Kalkan: PKK çözüm gücü oldu

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, PKK’nin küresel kapitalist modernite sisteminin çözümsüzlüğüne karşı demokratik ulus çizgisiyle kendisini çözüm gücü haline getirdiğini söyledi.

15 yıllık gerilla savaşının, her türlü sömürge sorununu çözmek için yeterli bir ulusal kurtuluş savaşı; Kürt Halk Önderi’nin Roma’da ortaya koyduğu siyasi çözüm projesinin de siyasi çözümü için yeterli bir proje olduğunu hatırlatan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “Ne 15 yıllık savaşla öngörülen ulus devlet çözümü gerçekleşti ne de 8 maddelik siyasi çözüm programıyla Avrupa ortamı harekete geçerek Kürt sorununun siyasi çözümü yönünde adım attı. Bütün bu çalışmaları yürüten Önderliğe imha dayatıldı. İmralı yolu gösterildi. İmralı işkence ve tecrit sisteminde çürütmeye alınma ve terk edilme reva görüldü. İşte uluslararası komplo gerçeği bunu ifade ediyor” dedi.

20. yüzyıl boyunca ulusal kurtuluş hareketleri adına dünyanın her tarafında yaşananların aslında çözüm olmadığının görüldüğünü, Kürdistan’da zaten böyle bir çözümün önünün bile kapalı olduğunu, sistemin buna bile izin vermediğini kaydeden Kalkan, şunların altını çizdi: “Uluslararası komploya zemin sunan PKK’nin anlayış boyutundaki çelişkilerini çözümleyerek PKK’nin anlayış düzeyinde, ideolojik-politik çizgide, uluslararası komployu ve onun dayandığı zihniyeti ve siyaseti aşmasını, dolayısıyla uluslararası komployu yenilgiye uğratacak düzeyde Kürt sorununu çözecek bir anlayış ve politikayı ortaya çıkarmasını sağladı. Bu uluslararası komplonun aşılması, dolayısıyla mücadele edilerek uluslararası komplonun yenilebileceğinin ortaya çıkartılmasıydı. Önder Apo, iktidarcı ve devletçi olmayan bir zihniyeti, ideolojiyi yarattı. Sosyalizmi ve demokrasiyi devletin ve iktidarın tekelinden kurtararak kendi aralarında birleştirdi ve demokratik sosyalizmi tanımladı. Bunun toplumsal projesi olarak demokratik ulusu tanımladı. Siyasi projesi olarak demokratik özerkliği ve demokratik konfederalizmi tanımladı ve bütün bunları da kadın özgürlüğüne ve toplumsal ekolojiye dayandırdı. Bu, Önderliksel düzeyde çözümsüzlüğün aşılarak çözümün yaşanır hale gelmesi, çözümün bulunması ve gerçekleştirilmesi oldu. Üçüncü Önderliksel Doğuş böyle bir gelişmeyi ifade ediyor.”

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik 9 Ekim 1998’de başlatılan uluslararası komplonun yıl dönümü vesilesiyle ANF’nin sorularını yanıtladı. Söyleşinin 3’üncü bölümü şöyle:

25 yıllık mücadele sürecinde kapitalist modernist güçlerin saldırıları nelerdi; ideolojik, siyasi ve askeri olarak nelerle karşılaştınız, nasıl bir plan uygulandı?

Oldukça anlamlı bir soru. Gerçekten de çok yönlü araştırmayı ve tüm boyutlarıyla incelemeyi ortaya koymayı gerektiriyor, çünkü ziyadesiyle eğiticidir. Benzer durumda olan herkes yararlanabilir. Kısaca biz uygulama durumu üzerinde durabiliriz. Mesela Kürdistan üzerindeki mücadelede de iktidar blokları var. Bunlar Kürt soykırımını yürütüyor. Kürt halkıyla ve özgürlük mücadelesiyle çatışma içindeler ama aynı zamanda kendi aralarında da çelişki ve çatışma var. Kürdistan üzerindeki mücadeleyle de zaman zaman kendi aralarındaki bu çelişki ve çatışmalar da bir örtüşme oluyor. Mesela bir taraf uluslararası komployu kararlaştırdı, planladı, örgütledi, uygulamaya koydu. Bu taraf kimdi? ABD öncülüğündeki taraftı; ABD, İngiltere ve İsrail’le birlikte NATO’ya dayalı olarak kendi etkisi altındaki tüm devletleri ve örgütleri Önder Apo’ya yönelttiği uluslararası komplo saldırısında kullandı. Böylece Önder Apo’yu imha ve PKK’yi de buna dayanarak tasfiye etmek istediler.

Nitekim 15 Şubat 1999 komplosu gerçekleştirilince bu tür güçler hemen ortaya atılarak PKK’nin 6 aylık ömrünün kaldığını, altı ay sonra PKK’nin tümden tasfiye olacağını propaganda etmeye yöneldi. Yani uluslararası komplo saldırısıyla Önder Apo’nun imha edilip PKK’nin tasfiye edilmesinden yanaydılar. Peki, Kürdistan ve yerküredeki iktidar çatışmasında onlarla karşıt olan güçler ne yaptı? Onlar da gelişmeleri sinsice izledi, PKK’nin içine düştüğü durumlara bakıp kendilerini ona göre öyle bir planladılar ki ABD blokunun imha ve tasfiye ettiği güçler imha olsunlar ama ondan kurtulan, imha edilemeyenler de gelip kendilerinin planları içine düşsünler, kendilerine teslim olsunlar, kendileri tarafından kullanılır hale gelsinler şeklinde bir yaklaşımın sahibi oldu. Örneğin 2000 yılındaki YNK-İran planlaması böyleydi.

1999 yılı boyunca ABD’nin, TC’nin yürüttüğü saldırıların sonuçlarına dayanarak 2000’de bundan kurtulan PKK’lilerin bağımsız bir irade geliştiremeyeceğini değerlendirerek gelip kendilerine teslim olacağını sandılar ve PKK çevrelerini teslim alacak politikalar geliştirmeye, siyasi-askeri planlar oluşturup buna göre hareket etmeye yöneldiler. Mayıs 2000’den itibaren Kandil’de PKK’yi kuşatmaya çalıştılar. Kış gelince PKK, çaresiz kalır, bize teslim olur hesabı yaptılar.

İRAN VE YNK BLOKU TAMAMLAMAYI HEDEFLİYORDU

PKK ve YNK arasında Eylül 2000’de yaşanan savaş bu plan nedeniyle ortaya çıktı. PKK, tehlikeyi gördü, YNK’nin bu tehlikeye alet olan tutumunu anladı. Tabii biraz da kızdı, öfkelendi. Diğer yandan bu planın zayıf ayağı da YNK’ydi. Dolayısıyla YNK ile yapılan savaşla söz konusu planı bozdu. ABD blokunun karşıtı olan İran-YNK bloku da aslında PKK’nin imha ve tasfiyesinde ABD blokunun yaptıklarını tamamlamayı hedefliyordu. Büyük kısmını ABD bloku imha ve tasfiye ediyorsa geri kalanları da bize teslim olsunlar, biz kullanalım, böylece komplonun PKK’yi imha ve tasfiyesini tamamlayalım, dediler. Bu kadar tehlikeliydi. Aslında benzer yaklaşımlar şimdi de sürüyor. Onun için belirtiyorum. Farklı iktidar blokları arasındaki çelişki ve çatışmanın Kürt özgür mücadelesine, PKK’ye yansımaları böyledir. Benzer durumlar hala da zaman zaman gündeme geliyor. 2000’deki durum çok net ve somuttu.

Diğer yandan bir şeker ve kamçı politikasından söz ettik. Bu aslında bütün egemen güçlerin uyguladığı baskı ve sömürü yöntemidir. Bütün sömürgelerde uygulanan yöntem budur. Bu Kürdistan’da da her zaman uygulanıyor. Komplo öncesinde de uygulanmıştı. Komplo sonrasında da uygulanıyor. Mevcut haliyle “şeker-kamçı politikasını” sürdürüyorlar. Nasıl sürdürüyorlar? TC’ye her türlü imkânı, desteği, tekniği, siyasi ayrıcalığı veriyorlar. PKK’yi zorlasın, darbelesin, imha etmeye çalışsın diye tıpkı 1993-98 arasında olduğu gibi saldırtıyorlar. Diğer taraftan ise o zaman Önder Apo’ya yaptıklarını şimdi de PKK yönetimine yapıyorlar. Darbelenen, sıkışan, zorlanan PKK’liler sığınacak yer arıyorlarsa ellerini uzatıyorlar, bize sığınabilirsiniz, izlenimi yaratıyorlar. Baskı ve imha saldırılarını diğer uçtan bu tür yöntemlerle tamamlamak, PKK’nin imha ve tasfiyesini böylece gerçekleştirmek istiyorlar. Bugün de aynı durum, benzer yöntemler çok açık bir biçimde uygulanıyor.

Çok açık ki; ABD desteğiyle TC-KDP ittifakı, PKK’yi tasfiye etmek için tüm gücünü seferber edip saldırıyor. Aslında saldırtan arkadaki güç ABD’dir. Fakat bir yanıyla sanki kendi istekleri kabul edilirse bunu önleyeceklermiş gibi, bunda kendilerinin bir sorumluluğu yokmuş gibi bir tutum takınabiliyorlar.

