Türkiye’deki demokrasi güçlerinin de Gemlik yürüyüşünün içinde olması gerektiğinin altını çizen Karasu, “Kuşkusuz Türk devleti engelleyecektir, engellemeye çalışacaktır. Faşist bir iktidardır ama faşizme karşı da boyun eğilmez, mücadele edilir, bedel ödenir. Bedel ödemeden bu faşizm yıkılmaz” ifadelerini kullandı.
Mustafa Karasu, "dünyada emsali görülmemiş", "ilginç" olarak ifade ettiği Türkiye'deki yargı krizini ise, “Bu, aslında Türkiye'deki krizi, kaosu gösteriyor. Faşizm, demokrasi güçlerine ve Kürt halkına karşı mücadelede o kadar zorlanıyor ki bu duruma geliyor. Bu duruma düşmelerinin nedeni, en küçük demokratik haktan Kürtler yararlanır kaygısıdır. Eğer sorun Kürt sorunu olmasaydı, Kürtlerin üzerinde yürütülen soykırım politikası olmasaydı bu duruma düşmezlerdi” şeklinde değerlendirdi.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Tecrit, Gemlik Yürüyüşü, PKK’nin kuruluş yıl dönümü, İsrail-Filistin savaşı, Türkiye’de yaşanan yargı ve anayasa krizi gibi önemli başlıkları, Medya Haber televizyonuna değerlendirdi. Röportajın tamamı şöyle:
İmralı'da uygulanan tecrit tamamen soykırım politikası doğrultusunda yürütülüyor. Kürt halkına nasıl ağır baskı yapılıyor, yoğun bir tecrit uygulanıyor, halkın sesi kesilmek isteniyorsa, Önder Apo da Kürt halkının önderi olarak susturulmaya çalışılıyor. Bu temelde de uyduruk bahanelerle tecrit uygulanıyor. Bu yönüyle tecrit tamamen Türkiye'deki politikanın bir yansımasıdır. Tecridi sadece orada bir tecrit olarak anlamamak gerekiyor. Oraya bakarak hem Kürt halkına hem demokrasi güçlerine karşı Türkiye'deki politikanın ne olduğunu anlayabiliriz. Bu yönüyle de avukatlar başvuruyor, aileler başvuruyor ama görüştürülmüyor. Hiçbir görüşme gerekçesi yok. Gerekçesi Kürt halkına karşı yürütülen soykırım politikasıdır. Soykırım politikası gereği Önderlik tecrit altına alınacak, susturulacak, konuşturulmayacak. Aynı şekilde Kürt halkı üzerinde de baskı kurulacak, susturulacak, konuşturulmayacak ve böylelikle Kürt halkı üzerindeki soykırım politikası yürütülecek. AKP'nin Kürt politikasıyla, soykırım politikasıyla bağı açıktır, açıktır. Bu herhangi bir tutuklu ya da hükümlünün ailesiyle görüşmesi ve avukatlarıyla görüşmesi değildir. Bir Kürt politikasıdır. Demokrasi güçlerine karşı yürütülen politikadır.
Buna karşı bir mücadele var. Bu mücadele zaten Önder Apo üzerindeki uluslararası komployla, Önder Apo'ya yönelik uluslararası komployla başladı. “Güneşimizi Karartamazsınız” direnişiyle başladı. O günden bugüne kadar hem komploya karşı hem de tecride karşı bir mücadele veriliyor. Bu mücadele birike birike hem Kürt halkının geneli açısından hem de dünya demokrasi güçleri açısından bir mücadeleye dönüştü. Çünkü Önder Apo üzerinde yürütülen politika ve saldırılar hem Kürt halkına hem insanlığa yönelik saldırılardır. Tüm insanlığı tehdit eden saldırılardır.
Bu açıdan Kürt halkının mücadelesi bugün uluslararası boyuta ulaştı. Dünya halkları Önderliğe sahip çıkıyor, demokrasi güçleri sahip çıkıyor, aydınlar sahip çıkıyor, sosyalistler sahip çıkıyor. Bu yönüyle şunu söyleyebiliriz. 25 yıllık hem Önder Apo'nun direnişi hem de TC'de soykırıma ve komploya karşı direniş, bugün uluslararası komploya karşı mücadeleyi, tecride karşı mücadeleyi yeni bir boyuta getirdi. Çok önemli bir noktaya getirdi. Bu bakımdan gelinen nokta çok önemlidir. Komploya karşı mücadele ve 10 Ekim'de dünyada halkların, demokrasi güçlerinin Önder Apo'ya yönelik tecride karşı yürüttükleri mücadele, aslında Kürt halkının özgürlük mücadelesinin, Önder Apo'ya özgürlük mücadelesinin gelecekte ne düzeye geleceğini bize açıkça gösteriyor.
ÖNDER APO’YA ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ BİR İDEOLOJİK MÜCADELEYE DÖNÜŞMÜŞTÜR
Bu düzeyde bir mücadelenin geliştiği yerde artık Önder Apo'yu esaret altında tutmak mümkün değildir. O kapılarda kilidi ne yaparlarsa yapsınlar artık tutamazlar. O kapılar açılacaktır, Önder Apo özgürlüğüne kavuşacaktır. Ve tabii ki bizim mücadelemiz olduğu gibi, dünya demokrasi mücadelesi olduğu gibi Türkiye halklarının da mücadelesidir. Bu açıdan bir yönüyle Önder Apo'yu özgürleştirme mücadelesi, tecride karşı mücadele ve Türkiye demokrasi mücadelesidir. Bunu da böyle anlamak lazım. Bu açıdan gerçekten dostların mücadelesinin, halkımızın mücadelesini kutluyoruz. Çok önemli adım attılar. Hala da dünyanın birçok yerinde halklar, demokrasi güçleri, özgürlük güçleri, kadınlar, gençler Önder Apo'ya özgürlük kampanyasına katılıyorlar ve bu kampanyayı sürekli genişletiyorlar. Böylelikle aslında sadece Önder Apo'yu özgürleştirme mücadelesini vermiyorlar; Önder Apo şahsında Önderliğin paradigmasının dünya geneline yayılması, halkların özgürlük mücadelesini geliştirme mücadelesini veriyorlar. Çünkü dünya halkları Önder Apo'yu tanıdıkça daha fazla özgürlük mücadelesi verecekler, daha etkili demokrasi mücadelesi verecekler, daha güçlü sosyalizm mücadelesi verecekler.
