nun yürüttüğü tarihi bir mücadele var. Bu mücadele herkesi etkiliyor. İmralı sistemi uluslararası komployla ortaya çıktı. Uluslararası komplo, Kürt soykırım zihniyet ve siyasetinin son planlı, örgütlü saldırısıydı. Bu kapitalist modernite sistemi de küresel hegemonik sistem, Kürt soykırımı üzerinde kuruldu. Soykırımcı zihniyet ve siyasete dayalı olarak kuruldu. Dolayısıyla İmralı, soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı yürütülen mücadelenin merkezi durumunda. Önder Apo böyle bir mücadelenin önderidir. Fikri önderi, İmralı direnişiyle fiili önderidir. Dolayısıyla Önder Apo etrafında gelişmesi anlamlı, önemli.
Diğer yandan Kürt toplumu buna öncülük ediyor, kadınlar öncülük ediyor. Bunlar da önemli. Çünkü Kürtler, bu küresel hegemonik sistemin, kapitalist modernite sisteminin ya da iktidar ve devlet sisteminin yok saydığı, yok etmek istediği, üzerinde soykırım uyguladığı bir halk. Kadınlar da bu sistemin zihniyeti ve siyaseti tarafından zaten yok edildiler. Kadınların, Kürtlerin durumu bu anlamda yakındır, benzerdir. Sistemin en çok ezdiği, katlettiği, soykırım uyguladığı, yok etmek istediği kesimler. Dolayısıyla sistemden en çok zarar görüyorlar. Bu sisteme karşı da en önce bilinç ediniyorlar. Örgütleniyor, en çok mücadele ediyorlar. Mücadelenin yükünü taşıyorlar, mücadeleye öncülük ediyorlar. Anlaşılır bir durumdur. Yani ağır da gelse, zor da olsa anlamlıdır, onurludur. Buna sahip çıkmak gerekli.
FIRSATLAR DOĞRU DEĞERLENDİRİLMELİ
20 günlük bir süreçtir, her gün bir hareketlilik var. Bir yeni başlangıç oldu. Küresel düzeyde böyle bir eylem kampanyası oldu, gittikçe yayılıyor. Yayılacak, büyüyecek, bu sonuç verecek. Bunu böyle ele almak, görmek lazım. Bunun için de herkes sorumluluk duymalı. İmkanlar, fırsatlar doğru değerlendirilmeli. Eylem biçimleri, yol yöntemlerinde sonuna kadar zenginlik geliştirilmeli. Bunların hepsi mutlaka olmalı. Kürt halkı, kadınları, gençleri buna sahip çıkıyor zaten. Dört parça Kurdistan, yurtdışındaki Kürtler tam bir seferberlik halinde. Küresel düzeyde de aslında adeta seferberlik yayılıyor.
Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü, Kürt sorununun çözümüdür, Kürt halkının özgür yaşama ve demokrasiye ulaşmasıdır diyorduk. Şimdi küresel düzeydeki özgürlük kampanyası şunu gösterdi aslında. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü, yani bütün ezilenlerin özgürleşmesinin önünün açılması, bütün kadınların, gençlerin, ezilen halkların, işçi ve emekçilerin kurtuluşunun önünün açılması oluyor. Demek ki birbirine bu kadar bağlı. Ezen sistem, küresel hegemonik sistem, ezilenlerin mücadelesi de bu kadar birbiriyle bağlı, etle tırnak gibi bir bütünlük arz ediyor, birbirini bu kadar etkiliyor.
Bu en somut bir biçimde 10 Ekim'de başlayan kampanyada ortaya çıktı. Arkadaşlarımız selamladılar. Ben de bu kampanyaya katılan herkesi parti yönetimimiz adına selamlıyorum. Başarılar diliyorum. Başarılı olacaklarına da inanıyorum.
ORTADOĞU’YA, ÖZELLİKLE TÜRKİYE’YE YAYILMASI ÖNEMLİ
Tabii burada Ortadoğu'ya yayılması daha önemli. Türkiye'ye yayılması özellikle önemli. En son 78 aydın bugün açıklama yaptı. Çok önemli, anlamlı bulduk. Barışa çağrı diye selamlıyoruz bu açıklamayı yapan aydınları. Biz saygıyla karşılıyoruz. Çabalarına büyük değer biçiyoruz. Hareket olarak, halk olarak bizden yana hiçbir engel yok. Fakat bu düşünceleri Türkiye toplumuna, yani kadınlarına, gençlerine, işçi ve emekçilerine tanıtılması gerekiyor. Bunun için büyük bir çabaya ihtiyaç var. Kürtleri ilgilendiriyor, bütün ezilenleri, kadınları, insanlığı ilgilendiriyor Önder Apo'nun durumu. Hem İmralı işkence, tecrit sistemi hem de ona karşı Önder Apo'nun yürüttüğü direniş... Dolayısıyla Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü herkesten çok Türkiye toplumunu ilgilendiriyor. Türkiye'nin demokratikleşmesi kesinlikle buraya bağlı. Kürt özgürlüğü kadar en az ondan daha fazla Türkiye'nin demokratikleşmesini getirecek bir durum. Yani İmralı, işkence, tecrit ve soykırım sisteminin yıkılması, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğüne kavuşması bu düzeyde önemli. Türkiye'de buna sahip çıkma, böyle bir zihniyet ve siyasetin Türkiye'de yayılması çok önem arz ediyor. Aydınlar bir çıkış yaptı. Önemli bir çıkış oldu. Cesur bir çıkıştır. Devam etmeli, yayılmalı. En zor durumda olanlar, bunu en fazla yapmalı.
FİLİSTİN VE YAHUDİ HALKININ ÇAREYİ ÖNDER APO’DA ARAMASI GEREKİYOR
İşte bugün savaş halindeler. Gazze kan gölü. İsrail-Hamas savaşı var. Filistin halkı, Yahudiler, bu savaş baronlarının çatışması altında katliamdan geçiyorlar. Yine onların da en fazla Önder Apo'ya sahip çıkması, Önder Apo'yu anlaması ve anlamaya çalışması, çareyi Önder Apo’da araması gerekiyor; çünkü bu kan gölünü durduracak çözümün zihniyet ve siyasetini, projelerini Önder Apo veriyor. Yani orada bulabilirler.