SİYASİ VE ASKERİ SALDIRI YÖNTEMİ OLARAK ‘ATEŞKES’

Geçen 25 yıl içerisinde karşılaştığımız siyasi-askeri bir saldırı yöntemi de şu oldu: Siyasi ve askeri olarak mücadelemizin gelişip sömürgeci-soykırımcı TC. sistemini zora soktuğu zaman bazı çevreler hemen “ateşkes olsun, arabulucu olacağız, siyasi çözümü geliştireceğiz” diye devreye girerek, PKK’yi, onun gerillasını geliştirdiği mücadele düzeyinden geri düşürmek, mücadeleden koparmak istedi. Böyle bir şeyle 2006’da çok somut olarak karşılaştık. Şubat 2006’da toplumun 15 Şubat komplosunu protestosuyla çok önemli bir süreç gelişti. Viyan Soran yoldaşın şehadeti ve çağrısı, yine Önder Apo’nun duruşu ve direnişi de bunda oldukça etkili oldu. Gerillanın 1 Haziran 2004’ten itibaren düşük yoğunlukta geliştirdiği eylemler etki yaptı. Toplum “İmralı sistemiyle yaşamak istemiyoruz” diyerek sokaklara döküldü. Komployu protesto etti. Ardından çok güçlü bir Newroz kutlaması oldu. Newroz sonrasında halk bir hafta boyunca Diyarbakır sokaklarında kaldı. Evlere girmedi. Gençlik sokakları tuttu. 4 Nisan’a, Mayıs ayına kadar büyük bir kitlesel hareket gelişti. Ardından gerilla eylemleri bu durumu devralarak Mayıs, Haziran, Temmuz sonuna kadar her eyalette TC. ordusuna öldürücü darbeler vuran çok güçlü askeri eylemler gelişti. Aslında halk ve gerilla eylemleriyle TC. sistemi siyasi ve askeri olarak çökme noktasına gelmişti. İşte böyle bir ortamda ABD hemen araya girdi. Basın üzerinden Ağustos 2006’da “eğer ateşkes olursa biz siyasi çözüm geliştireceğiz” diye açıktan PKK’ye çağrı yaptı. KDP’yi aracı yaptılar. Hatta Bakur’da DTP benzeri güçleri devreye koydular. Gizliden bazı çevreleri gönderip Önder Apo’yla görüştürüp bu sözü verdiler. Bunun üzerine Önder Apo çağrı yaptı. 1 Ekim 2006’da Beşinci Tek Yanlı Ateşkes Süreci ilan edildi. Biz ateşkes ilan ettik. Ekim ayı geçti. Kasım ayının sonuna gelindi, süreç giderek değişti. KDP arabuluculuk yapamıyorum, diye çekildi. ABD ateşkes değil, savaştan söz eder hale geldi. Türkiye’de yeniden savaş tamtamları çalmaya başladı. Sonuçta Kürtler ve PKK açısından şu ortaya çıktı: 2006 baharındaki siyasi halk mücadelesiyle yazındaki askeri mücadelenin düzeyini ortadan kaldırmak için planlanmış bir oyun olduğu ortaya çıktı. Bunu net olarak gördük, yaşadık. Önder Apo hala bu durumu değerlendiriyor, kendisine söz verenleri eleştiriyor. Sözlerinin gereklerini yerine getirmiyorlar diye haklı olarak suçluyor. Sonuçta böyle bir oyun durumuyla açıkça karşılaştık.

BUNLARDA OYUN ÇOK

Derler ya Osmanlı’da oyun çok. TC. Osmanlı’nın devamı olduğuna göre TC’de de oyun çok. Osmanlı ve TC. yönetimini en iyi birleştiren, temsil eden bir güç olmasıyla itibariyle AKP’de oyun daha da çok. AKP oyunlarını burada sıralamaya gerek bile yok. Mart 2009’da gerçekleşen yerel seçimler ardından ne tür oyunlara başvurduklarını gördük. “Kürt açılımı, demokratik açılım, milli birlik açılımı yapıyoruz” dediler. Aslında bütün bunlarla 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde Demokratik Toplum Partisi’nin referandum düzeyinde Kürdistan’da elde siyasi sonuçları tasfiye etmeye çalıştılar. 14 Nisan siyasi soykırım operasyonlarını başlattılar. Sonunda 11 Aralık 2009’da işi Demokratik Toplum Partisi’ni kapatma noktasına vardırdılar.

Yine İmralı’daki görüşmeleri de Önder Apo büyük bir ciddiyetle yürütmesine rağmen AKP’nin, Tayyip Erdoğan kişiliğinin bir oyun gibi ele aldığını biliyoruz. Çok defa görüşmeler oldu, bunlar tartışıldı, karara bağlandı. Yazılı karar tasarılarına dönüştürüldü. PKK yönetimine kadar bunlar karar tasarısı olarak geldi. PKK yönetimi tartıştı, değişiklikler yaptı. Kabul ettiğini ifade etti. Fakat dikkat edilirse hiçbirisi uygulanmaya konmadı. Bu 2011 ve 2013’te de böyle oldu. “Çözüm süreci” adı altındaki şeylerin çoğunun bu amaçla olduğu ortaya çıktı. Bu tür oyun ve yaklaşımlarla karşı karşıya geldik.

DAİŞ VE DAİŞ ÜZERİNDEN SALDIRILAR

Bu konuda siyasi ve askeri kapsamda son olarak DAİŞ ve DAİŞ üzerinden yürütülen saldırılara değinelim; Şengal’den Mexmûr’a, sonra Kobanê’ye ve bütün Rojavayê Kurdistan’a dönük DAİŞ saldırıları önemliydi. Dolayısıyla DAİŞ’e karşı mücadele de önemli bir yer tuttu. DAİŞ’i yaratan, onun önünü açan çevreler de DAİŞ’in hızlı gelişimi ve önlenemezliği karşısında kaygıya ve telaşa düştü. Dolayısıyla Kürt direnişinin başarılı olması için destek vermek zorunda kaldılar. Kobanê direnişi temelinde oluşan koalisyonu böyle değerlendirmek lazım. Bu siyasi ve askeri bakımdan oldukça etkili de oldu. Yeni gelişmelere de yol açtı. Bu durum, bize neyi gösterdi? Aslında Kobanê’ye DAİŞ’in saldırtılmasının altında AKP yönetimi ve Tayyip Erdoğan kişiliği varmış. Bunu DAİŞ’çiler de sonunda itiraf etmek durumunda kaldı. Süreç nasıl gelişti? DAİŞ eliyle Kobanê, Mexmûr, Şengal üzerinden Kürdistan’a ve Kürtlere dönük yürütülen saldırılar başarısız kalınca bu sefer 24 Temmuz 2015’ten itibaren AKP, ABD ile anlaşma yapıp sonra MHP ve KDP’yle de ittifaka vararak “DAİŞ’e karşı mücadele ediyoruz” adı altında PKK’ye karşı yeni bir imha ve tasfiye saldırısını başlattı. Buna “Çöktürme Eylem Planı” diyorlar. 24 Temmuz 2015’ten bu yana her yıl yeni planlamalar yapma temelinde bu saldırıları sürdürüyorlar.

Bu saldırılar kapsamında AKP-MHP birleşti. Aslında AKP, MHP’lileşti. MHP’nin Turancı, ırkçı, Türkçü çizgisine saptı. Türk-İslam sentezi çizgisini birlikte oluşturdular. Aynı zamanda KDP ile ittifak geliştirdiler. ABD’nin yönlendirmesiyle KDP, tamamen AKP-MHP’nin PKK’ye karşı olan bu ittifakına teslim oldu. Onunla bütünlük oluşturdu. ABD de bunları yönlendiriyor. Arkadan destek veriyor. Dikkat edelim bu saldırılara her türlü siyasi ve askeri destek veriliyor. Hiçbir hukuk, ahlak kuralı dinlenmiyor. Kürdistan’da her gün katliamlar yapılıyor. Zindanlar işkence hane haline geldi. İnsanlar katlediliyor. Kürt çocukları, kadınları her gün zulüm, baskı altında katlediliyor. İmralı’da hiçbir hukuk ve ahlak kuralı yok. 19 aydır Önder Apo’dan hiçbir haber alınamıyor. Buna karşı BM’nin, Avrupa Birliği’nin, İmralı sistemini yaratan CPT’nin çıtı bile çıkmıyor. Hiç kimse bir şey demiyor. Sanki TC. Devleti’nin, AKP-MHP faşizminin Kürtlere karşı geliştirdiği uygulamalarda tam bir serbestlik var. İstediklerini yapabilir, istedikleri gibi davranabilirler gibi bir durum var. Başka bir yerde ufak bir şey olunca kıyamet kopuyor.

KOMPLOCU SİSTEM DEVAM EDİYOR

En son İran, Güney Kürdistan’a, Irak topraklarına birkaç top attı, Güney Kürdistan Yönetimi başta olmak üzere herkes İran’ı kınadı. TC. Devleti, Güney Kürdistan’ın en stratejik alanlarını, Irak topraklarından yüzlerce km karelik alanı işgal etmiş, hiç kimse niye böyle yapıyorsun demediği gibi, herkes el altından ya da açıktan destek veriyor. İşgal Türkiye’ye serbest. Tabii sadece serbest etmiyorlar. Her türlü silahı, desteği veriyorlar. En son model silahları, en ileri tekniği veriyorlar. Bu düzeyde bir destekleyicilik, birlik-bütünlük var. Bu temelde tıpkı 24 yıl önce Önder Apo’nun imhası ve PKK’nin tasfiyesi için başlatılan uluslararası komplo saldırısında olan sistem işliyor. Komplocular imha edebildikleri kadar imha ediyor, etmeye çalışıyor. Onların karşıtı gibi görünenler de acaba PKK’nin imha ve tasfiye sürecinden bize pay düşmez mi diye ellerini açmış bekliyor. Dikkat edilirse aynı sistem devam ediyor.

İDEOLOJİK SALDIRI BOYUTU DA ÇOK ÖNEMLİ

Tabii siyasi ve askeri alandaki planlı saldırılar daha ayrıntılı bir biçimde ifade edilebilir, çünkü çok daha geniştir. Fakat aynı sürecin bir de ideolojik saldırı boyutu var. O da çok önemli. Onun da benzer biçimde incelenip değerlendirilmesinde, gerekli sonuçlar çıkartılmasında büyük yarar var. Mesela 2000 başında PKK 7. Olağanüstü Kongre’ye giderken güya ona en yakın duran YNK basını bile çok yoğun bir biçimde PKK’nin Kongre’de parçalanacağını, tasfiye olacağını, artık PKK diye bir şeyin kalmayacağını yazıp çizdi, propaganda etti. Halbuki olumlu yazmıyorsan susmak düşerdi bir Kürt örgütüne. Tabii susmak yeterli olmazdı. Yine de az da olsa destek verici, umutlandırıcı söz ve davranış geliştirmek gerekirdi. Bir Kürt örgütüne böylesi düşerdi ama o görülmedi. Bunların bilinmesinde fayda var, çünkü hepsi eleştiri konusudur. Özeleştiri ve düzeltme gerekiyor. Gerçek Kürt yurtseveri olabilmek için kesinlikle böyle bir düzeltme yapmaya ihtiyaç var.