Bu bakımdan Önder Apo'nun özgürlüğü için yürütülen mücadele artık bir ideolojik mücadele, bir siyasi mücadele, halkların bir özgürlük mücadelesi, ezilenlerin kurtuluş mücadelesi, kadınların özgürlük mücadelesine dönüşmüştür. Bunu böyle görmek lazım.
Önder Apo etrafında böyle çok yönlü bir mücadele gerçekliği ortaya çıkmıştır. Bu da Önder Apo'nun hem kişiliğinden kaynaklanan bir durum hem de Önder Apo'nun ortaya koyduğu paradigma ile ilgili. Çünkü paradigma sadece Kürtlerle ilgili değil, bütün insanlıkla ilgili. Bütün demokrasi güçleri, özgürlük güçleriyle ilgili olduğu için bu yönüyle de Önder Apo'yu özgürleştirme mücadelesi bir insanlık mücadelesi, demokrasi mücadelesi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesi haline gelmiştir. Böyle bir mücadele de, derler ya, çığ gibi büyüyecektir. Çünkü böyle bir karakteri var, böyle bir doğası var. Önder Apo'yu sahiplenmenin, bu ideolojik duruşun böyle bir doğası var.
Bu bakımdan uluslararası komploya karşı 25 yıllık verilen mücadele, tecride karşı verilen mücadele gelinen aşamada çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Şimdiye kadar verilen hiçbir mücadele boşa gitmemiştir.
Önder Apo'nun özgürlük mücadelesi gerçekten de büyük sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bu belki bugün yeterince anlaşılmıyor ama giderek her yıl Önder Apo'nun özgürlüğü için mücadelenin, tüm insanlığı nasıl özgür yaşama, demokratik yaşama kavuşturma mücadelesinin önemli parçası olduğu, önemli adım olduğu herkes tarafından görülecek, bu bakımdan bu mücadeleye sahiplenme daha da artacaktır. Gelecek yıl daha da artacaktır. Bunu böyle belirtiyorum. Bu temelde kampanyayı başlatanları bir daha selamlıyorum; hepsine, bu kampanya için emek veren herkese çalışmalarında başarılar diliyorum.
TÜRKİYE’DEKİ DEMOKRASİ GÜÇLERİNİN DE GEMLİK YÜRÜYÜŞÜNÜN İÇİNDE OLMASI LAZIM
Gemlik yürüyüşü önemli. Önderliği sahiplenme yürüyüşüdür, tecride karşı mücadele yürüyüşüdür. Aslında soykırıma karşı mücadele yürüyüşüdür. Bu mücadele önemlidir. Kürt halkı için zaten önemi çok büyüktür. Kürt halkı, önderine sahip çıkıyor. Önderine sahip çıkmayan bir halk özgürleşemez. Bir kere bunun altını çizmek lazım. Önderine sahip çıkamasa, örgütüne sahip çıkamazsa nasıl özgürleşecek? Halklar önderleriyle, örgütleriyle özgürlük mücadelesi yürütür. Önderlik olmadan, örgüt olmadan mücadele yürütemez. Hele bu önderlik gerçeği bütün halkın, örgütün ruhu haline gelmişse böyle bir önderliğe sahiplik etmeden nasıl mücadele yürütülecek? Ne örgütü mücadele yürütebilir ne halkı mücadele yürütebilir. Bu açıdan tabii ki hareketimiz de halkımız da 25 yıldır Önderliğe en yüksek düzeyde sahip çıkıyor, çıkmaya devam edecektir. Bu yönüyle önemi çok fazladır. Ama sadece Kürtler için değil Türki halklar için de, Türkiye demokrasi güçleri için de çok önemlidir. Eğer faşizmin kaynağı burası ise, faşizm bu temelde Kürtleri soykırıma uğratmak, Önderlik üzerindeki soykırım politikasını yürütmek için bu kadar saldırı yapıyorsa, faşizm bu nedenle kurumsallaşma içinde ise bu kadar keyfi hale gelmesi, bu kadar pervasız hale gelmesi, Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak için, soykırım politikası içinse, o zaman sadece Kürtlerin değil Türkiye'deki demokrasi güçlerinin de Gemlik yürüyüşüne destek vermesi lazım. Bu yürüyüşün içinde olmaları gerekiyor.
ENGELLER YIKILMALI
Önderliğin konumunu kavramadan Türkiye demokrasi mücadelesi verilemez. Kürt gerçeği kavranmadan Türkiye demokrasi mücadelesi verilemez. Kürt halkının özgürlük mücadelesini, onun önderini sahiplenmeden Türkiye'de nasıl demokrasi mücadelesi verilecek? Bu mümkün müdür? Kürtsüz demokrasi olabilir mi? Kürtler soykırıma uğrayacak ama Türkiye'de demokrasi gelişecek. Mümkün değil. Kaldı ki her türlü demokratik adım Kürtlere yarar diye demokrasi düşmanlığı yapılıyor. Bunu defalarca vurguluyoruz. Türkiye'de demokrasi düşmanlığı yapılmasının nedeni demokrasiden Kürtler yararlanmasın diyedir. Kürtler yararlanır diye en küçük bir demokratik hak ortaya çıktığında hemen saldırı yapılıyor. Bu yönüyle de tabii ki Gemlik yürüyüşüne Kürt halkının gençleri, kadınları her yerden gitmeli. Metropollerden; İstanbul'dan, Bursa'dan, İzmir'den, yakın yerlerden de Gemlik’e daha fazla akış olmalı. Kurdistan'ın her yerinden akış olmalı. Kesinlikle engeller yıkılmalı. Engeller var diye gitmeme olmamalı, geri çekilme olmamalı. Demokrasi, mücadele gelişir diye sadece bir tutum ortaya koymak için yapılan yürüyüşe bile bu kadar saldırılıyor; peki özgürlük nasıl kazanılacak? Kürt halkının özgürlüğü nasıl kazanılacak? Bu bakımdan Kürt halkı bu konuda kararlı olmalı, ısrarlı olmalı.
Halkın ısrarını, kararlılığını görüyoruz. Her yerde Gemlik'e yürüyeceğiz, deniliyor. Kadınlar, gençler yürüyeceğiz diyor. Demokratik siyasal alan, demokrasi güçleri sahipleniyor, yürüyeceğiz diyorlar. O zaman bu yürüyüş gerçekten demokrasi mücadelesinin parçası olmalı.