Demokratik modernite çözümü bunu ifade ediyor. Demokratik ulus, demokratik konfederalizm bunu ifade ediyor. O nedenle bu çatışma içerisinde bile daha çok sahip çıkmalılar. Bir de Önder Apo, fiili Filistin halkının direnişine çok büyük katkıları olan bir kişilik. Bütün Filistinli liderleri tanıdı, tanıştı, görüştü. Filistin halkıyla uzun süre dayanışma halinde, ortak mücadele halinde oldu. Diğer yandan Yahudi demokrasisinin Ortadoğu demokratikleşmesinde oynayacağı önemli rolü en iyi bir biçimde ortaya Önder Apo koydu. Yahudi toplumunun tarihsel olarak yaşadığı trajik durumu en doğru, kapsamlı, anlaşılır bir biçimde ifadeye kavuşturan ve tanımlayan Önder Apo oldu. Savunmalarında bunlar vardır. Birçok gerçek aydınlatıldı. Yani Yahudi, İbrani sosyalistleri, demokratları, emekçileri kesinlikle o fikirlerden yararlanabilirler. Yahudilerin fikir olarak gelişmişlik düzeyleri var ama Önder Apo onlara değer biçti, onları yeni bir senteze kavuşturdu. Dolayısıyla daha fazla yapılabilseydi bu düşünceler, bunların önü alınabilirdi. İşte bugün herkes hop oturup hop kalkıyor. Öyle bir durum ortaya çıkmazdı. Herkesi ilgilendiriyor. Ben şöyle bir durumdayım, dolayısıyla bu beni ilgilendirmiyor, dememek lazım. İmralı işkence, tecrit, soykırım sistemiyle ona karşı Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü için yürütülen mücadele, herkesin mücadelesi. Herkesi etkileyen bir mücadele.
Ben bir kere daha bu mücadeleyi yürüten herkesi selamlıyorum, başarılar diliyorum. Tüm ezilenleri; başta kadınlar, işçi ve emekçiler, gençler olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki tüm halkları bu özgürlük kampanyasına daha etkili katılmaya da çağırıyorum.
YJA STAR ÖNCÜLÜĞÜ GERİLLA SAVAŞININ İDEOLOJİK ÖNEMİNİ GÖSTERİR
Önder Apo'nun durumu, Kürt sorununun çözümü, her şey savaşla ilgili, savaş temelinde yürüyor. Savaşa dair bilgilendirmeler yapılıyor Merkez Karargah tarafından. Bu konuda hiçbir bilgi kamuoyundan uzak tutulmuyor bizden yana ama TC devleti gizliyor. Mevcut durumda savaş her alanda sürüyor.
Ekim ayında idik. Ekim, önemli bir direniş ve mücadele ayıydı da; ben bunu ifade etmek isterim. Evet geçti ama 25 Ekim, Bêrîtan yoldaşın 31. şehadet yıl dönümüydü. Saygı ve minnetle anıyorum. Şahsında tüm Ekim şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.
Savaşımız YJA Star öncülüğünde yürüyor. Dikkat edilirse bütün eylem bilançolarında öncü olarak YJA Star var. Bu vesileyle de YJA Star’ın bütün komuta ve savaşçı gücünü selamlıyorum, başarılarını kutluyorum yani. Yürüttükleri mücadele tarihin en önemli, en anlamlı mücadelesi. Bu mücadeleyi yürüten güç de özgür yaşamın ruhu, iradesi, bilinci, örgütlülüğü, cesareti, fedakarlığı, keskin kılıcı. Mutlak özgürlük çizgisinin öncüsü, yürütücüsü. Bu bakımdan YJA Star öncülüğü, savaşta ideolojik öncülüğün, kadın öncülüğünün ne kadar önemli olduğunu, esas olduğunu, Kürt Özgürlük Mücadelesinin, gerilla savaşının ne kadar ideolojik anlamda öneme sahip olduğunu ortaya koyuyor. Büyük bir ideolojik mücadele, ideolojik savaşım var. Bu ortaya çıkıyor, görülüyor.
Ekim başında bir yeni hamle oldu; öyle dememiz lazım. Arkadaşlar, Ankara eylemini bir dönemeç olarak değerlendirdi. Bunlara katılıyorum. Yeterince değerlendirildi. Rojhat ve Erdal yoldaşları da saygı ve minnetle anıyorum. Gerçekten de bu dönemin mücadele ruhunu ve çizgisini ortaya koydular. Zîlan çizgisinde mücadele etmek gerektiğini ifade ettiler ve şunu gösterdiler: Gerillanın yapamayacağı eylem ve aşamayacağı düşman yoktur. Yeter ki yaratıcı yaklaşım, tarz, üslup, tempo olarak doğru ele alınsın.
KDP VE TC BİR ORDU HALİNDELER, TEK KOMUTA MERKEZİNDEN EMİR ALIYORLAR
Şehit Bêrîtan yoldaşın şehadet yıl dönümünü anma, Bêrîtan yoldaşı selamlama, YJA Star kuruluşunu selamlama çerçevesinde de bir hamle oldu. Dolayısıyla Ekim ayında gerilla eylemlerinde önceki aylara göre bir yükseliş vardır. Bunlar bilanço olarak da veriliyor. Bazı eylemler oldu. Gerçekten de ağır darbe vurdu AKP-MHP faşist sürülerine. Bundan dolayı bu gerilla direnişini selamlıyorum. HPG ve YJA Star’ın bu büyük başarılarını kutluyorum. En son Zap şehidi Cûdî Çekdar yoldaş şahsında tüm şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. İnsanlığı yaratan bu şehitlerdir.
Şu açık bir gerçek. İşte görüntüler çıktı ortaya. Yani basın irdelediği için çok da ifade etmeye ne kadar gerek var, bilemiyorum ama yani KDP'nin arkasına sıkışmış, böyle kendini saklayan bir Türk ordusu var. İnsan tam anlayamıyor da, KDP mi TC ordusunun arkasına saklanıyor yoksa Türk ordusu mu KDP'nin arkasına saklanıyor? O da çok anlaşılmıyor. Böyle birbirine o kadar muhtaç kalmış, gerilladan bu kadar korkmuş bir yapıları var ve böyle bir aradalar yani. Bir ordu halindeler. Başka türlü olabilir mi hiç? Hem de savaş ortasında. Bir ordu olmazsa iki komuta merkezinden emir alan bir güç öyle bir arada kalabilir mi? Kalamaz. O kadar koordine olamaz savaşta. Demek ki tek emir var yani. O düzeye gelmişler.
DİRENİŞ KAHRAMANLIĞIN DA ÜZERİNDE
Medya Savunma Alanları’ndaki durum böyle. Son dönemde Zap’ın her tarafında eylemler oldu. Hem Şehit Delîl Batı Zap Alanında hem de Doğu Zap’ta -Kokerê eylemi vardı mesela; ağır darbe vuruldu- Cûdî Tepesi, bütün Metina alanı eylem alanı oldu. Her türlü saldırıyı yapıyor düşman. Uçak saldırıları, top, tank saldırıları, kimyasal silah, taktik, nükleer bomba. Bunlar hep sürdürülüyor. Yani direniş kahramanlığın da üzerinde. Eylemler Xakurkê’ye kadar yayıldı. Medya Savunma Alanlarında toplu bir direniş vardır. Heftanîn’de eylemler oldu, gördük.
Sadece bu alanda değil; dikkat edilirse yazdan itibaren Bakur alanları da savaşa dahil oldu. Son dönemlerde Serhat’tan Amed’e, Lice'ye, Mardin'e kadar eylemler oluyor. Gerillada hamlesel gelişme oldu. Yeni süreci kendi cephesinde başlattı. Kentlerde de belli düzeyde eylemler oluyor.