Yine 7. Kongre zemininde biz şunu gördük: ABD stratejisinin gücünü anlatan “Büyük Satranç Tahtası” kitabı herkesin elinde, bütün Kongre alanında okunuyordu. Daha o zaman da böyle bir saldırıyla karşılaştık. Çok tuhaf bir durumdu. Dağ başında, derler ya “in cin top oynuyor” öyle bir ortama bu kadar kitap nasıl getirilmişti, kimler getirmişti? Bunların bazılarını Avrupa’dan gelenler getirmişti. Daha sonra tasfiyeci çıktılar. Anlaşıldı ki aslında dağa PKK’nin tasfiyesi için gelmişler. Öyleleri de vardı ama hepsini onlar getirmemişlerdi.

Demek ki birileri el altından çalışıyordu. Amerika’nın gücü gösteriliyor. Zaten Amerika’nın komplo temelinde Önderliğe saldırmasının getirdiği psikolojik etki var. Kitapla da o zihniyet olarak tamamlanarak PKK’yi, ABD’ye teslim olacak bir noktaya çekmek istiyorlardı. ABD, zihnen PKK’yi fethetmeye çalışıyordu. Daha sonraki süreç biliniyor. Tasfiyecilik gelişti. Ferhat-Botan tasfiyeciliği, 2002-2004 tasfiyeciliği tamamen Güney Kürdistan ve Irak’taki gelişmelere dayalı oldu. Güney Kürdistan ve Irak üzerindeki ABD egemenliğine, işgaline dayandı. Onun uzantısı olan KDP ve YNK’ye dayalı olarak geliştirilmeye çalışıldı. Nasıl ki 1982-83’te Almanya’ya, İsveç’e, Avrupa Birliği’ne dayalı olarak Semir tasfiyeciliği geliştirilmeye çalışıldıysa bu sefer de ABD’nin Irak işgaline dayalı olarak Ferhat-Botan tasfiyeciliği geliştirilmeye, PKK Apocu çizgiden koparılıp ABD çizgisine çekilmeye çalışıldı. Bunlar çok yönlü ve ağır bir ideolojik-örgütsel çizgi saldırısıydı. İçten gelişen saldırılardı.

MADDİYATÇI SALDIRILARIN HER TÜRÜ

Biz bu dönemde maddiyatçı saldırının her türüyle karşılaştık. Hareket olarak, onun kadroları olarak, PKK içerisinde özgürlük mücadelesi yürüten kadınlar ve erkekler olarak gerçekten de her türlü maddiyatçı saldırıyla karşılaştık. İnsanın güdüleri, nefsi, oburluğu, her şeyi mücadele aracına dönüştürüldü. Bir ideolojik mücadele aracı olarak kullanıldı. Bireyci davranmak, disiplinden kopmak, keyfiyet, güzel yaşam, güzel yemek, güzel giyinmek, basit güdülerin tatmini gibi aslında insan zayıflığı diye tanımlayabileceğimiz bu maddi yaşam alanları PKK’ye karşı ideolojik mücadele yöntemleri olarak kullanıldı. Bunlar çeşitli biçimlerde propaganda edildi, yazıldı, çizildi. PKK’ye böyle imkânlar tanındı. Değişik alanlardaki PKK ortamlarına bu yönlü müdahalelerde bulunuldu.

Gerçekten de zihniyetimize, anlayış ve inancımıza yine yaşam tarzımıza dönük her türlü saldırıyla karşılaştık. PKK’nin yaşam tarzını değiştirmeyi hedefleyen her türlü saldırıyla karşı karşıya geldik. Bu konuda burjuva liberalizmi gerçekten çok yaratıcı ve etkin davrandı. Hakkını yememek lazım. Öyle usta yöntemler geliştirdiler ki, öyle etkileyici girişimler de bulundular ki deyim yerindeyse kaşla göz arasında insanları etkilemeye, yanıltmaya, kendi gerçeğinden uzaklaştırarak örgütle ve ideolojik çizgiyle karşı karşıya getirmeye çalıştılar. Kimisini açıktan, kimisini gizliden yaptılar. Öyle ki bazen insanları açıktan kendi durumlarının olumsuz olduğu, liberal bireyciliğin, maddiyatçılığın daha iyi olduğunu açık propaganda ederek yaptıkları gibi bazen de aslında PKK yaşamını övüyor, onu destekliyormuş gibi görünerek ama özünde PKK’nin zihniyet ve yaşam tarzını ince bir biçimde revize ederek, değiştirerek gizli bir biçimde insanları PKK’den koparmaya, ideolojik-örgütsel çizgi savrulmasını yaşar, çizgiden sapar hale getirmeye çalıştılar. Bunlarla çok fazla karşılaştık.

ÖNDER APO’YU İZLEYEN YÖNETİME HER TÜRLÜ HAKARET

Önder Apo İmralı mücadelesine karar verdiğinde çok fazla saldırıya maruz kaldık. Bunun başarılı olmayacağına dönük çok şey söylendi. Önder Apo’yu izlemeye karar vermiş olan yönetimimize aslında her türlü hakaret yapıldı. “Daha ne isteniyor ne aranıyor, Apo devri bitmiştir. Biraz da biz dinlenmeliyiz. Artık bizim sözümüz geçecek” diyen birçok insan türedi. Kurumların, devrimci imkânların başına geçmeye, onları ele geçirmeye yöneldiler. Kendilerini PKK’nin yarattığı imkânlar üzerinde örgütlemeye ve yaşamaya yöneldiler. Şimdi de bu yönlü iki tür saldırı var. Bir tür açıktan yapıyor. PKK’nin ideolojisini, zihniyetini, yaşam tarzını açıktan eleştiriyor. Önder Apo’nun demokratik uygarlık çizgisini, demokratik modernite paradigmasını eleştiriyor. Yanlış olduğunu ortaya koyuyor. Ulus devletçiliği övüyor. Bireyciliği, maddiyatçılığı övüyor. Maddi yaşam tutkusunu, insanların ihtirasını, şehvetini geliştirmeye çalışıyorlar.

Bir tür saldırı da bu temelde gizli boyutta yürütülüyor. Aslında daha çok içten yapılıyor ya da teknik imkânlara, araçlara dayalı olarak geliştiriliyor. Açıktan Önderlik çizgisi, PKK gerçeği eleştirilmiyor, hedefe alınmıyor ama içten içe, gizliden gizliye pratikte saptırılıyor. Uygulanmıyor, değiştiriliyor, fırsat bulunduğu yerde doğru görülmediği söyleniyor, açıktan reddedilmiyor ama örgüt ve eylem pratiğinde de gerekleri yerine getirilmeyerek aslında gizli bir biçimde revize etme, değiştirme, saptırma biçimindeki durumlar ortaya çıkarılıyor. Oportünizm var ediliyor. Söylemde her şey mükemmel, çizgiye göreymiş gibi söyleniyor, pratikte bunların gerekleri yerine getirilmiyor. Revize ediliyor, değiştiriliyor. Bu, pratikte oportünizme yol açıyor.

HEPSİNİN ARKASINDA KAPİTALİST MODERNİTE VAR

Bunlar tabii sınıf özellikleri olarak değerlendirilebilir. Küçük burjuva bireyciliğinin, maddiyatçılığının sonuçlarıdır. Yine erkek egemen zihniyet ve siyasi yaklaşımın sonuçlarıdır. Yani bir ideolojik saldırı durumu, sınıf ve cins saldırısı biçiminde küçük burjuva ideolojisinin erkek egemen zihniyet ve siyasetin saldırıları oluyor. Bunu böyle bilmemiz gerekli. Erkek egemen zihniyet, hakimiyet, yine küçük burjuva anlayışlar, ilkeler, ölçüler hareket içinde canlı tutulmaya, kadrolar erkek egemen çizgiye, küçük burjuva anlayışlara çekilmeye çalışılıyor. Bu pratik alanlarda çok fazla yaşanıyor. Evet, buna bireyler zemin oluyor, bireyler şahsında ortaya çıkıyor. Ama bilmeliyiz ki bunun arkasında planlı, bilinçli, örgütlü sistem saldırısı var. Kapitalist modernite sistemi saldırıyor. Sömürgeci-soykırımcı sistem saldırıyor. Uluslararası komplo temelinde 24 yıldır yürütülen saldırının bir parçası olarak günümüzde bunlar ortaya çıkıyor ve yaşanıyor.

Bu saldırılara karşı Kürt Özgürlük Hareketi olarak hangi stratejisi ve taktiklerle mücadele yürüttünüz, bu mücadelenin açığa çıkardığı gelişmeler neler oldu? Önder Apo’nun geliştirdiği mücadele çizgisi PKK’yi, halkı ve dünya toplumlarını ideolojik, siyasi ve askeri olarak nasıl etkiledi?

Önderlik ve Hareket olarak biz de bazı temel ilkesel, ideolojik, siyasi, stratejik ve taktik yaklaşımlarla yanıt verdik. Bu 24 yıl tarihin en anlamlı, en derinlikli, en yönlü, en büyük mücadelelerinden birine sahne oldu. Bu bilinen bir gerçek. Bunu çok fazla ifade etmeye gerek yok. Bu kadar çok yönlü bir mücadelenin 24 yıllık uygulaması içerisinde de kuşkusuz çok fazla ayrıntı var. Bu ayrıntıların hepsi de önemlidir. İncelemeyi, araştırmayı, bulmayı gerektiriyor. Kendisini eğitmek, Apocu çizgiyi doğru anlamak, Kürdistan Özgürlük Mücadelesinden gereken dersleri çıkartmak isteyenler bu ayrıntıları araştırmalı, incelemeli. Onların zengin derslerine ulaşmayı mutlaka bilmeliler. Ancak bu biçimde Apocu çizgiyi ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin derslerini öğrenebilirler. Kendilerini bu çizgi temelinde eğitebilirler.

DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ

Tabii biz burada bu denli ayrıntı üzerinde duramayız. Genel çizgiler halinde birkaç başlığı dile getirmek istiyoruz. Bunlardan birincisi değişim ve dönüşüm kavramlarıdır. Bu kavramların içerdiği diyalektiktir. Uluslararası komplonun 24 yıllık saldırılarına karşı Önderlik ve Hareket olarak en çok değişim ve dönüşüm diyalektiğini birey, örgüt, mücadele şahsında geliştirerek karşılık verdik. Önder Apo’yla avukatlar ilk görüştüğünde, daha İmralı mahkemesine sunduğu 25 sayfalık “Kürt Sorununda Demokratik Çözüm Bildirgesi” başlıklı savunmayı hazırlamaya başladığında avukatlar üzerinden Önder Apo bize şunu iletti: Değişip dönüşeceğiz. Hem de tepeden tırnağa kadar. Her şeyimizi sorgulayacağız. Değişim ve dönüşüm temelinde yenileyeceğiz ve yeniden yapılandıracağız. “Ben süreci böyle ele alıyorum. Kendi geçmişimi bu temelde sorguluyorum. Kendimi bu temelde yenilemek üzere değişim ve dönüşüme uğratıyorum. Bütün arkadaşlar da sürece böyle yaklaşsınlar. Benim yaptığımı takip etsinler. Benim yaptığım gibi yapmaya çalışsınlar. Süreci çok yönlü ve derinlikli bir değişim ve dönüşüm süreci olarak değerlendirsinler” dedi. Bu çok önemli. Süreç açısından gerçekten başarı çizgisini ortaya çıkaran bir mesajdı.

Yönetimimiz bunu tartıştı. Bu yaklaşım bütün kadrolara taşırıldı. Hatta halka ulaştırıldı. Yoğun tartışmalara konu oldu. 7. Olağanüstü Kongre’den başlamak üzere tüm parti toplantılarında, konferanslarda, kongrelerde, yönetim toplantılarında değişim ve dönüşüm diyalektiği üzerinde tartışmalar oldu. Neleri değiştirmeliyiz, nasıl değişmeliyiz, dönüşüm nasıl olmalı, uluslararası komplo gerçeği neleri açığa çıkardı, ondan hangi dersleri çıkarmalıyız, dolayısıyla uluslararası komplo karşısında yenilen değil de, onu aşan ve yenilgiye uğratan bir zihniyeti, ideolojik-siyasi çizgiyi, strateji ve taktikleri, örgüt ve eylemi nasıl ortaya çıkaracağız sorularına cevap bulacak şekilde geçmişi sorgulayıp derslerini çıkartan, kendisini bu dersler temelinde yeniden ele alıp değişime, dönüşüme uğratan bir süreç içerisinde olundu.

Eğer komplodan sonraki ilk yılların arşivlerine bakılırsa, yazıları, değerlendirmeleri, tartışma, toplantı tutanakları gözden geçirilirse görülecektir ki o dönemde PKK’de en çok kullanılan kavram değişim ve dönüşüm kavramıydı. Tartışmalara en çok konu olan değişim ve dönüşümdü. Her şey değişim ve dönüşüm diyalektiği temelinde ele alındı. Doğru ve yeterli anlaşılamadı, istenilen gelişmeye ulaşılamadı. Hatta bazen değişim ve dönüşüm böyle ezbere söylenir, içeriği anlaşılmaz bir duruma da düştü.

Her şey güçlü, doğru mükemmel gelişti diyemeyiz. Pratikte dalgalılık vardır. Fakat değişim ve dönüşümü kimse yadsımadı. Hiç kimse reddetmedi, inkâr etmedi. Değişim ve dönüşüme karşı olmadı. Doğru ve yeterince anlayamadı, kendi şahsında mücadele ve örgüt tarzında yeterli değişim ve dönüşüm yaratamadı. Bu ayrı bir konudur ama değişim ve dönüşümü kavram olarak süreç açısından reddeden, benimsemeyen hiç kimse olmadı. En azından başlangıç açısından bu çok daha fazla başattı. Daha sonra 2002-2004 tasfiyeciliği biraz da özünü, içini boşaltan, alaya alan bir noktaya getirmek istedi. Didiştirip çekiştirdi. Değişim ve dönüşümü bir yönüyle zayıflatmak istedi. Önderlik etkilemesi ve bir de sürecin zorlaması o denli güçlüydü ki tümüyle tasfiyecilik de kendini, değişim ve dönüşümü inkâr eder noktaya çekemedi. Ne yaptı? İçini, özünü boşaltmaya, tersyüz etmeye çalıştı. Değişim ve dönüşümü reddedemeyeceğini, inkâr edemeyeceğini, dolayısıyla değişim ve dönüşüme karşı çıkarsa kendisini parti içinde benimsetemeyeceğini görünce değişim ve dönüşümün yönünü saptırmaya çalıştı.

Önder Apo devrimci, özgürlükçü temelde, demokratikleşme temelinde, Kürt sorununu bu çerçevede çözme temelinde, daha çok Apoculaşma, militanlaşma, partileşme, gerillalaşma, demokratik uluslaşma yönünde değişim ve dönüşümü tanımlar, geliştirmek isterken tasfiyeciler değişim ve dönüşümü daha çok iktidarlaşma, devletleşme, KDP’lileşme, bürokratikleşme, düzen içileşme olarak tanımlamaya çalıştı. Böylece içeriğini bozmaya, anlamını değiştirmeye, amacından saptırmaya çalıştılar. Yine de değişim ve dönüşüm kavramlarına sahip çıkmak zorunda kaldılar. Ona sahip çıkarak bunu yapmaya çalıştılar. Önder Apo’nun öngördüğü doğru değişim ve dönüşümün kendilerinin söylediği gibi olduğunu iddia ettiler. Özellikle İmralı işkence ve tecrit sisteminden de yararlanmaya, dolayısıyla Önder Apo’nun dışarıyla ilişki ve irtibatının zayıf olmasından da yararlanarak, yine yeterince izah edilmemiş bazı Önderlik değerlendirmelerini tersyüz etmeye çalışarak değişim ve dönüşümün amacını saptırmak için gayret ettiler. Tabii bu çok zayıf bir yönelimdi. Tersyüz ediyor, yalan söylüyorlardı. Aslında kadroların bunu kabul etmeyeceğini iyi biliyorlardı fakat yine de son bir çare olarak dört bir elle sarılıp bu yönlü çaba harcamaya çalıştılar.

BİR HALKI SAVUNMAK, NETLEŞTİRDİ

Durum Önder Apo’ya yansıyınca ve Önder Apo AİHM yargılaması temelinde bulduğu kısa süreli imkânı bu temeldeki örgütsel değişime dair düşüncelerini “Bir Halkı Savunmak” adlı savunmasında genişçe izah etme ve bunu Hareket’e ulaştırma imkânı bulunca maskeler düştü, kel göründü. Tasfiyecilerin bütün saptırma ve yalan yaklaşımları açığa çıktı. Dolayısıyla Önderlik düşünceleri artık saptırılamaz, yoruma tabi tutulamaz hale geldi. Bütün örgüt, herkes doğruları görür anlar bir noktaya ulaştı. Böylece de yalancının mumunun yatsıya kadar yanması gibi, tasfiyecilerin mumu da Bir Halkı Savunmak kitabının gelmesiyle söndü. Gelen savunmayla birlikte her şey aydınlandı. Bütün yalan lambaları söndü, ampuller patladı. Tasfiyecilik kendi yalanı içinde tasfiye oldu. Böylece değişim ve dönüşüm Apocu çizgide daha çok gelişme ve derinleşme yaşadı. “Bir Halkı Savunmak” adlı kitabın ortaya koyduğu demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü paradigma temelinde, yine demokratik modernite çizgisinin ifade eden “Demokratik Toplum Manifestosu” adlı beş ciltlik savunmanın ortaya koyduğu çizgi temelinde bunlar gerçekleşti.

DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMDEKİ EKSİK VE ZAYIFLIK

Genel doğrultuda Önderlik çizgisi temelinde bir yürüyüş, değişme ve dönüşme yaşandı ama yine de değişim ve dönüşüm konusunda iki yönden eksik ve zayıf kalındığını burada ifade etmemiz lazım:

* Önder Apo’nun aydınlatılması temelinde tasfiyecilerin bütün maskelerinin düşmüş ve kaçarak tasfiye olmuş olmalarına rağmen 2002-2004 döneminde örgüt içerisine yaymaya çalıştıkları değişim ve dönüşümün özünü saptırmaya dönük girişimleri anlayış ve kavram olarak bireyler ve örgüt içindeki etkinliğini bir düzeyde sürdürdü. Başlangıçta daha çok etkiliydi. Özellikle Demokratik Toplum Manifestosu’nun ulaşması sürecine kadar. Orada Önder Apo’nun geliştirdiği liberalizm eleştirisinin değerlendirmesinin kadrolara ulaşmasına kadar tasfiyeci kavramlar, anlayış bir düzeyde etkisini sürdürüyordu. Demokratik Toplum Manifestosu’yla birlikte bu etki azaldı. Tasfiyeci anlayış ve literatürden uzaklaşma daha çok gelişti. Tümden ortadan kalktı denilemez. Etkileri bir düzeyde hala da var, çünkü tasfiyeciliğe karşı Hareket olarak biz çok planlı, örgütlü, bütünlüklü bir mücadele yürütmedik. Önder Apo yürüttü. Savunmalar yazdı ama biz tasfiyeciliği değerlendiren, mahkum eden kitaplar, broşürler, raporlar hazırlayıp kadroları, partiyi bu temelde eğitip tasfiyeci etkilere karşı mücadeleye yeterince sevk edemedik. Eğitimlerde, yaşamda, pratik içinde bu oldu. Hiç olmadı değil ama parça parça oldu, bütünlüklü ve derinlikli olmadı. O nedenle tasfiyeci etkiler uzun süre devam etti. Kalıntı olarak yaşadı, bu temelde anlayış ve uygulama düzeyinde hareketi bozar bir etkiyi gösterdi.

* Anlama, kavrama, özümseme, benimsemede eksiklikler oldu. Kapitalist modernite etkileri çok fazla var. İçinden çıkılan toplumun kişilik üzerindeki etkileri çoktur. Bir de geçmiş mücadelenin yarattığı etkiler, şekillenmeler var. Aynı zamanda iletişim tekniği nedeniyle de günün 24 saatinde tüm topluma yapıldığı gibi parti camiasına, kadrolara dönük de bir liberal bombardıman vardır. Bu çok yoğun ve yaygın bir biçimde basın üzerinden yapılıyor. O kapsamda yapılıyor ki dünyada hiçbir insan bunun dışına çıkamıyor. Zindanlara konan, her şeyden tecrit edilen, dağ başında çobanlık yapan bile bunun etkisini yaşıyor. Bu aslında Önder Apo’nun yaşadığı ve geliştirdiği değişim ve dönüşümün özümsenmesine, benimsenmesine karşı bir mücadele oluyor. İnsanları bir düzeyde etkiliyor. Hele hele çok yoğun liberal ortamlarda olunursa örgütlü yaşam ve mücadeleden uzak konumda bulunulursa böylesi ortamlarda kadrolar kapitalist liberalizmin inceltilmiş saldırılarından çok daha fazla etkileniyor.