Şu anda demokrasi üzerinde bir kilit var, bir çember var, bir barikat var.Bu kırılmadan nasıl demokratikleşme gelişecek? Yürüyüşe engel oluyor, gösteriye engel oluyor, toplantıya engel oluyor. Sadece kendisini destekleyen yürüyüşlere, toplantılara izin veriliyor, böylelikle faşizm kurumsallaşması devam ediyor. Bu bakımdan Gemlik'e yürüyüş aynı zamanda soykırımcı sömürgeciliğe karşı ve faşizme karşı yürüyüştür. Bunlar birbirinin parçasıdırlar. Bu açıdan biz önemli görüyoruz. Böyle bir kararı da önemli görüyoruz. Geçen dönemde bir yürüyüş yapılacaktı ama korona vardı, başka etkenler vardı; ertelendi. Ama bu defa Önderliğe sahiplenileceğine inanıyoruz. Özellikle kampanya dünyada bu kadar gelişmişken Gemlik yürüyüşünü de bu kampanyanın bir parçası olarak ele almak gerekiyor. Kuşkusuz Türk devleti engelleyecektir, engellemeye çalışacaktır. Faşist bir iktidardır ama faşizme karşı da boyun eğilmez, mücadele edilir, bedel ödenir. Bedel ödemeden bu faşizm yıkılmaz. Teslim olamayız yani. Bu faşizme teslim olmak Kürt’ün bitişi demektir, Kürt’ün soykırımı demektir, Kürt’ün yok oluşu demektir. Bu açıdan 25 yıldır Önderliğini sahiplenen ve Kürt halkının, gençlerin Önderliğine sahip çıkacağına, bu yürüyüşe güçlü katılacağına inanıyoruz. Ve tabii Türkiye'deki demokrasi güçleri de bunun parçası olmalıdır. Kürt halkının özgürlük mücadelesine, Kürt halkının önderi üzerinde yürütülen politikaya bu kadar ilgisiz kalınırsa, Türkiye'de verdikleri demokrasi mücadelesi inandırıcı olamaz. Bu ilgisiz kalanların yürüttüğü mücadele, demokrasi mücadelesi değildir. Toplumu kandırıyorlar. Bu bakımdan ben hem Kürt halkını hem de dostlarını, Türkiye'deki demokrasi mücadelesini bu yürüyüşe güçlü katılmaya çağırıyorum.
PKK HEP ÖNDER APO GERÇEĞİYLE TANIMLANDI
PKK’nin kuruluş yıl dönümüne; 27 Kasım'a yaklaşıyoruz. Bu vesileyle Önder Apo'nun, halkımızın parti bayramını, kuruluş bayramını kutluyoruz. Partimizi bugünlere getiren Önder Apo'yu saygıyla selamlarken, şehitlerimizi de minnetle, saygıyla anıyoruz. Gerçekten partimizin 45 yıldır başarılı biçimde mücadele yürütmesi ve bugünlere gelmesinde küçük bir grupken, bugün Kurdistan'ın dört parçasını etkilediği gibi Ortadoğu'yu da etkilemesini sağlayan şehitlerimizi mutlaka anmak ve başarıyı da onların izinde yürüyerek gerçekleştirmek gerekiyor.
Bu partinin kurucusu Önder Apo’dur. Önder Apo başlattı. Önder Apo herhangi bir kimseden bir örgüt almadı, bir imkan almadı, bir imkan devralmadı. Sadece kendisine inanarak Kürt halkının sömürge altında olduğunu gördü. Soykırıma uğratıldığını gördü. Sadece sömürge bir halk mücadelesini vermedi Önder Apo. Soykırıma uğratılmak istenen bir halkın mücadelesini büyük bir öfkeyle içinde hissederek, o soykırımın acısını hissederek, Kürt’ün soykırıma uğratılmak istendiğini görerek, o öfkeyle ve o sorumlulukla bu mücadeleye atıldı. Bu bakımdan Önder Apo'nun ilk günden bugüne mücadeleyi bu kadar geliştirmesinin altında yatan en temel gerçek, Kürt halkı üzerindeki soykırım politikasını derinliğine, bütün hücrelerinde, beyninde hissetmesidir. Bunun için Önder Apo “Kurdistan sömürgedir” dedi. Ama bunun yanında şunu da söyledi. “Kurdistan, Türklüğün yayılma alanı haline getirilmek isteniyor” dedi. Yani Kürtler yok edilmek isteniyor, dedi ve bu duyguyla bu mücadele başlattı. Bizler, hepimiz Önder Apo'ya katıldık. Onun düşüncesine katıldık. Önder Apo’nun, daha sonra da PKK’lilerin söylediklerinden çok nasıl yaşadıklarına bakıyorlardı. Tabii ki ilk bir grup ortaya çıkınca onun düşüncesi olur, söyleyenin ilk düşüncesi olur. Ama o düşünceyi söyleyen kimdir? Bu çok önemlidir. İlk çok önemlidir. Bir kişidir, buna nasıl katılınacak? Düşüncelerine bakılacak, duruşuna bakılacak, yürüyüşüne bakılacak, tarzına bakılacak, ilişkilerine bakılacak, yaşam tarzına bakacak, sorunları çözme yöntemine bakılacak; öyle katılacak.
Bu bakımdan Önder Apo'ya katılırken hem Önder Apo'nun düşüncelerine hem de onun tarzına, yöntemine, üslubuna bir katılım gösterilmiştir. Bu çok önemlidir. İlk ilişkiler böyle başlar. Şöyle kurulmuş bir örgüt olsaydı; bir sistem olsaydı, şu düşünceyi söylüyor denirdi, doğru bulunurdu, katılınırdı. Ama daha yeni 2 kişi olacak, 3 kişi olacak, 5 olacak, 10 olacak. Bunu oluşturmak büyük bir irade işidir, kişilik işidir, duruş işidir. Bu bakımdan partimiz PKK, hep Önder Apo ile anıldı. Önder Apo gerçeğiyle tanımlandı. Önder Apo da fiiliyle bu düşünceyi temsil etti. Önder Apo bu düşünceyi temsil ettiği için, onun hakkını verdiği için, söylediği, düşündüğü gibi hareket ettiği için, söylediği ve düşündüğü gibi yaşadığı için, söylediği ve düşündüğü gibi mücadele ettiği için etrafına grup toplandı. O günden bugüne de büyüdü, bugünlere geldi. Bu açıdan tabii ki PKK'yı tanımlarken Önderliksiz tanımlanamaz, Önderliksiz PKK anlaşılamaz. Önderliği anlamadan PKKyi anlamak mümkün değildir. Önderliği anlamadan PKK’nin düşüncelerini de anlamak mümkün değildir. Düşüncelerle önderi anlamak arasında sıkı bir bağ vardır. O düşünceler, Önderlik gerçeği ve onun tarzı, onun üslubuyla, pratikle çözülebilir. Onun üslubu, direnişi doğru tutumuyla başarıya gidebilir. Bu bakımdan PKK bir önderlik partisi, bir önderlik gerçeğidir. Önderlikte somutlaşmış, bir önderliğin kendisini uygulamasıdır diyelim. Önderliğin kendini yaygınlaştırması, bir önderliğin kendisini halkın oluşturmasıdır. Örgütü parti haline getirmesidir. Bu bakımdan PKK ile Önderlik arasında böyle bir bağ vardır ve bu çok sıkı bağdır. Bu açıdan PKK’yi farklı yönlere kaydırmak mümkün değildir. Çeşitli partiler var, örgütler var; zaman zaman parçalanmış, bölünmüş, şuraya kaydırılmış, buraya kaydırılmış ama PKK’yi böyle yapmak mümkün değildir. Çünkü PKK kuruluşundan itibaren önderlik kişilik-kimliğiyle, ruhuyla şekillenmiştir. Bu açıdan Önderlik düşüncelerinden ayrı, Önderlik düşüncelerinden farklı, Önderlik politikalarından farklı bir PKK yaratmak, PKK'yi öyle farklı anlamak mümkün değildir.