Düşman saldırılarında bir değişiklik yok. Tam tersine tıkanma, çözümsüzlük, kilitlenme arttıkça…. Nasıl diyelim; bugün savaş ahlakından ve hukukundan söz ediyordu Tayyip Erdoğan. Biraz da kendisine bunu yapsa. Başkalarının gözündeki merteği, çöpü görüyor da, kendi gözündeki merteği de görebilseydi. Herkes Tayyip Erdoğan'dan öğreniyor. Unutulmasın ki Hitler bile bu çizgiyi TC'den aldığını söyledi. İttihat ve Terakki'den ve TC kuruluşundan aldığını söyledi. Şimdi de TC yönetiminin, AKP-MHP faşizminin eleştirdiği, herkes aslında onları TC'den öğreniyor, oradan örnek alıyor. Kürtler üzerindeki uygulamalardan örnek alıyor, onun bir benzerini yapıyor. Yani biraz kendilerini bilseler iyi olacak ama artık öyle bir şey ki çaresizdir, çözümsüzdürler. Çıkamıyorlar da. Kendi kendilerini ikna ediyorlar. Bu biçimde Türkiye toplumunu tam bir demagoji ile, psikolojik savaşla yönlendirmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla savaşa dair verdikleri bilgiler doğru değildir. Merkez Karargah bunu sık sık açıklıyor. Saklıyorlar, gizliyorlar. Çaresiz ve çözümsüzdürler. Onu insan savaş anlamında ortaya koyabilir, ifade edebilir. Gidiş nasıl olacak, tam şey değil. Arkadaşlar belirttiler; gerçekten de KDP desteği olmasa, koruculardan destek almasa -kahramanlık edebiyatı yapıyorlar ama- savaşacak güçleri kalmamıştır, yoktur, kalmamıştır. Gerilla karşısında defalarca yeniliyorlar, yenilgi alıyorlar. Hem de bir avuç gerilla bir orduyu yeniyor. Zaten iki kişi Ankara'da ne hale getirdi? Görüldü yani. Herkes tanık oldu buna. Gerillanın gücüne, kapasitesine tanık oldu bu bakımdan.
SOYKIRIM SİSTEMİ DEVAM ETTİKÇE DİRENİŞ DE DEVAM EDECEK
AKP-MHP iktidarı sürdükçe bu Kürtlere dönük faşist, sömürgeci, soykırımcı saldırılar, İmralı, işkence, tecrit, soykırım sistemi devam ettikçe tabii ki direniş de devam edecek, bu savaş sürecek.
Aydınlar çağrı yaptı. 78 aydın. Çok önemli, anlamlı. Biz değer biçiyoruz ama bu vesileyle ifade edelim; bu savaşı, saldırıları biz başlatmadık. Yani işte herkes 2013-14'e atıf yapıyor; adına çözüm süreci dediler. O süreci biz bozmadık. Önder Apo net ifade etti, görüştürmüyorlar. Ondan bu yana konuşturmuyorlar. Saldırgan TC devletidir. AKP-MHP faşist, sömürgeci, soykırımcı yönetimidir. Yani o zaman onların üzerinde durmalı herkes. Bu soykırımcı işgalci saldırganlığa karşı mücadele etmeli. Herkes kendi cephesinden mücadele yürütürse, mücadelelerin sonuçları birleşirse bu faşizm çöker. Çöküş sürecinde zaten. Bu kadar saldırganlık da oradan ileri geliyor.
‘YÜZÜNCÜ YIL’IN İYİ BİR MUHASEBESİ OLMALIYDI
Yönetimimiz KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlarımız yüzüncü yıl açıklaması yaptı. Kapsamlıydı, önemliydi. Tutumumuzu ortaya koydu. Biz Türkiye'yi önemsiyoruz, ciddiye alıyoruz. Mücadelemiz Türkiye'nin demokratikleşmesi mücadelesidir. Fakat aydınlar da açıklama yaptılar. Çok önemli, anlamlı. Gerçekten de toplumsallaşabilse o fikirler, bizden yana herhangi bir şey olmaz. İyi ama devlet yönetiminde, Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı faşist diktatörlüğünde herhangi bir değişiklik yok, diyeceğim ama sanki değişiklik olacakmış beklentisi mi var gibi anlaşılmasın diye söylemek istemiyorum. Öyle bir beklentimiz yok tabii. Aslında olması gerekiyor. Tümden yok deyip kestirip atmamalıyız ama yapılanlara bakılınca hiçbir ışık göremiyor insan. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşunun yüzüncü yıl dönümü, ondan sonraki gün de; 30 Ekim 2014'te bu Çöktürme Eylem Planı denen plan hazırlandı. Kürt soykırımı için saldırı planı, imha planı. Bu Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı faşist diktatörlüğü, bu planı hayata geçiriyor. İşte 9 senedir topyekun saldırı halinde. PKK'ye karşı saldırıyoruz, diyor. Evet öncelikli PKK’ye yöneliyor, İmralı'daki baskıyı, tecridi arttırıyor, gerillaya saldırıları arttırıyor, Kürt’ün hepsine saldırıyor. O işbirlikçi uşaklar da böyle el pençe duruyorlar. Onların Kürtlüğü ve insanlığı kalmamış. Aslında KDP'dir, Hüda Par’dır; onları öyle saymamak lazım. Dolayısıyla böyle 9 yıldır bir saldırı var. Bu yönetim bunu uyguluyor. 9 yıldır bu yapılanlara bakınca tabii ki aşta belirttiğim sonuca gidiyor, değişiklik olamadı. Aslında yüzüncü yıl önemliydi.
100. yıl dönümüne giderken yüzyılın iyi bir sorgulaması, doğru bir biçimde muhasebesi olmalıydı. Başarılar gösteriliyor. Gösterilsin tamam, ona da bir şey demiyoruz ama bir de bu işin hataları, yanlışları nelerdi? Tayyip Erdoğan hemen mikrofonu aldı ve “Heyyy alem” diye çağrı yapıyor. Ben de buradan kendisine diyorum; hani Kemal Kılıçdaroğlu'na karşı “Dersim'de soykırım oldu” diyordu. Soykırımı, 100. yılını kutladıklarını ifade ettikleri Cumhuriyet yaptı. Peki 100. yıl dönümünde bir dökümü yapılmayacak mı? Soykırım sadece Dersim'de mi oldu? Yok. Amed'de oldu, Urfa'da oldu, Bingöl'de oldu, Serhat’da oldu. Koçgiri’den başladı, hepsinde oldu. Peki bunun bir dökümü yapılmayacak mı? Bu konuda dünyayı suçla, İsrail'i suçla. Çok güzel ama o suçların öncüsü sensen ne diyeceksin o zaman?
İsrail Filistinlileri kovuyor, diyorlar. Doğru ama Tayyip Erdoğan “Kürt mürt yok” diyordu. “Bizim ülkemizde kendini Kürt gören çıksın gitsin ülkemizden” diyordu. Hatta bir yardımcısı vardı; “cehenneme gitsinler” diyordu. Kürt toplumu unutuyor mu bunları? Unutmuyor.