LİBERALİZM ÇOK SİNSİ BİR SALDIRIDIR

Tabii liberalizm açıktan saldırı değildir. Çok sinsi, gizli bir saldırıdır. Açıktan bir şeyi reddetmez. Sanki kabul ediyormuş gibi görünüp özünü saptırmayı ifade eden bir saldırıdır. Bu da uyanıklık istiyor, bilinç düzeyi gerektiriyor. Eleştirel bakış açısına ihtiyaç duyuyor. Bu konularda zayıflık yaşanırsa o zaman liberal etkileri görme, anlama, onlara karşı mücadele etmede zayıf kalınıyor.

Dolayısıyla Önder Apo’nun yaşadığı değişim ve dönüşüm yeni dönemin partileşmesi, gerillalaşması, demokratik uluslaşması konusunda sorunlar yaşanıyor, hata ve eksiklikler pratikte ortaya çıkıyor. Bunlar tartışmalara ve eleştirilere konu oluyor. Birinci boyut olarak bunu ifade edebiliriz.

YENİ BİR DEVRİM TANIMLAMASI GETİRDİ

İkincisi paradigma değişimiydi. Değişim ve dönüşüm kavram olarak gelişti. Birçok yönde etkide bulundu, tüm pratiği içine aldı ama 2003’ten itibaren Önderlik düzeyinde paradigma değişimi olarak bu somutlaştı. PKK devlet odaklı ve iktidar endeksli bir parti olmaktan çıktı. Demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü paradigmayı esas alan demokratik toplumcu bir parti haline geldi. Ulus devlet ideolojisinden koptu. Ulus devlete karşı demokratik ulusu geliştirdi. Demokratik ulusu dil-din-toprak-ekonomi ulusu olarak tanımlamadı. Bir zihniyet ve kültür birliği ulusu olarak tanımladı. Dolayısıyla her cinsten her milliyetten her inançtan insan topluluğunun kendisini özgür olarak örgütleyip demokratik özerklik temelinde, demokratik ulus birliği içerisinde kardeşçe yer alıp yaşayabileceğini öngördü. Bu oldukça önemli bir değişimdi.

Yine devletin yerine Demokratik Konfederalizmi koydu. Devletin her türlü baskı ve sömürüsünü kabul eden, toplum üzerinde belli bir kesimin egemenlik kurmasını ifade eden yapılanması yerine toplumun kendi kendini yönettiği, yönetenlerin seçimle geldiği, seçenlerin yönetenleri istediği zaman geri çağırabildiği, demokratik yönetimin bir toplumsal görev olarak yerine getirildiği bir sistem olarak tanımladı. Örgütlü topluma dayanan, demokratik komün ve özgür bireye dayanan bir siyasi sistem olarak tanımladı. Dolayısıyla yeni bir anlayış, yeni bir program, yeni bir strateji ve taktik, yeni bir devrim tanımlaması geliştirdi. Demokratik Konfederalizmi Demokratik Özerklik temelinde ele aldı. En üstte demokratik konfederalizm birliği var. Bunu da her düzeyde kendisini özgürce örgütlemiş olan birimlerin birliği olarak tanımladı. Dolayısıyla demokratik özerklik ve demokratik konfederalizmi, yine demokratik ulus gerçeğini Kürt ulusal sorununun çözümü için temel bir model olarak sundu. Yine tüm toplumsal sorunların benzer çizgiyle, projeyle çözüme kavuşturulabileceğini öngördü.

Devleti oluşturan düzenli ordunun yerine toplumun öz savunmasını tanımladı, geçirdi. Toplumun kendi bilinci, eğitimi ve örgütlülüğüyle kendi kendini savunması, dolayısıyla savunma araçlarının bazı kesimlerin elinde olduğu ve toplumun üzerinde bir baskı ve sömürü aracı olarak kullanıldığı bir sisteme son vererek, savunma araçlarının toplumun genel savunmasında kullanıldığı, toplum içerisinde ayrıcalığa, baskı ve sömürüye alet edilmediği bir sistemi öngördü.

Tabii bunu kadın özgürlüğüne dayandırdı. Bütün toplumsal özgürlüklerin temeli ve esası olarak kadın özgürlüğünü değerlendirdi. Yine doğaya karşı ekolojik bilinci, ekolojik yaklaşımı esas aldı. Her türlü endüstriyalist yaklaşımın doğayı yok edici, bitirici, tahrip edici yaklaşımlarına karşı doğa ve toplum uyumunu, bütünlüğünü öngören bir sistem tanımladı.

PKK’NİN YAŞADIĞI KÖKLÜ BİR DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMDÜ

Kısaca PKK köklü bir değişim ve dönüşüm yaşadı. 2002-2004 sürecinde Önderlik gerçeği bu değişimi yaşadı. Bir Halkı Savunmak kitabıyla birlikte Demokratik Toplum Manifestosu’yla da gelişerek bu değişim ve dönüşüm bütün partiye yayıldı. Ulus devlet ideolojisinden koptu. İktidar ve devlet paradigmasından koptu. Kadın özgürlükçü ekolojist demokratik toplum paradigmasını, demokratik toplumu, öz savunmayı ve demokratik siyaseti esas alan yeni bir parti haline geldi.

Dolayısıyla devrim anlayışı, stratejik ve taktik yaklaşımları buna göre değişim yaşadı. Devrimi bir devlet yıkmak, yeni bir devlet kurmak olarak tanımlayan o devletçi anlayışı reddetti. Ondan koptu. Tersine devleti küçülten, daraltan, demokratik ulus çizgisinde özgür birey ve demokratik komüne dayalı olarak demokratik toplumu ve özgür yaşamı örgütleyen, geliştiren, böylece devlete karşı demokratik toplumu var eden, koruyan, onu büyüterek devleti küçülten bir gelişmeyi, devrimci gelişme olarak değerlendirdi. Bunu devrim olarak gördü. Devlet artı demokrasi olarak bunu tanımladı ve bunun uzun bir süre yaşanacağını, devrimcilerin görevinin her şeyi devleti yıkmak için mücadeleye sevk etmek değil de demokratik toplumu eğitip örgütleyerek devleti daraltma, küçültme, demokratik toplumu ise sürekli büyütme temelinde bir mücadele anlayışını, tarzını esas alması gerektiğini belirledi. Bu da önemli bir değişim oldu.

Bu bütünüyle ideolojik-siyasi-askeri mücadele yaklaşımlarımızı değiştirdi. Komplo öncesi süreçteki anlayışlarımız, yaklaşımlarımız, dolayısıyla çalışma tarzlarımız, planlarımız değişti. Komploya karşı, komplo öncesinin yöntemleriyle mücadele etmedik. Paradigma değişiminin ortaya çıkardığı yeni yöntemlerle, tarzla, üslupla, tempoyla mücadele ettik. Bu temelde bütün mücadele tarzımızda, yöntemlerimizde değişiklik oldu. Örgütlenmemizde değişiklikler oldu. Bunlar komployu ortaya çıkartan etkenleri ortadan kaldırmayı, onları aşmayı, dolayısıyla komployu yenilgiye uğratmayı içerdi.

DEMOKRATİK SİYASİ MÜCADELE STRATEJİSİ

Diğer üçüncü bir halka olarak da mücadele stratejisini belirtebiliriz. Aslında PKK, bugün Dördüncü Stratejik Dönemde bulunuyor. Birinci Stratejik Dönem, 1970’lerin partileşme dönemiydi. Ajanlaşmış yapı, kişi ve kurumlara karşı devrimci şiddet temelinde mücadele stratejisiyle PKK kuruldu. İkinci Stratejik Dönem, 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı uzun süreli halk savaşı stratejisiydi. 1990 başına kadar 15 Ağustos Atılımı temelinde PKK böyle bir stratejiyle mücadele etti. Gerilla savaşını geliştirdi. Hem ’90 başında dünyada ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri değerlendirerek hem de Kürdistan’da ve Türkiye’de ortaya çıkan sonuçlara bakarak Mart 1993’te ateşkes ilan edip stratejik değişim gerçekleştirmek istedi. Halk savaşı stratejisinin yerine Demokratik Siyasi Mücadele Stratejisini geçirmek istedi fakat düşman ve sistem buna izin vermedi. Topyekun faşist-soykırımcı saldırıyla PKK’yi imha ve tasfiye etmek istedi. Buna karşı 1998’e kadar PKK büyük bir direniş yürüttü. Önder Apo, 1 Eylül 1998 ateşkesiyle, Mart 1993’te başlatılıp da yürütülemeyen süreci geliştirmek istedi. Ona da sömürgeci-soykırımcı sistem uluslararası komployu dayattı.

Uluslararası komploya karşı mücadele İmralı’da idama karşı mücadele olarak belli bir düzey ortaya çıkardı. Nitekim Ocak 2000’de bir sonuç ortaya çıktı. TC. sistemi İmralı’da verilen idam kararını uygulamayı durduğunu ilan etti. Buna karşı PKK de 7. Kongre’yle Halk Savaşı Stratejisi’ni durdurarak stratejik değişim yaptığını, uluslararası komploya karşı demokratik siyasi mücadele stratejisiyle hareket edeceğini ilan etti. Buna göre kendi çalışmalarını planladı. Kendini örgütledi. Komploya karşı ilk elden demokratik siyaset temelinde mücadele etmek istedi. Paradigma değişimiyle birlikte bu süreç daha da güçlendi. Demokratik Konfederalizm olarak tanımladığı KCK sistemini, Önder Apo ve PKK demokratik siyasi mücadele stratejisi temelinde, siyasi çatışmaya girmeden demokratik siyasetle mücadele ederek hayata geçirmek, pratikleştirmek istedi. Bunun teorisini geliştirdi, buna göre planlar yaptı, kararlar aldı, örgütlenmeler geliştirdi. Bu temelde siyasi mücadeleye önem ve öncelik verdi. 1 Haziran 2004’te kısmi olarak silah kullanma gündeme gelse de yine de 2000’den 2010’a kadar olan süreç demokratik siyasi mücadele dönemiydi.