BU HALKIN RUHUNDA ÖNDERLİK MAYASI VAR
Bu bakımdan Önder Apo bugün halka ulaşmış, bütün dünyaya yayılmış ve komplo çok uğraşmasına rağmen, örgütüyle çok uğraşmasına rağmen Önderliği halktan koparamadı. Öncelikle de sadece örgütü değil, halkı da bizzat yoğurdu. Yani bizzat bu halkı şekillendirdi. Onun için defalarca ben nasıl bir halk gerçekliği yarattığımızı biliyorum diyordu. Yani bu halkın nasıl yaratıldığını, nasıl şekillendirdiğini, eskisinden farklı nasıl bir Kürt halk gerçeği haline geldiğini en iyi önderlik biliyor. O bakımdan Önderliğin yarattığı halk gerçekliği işte bugün direniyor. Çünkü bu halkın ruhunda, duruşunda önderlik gerçeği var, Önderlik etkisi var, Önderlik mayası var. Bu bakımdan da halkımız bütün baskılara rağmen ayakta kalıyor, kalmaya devam ediyor ve edecek. Çünkü parti de önderlik gerçeğine bakılarak anlaşılacak, bir halk mücadelesinin nasıl yapılması gerektiğini önderlik duruşuna bakarak anlayacak. Bu yönüyle önderlik duruşu doğru olduğu için, özgürlükçü, demokratik, direnişçi, ilkeli, ölçülü olduğu için örgütün direnişi de, halkın direnişi de ilkeli ve ölçülü olarak devam edecektir. Kaldı ki şimdi artık Önderliğin paradigması bütün dünyaya yayıldı. Bütün dünya tarafından benimsendi. Sadece Kürt halkı açısından değil, insanlık için, halklar için kanıtlanan bir önderlik gerçeği olduğu için artık bu önderlik gerçeğini tabii ki Kürt halkı sahiplenecektir. PKK’ye her türlü saldırabilir, PKK'ye darbe de vurulabilir ama o ruh, o duruş, o çizgi, o mücadele iddiası gücü hiçbir zaman kırılamaz, kırılması mümkün değildir. Bu mücadeleyi sürdürecek ve mutlaka başarıya ulaşacaktır.
KÜRT ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNDE SOSYALİZM HEM BİR TERCİH HEM DE BİR ZORUNLULUKTUR
Önder Apo bu mücadeleye başlarken tabii sosyalist olarak başladı. Önder Apo, Kürt halkın özgürlük mücadelesine başlarken de sosyalist önder olarak Kürt halkının özgürlük mücadelesine atıldı. Ve Kürt gerçeğinde şunu gördü. Kürt halkının özgürlük mücadelesi gerçeğinde sosyalizm hem bir tercihtir hem de bir zorunluluktur. Kürt gerçeğinde sosyalist olmadan özgürlük mücadelesi geliştirilemez. Kürt gerçeğinde milliyetçi olarak farklı ideolojilerle Kurdistan'da özgürlük mücadelesini geliştirmek mümkün değildir. Kurdistan dört parçaya bölünmüştür. Uluslararası güçlerin egemen olduğu bölgedir. İşbirlikçi güçler çok fazladır. Burada böyle bir düğüm var. Ortadoğu'da bir halkın özgürlük mücadelesini yürütmek kolay değildir. Kürt halkı gibi dört parçaya bölünmüş ve üzerinde Arap, Fars, Türk egemenlerinin olduğu, dünya tarihinde ilk devletçilik güçlerinin ortaya çıktığı coğrafyadır burası. Güney Amerika'da devletler 400 yıldır, Avrupa da yeni sayılır Ortadoğu'ya göre ama Ortadoğu'da binlerce yıllık devletçi gelenek var. Onun üzerine bir de dünya dengelerinin kurulduğu yer olduğu için emperyalist kapitalist güçlerin mücadele verdiği bir yerdir. İşbirlikçilik de burada çok güçlüdür. Bu yönüyle böyle dar milliyetçi yaklaşımlarla Kürt halkının özgürlük mücadelesini geliştirmek mümkün değildir. Zaten çevresindeki devletçi, şoven güçler bir araya gelerek bu halkın özgürlük mücadelesini boğmak istiyorlar. Bu bakımdan milliyetçi dar yaklaşımlarla bu çemberi kırmak mümkün değildir. Mutlaka sosyalist bilinçle, halkların kardeşliği ile Ortadoğu ve Ortadoğu'daki demokrasi güçlerinin ortak mücadelesiyle bu özgürlük mücadelesi geliştirilebilir, kazanılabilir. Bunun dışındaki sosyalist mücadele, sosyal düşünce dışındaki bütün yaklaşımlar Kürtler için bir tuzaktır, bir soykırım tuzağıdır, bir çıkmazdır. Bu bakımdan özgürlük hareketimiz başlarken sadece sosyalist oldukları için, sosyalist olduğumuz için bu mücadeleyi tercih etmedik. Aynı zamanda Kürt halkının özgürlük mücadelesinin de sosyalizmle gerçekleşebileceği gibi bir zorunluluk görüldü. Bu zorunluluk ve bu tercih tabii ki mücadeleyi bu noktaya getirdi. Bu bakımdan bizim sosyalizmle bağlılığımız daha güçlüdür, daha kapsamlıdır. Daha tarihsel toplumsal temelleri olan bir olgudur. Bu yönüyle Kürtlerin sosyalizmden vazgeçmesi, sosyalizm dışında bir mücadele araması, bir soykırım gerçeğidir. Bir kaybetme gerçeğidir. Emperyalist güçlerin, bölge güçlerinin küçük bir Kurdistan yaratarak Kurdistan'ın yüzde 90'ını soykırıma uğratma politikasıdır. Bunun dışında bir sonucu olamaz.