GEÇEN YÜZ YILIN MUHASEBESİ BİN YILIN MUHASEBESİNE DAYANMALI
Geçen yüzyılın iyi bir muhasebesi, bin yılın muhasebesine dayanmalı. Yani Türklerin bu coğrafyaya gelişi bin yıllıktır. Kürtler misafirperverlik yaptılar. Kürt boyları, toplulukları diye ilk ilişkiyi kuran, Kürtlerin içine kendi askerlerini gönderen Alpaslan'ın kendisiydi. Kurdistan kavramını Sultan Sencer kullandı; ilk defa Önder Apo araştırdı, ifade etti. Orta Asya'dan kopup gelen Türkler, hep önce Kurdistan'a ve Arabistan'a geldiler. Orada kendilerini topladılar ve oradan Anadolu'ya yürüdüler. ‘Anadolu'da savaştık, yurt edindik’ diyorlar ama savaşırken kime dayandılar? Neye dayandılar? Niye bu kadar inkarcılık var tarihsel olarak? Şimdi tarih dizileri yapmışlar, yapıyorlar. Kürtsüz Türk tarihi tanımlıyorlar. Halbuki Kürtler bin yıllardır, on bin yıllardır bu topraklarda bu coğrafyanın kadim halkı, kadim toplumu. Yani Kürtlerden, Araplardan destek gördüler. Birçok Hristiyan toplumdan da destek gördüler; Ermenilerden, Süryanilerden... Osmanlı sisteminin gelişimine Ermeniler büyük destek verdi. Vatan millet güzel de buna sahip nasıl olundu? Kimlerden, ne tür destek alındı? Dolayısıyla Anadolu'ya nasıl gelindi? Anadolu'da yurtlar çıkarılırken neye dayanıldı? Osmanlı imparatorluk olurken kime dayandı? 16'ncı yüzyılın başında ilk çeyreğinde bütün Ortadoğu'yu nasıl ele geçirdi? Şimdi emperyalist işgal akıllarına geldi, ondan söz ediyorlar. Bu emperyalist işgale karşı da savaşan Kürtler oldular. Erzurum ve Sivas kongrelerinin en etkin gücü Kürtlerdir. Kürtlere dayandı Mustafa Kemal. Ankara'da açılan meclisin yine etkin gücü Kürtlerdir. Mecliste Kürt inkarı yoktu yani. Ankara'da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi diye sonradan adlandırılan meclis de yoktu. Ne zaman Cumhuriyet kuruldu, devlet gücünü ele geçirdiler; ondan sonra böyle bir kuruluşta kim kendilerine destek olmuşsa sanki suç işlemişler gibi hepsini cezalandırdılar. İnsan şaşıyor. Kendi içlerinde de yaptılar, dışta da yaptılar. Çerkes Ethem’den başlayarak Anadolu’nun gerillacılarını vurdular. Orduyu ayakta tutup savaşmasına imkan sağlayan Osmanlı generallerinin, savaşa katılanların hepsini tasfiye ettiler sonunda. Oysa İngilizlere de, Fransızlara karşı da yurt savunması yapan, savaşan Kürtlerdir. Bunu herkes biliyor.
TÜRK TARİHİ DE İNKAR EDİLİYOR
Cumhuriyet kurulup devlet gücü ele geçirildikten sonra 1924 Anayasası’nda bir Türk tanımlaması geliştirildi. Bugünkü anayasalarda da var. Şöyledir: Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür. Peki o zaman demek ki Türk ne zaman var, nerede var? TC sınırları içinde. Onun dışında Türk yok o zaman. Çünkü vatandaşlık bağıyla bağlı değil TC devletine. O zaman Türk dünyası denen şey yok. TC devleti ne zaman kurulmuş? 29 Ekim 1923'te. O halde 29 Ekim 1923'ten önce Türk yoktur. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti yoktu. Yani şimdi Kürt’ü inkar edeceğiz, diğer halkları inkar edeceğiz diye Türk tarihi de inkar ediliyor, Türk kültürü de, Türk gerçeği de inkar ediliyor. Bu kadar inkarcılık çok çok kötü, çok yanlış.
Bu yüzyılın muhasebesi önemli. Yüzyıl, ondan önceki yüzyıl 19. yüzyılda da başladı bu süreç. Fakat daha önceki süreçle bunlar köklü bir çelişki arz ediyor. İşte “Biz Orta Asya'dan geldik. Selçuklu'nun, Osmanlı'nın devamıyız” diyor ama Selçuklu-Kürt ilişkileri, Osmanlı-Kürt ilişkileri nasıldı? Peki Cumhuriyet Kürt ilişkileri nasıl? Onlarla aynı mıdır? Niye sorgulanmıyor? Niye bu kadar politika değişikliği olmuştur? Ulus devlet mantığı, faşist, sömürgeci ve soykırımcı mantık ve bu TC ile oluşmuş Türk zihniyetinde özellikle çeşitli dillere, kültürlere, halklara yaklaşımda bu sömürgeci soykırımcı zihniyet ve siyasetin kesinlikle kırılması lazım. Türklük de böyle demokratikleşir, kendini bulur.
Bu kadar başkalarını yok saymaya ve yok etmeye, soykırım uygulamaya neden ihtiyaç duyuyorlar? Geçmişte bir ulusal zayıflık nedeniyle idiyse o durum da aşıldı. Ama bu yüzyıl gerçekten de önceki yıllara benzemiyor. Bir facia, bir kan deryası yüzyılıdır. Cumhuriyet değerlendirilmeli. Yarattıkları, kattıkları, geliştirdikleri görülmeli ama yıktıkları, zarar verdikleri o yanlışlıkları, olumsuzlukları da görülmeli. Biraz özeleştiri gerekiyor. Hataları biraz kabul etmesi gerekiyor. Kılıçdaroğlu'nu suçluyordu Tayyip Erdoğan. 22 senedir yönetimdir. En uzun süreli yönetimi oldu bu cumhuriyetin. Yüzyılın çeyrek asrının yöneticisidir. Bu yönetim zihniyetini ve siyasetini uyguladı. O halde hesap vermesi gerekiyor. Yanlışların, hataların sahibidir, düzeltmesi gerekli. Fakat dikkat edilirse öyle bir yaklaşım hiç gözükmüyor. Hep kendilerini haklı gören, başkalarını haksız gören, suçlayan, böyle sadece yaşamı kendileri için olumlu gören, başkalarına yaşam imkanı, şansı tanımayan acayip bir zihniyet var. Bu kadar böyle nasıl mutlak hegemonik iktidarcı, her şeyi kendine hak gören, başkalarını hiç hak sahibi görmeyen yaklaşım, kötü yaklaşım, tehlikeli yaklaşımdır. Bundan kesinlikle kurtulmak gerekli.