Eğer sömürgeci-soykırımcı sistemde de bir zihniyet ve siyaset değişikliği olsaydı mücadeleyi şiddet araçlarıyla, askeri boyutta değil de siyasi boyutta yürütmeyi, sorunları demokratik siyasetle çözmeyi esas alsalardı Önder Apo ve PKK demokratik siyasi mücadele stratejisini sürdürecek, KCK çözümünü demokratik siyasi mücadeleyle gerçekleştirmeye çalışacaktı fakat AKP yönetimi, ABD ile ittifak yaparak özellikle 2007-2008-2009 yıllarından itibaren bu süreci tersine çevirdi. Demokratik siyasi mücadelenin önüne engeller koydu. Demokratik siyaseti tasfiye etmeye çalıştı. Demokratik siyasi güçleri tutukladı. İşkence yaptı. Demokratik siyaseti işlemez kıldı.

Demokratik siyaset araçlarını; partileri, dernekleri kapattı. Hâlbuki 29 Mart 2009 yerel seçim sonuçları aslında Kürt sorununun demokratik yerel yönetimler temelinde siyasi çözümü için mükemmel bir fırsat yaratmıştı. Buna karşı AKP, 14 Nisan 2009 siyasi soykırım operasyonlarıyla karşılık verdi. Seçilmiş belediye başkanlarını, parti yöneticilerini tutukladı. Önder Apo üzerinde baskıyı geliştirdi. Bu süreci 17 Kasım darbesine ve 11 Aralık’ta Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılmasına kadar götürdü. Böylece siyasi mücadele yürütmenin ve sorunları demokratik siyaset temelinde çözmenin hiçbir imkânını ve fırsatını bırakmadı. Bunun üzerine Önder Apo 31 Mayıs 2010 tarihinde geri çekildiğini açıkladı. “Siyaset yapma, siyasi mücadele yürütme, sorunları demokratik siyaset temelinde çözme imkânları kalmamıştır. Dolayısıyla demokratik siyasi mücadele stratejisi sona ermiştir” dedi.

DÖRDÜNCÜ STRATEJİK DÖNEM BAŞLATILDI

PKK, 1 Haziran 2010’dan itibaren de strateji değiştirdi. Üçüncü stratejik döneme son verdi, dördüncü stratejik dönemi başlattı. Bu Devrimci Halk Savaşı Dönemiydi. 1980’lerde uygulanan halk savaşının yeni paradigma temelinde yenilenerek yeni bir stratejik çizgi biçiminde uygulanmasını ifade etti. Günümüze kadar da böyle bir strateji temelinde mücadele yürütülüyor.

Şimdi komploya karşı mücadelede böyle bir stratejik değişim yaşandı. 2000’de demokratik siyasi mücadele stratejisi esas alındı, üçüncü stratejik döneme geçildi. 2010’da üçüncü stratejik döneme son verilip dördüncü stratejik döneme geçildi, Devrimci Halk Savaşı Stratejisi esas alındı ve bu temelde mücadele tarzı ve taktikler geliştirilmeye çalışıldı.

Uluslararası komploya karşı mücadelenin strateji ve taktiklerinde bir de böyle bir değişimi yaşadık. Önderlik düzeyinde bu değişimi yaşadık. Kısmen parti ve halk düzeyinde bu değişimi yaşadık. Hala da bu temelde mücadele ediyoruz. Bu stratejik değişim ve onun gerektirdiği taktik ve tarz yenilenmeleri ne kadar gerçekleşti, başarıldı? Gerçekten bu konuda ciddi eksiklikler, hatalar var. Aslında Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ne girememe durumu yaşandı. Biraz kabullenmeme gibi bir durum oldu. Demokratik siyasi mücadele stratejisinin yarattığı alışkanlıklar aşılamadı. Bir anlayışa dönüştü ve stratejik değişim yeterince öngörülüp esas alınarak gerçekleştirilemedi. Zaten bugünün zorlukları, sorunları da biraz bundan kaynaklanıyor. Eksiklikler bundan yaşanıyor.

Bu eksiklikler olmasaydı AKP-MHP faşizmi ne kadar saldırgan olursa olsun bu kadar ayakta kalması, hükmünü sürdürmesi kesinlikle mümkün olmazdı. Şimdiye kadar çoktan yıkılır bir kenara atılırdı. Kürdistan’da, Türkiye’de faşizme ve soykırıma karşı mücadele etme potansiyeli bu kadar güçlüydü. Dolayısıyla AKP-MHP faşizminin günümüze kadar var olması kendi gücünden çok aslında PKK’nin ve diğer devrimci örgütlerin doğru bir stratejik anlayış ve zengin taktik yaklaşımla mücadele edememesinden kaynaklanıyor. Ona dayanıyor.

Buradan baktığımızda Önder Apo’nun çizgisi sınırlı bir düzeyde pratikleşmiştir. Hala PKK’de, Kürt halkında, kadınlarında, gençlerinde, Kürdistan’da sınırlı düzeydedir. Önder Apo’nun yaşadığı değişim-dönüşüm, paradigma değişimi, stratejik değişiklik, stratejik ve taktik anlayışlar doğru ve yeterli anlaşılıp başarıyla pratiğe geçirilmiştir, diyemeyiz. Bu sınırlı düzeyde oluyor. Hatası çok olan bir pratik uygulanma yaşanıyor. Geriden takip ediliyor. Merkez Karargâh’ın sık sık ifade ettiği gibi pratikte savunmacı, işleri geriden ele alan, zayıf yürüten bir anlayış var. Parçalılık çok, dolayısıyla henüz PKK’de ve Kürt halkında bunların somutlaşması yeni yeni gelişiyor. Başlangıç halindedir. Sınırlı bir düzey tutturmuştur. Bütün gelişmeler de aslında bu değişim ve dönüşüme dayalı olarak gerçekleşiyor. Bunu ifade etmemiz lazım. O halde şimdiye kadar değişim ve dönüşüm, paradigma değişimi, stratejik değişim zamanında doğru ve yeterli anlaşılsa, planlanıp pratiğe geçirilmiş olsaydı yaşanan gelişmeler rahatlıkla şimdiki değişimin on kat fazlası olabilirdi.

Bu durumun PKK ve Kürdistan dışına taşmasında da yeni bir yönelim var. Bölgesel ve küresel düzeyde Önderlik düşünceleri kısmen yayılıyor. Enternasyonal çalışmalar var. Özellikle Rojava Devrimi üzerinden kadınlar ve gençler Önderlik düşüncesiyle daha fazla tanıştılar. Kadın Özgürlük Devrimi’ni, yine demokratik ulus, demokratik konfederalizm projesini gördüler. Bunlar bölgede ve dünyada oldukça etkilidir. Hem Jineolojî, Kadın Özgürlük Devrimi hem de Demokratik Konfederalizm, Demokratik Ulus projeleri bütün sorunlar için çözümleyici oluyor. Herkes kendi yaşadığı sorunları için çözümü burada görüyor. Dolayısıyla bunlar ulaştığı yeri etkiliyor. Hem de eyleme kaldırıyor. Fakat bu da henüz başlangıç halinde. Yeni yeni yayılıyor. DAİŞ’e karşı mücadele ve Rojava Devrimi biraz bunu yaydı.

Şimdi Doğu Kürdistan’da ve İran’daki gelişmeler bu yönlü etkileyici oluyor. Aslında hem Kürdistan’da hem dünyada özümsenmesi, benimsenmesi ve eyleme geçirilmesi yetersizdir. Fakat etkileme düzeyi çok güçlü. Son derece inandırıcı, eğitici, örgütleyici, umut yaratıcı, eyleme sevk edicidir. Cesaret ve fedakârlık kazandırıcıdır. Önder Apo’nun komploya karşı yürüttüğü mücadelenin çizgisi, tarzı, strateji ve taktikleri bu düzeyde etkileyici oluyor. Ulaştığı yeri derinden etkileyerek eyleme kaldırıyor. Bunun geliştirilmesini hem Kürdistan’da hem de dünyada büyük bir devrimci değişim-dönüşüme yol açacağı, devrimci altüst oluşları yaratacağı kesindir.

Kürt Halk Önderi, İmralı sürecinde uluslararası komplocu güçlere, demokratik modernite paradigması ve demokratik ulus sistemiyle yanıt verdi. Komplo 3. Önderliksel Doğuş sürecini nasıl etkiledi?

Kürt soykırım sistemi kapitalist modernitenin küresel hegemonik yapısına dayandığı için soykırım sisteminden kopmak, özgür Kürt varlığına kavuşmak, özgür Kürt olarak var olup yaşamak istemek sistemden kopuşu gerekli kıldı. Kürt soykırımı sisteminden kopuş aynı zamanda küresel kapitalist modernite sisteminden kopmayı bir anlamda içerdi. Önderliksel doğuş, PKK’nin ideolojik grup olması, partileşmesi tamamen bu kopuş gerçeğine göre gerçekleşti. Diğer birçok Kürt örgütü, Kürt soykırım sisteminden kopmadan, sistem içinde var olup mücadele ediyor görünürken, PKK bunlardan çok farklı olarak sistemden tümden kopuşu esas aldı, çünkü Kürt varlığı ve özgürlüğü ancak bu temelde gelişiyordu. Özgür Kürt olarak var olabilmek, Kürt soykırım sistemini yaratan küresel hegemonik kapitalist modernite sisteminden kopmayı da gerektiriyordu. Kapitalist modernite sisteminden kopmadan özgür Kürt olacağım iddiası boş bir iddia, temelsiz bir görüş, bir aldatmaca, yanılgı, bir hayal gibiydi. Birçok güç bu yanılgıyı yaşadı. Onların amacı küçük burjuva bireyciliklerini yaşamak için maddi ortam yaratmaktı. Dolayısıyla işin özüne çok ulaşmak istemediler. Hatta işin özünü bu biçimde gördükçe oradan kaçmaya, kopmaya yöneldiler.

Önder Apo onlar gibi olmadı. Önder Apo ciddiydi, samimiydi. Kürt sorununu kendi yaşamı için bir araç olarak kullanma değil de gerçekten de Kürt halkını var ve özgür etme mücadelesine kendini adamayı esas almıştı. Özgür Kürt olarak yaşamayı öngördü. Bu bilince ulaşıp böyle bir yaşama adım atınca da bunun kapitalist modernite sistemi içinde olmadığını, sistemden kopuşu gerektirdiğini gördü. Görünce de böyle bir kopuşta tereddüt etmedi. Buna Önderliksel çıkış diyoruz. Aslında Önderliksel çıkış, ilk Önderleşme sistemden bu biçimde kopmayı ifade etti. Önderlik düzeyinde yaşanan bu kopuş tabii bir anlayışa, örgüte, yaşama, mücadeleye dönüştü. Önderliğe katılan herkesin benzer bir biçimde sistemden kopması gerekti.