ÖNDERLİK DÜNYA TARİHİNDEKİ EN BÜYÜK TOPLUMCUDUR
Önder Apo 1990'lı yıllarda reel sosyalizm yıkılırken, Sovyetler dağılırken “sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrardır” dedi. Çünkü sosyalizmde ısrar ederek bu halkın özgürlük mücadelesini verdik. Farklı bir düşünce ile bir mücadele yürütmek, bizi soykırımla karşı karşıya getirirdi. Bu yönüyle sosyalizm mücadelesini böyle sahiplenirken, dünyada 90’lı yıllarda sosyalizm dağılırken, biz hareket olarak sosyalizme daha fazla sarıldık. Sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrardır, dedik. Önderlik komploya uğrayınca, bu komplonun gerçek nedenini çözerken, komployu uluslararası olarak gördü, kapitalist sistemin, çıkar güçlerinin bir sonucu olarak gördü. Bu sadece Önder Apo'ya yönelik bir komplo değildir; bütün Kürtlere yönelik bir komplodur. Kürt soykırımıdır. Kürtlüğü, Kürtleri soykırım kıskacına almaktır. Bu açıdan Önder Apo İmralı'da daha da yoğunlaştı, sosyalizmde derinleşti. Şunu gördü; sosyalizm insanlık için bir kurtuluş yoludur, çizgisidir. Yani toplumcu olmadan insan olunamaz. Önderlik, dünya tarihindeki en büyük toplumcudur. Toplum aşkı olan en büyük önderdir. Önder Apo’da toplumculuk, sadece bir ideoloji ile değil bir yaşam biçimidir, bir duygudur, bir varoluş gerekçesidir. Bir aşktır Önder Apo'nun toplumla ilişkisi. Toplum duygusu, bir aşk duygusudur.
Bu açıdan tabii ki Önder Apo şunu gördü; sosyalizm bu kadar itibarsızlaştırılıyor, sosyalizm tukaka ediliyor, önemsizleştiriliyor. Buna öfke duydu. Sosyalizmin itibarını daha fazla yükseltmek, sosyalizmi gerçek kimliğine, gücüne, tarihsel temeline oturtmak için bu yoğunlaşmayı gerçekleştirdi. Kadın özgürlükçü, ekolojik, demokratik paradigma temelinde demokratik sosyalizm anlayışını doğru temele oturttu. Devlet dışı demokratik konfederalizm ile ancak sosyalizm olabilir, devletle sosyalizme gidilemez, dedi. Kim devletten söz ediyorsa o, sosyalizmden uzak duruyor, dedi. Gerçeği de budur. Geçici de olsa devlet kullanılamaz. Devlet kirletir ve kendine benzetir.
BİZE DÜŞEN ÖNDER APO’NUN DÜŞÜNCELERİNİ DÜNYADA HERKESE TANITMAKTIR
Kadın özgürlüğü gerçekleşmeden de sosyalizm gerçekleşemez. Bu yönüyle bugün Önder Apo sosyalizme öncülük yapıyor. Bu bakımdan bize düşen en temel görev, Önder Apo'nun bu düşüncelerini dünyada herkese tanıtmaktır, yaygınlaştırmaktır. Bu önemli bir görevdir. Bu bizim öncülük görevimizdir. Bir taraftan bu sosyal düşüncesini Kürt halkının özgürlük mücadelesinde, Ortadoğu'nun demokratikleşme mücadelesinde somut bir biçimde gerçekleştirmeye çalışırken, diğer taraftan da tüm dünyaya yaymamız gerçekten tarihsel bir görevimizdir. Bu açıdan kadınlar dünyada konferans yapıyor, gençler konferans yapıyor. Bu temelde Önder Apo'nun kadın özgürlükçü, ekolojik, demokratik toplum paradigması, demokratik modernite çizgisi, demokratik sosyalizm anlayışı ve bunun pratik gerçekleşmesi. Demokratik rejim dünyada yaygınlaştırılacaktır. Bugün sosyalizme karşı da; tarihte sosyalizm için mücadele veren bütün önderlere saygının gereği, bütün şehitlere saygının gereği de Önder Apo'nun bu düşüncelerini yayma, önümüzde büyük bir görev olarak durmaktadır.
TİM SAVAŞIYLA TÜRK DEVLETİNİN SALDIRILARI DURDURULUYOR
Bilindiği gibi Şubat 2011'den bu yana Medya Savunma Alanlarında büyük bir savaş veriliyor. Türk devleti bütün savaş imkanlarını; ordusunu, tekniğini, maddi gücünü, uluslararası gücünü, bölgesel işbirlikçilerini, Kürt işbirlikçileri kullanarak o günden bugüne yüklenmesine rağmen sonuç alamamıştır. Bu kadar uzun süren bir savaş yürütüyor fakat aldığı bir sonuç yoktur. Evet, bazı tepelere girmiştir, indirme yapmıştır ama araziye hakim olamıyor. Çünkü yıllardır arkadaşların büyük emekle yarattığı tüneller var. Bu tüneller hep kol gücüyle yapılmıştır. Büyük emekle yapılmıştır. Gerilla bir taraftan savaşırken bir taraftan da yıllardır her yerde tüneller yaparak ve tünellere dayalı tim savaşını, araziye dayalı, tünellere dayalı ve arazide yayılan savaşıyla Türk devletinin üç yıldır süren saldırılarına karşılık veriyor. Bu çok önemli bir direniş gücüdür, direniş tarzıdır. İşte Gazze'de deniliyor ya, işte tünellere dayalı savaş yürütülüyor.
Geçtiğimiz günlerde Cemal arkadaş da belirtti. Kürt halkı 3 yıldır zaten böyle bir savaşı Türk devletine karşı yürütüyor. Türk devletinin bu saldırılarına, kimyasal silah kullanmasına karşı kimsenin tepkisi de yok. Şimdi tepki var dünyada. İsrail teşhir ediliyor ama bu kadar saldırı varken uluslararası güçler, uluslararası kurumlar, hiçbirisi Türk devletinin bu saldırılarına kimyasal silahlarına ses çıkarmadı. Şimdi Birleşmiş Milletler İsrail'e tepki gösteriyor, başka kurumlar tepki gösteriyor. İşte böyle bir ortamda Türkiye her türlü silahı kullanmasına rağmen gerilla 3 yıldır kahramanca direniyor.