AYDINLAR FAŞİST ZİHNİYETİN TOPLUMDAKİ ETKİSİNE KARŞI BÜYÜK MÜCADELE VERMELİ
AKP-MHP faşizmi çok zehirledi toplumu, kafalarını yıkadılar. Kürt düşmanı faşist sürüler ortaya çıkardılar, meydanlara topluyorlar. Nasıl kurtulur bundan bu toplum? Zor bir durum. Hitler'in yaptığı gibi yapıyorlar. Alman toplumu Hitler zihniyetinden kurtulmak için ne kadar acılar yaşadı, ne tür programlar uyguladı, biliniyor. Şimdi göz göre göre bu durumu yapıyorlar. Bu engellenemedi, yazık oldu. Ama Türkiye'nin aydınları, siyasetçileri, devrimci sol, sosyalist güçleri, kadın ve gençlik örgütleri, işçi ve emekçileri bu gerçeği iyi anlamalı. Şovenizm çok fazla. Sosyal şovenizm olarak yansıdı, yansıyor ve öyle bir faşist bombardıman var ki, o zihniyetin etkisinden insanlar kurtulamıyorlar. Oysa bundan kurtulmadıkça demokratik zihniyet olmaz. O halde demokrasi hareketi gelişmez, demokratik toplum oluşmaz. Türkiye'de zihniyetin, siyasetin demokratikleştirilmesi için çok yoğun bir mücadeleye, eğitime ihtiyaç var.
Bunu işte Türkiye'nin sosyalistleri, demokratları çok iyi görmeli. Aydınları büyük bir mücadele olarak bunu ele almalılar. Yani meydan bu kadar AKP-MHP faşizmine bırakılmamalıydı. Fakat ne yazık ki durum böyle.
Bir köklü bir değişiklik olabilir diye çabalarımız çok oldu, umutlarımız oldu; gerçekleşmedi. Küresel sistemi suçluyorlar ama birçok kez bu faşist zihniyet ve siyaseti yıkılma, çökme noktasına getirdik; hep küresel sistem destekledi, korudu. Yine onlar koruyorlar. Çünkü bu zihniyet ve siyasetten faydalanıyorlar. Herkes faydalanıyor. Türkiye'nin üzerindeki sömürüyü buna dayanarak yürütüyorlar. Şimdi yeni bir yüzyıla bir yenilenme, demokratikleşme ile girme, bir eleştiri, özeleştiri ile girme, yeni bir başlangıç yapma doğru olandır, tercih edilendir. Fakat bunu yapamadık. Bu konuda bizim de eksikliklerimiz vardır, başaramadık bu düzeyde. Bu süreçte bunu başaramadık. Türkiye demokratikleşmesinin mücadelesini yürüten güçlerden birisi olarak başaramadık. Bir eksiklik. Bunu görüyoruz, özeleştiri veriyoruz. Fakat biz demokratikleşme için yine de büyük bir özveriyle mücadele ettik. İşte 12 Eylül faşizmine karşı mücadelenin yükünü hareketimiz göğüsledi, AKP-MHP faşizmine karşı en büyük yükü yine Kürtler, PKK hareketi göğüslüyor, yükünü taşıyor. Bu düzeyde katkıları var, bunu görmeliler.
Ne gerekiyor yeni yüzyılda? Evet böyle bir şeyi yapamadık ama yani faşizm çok zayıfladı, teşhir oldu. İçte teşhir oldu, dışta teşhir oldu. Yalnızlık durumunu yaşıyor şimdi. İşte modern milletler arasına katılacağız derken şimdi dünyadan tecrit edilen bir duruma geldi. Bunu bu Tayyip Erdoğan yönetimi getirdi. Yani bu yönetimin zihniyet ve siyaseti değişmezse Türkiye daha büyük felaketlerle yüz yüze gelir. Herkes muhasebesini yapmalı. Biz hareket olarak yapıyoruz. Tutumumuzu da açıkladık, değerlendirmelerimizi de yapıyoruz, eleştirel özeleştirel de yaklaşıyoruz ama herkes yapmalı. Özellikle Türkiye'nin sosyalistleri, demokratları, aydınları, siyasetçileri, kadın, gençlik örgütleri hepsi yapmalı. Egemenleri de buna zorlamak lazım tabii. Çeşitli biçimlerde devlet siyaseti içinde yer alanları da buna zorlamak lazım. Bu zihniyet ve siyaseti yok etmek gerekiyor. Tek dil, tek millet, tek devlet, tek ülke diyen yaklaşım faşizmin daniskasıdır. Ulus devlet faşizminin temel özellikleri bunlar. Faşizmi böyle yücelikmiş gibi sayıyor, ondan sonra da başkalarını faşist olarak itham ediyor Tayyip Erdoğan. O kadar bilinçsiz yani. Senin ilkelerin faşist ilkeler. Sen kime daha faşist diyorsun? Faşizmi savunuyorsun yani. O duruma geldi. Bunu aslında kendisine de göstermek lazım. Devlet iktidarına ulaştıkça bu hale geldi; tanınmayan bir Tayyip Erdoğan ortaya çıktı. Öyle ki böyle bir cihan yöneticisi, bilmem devlet insanı diyorlar, pohpohluyorlar. Birçok yağdanlıklar var. O da buna çok geliyor. Aslında kendisini en olumsuz duruma getirdi. Evet, ikinci yüz yıla köklü bir değişimle başlanamadı ama bu süreç uzamaz. Bu faşist zihniyet ve siyaset yıkılır. Yüzyılda yapılamayan, birkaç yıl içerisinde yeni demokratik bir Türkiye, demokratik ulus, demokratik konfederalizm temelinde gelişir. Bizim inancımız, umudumuz bu. Bu temeldeki mücadelemize devam edeceğiz.
FİLİSTİN-İSRAİL SORUNUNU ÇÖZECEK PROJE, DEMOKRATİK KONFEDERALİZM SİSTEMİDİR
Bir süre önce Karabağ'da Ermeniler soykırıma uğratılıyordu, insanlar acı içindeydiler; şimdi Gazze aynı durumu yaşıyor. Ama bazıları çok ucuz konuşuyor. Hep kendi çıkarlarını gözetiyorlar. Örneğin Tayyip Erdoğan bugün İstanbul'da bir miting yaptı, sanki İstanbul Belediye Başkanlığı seçim mitingi gibiydi. Gazze, Gazze diyor, dualar okutuyor ama arkasındaki hesap, kesinlikle İstanbul seçimini kazanmak, seçim propagandasına dönüştürmek oldu. Bu kadar çıkara alet edilen bir duruma getirildi Filistin halkı, kurban ediliyor, katlediliyor. Maddi çıkarlar için bu kanı döken herkesin Allah belasını versin diyelim. O dilden daha iyi anlarlar.
Biz kesinlikle yani öyle yaklaşmıyoruz. Herhangi bir çıkar yaklaşımımız yoktur. Filistin halkıyla savaş cephelerinde dostluk kurduk. Filistin direnişine en büyük desteği hareketimiz verdi, Kürt halkı verdi. Onlardan büyük destek aldık. Filistin halkının haklı davasını sonuna kadar savunuyoruz. Gazze'de soykırım uygulanıyor; lanetliyoruz o soykırımı. Fakat Filistin halkı adına hareket ediyorum diyenler ne kadar bu halkı temsil ediyor, ne kadar halkın çıkarlarını düşünüyorlar yoksa ne kadar başka çıkarların uzantısı durumuna düşmüşler; bunların da iyi görülmesi, anlaşılması gerekli.