PKK’nin baştan itibaren sistemden bu biçimde kopuşu çok önemlidir. Henüz ulus devlet çizgisini aşamamış olsa da ulus devlete dayalı küresel kapitalist modernite sistemden kopmayı pratikte yaşıyordu. Düşünce olarak ulus devleti savunuyor, pratik olarak ise ondan kopuşu yaşıyordu. PKK’nin kendi içindeki temel çelişkisi aslında uzun bir süre bu biçimde yaşandı. Böyle bir çelişki var oldu. Bunun için aslında diğer örgütlerin ilkel Kürt milliyetçiliğini, yine reformist teslimiyetçi Kürt milliyetçiliğini sistemiçilik olarak değerlendirdi. Şiddetle eleştirdi. Onların bu otonomici yaklaşımlarını aslında sistemden kopamamak olarak gördü. Kendi sistemden kopuşunu çok keskin bir ulus devletleşmeyle olabileceğini değerlendirdi, buna inandı ve bu temelde ulus devlet çizgisini çok yoğun ve keskin bir biçimde savundu. Teorik olarak düşünsel planda hep ulus devlet çizgisini öngördü. Ulus devlet yaratmayı hedefleyen bir örgütlenme ve mücadeleyi geliştirmeye yöneldi.

Daha sonra 12 Eylül faşist-askeri darbesi gelişince, darbeye karşı yurt dışına çıkma, yine darbeye karşı temel mücadele olarak gerillayı öngörüp Kürdistan dağında gerillaya yönelme, baştan itibaren sistemden kopmayı ifade eden bu yapıyı daha da geliştirdi, derinleştirdi. Ona biçim kazandırdı. Somutluk yarattı. Pratikte gerçekleşme düzeyi kazandırdı. Bu durum giderek PKK’de esas olarak var olan iç çelişkiyi de derinleştirdi. Bir taraftan ulus devlet çizgisi esas alınıyor. Kürt sorununun ulus devlet çözümü için çaba harcanıyordu. Diğer yandan ise ulus devletçi küresel sistemden kopuş yaşanıyordu. Kürt soykırım sisteminden kopmak, özgür Kürt olarak var olmak, örgütlenmek ve mücadele etmek kesinlikle küresel ulus devlet sisteminden, Kürt soykırım sisteminin dayandığı sistemden kopuşu gerektiriyordu. Pratik duruşta kopuş gelişti. Düşüncede ulus devlet anlayışı var oldu. PKK’nin düşünce gücü, pratik tecrübesi o dönemde bu çelişkiyi çözmeye yetmiyordu ve aslında Kürt sorununun daha önceki direnme süreçlerinde çözülememesini PKK, ulus devlet çizgisinin güçlü, etkili, örgütlü yürütülememesinden kaynaklandığını değerlendiriyordu. Dolayısıyla kendini bu alanda daha fazla derinleştirdi fakat ‘90’lı yıllardaki gelişmeler bu konuda çözümün öyle çok hızlı gerçekleşmeyeceğini ortaya koydu. Gerillanın bir dönem uygulanmasının ortaya çıkardığı ulusal diriliş devrimi, serhildanlar, Kuzey Kürdistan’da önemli bir durumu ortaya çıkartsa da diğer sömürge ülkelerde, toplumlarda gerçekleşene benzer bir biçimde siyasi ya da askeri yollarla ulus devlet çözümü hızla gerçekleşmedi. Bu durumda Önder Apo, ideolojik çizgiyi daha çok derinleştirmeye, bunun nedenlerini daha fazla anlamaya yöneldi.

FEDAİ ÇİZGİDE GERİLLALAŞMA VE PARTİYİ GERİLLAYA BAĞLAMA

Yeni fedai-militan çizgideki gerillacılık tam da bu temelde gelişti. Başka ülkelerdeki gerilla ölçüleri Kürdistan’da TC. faşist-soykırımcı sömürgeciliğine karşı mücadeleyi geliştirmek için yetmedi. Dolayısıyla ancak fedai çizgideki bir gerillacılık bunu yapabilir görüldü ve PKK, 1986’dan itibaren 3. Kongre değerlendirmelerine dayalı olarak gerillayı fedai çizgisinde bir gerillalaşma olarak ele aldı. Diğer yandan partiyi gerillaya bağladı. Gerilla için öngörülen çizgiyi partinin ideolojik çizgisi olarak değerlendirdi. Dolayısıyla partinin yaşadığı profesyonel devrimciliği de fedai-militan çizgide bir devrimcilik olarak tanımladı. Parti ve gerillayı iç içe, bir bütün olarak ele aldı. Bu bir açılımdı. Mücadeleyi geliştirmesi, yenilgiyi önlemesi, özgürlük savaşını sürdürebilmesi için bu hususlar önemli açılımlardı. PKK’ye güç verdi, güç kattı. Reel sosyalizmin çözülmesine rağmen PKK’nin ayakta kalmasına ve mücadeleyi geliştirmesinde bu özellikleri önemli bir rol oynadı.

KADIN ÖZGÜRLÜK DEVRİMİ BAŞLATILDI

Bunlarla birlikte benzer bir açılım olarak Kadın Özgürlük Çizgisini geliştirmeyi, dolayısıyla özgür yaşamda, toplumsal özgürlükte daha fazla derinleşmeyi, fedailiği kadın özgürlük çizgisinde bir yaşam olarak tanımlamayı öngördü. Bu düzeyde devrimin ideolojik düzeyini derinleştirdi, kapsamlılaştırdı. Böylece Kadın Özgürlük Mücadelesini gündeme getirdi. Kadın Özgürlük Devrimi’ni başlattı. Bu çerçevede kadını daha güçlü ve etkili bir biçimde mücadelenin içine çekme, katma düzeyine ulaştı. Daha önce bir kitlesel mücadele gücü, destek bir güç olarak rol oynarken, kadın böyle bir ideolojik tanımlama temelinde partileşen, gerillalaşan, topluma öncülük eden ve geniş kitleler düzeyinde devrime katılan bir güç haline geldi. Bunlar da 1990’lı yıllarda PKK devrimini ayakta tutan, güçlendiren temel etkenler oldu.

Aslında 1990 başlarında Reel Sosyalizm çözülür, bütün Komünist-Sosyalist Hareketler geri plana düşerken, PKK’nin varlığını koruması, ayakta kalması, hatta kendisini daha çok geliştirmesi esas da bu etkenlere dayandı. Dikkat edilirse bunlar bir ideolojik derinleşmeydi. PKK’nin yaşadığı çelişkili duruma bir tür cevap oluyordu ama tümüyle yeterli bir cevap da olmadı.

Sonuç olarak böyle bir partileşme, gerillalaşma ve kadın özgürlük devrimi temelindeki ideolojik derinleşmeye dayalı olarak gerilla savaşını, ulusal kurtuluş mücadelesini ‘90’lı yıllarda daha fazla derinleştirdi, geliştirdi, yaydı. PKK bunu büyük bir savaşa dönüştürdü. 15 Ağustos başlangıç alınırsa, 9 Ekim 1998’deki uluslararası komploya kadar ulus devlet çizgisinde süren 15 yıllık kesintisiz bir ulusal kurtuluş savaşı yürütüldü. Normal olarak sömürge ülkelerde halkların yürüttüğü savaşlara denk bir savaştı. Süre, şiddet ve toplumsal katılım olarak ortalama ulusal kurtuluş hareketlerinden zayıf değil, onun üstündeydi. Dolayısıyla bu savaş düzeyini her ülkede yarattığı çözüme benzer bir çözümü Kürdistan’da da ortaya çıkması gerekiyordu.

Nitekim 9 Ekim 1998’de Avrupa’ya çıkmaya karar verirken Önder Apo’nun bunu düşünmüş olduğunu da değerlendirebiliriz. Böyle büyük bir savaş verildi. Bunun ortaya çıkardığı gerçekler, siyasi-askeri-örgütsel sonuçlar var. Bu sonuçları Avrupa’nın demokratik söylemleriyle de birleştirirsek o zaman Kürdistan sorununun siyasi çözümünü gerçekleştirebiliriz düşüncesiyle Önder Apo komplocu dayatma karşısında çıkışı Avrupa’ya yaptı. Çözümün önünü açıcı politikalar da geliştirdi; Roma’da 8 maddelik son derece çözümleyici bir program sundu. Herkesi de böyle bir program temelinde sorunla ilgilenmeye, tartışmaya, soruna muhatap olmaya çağırdı.

Burada şunu görmemiz gerekiyor: 15 yıllık gerilla savaşı aslında her türlü sömürge sorununu, ulusal sorunu çözmek için yeterli bir ulusal kurtuluş savaşıydı. Yine Önder Apo’nun Roma’da ortaya koyduğu siyasi çözüm projesi normal ulusal ve sömürge sorunların siyasi çözümü için yeterli, en makul bir projeydi. Fakat sonuç ne oldu? Uluslararası komplo oldu. Ne 15 yıllık savaşla öngörülen ulus devlet çözümü gerçekleşti ne de 8 maddelik siyasi çözüm programıyla Avrupa ortamı harekete geçerek Kürt sorununun siyasi çözümü yönünde adım attı. Bütün bu çalışmaları yürüten Önderliğe imha dayatıldı. İmralı yolu gösterildi. İmralı işkence ve tecrit sisteminde çürütmeye alınma ve terk edilme reva görüldü. İşte uluslararası komplo gerçeği bunu ifade ediyor.