Türk savaş uçaklarının attıkları bombalar… Şu anda diyorlar ya, (İsrail) iki atom bombası gücünde bomba atmış; onun on katı bombayı Medya Savunma Alanlarına atmıştır Türk Devleti. Bu (İsrail-Hamas savaşı) daha bir aydır sürüyor. Medya Savunma Alanları 3 yıldır her gün bombalanıyor. Ama buna rağmen tabii büyük bir direniş veriliyo. Tünellere dayalı arazide hareket eden tim savaşıyla Türk devletinin saldırıları durduruluyor. Bu savaş sürüyor, sürecek. Türk devleti bütün imkanını kullanarak, ben şöyle sonuç aldım, şöyle sonuç alacağım, diyor. Ama buna karşı da gerilla her yerde direniyor, direnmeye devam edecektir.
Medya Savunma Alanları direniyor. Her alanda halk da dahil direniyor. Türkiye'de bütün alanlarda da önemli direniş var. Yine Serhat’ta yakın zamanda önemli eylemler oldu. Bu yönüyle Türk devleti bütün saldırılara rağmen sonuç alamıyor. Onlarca yıldır bir kirli savaş yürütüyor ve uluslararası güçler destek veriyor. Avrupa'sı destek veriyor, ABD'si destek veriyor. NATO destek veriyor. NATO her gün Türkiye'nin kendisini savunma hakkını anlıyoruz, diyordu.
Bu mücadele bir halk gerçeği yarattı. Bir direniş ruhu yarattı, bir toplum gerçeği yarattı. Bu yönüyle bu direnişin de büyük kazanımları var, büyük kazandırdıkları var. En büyük kazanım da zaten direnişin kendisi. Bu direniş ölçülerinin bu kadar yüksek olması, direniş ruhunun bu kadar gelişmesi zaten en büyük kazanımdır. Direniş ölçüleri, iradesi bu kadar güçlü olan özgürlük mücadelemiz de mutlaka Türk devletinin bu politikalarını boşa çıkaracak. Kürt halkının özgürlüğü temelinde Türkiye'nin, sadece Türkiye'nin değil Ortadoğu'nun da demokratikleşmesi sağlanacaktır.
HEM PKK’YE HEM KDP’YE ÇAĞRI, KDP’NİN YAPTIKLARINI NORMALLEŞTİRMEKTİR
Artık KDP şöyle yapıyor, böyle yapıyor demenin bir anlamı yok. Bunlar net açık belgeleriyle ortaya konulmuştur. Bu yönde tutum gerekiyor. Yani Kürt halkının demokratik aydınların tutumu gerekiyor. Muğlaklaştırmamamız gerekiyor. İşte hem PKK’ye hem KDP’ye çağrı diyorlar. Bu, KDP'nin yaptıklarını normalleştirmektir. Bundan uzak durulması gerekir. O bakımdan gerçekten çok fazla değerlendirmek yetmiyor.
KDP zaten Türk devletine her türlü yardımı yapıyor. Daha önce de vardı oralarda Türk devlet ilişkileri. Şimdi Türk devletine yeni imkanlar sağlıyor. Türk devletinin alana hakim olması için KDP orada da harekete geçmiş durumda. Bu yönüyle artık buna dur denilmesi gerekiyor. Buna dur diyemeyen… Daha önce defalarca belirttik; idama giderken söylediği bir söz var; bu bize ders olsun. Bunu tüm Kürt siyasi partiler için söylüyorum, aydınlar, sanatçılar için söylüyorum. Bugün KDP'ye dur demeyeceklerse ne zaman diyecekler? Böyle bir ilişkiyi, böyle bir şeyi başka bir parti yapsaydı ne yapılırdı? Nasıl bir tutum takılırdı?
Geçen gün bir tane gözükara PKK düşmanı, PKK düşmanlığından başka şey bilmeyen birisi İngiltere’ye gitmiş toplantı yapmış. Demiş ki, PYD Rojava devrimi çaldı. Ya utanmazlar! Kimden çalmış? Halk harekete geçmiş, Kürtler olduğu bölgeleri kontrol etmiş, sonra DAİŞ'e karşı mücadele etmiş, daha geniş alanlarda etkili olmuş. Bir KDP'linin kalkıp, PYD Rojava devrimini çaldı demesi ve buna dayanarak da Türk devleti saldırılarında haklıdır demesi, meşrulaştırılması gerçeğin ne olduğunu ortaya koyuyor. Onun için çok bundan fazla bir şey belirtmek istemiyorum.
ERDOĞAN FİLİSTİN DAVASINI GÖLGELİYOR
Gerçekten savaş çok çirkin biçimde yürütülüyor. Evet, Hamas'ın yaptıkları kabul edilemez ama şu anda İsrail'in yaptığı gerçekten insanlık dışıdır. Kadın, çocuk, yaşlı demeden her tarafı yakıp yıkıyor. Bu kabul edilemez. Buna tabii ki karşı durmak gerekiyor. Ama buna karşı dururken tutarlı olmak gerekiyor. Buna karşı çıkanlar, bu tür insanlık dışı suçlar konusunda sicili olmayanlar doğru karşı çıkabilir, tutarlı karşı çıkabilir. Örneğin Türk devleti Filistinlilerden yana gözükmeye çalışıyor. Zaten Hamas'ı da sahipleniyor. Filistinlilere bu kadar saldırıya tabii ki karşı çıkılacaktır. Ama Türk devletinin Filistinlilere sahip çıkması, aslında Filistinlilerin mücadelesine sahip çıkmayı zayıflatıyor. Filistin'in mücadelesine destek olmuyor. Çünkü bir faşist, bir katliamcı, Filistinlinin yanında duruyormuş gibi gözüküyor. Bu tabii ki Filistin mücadelesini zayıflatan bir durumdur. Filistin gibi haklı bir mücadele veren bir halk, faşist bir iktidarın parçası olabilir mi? Yan yana durabilir mi? Özyönetim direnişlerinde ne yaptı? Bütün şehirleri yıkmadı mı? Nusaybin'de, Cizre'de, Şırnak'ta yıkıp yerine yeni bloklar geçirmedi mi? İnsanları diri diri bodrumda yakmadı mı? Öldürmedi mi? Kadınları sokakta öldürmedi mi? Çocukları öldürmedi mi? Öldürülen çocukların cenazeleri buzdolaplarında saklandı. Şimdi böyle birisi gidip Filistinlilere sahip çıkıyor. Ya demezler mi, sen aynısını yapıyorsun. Bu Filistin'i sahiplenme değil, Filistin'in davasını gölgelemektir. İsrailliler bir gün herhalde “Çocuk da olsa, kadın da olsa gereğini yapıyoruz” dememişlerdir. Tabii çocuk da öldürüyorlar, kadın da öldürüyorlar. Ama Erdoğan ne demiştir? Yıllar önce “kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yapacağız” demiştir. Hem de büyük bir öfkeyle. Ve sonrasında kadınları da çocukları da öldürmüştür. Yüzlerce, binlerce sivil katledilmiştir. Bunu sen söyledin. Kadın da olsa, çocuk da olsa gereğini yapacağız, öldüreceğiz demiş yani. Öldürüyor da. Özyönetim direnişinde yaptı, mitinglerde yaptı.