İsrail sivil unsurlara karşı her türlü şeyi yapıyor. Bu, gerçekten de 30 yılı aşkın süredir devam eden Ortadoğu merkezli Üçüncü Dünya savaşının bir parçası. Çözüm, Önder Apo'nun demokratik ulus ve demokratik konfederalizm çizgisidir. Zaten en iyi uygulanacağı ve en ağır sorunlar olan Filistin-İsrail sorununu bile çözecek zihniyet ve siyaset olarak, proje olarak belirtti Önder Apo. Bizzat ifade etti bunu. Biz bundan yanayız. Tutumumuz böyledir. Dincilik ve milliyetçilik biçiminde çatışan bu zihniyet ve ideolojik yapılara karşıyız. Yani ideolojik olarak karşıyız. Siyaset olarak bir çıkar çatışmasının kurbanı ediliyor Filistin halkı. Bu çıkar kavgasına karşıyız. Bu bakımdan Yahudi demokratları, sosyalistleri de Netanyahu yönetimini de eleştiriyor. Onların mücadelesini de destekliyoruz, Filistin halkının haklı davasını da. Filistin halkı ve İsrail Yahudi halkı, emekçileri, aslında iki ayrı ulus devlet ve milliyetçilik, dincilik zehri ile değil de, yani demokratik ulus, demokratik konfederalizm çizgisinde kendi özellikleri temelinde birlikte yaşamayı öngörselerdi, esas alsalardı, öyle bir zihniyet ve siyaset gelişseydi bu çatışmalar engellenirdi.
ERDOĞAN HAMAS YÖNETİCİSİ OLDUĞUNU İLAN ETTİ
1 Ekim'de Ankara'da eylem oldu, TC'yi sarstı; 4 Ekim'de Rojava'ya, Hakan Fidan'ın soykırım ilanı temelinde saldırılar gelişti. Buna karşı bir tepki gelişiyordu. Bunu önlemek için AKP-MHP bu Filistin edebiyatına sarıldı. Yani gündem saptırmaya, gerçekleri Türkiye kamuoyundan gizlemeye çalıştılar. Öncelikle bunu görmek lazım. O devlet basını, MİT tarafından, özel savaş merkezi tarafından yönlendirilen basın, gerçekleri saptırıyor. Kesinlikle bir psikolojik savaş yürütüyor. Kimse izlememeli, onlara alet olmamak lazım. En son işte Tayyip Erdoğan'ın bugünkü mitingi de öyleydi. Bir seçim mitingine dönüştürdü. Açığa çıktı ki, aslında “siz YPG’ye terörist deyin, ben de Hamas'a terörist diyeyim” diye pazarlık yapıyormuş. Açıkça ilan etti yani. Hamas yöneticisi olduğunu ilan etti. 7 Ekim savaşını kimin başlattığı mitingle açığa çıktı. Tayyip Erdoğan bizzat üstlenmiş oldu. Savaşın başkomutanı olarak konuştu. O bakımdan bir defa bu psikolojik savaş şeylerine aldanmamak lazım.
İkinci husus, tartışmalar hep sonuç üzerinden oluyor. Nedeni kimse sorgulamıyor. Örneğin “kan dökülüyor, dursun, ateşkes olsun, şimdi niye ateşkes olmuyor” diyorlar. Tayyip Erdoğan bas bas bağırıyordu; “niye ateşkes olmuyor.” Niye ateşkes olmuyor diyeceğine, niye Hamas zafer kazanmıyor desin? Başlatmış savaşı, kazanamayacağını mı anladı? Hamas'ı kurtarmak için mi çalışıyor? Öyle derler insana.
Hep sonuç öne çıkarılıyor. İnsani şeyler, evet onlar da önemli, biz ona bir şey demiyoruz fakat nedenleri de görmek lazım. Nedenler bulunup giderilmezse sonuç düzeltilemez. Bu bakımdan çok güncel, sığ, aşırı sonuçlara dayalı yaklaşımlar oldu, değerlendirmeler oldu. Bunlar çok doğru değildi. Şimdi evet, sorunun tarihi boyutu da var. Yani 75 yıldır Filistin halkı üzerinde soykırım uygulanıyor. Biz bu soykırıma karşıyız ve Filistin halkının meşru haklarından yanayız. Ama tarihsel olarak Yahudi halkı da birçok soykırımlar yaşadı. Yurtlarında demokratik bir yönetim ve özgür yaşam onların da hakkı. Yahudiler üzerinde uygulanan katliamlara da karşıyız. Bu bakımdan sorunun tarihsel boyutları var. Bu 30 yılı aşan Üçüncü Dünya Savaşının gelişim süreciyle bağlantıları var. Fakat bunlar belirtildi, tekrarlamıyorum. Ama ideolojik ve güncel siyaset olarak da önemli şeyleri var. İşte mesela bir ideolojik çatışma, aynı ideolojinin birbiriyle çatışması var. Bu ideolojik yaklaşım, o zihniyet, yani milliyetçi dinci zihniyet aşılmazsa zihniyette, düşüncede demokratikleşme gelişmezse bu boğazlaşma hep yaşanır. Çözüm hiç olmaz. Bir kere bu önemli.
Güncel siyaset olarak da bazı tartışmacılar dikkat çekiyor. Ticaret yolları... Hindistan'dan, Suriye'den, İsrail'den, Kıbrıs'tan Yunanistan'a geçen enerji yolu açıklandıktan sonra bunlar gelişti. Bu da önemli. Nedeni iyi sorgulamak lazım. İşte Çin, Rusya, Ukrayna üzerinden Avrupa'yla ilişkilenmek istiyordu; Ukrayna savaşıyla bunu boşa çıkardılar. Türkiye de katıldı, hoşuna gitti. Tayyip Erdoğan yönetimi, tekrar İpek Yolu'nu işletebilmek için ne kadar çaba harcadıysa, sonunda güneydeki yol açıklandı. Devletler anlaşma sağladılar. Türkiye, Tayyip Erdoğan'ın zihniyet ve siyaseti nedeniyle dışlandı. Bu yolun dışında kaldı. Eski İpek Yolu işlemez hale getirildi. Niye? Güven vermiyor, istikrar yok, savaş var. Bu zihniyet ve siyaseti dünya kabul etmedi. Devletler, sermaye bile tam kendi çıkarına görmedi. Yağdanlıklar, “Tayyip Erdoğan Türkiye’yi şeye getirdi” diyor ya Erdoğan Türkiye’yi felakete getirdi, yalnız hale getirdi. Onun sonucunda da kalkıp “ben sabote edeceğim, bunları boşa çıkartacağım” dedi. Mesela Karabağ savaşını AKP geliştirdi, Tayyip Erdoğan yönetimi geliştirdi. Orta Asya'dan gelen Türkiye'den geçen yeni bir yol açmaya çalışıyor. Bunun için Karabağ'ı Azerbaycan ele geçirdi. Şimdi Zengezor Boğazı'nı da alıp Ermenistan'ı daha da daraltarak, toprak alarak doğrudan Türkiye'ye bağlamak istiyor Ermenistan'ı ve İran'ı bir tarafa iterek. Onlar da mücadele ettiler, fırsat vermediler. Oradaki savaşı yürüten de oydu. Şimdi Hamas savaşını da böyle başlattı. Yani durup dururken Hamas niye 5 bin füzeyi birden fırlattı? Hem de bunu 7 Ekim'de yaptı. Zamanlaması nasıl, niye oldu, kimler bunu yönlendirdi; oraya bakmak lazım. İşte Tayyip Erdoğan açıktan “biz engelleyeceğiz” demişti. “Bizden geçecek, yoksa onun dışındakilere izin vermeyeceğiz” dedi. İşgal ederek Karabağ'da yol açmaya çalışıyor; İsrail hattında, Filistin hattında da kararlaşmış yolu sabote etmek istiyor. Bir provokasyon girişimi oldu. Burada böyle bir mücadele var. Yolda anlaşanlar, yol temizliği yapmak istiyorlardı. Yolun dışında kalanlar; Türkiye, AKP yönetimi de bu yol projesini sabote etmek istedi. Onun için Hamas'ı yönlendirdi. Hamas’ı birçok çevre destekliyor, İran da destekliyor. Bunlar gizli saklı değil ki. Fakat bu son saldırıda kesinlikle Tayyip Erdoğan'ın parmağı var. Tayyip Erdoğan Hamas’ı yönlendirdi. Nasıl ki Şam'a giden DAİŞ'i 15 Eylül 2014'te Kobanê'ye saldırması için yönlendirdiyse, şimdi de Hamas'ı İsrail'e saldırttı ve böyle bir savaşın başlamasına yol açtı. Bu, orayı sabote etmek için, orayı da güvenilmez hale getirerek, güya yolu kendi üzerinden geçer kılmak için yapıyor bunu. Böyle bir yol kavgası var.