SİSTEM, KÜRT ULUS DEVLETİNE KAPALI

Önder Apo bütün bunları yaşadı ve komplo gerçeğiyle bu temelde karşı karşıya kaldı ve komplo dayatması karşısında bütün olup bitenleri değerlendirdi. En çok neyi değerlendirdi? Kürdistan’da ne savaş ne de yürütülen siyaset, Kürt sorununun ulus devletçi çözümü için yetersiz değildi. Hatta fazlasıyla yapılmıştı. Hem içerik bakımından hem süre bakımından daha fazla olmuştu. O halde diğer ülkelerde gerçekleşen çözüme benzer bir çözümün Kürdistan’da da gerçekleşmesi gerekirdi. Normal sürecin böyle işlemesi lazımdı. Fakat pratik süreç nasıl oldu? Çözüm yerine imha gündeme geldi. Uluslararası Komplo ile karşılaşma yaşandı. İmralı çürütme politikasına, tecrit ve işkence sistemi içine konma gerçekleşti. Bu neyi ifade ediyordu? Önder Apo şahsında yaşanan bu gerçekliğin ifade ettiği şey neydi? Demek ki Kürt sorununun çözümü diğer ülkelerdeki ulusal ve sömürge sorunların çözümü gibi olmuyor. Kürdistan’da ulus devletçi çözüm olmuyor. Küresel sistem, ulus devletçi yapı, Kürt sorununun ulus devlet çözümü için kapalıdır. Nasıl ki Kürt varlığı ve özgürlüğü için mücadeleye girmek sistem yaşamından kopmayı gerektiriyor idiyse, aslında Kürt varlığını ve özgürlüğünü pratikte çözüm haline getirmek bu sistemi değiştirmeyi gerektiriyor. Bu sistemin parçası olma temelinde bir çözüm yoktur.

GÜNEY’DEKİ STATÜ, KÜRT DEVLETİ YARATMAK İÇİN DEĞİL

Bu konuda Hewlêr merkezli oluşan yapı, Güney Kürdistan’daki “Kürt statükosu” denen şey bir çözüm sistemi değildir. Yanıltıcı olmamalı, yanlış anlaşılmamalı. O kesinlikle bir ulus devlet çözümünü içermiyor. Güney Kürdistan’daki sistem PKK’ye karşı ortaya çıkarılmıştı. Yoksa Kürt sorununu çözmek, Kürt ulus devletini yaratmak için değil. Bu pratikte komployla birlikte kendini net ortaya çıkardı. Yoksa PKK’nin yürüttüğü mücadelenin de en az Güney Kürdistan’daki kadar bir Kürt statükosunu, ulus devlet yapılanmasını açığa çıkartması, sistemin buna razı olması gerekirdi. Oysa öyle olmadığını gördük. Peki, Güney Kürdistan’da buna niye evet dendi? PKK’ye karşı savaştığı için evet dendi. PKK’ye karşı savaşı durdursun bir gün bile bu statükoyu yaşatmazlar. Bu bakımdan Güney Kürdistan gerçeği yanıltıcı olmamalı. Oraya bakarak Kürt gerçeğini, Kürt sorununun çözüm yöntemlerini değerlendirmemek lazım. Öyle yapanlar her zaman yanlış değerlendirirler. PKK düşmanlığına giderler. Oysa kendi varlıkları PKK’nin varlığına bağlıdır. PKK olmadığı an kendileri yok olmaya mahkumdur.

Şunu gördük: Aslında mücadeleye atılmak sistemden kopuşu gerektirdi. Kürt soykırım zihniyet ve siyasetini yok etmek, Kürt sorununu özgürlük ve demokrasi temelinde çözmek aslında sistemi değiştirmeyi gerektirdi. Bunun gerçekleşebilmesi için Kürdistan üzerinde sömürgecilik, soykırımcılık uygulayan sistem, sömürgeci-soykırımcı devletlerden tutalım da hegemonik kapitalist sistemine kadar hepsinin demokratikleşme temelinde değişimini gerektirdi.

İDEOLOJİK BUNALIM BÖYLE AŞILDI

Aslında paradigma değişimi, ulus devlet ideolojisinin çözümsüzlüğü, onun yerine yeni bir ideolojik arayış ve demokratik ulus ideolojisinin geliştirilmesi böyle ortaya çıktı. Önder Apo 2001’de AİHM’ne sunduğu “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa” adlı kitabında PKK’nin ideolojik bunalım yaşadığını, dolayısıyla bu bunalım çözülmedikçe artık PKK adıyla devam edilemeyeceğini belirtmiş, isminin değiştirilmesini istemişti. İdeolojik bunalım bu temelde yaşanıyordu. Bu ideolojik bunalım neyle aşıldı? Ulus devlet ideolojisinden kopulup demokratik ulus ideolojisinin açığa çıkarılması ve esas alınmasıyla aşıldı. Demokratik ulus ideolojisini öngören paradigma değişiminin gerçekleştirilmesiyle aşıldı.

Her şey uluslararası komplo saldırıları ve ona karşı mücadele içinde ortaya çıkmadı. Baştan itibaren PKK’de böyle bir gelişme durumu ve sorun vardı. 1986’daki 3. Kongre’den itibaren hem parti ve gerillada fedaileşme hem de kadın özgürlük hareketini başlatma, geliştirmeyle birlikte ideolojik derinleşme ve ideolojik sorunlara çözüm arayışı daha çok gelişti. Bunlar 1990’lı yıllardaki pratiğin başarıyla gelişmesine yol açan esas dayanaklar oldu. Fakat uluslararası komplo neyi gösterdi? Partide ve gerillada ne kadar fedaileşilirse fedaileşilsin, kadın özgürlük çizgisi ne kadar geliştirilirse geliştirilsin, ulus devlet ideolojisiyle, iktidar ve devlet anlayışı ve sistemiyle Kürt sorunu çözülmez. Kürt halkı özgürleşemez. Kadın özgürlük mücadelesi başarıya gitmez.

Aslında uluslararası komplo, Önder Apo’ya bu gerçekleri gösterdi. Anlayıştaki çelişkiyi açığa daha net çıkardı ve onlar üzerindeki yoğunlaşma bir ideolojik devrimi yaşamayı, dolayısıyla yaşanan ideolojik bunalımı çözmeyi getirdi. Önder Apo, 2001’de ifade ettiği bunalımı paradigma değişimiyle aştı. Yeni ideolojik çizgiyi; demokratik ulus çizgisini tanımladı. Yeni siyasi yönetimi; Demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederalizmi tanımladı. Yeni savunmayı; Demokratik öz yönetim ve öz savunma sistemi olarak tanımladı. Esas itibarıyla bütün bunları paradigma olarak gerçekleştirecek iktidarcı ve devletçi olmayan, kadın özgürlüğüne ve ekolojiye dayalı demokratik toplum paradigmasını yeni partileşmenin temel zihniyeti olarak geliştirdi. Paradigma değişimini yaşadı. Dolayısıyla küresel kapitalist modernite sisteminin çözümsüzlüğüne karşı PKK, demokratik ulus çizgisiyle kendisini çözüm gücü haline getirdi. Uluslararası komploya zemin sunan PKK’nin anlayış boyutundaki çelişkilerini çözümleyerek PKK’nin anlayış düzeyinde, ideolojik-politik çizgide, uluslararası komployu ve onun dayandığı zihniyeti ve siyaseti aşmasını, dolayısıyla uluslararası komployu yenilgiye uğratacak düzeyde Kürt sorununu çözecek bir anlayış ve politikayı ortaya çıkarmasını sağladı. Bu uluslararası komplonun aşılması, dolayısıyla mücadele edilerek uluslararası komplonun yenilebileceğinin ortaya çıkartılmasıydı.

ÜÇÜNCÜ ÖNDERLİKSEL DOĞUŞ

Önder Apo “uluslararası komplo ve İmralı süreci olmasaydı bu denli derin düşünsel yoğunlaşma, değişim ve dönüşüm yaşamazdık” diyor. Kendisi açısından bunun önemli olduğunu belirtiyor. Kuşkusuz bu değerlendirme çok önemli. Paradigma değişimini ve bu temelde Üçüncü Önderliksel Doğuşun böyle yaşandığını ifade ediyor. Bunlar oldukça anlamlı. Fakat doğru anlamak da gerekli. Yalnız başına uluslararası komplo zorlaması buna yol açtı dersek bu doğru olmaz. Bir defa bu sürecin öncesi var. O birikim olmasaydı, yalnız başına uluslararası komplo ve İmralı süreci böyle bir süreci getirmezdi.

Diğer yandan uluslararası komplo süreci Önderliği böyle bir değişime, dönüşüme, Üçüncü Önderliksel Doğuşa nasıl götürdü? Zorlayarak değil de aslında daha önceki ulus devlet çizgisinin başarısızlığını, çözümsüzlüğünü, gerçekleşmeyeceğini ortaya çıkararak sağladı demek daha doğrudur. Önderlik komployla bu gerçekliği gördü. Çünkü hem savaşı hem de siyaseti gerektiği kadar yapmasına rağmen hedeflediğini, istediğini alamadı. O halde, neden böyle oldu sorusunu sordu ve bunun üzerinde yoğunlaştı, araştırdı. Gördü ki bu az savaştığından, az siyaset yaptığından kaynaklanmıyor. Tersine, ulus çözümü çözüm değil, öyle bir özgürlük, bağımsızlık yok. Sahte bir biçimde devlet kuruluyor, özgür oldum, deniliyor. İkinci gün tekrar sisteme bağlanıp bir işbirlikçi köle haline geliniyor.

20. yüzyıl boyunca ulusal kurtuluş hareketleri adına dünyanın her tarafında yaşananlar günümüzdeki bu duruma geldi. Dolayısıyla aslında bu bir çözüm değil. İkincisi Kürdistan’da böyle bir çözümün önü bile kapalı. Sistem buna bile izin vermiyor. O halde ulus devlet arayışıyla hiçbir çözüm yaratılamaz, sonuç elde edilemez. Çözüm için başka anlayışlara, siyasi projelere ulaşmak gerekli. Bunların arayışı, yoğunlaşması Önder Apo’yu paradigma değişimine, demokratik ulus çizgisine, demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederalizm projesine götürdü. İktidarcı ve devletçi olmayan bir zihniyeti, ideolojiyi yarattı. Sosyalizmi ve demokrasiyi devletin ve iktidarın tekelinden kurtararak kendi aralarında birleştirdi ve demokratik sosyalizmi tanımladı. Bunun toplumsal projesi olarak demokratik ulusu tanımladı. Siyasi projesi olarak demokratik özerkliği ve demokratik konfederalizmi tanımladı ve bütün bunları da kadın özgürlüğüne ve toplumsal ekolojiye dayandırdı. Bu, Önderliksel düzeyde çözümsüzlüğün aşılarak çözümün yaşanır hale gelmesi, çözümün bulunması ve gerçekleştirilmesi oldu. Üçüncü Önderliksel Doğuş böyle bir gelişmeyi ifade ediyor.

devam edecek...