Bu bakımdan tabii ki AKP iktidarının bu gerçeğinin iyi teşhir edilmesi gerekir. Gidiyor konuşuyor, Filistin davasını savunuyormuş. Ya sen yıkıyorsun. Rojava'da ne yaptın? Efrîn’i işgal ettin. 500 tane sivil şehit düştü. O kadar savaşçı da şehit düştü, şehirden geri çekildi. Geri çekilmese Türk devleti de bütün Efrîn'i yerle bir edecekti. Bu kesin yani. Bu açıdan gerçekten AKP gerçeğinin iyi teşhir edilmesi lazım. AKP'nin Filistin'i sahiplenmesi Filistin davasını zayıflatan bir durumdur, inandırıcılığını zayıflatır. Zaten İsrail “Sen ne konuşuyorsun? Sen kendin yapıyorsun” diyor. İsrail başkalarına bunu söyleyebilir mi? Bu bakımdan böyle kirli, yüzü olmayanların Filistinlilere sahip çıkması gerçek sahiplenme midir? Evet, dünya halkları sahip çıkıyor. Demokrasi güçleri sahip çıkıyor ama AKP'nin sahip çıkması aslında bir halkın varlığını, can güvenliğini, özgürlüğü sahiplenmek için değildir. Aslında bunu yaparak Ortadoğu'da çeşitli Arap gücünden desteğini alıp Rojava'da veyahut Ortadoğu'da Kürtleri soykırıma uğratmak istiyor. Bütün bunları Kürtleri soykırıma uğratmak için yapıyor. Herkes bunu bilsin. Yoksa AKP'nin derdi Filistin falan değildir yani. Zaten gerekçe arıyor. Kendisi de Rojava'ya her türlü saldırıyı yapacak, ondan sonra çıkacak diyecek, şunlar yaptı, ben de yapıyorum.
AKP iktidarı, Türk devleti böyle bir kirli savaş gerçeğidir. Söylediklerinin hiçbirisinde inandırıcılık yoktur. Halkları savunmak, insani değerleri savunmak için değildir. Tamamen kendisine politik çıkar elde etmek, ona dayanarak Kürtler üzerine baskı yapmak, demokrasi güçlerinin üzerinde baskı yapmaktır.
ALİ YERLİKAYA’NIN SİVRİLMESİ ÇETELEŞMENİN ÜSTÜNÜ ÖRTMEK İÇİNDİR
Bu İçişleri Bakanı (Ali Yerlikaya) 5-6 aydır görevde. Yirmi bin operasyon yapmış. Bu operasyonların içinde Medya Savunma Alanlarına yönelik savaş yok. Jandarmanın ve polisin yaptığı operasyondur. Bunların 98'i sivillere yöneliktir, HDP'lilere yöneliktir, Gençlere, kadınlara yöneliktir. Köylülere baskı yapmıştır.
İşin ilginç yanı da, yirmi bin tane operasyon yapılıyor; ertesi gün de diyor ki, terörün sonunu getirdik. Nasıl sonu gelmiş de 5-6 ayda 20 bin operasyon yapıyorsun. Bir de bu adamı alıyorlar, kötü polisti Süleyman Soylu, bu Ali Yerlikaya iyi polis olmuş. Bu Ali Yerlikaya'nın bu kadar sivrilmesi, çeteleşmenin üstünü örtmek içindir. Demokrasi güçlerine, Kürt halkına yönelik baskıların üstünü örtmek için böyle planlandı. Bazı muhalif güçler de buna alet oldu. Bunu böyle görmek lazım. Türk devleti bir özel savaş devletidir. Yaptıkları her şey, özel savaş gereğidir. Özel savaş demek, toplumu aldatmak, dünyayı aldatmak, gerçekleri tersyüz etmek demektir. İşte şimdi Cumartesi Anneleri’ni serbest bırakmış. Peki şimdiye kadar kim engelliyordu? Erdoğan engelliyordu. Erdoğan'ın talimatıyla Cumartesi Anneleri’nin girişi engellenmişti. Erdoğan, artık çok teşhir oluyoruz, çok da şey değil, onlara izin verilsin” demiştir. Bunda Cumartesi Anneleri’nin direnişi de var. Çünkü ısrarlı olunca teşhir oluyorlar. O kadar teşhir oldular ki, artık onu sürdürürse başka baskıların üstünü örtemezler.
Peki niye bu kadar Cumartesi Anneleri'nin üzerine gittiler? Onlara yasakladılar. Mesajı verdiler. Kürt halkına karşı, demokrasi güçlerine karşı o kadar savaş yürüttüler ki, biz bırakalım başka eylemlere en masumlarına bile izin vermeyiz. En masumunu bile bastırırız, dediler. Böylelikle toplum üzerinde bir caydırıcı baskı, korku yarattılar. Bak onlara bile yapıyoruz, size neler yapmayız. Böylelikle toplumu korkutmak, mücadeleden alıkoymak için yaptılar. Şimdi çok teşhir olunca bu hale geldiler.
SOL GÜÇLER ÖZEL SAVAŞI ANLAMAZSA ONUN KUYRUĞUNA TAKILIR
Bence bu özel savaşa kimse düşmemeli. Bu muhalefet kendi bindiği dalı kesiyor. Böyle yaparak kendilerine yönelik saldırıları da normalleştiriyorlar. Zaten adam ne şeyler söyledi; duyduk televizyonda. Ankara Emniyet Müdürlüğü kime bağlı? Ali Yerlikaya’ya. “15 Temmuz gibi isyan olsa öldürürüz”. Ali Yerlikaya budur işte. Bu bakımdan öyle çetelere şu yapma, bu yapma sorunu yok. Çetelere bir şey yapacaksa Süleyman Soylu'dan başlamak lazım. O zaman onlara izin vermiş.