HAMAS SALDIRISINDA EN ÇOK TAYYİP ERDOĞAN’IN PARMAĞI VAR
Şimdi sonuç alır almaz mı bilmem ama bu savaş ne savaşıdır? Kimler bu savaşı yapıyor, bilmek lazım. Tayyip Erdoğan telaş içerisinde. Neden telaş içerisinde? Bir defa suçu açığa çıkıyor. Bu işte en çok kendisinin parmağı var. İkincisi sanki böyle aldatılmış da olabilir. Yani o da yönlendirilmiş olabilir. Bazı güçler bu işi kolaylıkla yapabilirsin izlenimi vermiş olabilir. Hamas'a tümden yönelim olunca Tayyip Erdoğan Hamas'ı korumaya çalışıyor şimdi. Önce Hamas'la sabote etmek istedi. Baktı ki hesaplar farklı çıktı; Hamas bu sefer zayıflayacak, yok edilecek, onu korumaya çalışıyor.
Şöyle düşünmek lazım. Saddam Hüseyin yönetimi 2 Ağustos 1990'da Kuveyt'e saldırırken CIA, MOSSAD bundan habersiz miydi? Ne yapıyorlardı? Niye engellemediler? Engellemek istemediler çünkü. Niye? Saddam'ın Kuveyt'e saldırısına dayanarak Üçüncü Dünya Savaşını başlattı Amerika. 150 bin asker Ortadoğu'ya getirdi. Bu işler böyle.
Örneğin, 11 Eylül 2001’de İkiz Kule saldırısı olurken, -El Kaide'nin kuruluşuna Amerika destek vermişti- peki CIA'in, MOSSAD'ın haberi yok muydu? Niye engellemediler? Afganistan'a, Bağdat'a bunun sonucunda girdiler. Askeri işgalde bulundular yani. Demek ki yararlanmak istiyorlardı. O yönelimleri görünce ona destek verdiler. Örneğin 15 Temmuz 2016’da darbe girişimi olurken CIA, MİT uyuyor muydu? Şimdi Kürtlere meydan okuyan Hakan Fidan uykuda mıydı MİT Müsteşarı olarak? Değildi, niye engellemedi başta? Çünkü onunla Tayyip Erdoğan'ı denetime aldılar, güçlendirdiler; ondan 40 gün sonra, 26 Ağustos 2016'da Cerablus üzerinden Suriye'ye, Çukurca üzerinden Irak topraklarına dönük işgal saldırısı başlattılar. Bu saldırı başlarken Biden da, Mesud Barzani de Ankara'daydı. Onay verdiler. Bu öyle olmasaydı, o darbe girişimi olmasa, Tayyip Erdoğan meclisi de bypass eden böyle bir güce ulaşmasaydı bunu yapamazdı.
HAMAS SALDIRISI NETANYAHU’YA ERDOĞAN’IN BİR LÜTFU OLDU
Tayyip Erdoğan bile biliyor; Gazze'nin altında ne kadar tünel var, şu bu var. Bunu İsrail ordusu da açıklıyor. Peki 5 bin füzeyi hazırlarken saldırı yaptırtmak için, örneğin MOSSAD uyuyor muydu? Niye engellemedi? Kendisi yaptı demeyelim ama en azından öyle bir şeyden faydalanacağını umdu. 15 Temmuz darbe girişimin ardından ne dedi Tayyip Erdoğan? “Bu,Tanrı'nın bana bir lütfu”. Bu da Netanyahu'ya “Tanrı'nın lütfu” oldu. Tanrı'nın değil de Tayyip Erdoğan'ın lütfu oldu aslında. Tayyip Erdoğan o lütfu verdi, bu kan gölünü ortaya çıkardı. Şimdi evdeki hesap çarşıya uymayınca, bu sefer Türkiye'yi ateşe atmaya kalkıyor. Bütün dünyayla çatışır hale getirdi neredeyse. Son söyledikleri neydi? İşin esası budur. Dolayısıyla nedenini iyi sorgulamak lazım.
Hamas bir Müslüman Kardeşler hareketi. Örneğin Büyük Ortadoğu Projesi denmişti. Büyük Ortadoğu Projesi aslında Ortadoğu'da Müslüman Kardeşlerin hakim olma projesiydi. Tayyip Erdoğan ne dedi? “Ben bunun eş başkanıyım” dedi. AKP, Hüda Par, Katar, Mursi, ÖSO... Tunus'ta AKP var. Bunların hepsi Ahval-i Müslimin denen Müslüman Kardeşler hareketi oluyorlar. Bir harekettirler, bütündürler. Tayyip Erdoğan da bunun yönetiminde yer alıyor. Dolayısıyla, yani Hamas'ın İran'la ilişkilerini görüp Tayyip Erdoğan'la ilişkilerini görmemek mümkün mü? Tayyip Erdoğan belki de yöneticileri arasındadır. Bu saldırıda kesinlikle en çok parmağı olan, bu çatışma sürecini başlatandır. Bu yolu bozmak için İsrail, Amerika ve diğerleri de fırsat kolluyordu. Bir şey demeyiz diye Tayyip Erdoğan'ı belki de onlar yönlendirdi uzaktan; Saddam'ı nasıl yaptılarsa. Tayyip Erdoğan da sabote edeyim diye Hamas'ı harekete geçirince onlar Tanrı'nın lütfuna ulaştılar.
Şimdi Hamas'ı yok edeceğiz diyorlar. Hamas'ı yok etmek için de Gazze'yi yok etmek istiyorlar. Gazze üzerinde soykırım uyguluyorlar. Gazze halkı bu tarzda bir kurban edilmeye hangi zihniyet ve siyasetle getirildi? Bunda Hamas'ın rolü ne? Müslüman Kardeşler'in rolü ne, Tayyip Erdoğan'ın rolü ne? Bunun görülmesi lazım. Şimdi bunun açığa çıkacağından korkuyor. Biraz önce saklıyordu, sonra şey edince zaten Hamas'a açıktan sahip çıkar oldu. Şimdi de bütün gücüyle böyle “ateşkes olmalı” diyerek, yani insani şeyler üzerinden yüklenerek bir ateşkes sağlayıp Hamas'ı kurtarmaya çalışıyor. Kesinlikle durum böyle.
BU BİR YOL PLANIDIR, SIRA KIBRIS’A VE TÜRKİYE’YE DE GELECEK
Bu nereye gider? Bu bir plandır. Bu, yol planıyla bağlantılıdır. İşte bazıları değerlendiriyor; yol açılacak, önündeki engelleri temizleyecek eğer başarırsa. Yol planı mücadeleyle engellenmezse, sabote etmeler başarılı olmazsa, o zaman yol planı başarılı olacak. İsrail'den başlamak üzere Lübnan, Suriye hatta Irak, buna göre dizayn edilecek, düzenlenecek. Güvenliği sağlanacak yolun. Bu çerçevede de bölünecekler ya da bu yola hizmet eder hale getirilecekler. Arkasından sıra Kıbrıs'a ve Türkiye'ye gelecek.
Güneri Civaoğlu, 1990 başında Önder Apo ile röportaj yaparken Hafız Esad'la Saddam Hüseyin'in durumunu sormuştu; ne olacaklar bunlar diye. Önder Apo şöyle cevap verdi; “Hafız’a onay var. Saddam’da olay var”. Şimdi görünen o ki İran'a onay var, Türkiye'de olay var. Eğer Türkiye Tayyip Erdoğan ve cumhur ittifakı faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyasetinden kurtarılmazsa istediği kadar bağırıp çağırsın, içinde yer aldığı sistem Türkiye'yi ameliyat masasına yatıracak. Bu zihniyette devam ederlerse Türkiye zarar görür, Kıbrıs'ı da kaybeder, parçalanma bile gündeme gelebilir. Bunu burada ifade etmek istiyorum. Sıra bir süre sonra doğrudan Türkiye'ye gelecek. Şimdiden zaten gelmiş. Ama Türkiye derken bu AKP, MHP zihniyetine gelecek. Bu zihniyet bu durumu yaratıyor.
Demokratikleşen bir Türkiye, Kürt sorununu çözen bir Türkiye kesinlikle böyle bir duruma gelmez. O bakımdan da işte halklara, emekçilere, kadınlara, gençlere büyük rol düşüyor. Demokratik, sosyalist güçlere rol düşüyor. Böyle sadece çatışmanın sonuçlarına dayanarak Filistin halkı da, Yahudi halkı da bu işin içinden çıkamaz, insanlık da böyle bir doğru mücadele yürütemez. Bu çıkar kavgasına karşı çıkılmalı, emperyalist yağmaya karşı çıkılmalı. Buna karşı çıkabilmeli Filistin halkı da, Yahudi demokratları, halkı da, bütün dünya halkları, kadınları, gençleri, ezilenleri de. Ben bu çağrıyı yapıyorum. Devletler de biraz demokratik olsunlar, duyarlı olsunlar diyebiliriz. Ama iktidar ve devlet sisteminin mantığı belli. Onlara karşı mücadele lazım. Daha etkili mücadele edebilmek gerekiyor. Bu da nedir? Kapitalist moderniteye karşı demokratik modernitenin gelişimi demokratik ulus ve demokratik konfederalizm çizgisinin gelişimidir. Tek çözüm bu. Bu zihniyet ve siyaset değişmezse, bu temelde mücadele edilmezse daha çok soykırımlar ile kan gölleri ile karşılaşırız. Bu bakımdan da Filistin halkının da Yahudi halkının da acılarını paylaşıyorum. Filistin halkının haklı davasını bir Filistin savaşçısı olarak her zaman savundum, savunurum. Ama Yahudi ya Yahudi halkının emekçilerinin de haklı davaları var. Doğru çizgide olmaları, demokratik yaklaşımda olmaları kaydıyla onlarla da birlikte hareket ederiz tabii. Dolayısıyla, önce Filistin ve Yahudi halkları, sosyalistleri, devrimciler, demokratlar kendi aralarında çözmeli. İnsanlık, demokratik çevreler de buna destek vermeli. Yani bu böyle etkili bir stratejik durumdur. Yani yeni bir dünya, yeni bir alternatif dünya. Bu iktidar ve devlet sistemine karşı alternatif bir dünya bu temelde geliştirilmeli. Yoksa başka biçimlerde şu veya şu çıkar çevresine hizmet ederek bu sorunlar çözülemez, doğru insani bir yaklaşım içinde de olunamaz.
KÜRT GENÇLERİ DEMOKRATİK MODERNİTE KURAMINI KONFERANSA İYİ TAŞIRMALI
Türkiye'de de Aydın Gençlik Hareketi vardı. AKP-MHP faşizminin yaklaşımlarına karşı gençliğe hizmet etmeyen politikalarına karşı bir gencin asansörde ölümü ardından bir hareketlenme oldu. Bu çok önemli.
Dünya Gençlik Konferansı da herhalde ilk oluyor denildi, önemlidir. Öncelikle selamlıyorum, başarılar diliyorum bunu yapan gençliğe.
Kürt gençlerine çağrı yapabilirim. Aktif katılmalılar, kendilerini tek görmemeliler. Yoldaşlarını dinlemeli, anlamaya çalışmalılar. Ama Önder Apo'yu, Kürt özgürlük hareketini, kadın özgürlük çizgimizi, demokratik modernite kuramını konferansa iyi taşırmalılar, iyi tartıştırmalılar, temsil etmeliler. Çünkü gelecek gençliktir. Gelecek, demokrat, demokratik modernite çizgisinde. O halde geleceği yaratacak gençlik Önder Apo'nun geliştirdiği demokratik modernite paradigmasını kavradığı, özümsediği, o temelde örgütlenip mücadele ettiği oranda kendisine özgür ve demokratik bir gelecek yaratacak.
Önder Apo dedi, “Genç başladık, genç başarıyoruz.” Bu sloganın temelinde dünya gençliğini geleceklerine daha güçlü sahip çıkan bir bilince, sorumluluğa, örgütlülüğe kavuşturmak için çalışmak Kürt gençliğinin boyun borcu. Çünkü Önderlik gerçeğini bütün gençlerden önce görüp öğrenenler onlar oldu. Biz umut ediyoruz, inanıyoruz, iyi temsil edecekler. Bu önemli bir başlangıç olacak. Gazze ve benzer yerlerdeki gibi savaşlara cevabı da bu temelde bilinçlenip örgütlenerek geleceğe el koyan, geleceği özgürlük ve demokrasi çizgisinde yaratmayı başaran gençlik sağlayacak. Bu temelde bir kere daha selamlıyorum, başarılar diliyorum."