Türkiye'deki demokrasi güçleri, sol güçler Türk devletinin özel savaşını anlamadan faşizme karşı mücadele veremezler. Özel savaşı anlamaları gerekiyor. Bu konuda PKK özel savaşı anladığı için gelmiyor, başarılı mücadele yürütüyor, ayakta kalıyor. Yoksa özel savaş anlaşılmazsa onun kuyruğuna takılır, onun oyunlarına gelinir ve bu bu duruma düşenlerle de etkili mücadele verilemez.
DAHA KÖTÜ BİR ANAYASA YAPACAKLAR
Anayasa Mahkemesi bir karar alıyor, yargıtay o karara uymuyor. Aslında uyması gerekiyor. Anayasa Mahkemesi’ne 100 tane karar geliyor; bir-iki tanesini kabul etmiyor. Yoksa tümden Anayasa Mahkemesi de tam faşist iktidarın parçası haline gelecek, öyle anılacak. Öyle algılamamak için bir-iki durumda itiraz ediyor. Halbuki aynı gün daha kötü bir madde olan halkı tahrik eden, teşvik eden, propaganda yapmayı suç sayan bir maddeyi onayladı. Hem de çok elastiki bir şey. Onunla herkes cezaevine atılabilir. Böyle bir Anayasa Mahkemesi.
Ama Anayasa Mahkemesi, TİP Milletvekili Can Atalay ile ilgili kararı bozdu. Yani çıkmasını istedi. Buna karşı Yargıtay çok sert hatta Anayasa Mahkemesi'ni suçlayan, üyelerinin de yargılanmasını isteyen bir tutum koydu. İlginç bir şey. Dünyada görülmemiş bir şey. Bu aslında Türkiye'deki krizi, kaosu gösteriyor. Faşizm, demokrasi güçlerine ve Kürt halkına karşı mücadelede o kadar zorlanıyor ki bu duruma geliyor. Mücadelede zorlanmasaydı böyle bir tutumun içine girmezlerdi. Halbuki biz de biliyoruz. Okulda bizim Anayasa hocamız Mümtaz Soysal’dı. Mümtaz Soysal Türkiye'de çok önemli. Anayasa profesörü olarak bilinirdi. Onların verdiği derslerde Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar nettir. Herkes uymak durumundadır denilirdi. Evet şimdi araştırsınlar. Türkiye'de kaç tane üniversite var? 100 tane mi bilmem kaç tane hukuk fakültesi var, siyasal bilgiler var. Anayasa dersleri nasıl veriliyormuş? Bu verilen derslerin tutanakları vardır. Ders notları vardır.
Bütün profesörlerin hepsi şunu demiştir; Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar kesindir. İlginçtir; şimdi diyorlar, yok, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlar kesin değildir. Böyle bir duruma gelmiş devlet. Şimdi Erdoğan da diyor işte, anayasa çelişkili, yeni anayasa gerekir. Ya sen kötü dediğini bile uygulamıyorsun. Yani sadece bu konuda değil, başka konularda da kötü dediği bu anayasanın maddesini uygulamıyorsun. Aslında nedir? Daha kötü bir anayasa yapacaklar. Şöyle yapacaklar. Aslında AKP iktidara geldiğinde biraz Avrupa Birliği’ne uyum göstermek, biraz kendisini demokratik göstermek için bazı yasaları yumuşattı. Şimdi herhalde onları tekrar tersinden silip daha kötü hale getirecek. Yeni anayasa derken eskisinden daha demokratik, daha özgürlükçü anayasa yapmayacak. Ne 1961 Anayasasından daha özgürlükçü yapacak, ne de diğerlerinden. Bu bakımdan zaten herkes söylüyor; ya sen bir mevcut kötü bir uygula ki yenisini görelim. Kötüsünü bile uygulamıyorsun sen.
KÜRTLER YARARLANIR KORKUSU
Bu bakımdan gerçekten çok ilginç bir durum ortaya çıktı. Bu bile Türkiye'deki krizin ne olduğunu ortaya koyuyor aslında. Bu, yine demokrasi güçlerinin ve Kürt halkının verdiği mücadeleyle ilgilidir. Bu duruma düşmelerinin nedeni, en küçük demokratik haktan Kürtler yararlanır kaygısıdır. Eğer sorun Kürt sorunu olmasaydı, Kürtlerin üzerinde yürütülen soykırım politikası olmasaydı bu duruma düşmezlerdi.
Türkiye'deki demokrasi güçleri anlamıyor. Türkiye'de Kürtler yararlanır diye her türlü demokrasi kırıntısını bile ortadan kaldırmak, boğmak istiyorlar. Çünkü diyor, olursa Kürtler yararlanır. Zaten diyorlarmış, Duran Kalkan milletvekili olursa ne olacak? Gelirse milletvekili olursa ne olacak? Gelirse nasıl milletvekili olacak Duran Kalkan? Yüksek Seçim Kurulu onay mı verecek? Böyle midir yani? Bu kadar toplumu aldatan, dünyayı aldatan bir yaklaşım içindeler. Gerçekten artık ne yapacaklarını şaşırmışlar. Ama dedim ya, nedenlerini görmüyorlar. Bu tabii çok önemlidir. Bu nedenlerin görülmesi lazım. Niye böyle yapıyorlar? Niye uymuyorlar? Niye Kavala’yı serbest bırakmıyorlar? Çünkü bir esneme olursa Kürtler yararlanır. Kürtler yararlanmasın diye yapıyorlar. Cumartesi Anneleri’ni bile bu kadar baskı altına aldılar. Ama biz bunları gösterirsek, başka yerde Kürtler yararlanır. Bu bakımdan kim demokrasi mücadelesi vermek istiyorsa, kim özgürlük mücadelesi vermek istiyorsa bu gerçeği görmeli, Kürt halkıyla birlikte demokrasi mücadelesi etmelidirler. Kürt halkıyla birlikte demokrasi mücadelesini yükseltmeden kimse demokrat olamaz, demokrasi mücadelesi veremez, kendini kandırır. Veriyorum dese bile sonuç alamaz. Çünkü Kürt sorunu çözülmediği müddetçe, Kürde üzerine soykırım politikası uygulandığı müddetçe bu baskı rejimi devam edecektir. Çünkü Kürtler yaralanır diye her türlü baskı yapacaklar, her tür antidemokratik politikayı da devreye koyacaklardır. Bu gerçekliğin gerçekten kavranması gerekir. Çok sık tekrarlıyoruz. Ama tekrarlamaya değer bir konu olduğu için tekrarlıyoruz. Bu temelde herkesin, ortaya çıkan bu faşist gerçeği, bu ucube durumun ne olduğunu daha iyi kavraması gerekiyor.