Karayılan: Hedefimiz komplonun tam yenilgisidir

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Karayılan, komplonun boşa çıkarılmasının yetmediğinin görüldüğünü belirterek,“Tamamen yenilmeli. Yenilgisi de ancak Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın özgürlüğüyle mümkün. Hedefimiz budur” dedi.

Komplocu siyasetin Lozan’a dayandığını; resmi başlangıcı 1992 olan 15 Şubat’taki uluslararası komplonun, imha ve tasfiye amaçlarının boşa çıkarıldığını belirten PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Oslo ve İmralı görüşmelerinin amaçları ve sonrasını hatırlatarak, Garê’yi işgal saldırısıyla adımı atılan ikinci komplonun da akamete uğratıldığını; bunun üzerinden yükselen direnişin devam ettiğini söyledi. 

AKP-MHP rejiminin içerideki ve dışarıdaki çoklu krizine işaret eden Karayılan, “AKP-MHP rejimi gerillaya karşı başarılı olsaydı, Türkiye için kapkaranlık bir faşist sistemin kalıcılaşması kesinleşmiş olacaktı” dedi. 

AKP-MHP rejiminin, iktidarının bekası için saldırılarını sürdüreceğini bildiklerini, düşmanı küçümsemediklerini, buna göre hareket ve hazırlık içinde olduklarını kaydeden Karayılan, şunların altını çizdi: “Tarihin bu önemli döneminde ülkemizin ve Türkiye’nin yönünü tayin etmede esas belirleyici rolü, Önderliğimiz ve halkımız oynayacaktır. Devrimci Halk Savaşı perspektifiyle Kürdistan’ın tüm parçalarında düşmanın saldırılarına karşı sonuç alıcı cevabın verilmesi için gerekli olan şartlar, bugün her dönemden daha fazla uygundur.”

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şahsında Kürt halkına ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik 15 Şubat 1999’da geliştirilen  uluslararası komplonun 24. yılına giriliyor. 
10 Şubat günü ise Türk devletinin Garê’ye dönük gerçekleştirdiği kapsamlı saldırının ve orada aldığı yenilginin 1. yıl dönümü oluyor. 
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, bu vesileyle Kürdistan Halk Savunma Güçleri’ne seslendi:

KOMPOYA KARŞI MÜCADELENİN YOLUNU NETLEŞTİRDİLER

23. yıl dönümünde bu alçakça komploya katılan tüm güçleri şiddetle kınıyor, ‘Güneşimizi Karartamazsınız!’ şiarıyla bedenini ateş topu yaparak yanıt veren tüm şehitlerimizi, Halit Oral, Tayhan Umut (Ahmet Yıldırım) ve Rojbîn Arap (Fatma Özen) yoldaşlar şahsında saygıyla anıyorum. Bu Apocu kahramanlar, fedai duruşlarıyla komploya karşı tutumun nasıl olması gerektiğini ortaya koymuş, mücadelenin yolunu netleştirmişlerdir. O fedai duruş, ister ülke içinde olsun ister ülke dışında, ister dağ başlarında olsun ister zindanlarda, Kürdistan’ın dört parçasında da gelişti ve komploya karşı önemli bir direniş süreci yaşandı.

SOYKIRIM SİYASETİNİ HAKİM KILMAK İÇİN

Uluslararası komplonun amacı, özgür Kürt çizgisini yok etmek ve bu biçimde Kürdistan’da soykırım siyasetini egemen kılmaktır. Ülkemiz ve halkımız, Mezopotamya’nın ve Ortadoğu’nun, en kadim öğesidir. Bu topraklarda kültürel mirası ve zenginlikleriyle özgür bir şekilde yaşamak, halkımızın en meşru hakkıdır. Hegemonik güçler, kirli siyasi-ekonomik çıkarları nedeniyle halkımızın bu en meşru ve insani taleplerini görmezden geliyor. Uluslararası komplo, Önder Apo’nun şahsında, özgür Kürt çizgisini tasfiye etmek, ortadan kaldırmak ve esas olarak halkımızı yok etme ve soykırımdan geçirme siyasetini hakim kılmak amacını taşımaktadır. Onlar, çıkarları uğruna bölgede Kürt halkını harcamak; halkımızın en meşru taleplerini kabul etmeyerek bütün Kürt toplumunu bastırıp ortadan kaldırmak istiyor. Kuşkusuz bu insanlık gerçeğine büyük bir hakaret ve halkımıza karşı düşmanca bir saldırıdır. Bu büyük bir zulümdür.

KOMPLOCU SİYASET LOZAN’A DAYANIYOR

Hegemonik güçlerin bu yaklaşımı yeni ortaya çıkmamıştır. Komplocu siyasetleri ta Lozan’a dayanmaktadır. Bu komplo sonucu halkımız çok büyük trajediler yaşamış; Kürdistan’da katliam, ölüm ve soykırım siyaseti hakim kılınmıştır. Bu anlamda özellikle Lozan sonrası dönemin, halkımıza karşı bir komplolar dönemi olduğu belirtilebilir. Ancak ‘70’li yıllara gelindiğinde Önder Apo’nun bu soykırım siyasetine karşı gerçekleştirmiş olduğu çıkış Kürdistan’da yeni bir dönemi başlatmıştır. Önder Apo, 1973 Newrozu’ndaki tarihi adımıyla Kürdistan’da ulusal bilinci, çağdaşlığı ve bilimsel sosyalizm temelinde ulusal-demokratik devrimciliği geliştirmiştir. Bu temelde bilinçlenen halkımız gün geçtikçe daha ileri bir toplum haline gelmiş, aşiret-ağa-mîr-beg zihniyeti yerine, özgürlük, demokrasi ve bilimsel sosyalizm zihniyeti Kürdistan’da gelişmeye başlamıştır. Halkımızın yaşadığı bu değişimden korkan düşman, 12 Eylül 1980’deki askeri cuntayla bu gelişmenin önünü almak istemiş, bunun için Kürdistan ve Türkiye’de büyük bir zulüm yürütmüştür. Ancak zindanlarda Mazlum, Hayri, Kemal ve Ferhatların öncülüğünde gelişen direniş, düşmanı kendi kalesinde yenmiş, düşmanın bütün çabalarını boşa çıkartmıştır. Önder Apo, bu temelde büyük bir emek ve tarihi çabalarla Egîd arkadaşın öncülüğünde gelişen 15 Ağustos 1984 Atılımı’nı örgütlemiştir. 15 Ağustos 1984 Atılımı, Kürdistan’da yeni çağdaş bir isyan ve gerillanın gelişim dönemini başlatmıştır.

KOMPLONUN RESMİ BAŞLANGICI, 1992 OLARAK KABUL EDİLEBİLİR

Bu gelişmeler daha ilk aşamasındayken hegemonik güçler ve sömürgeciler, büyük bir korkuya kapılmıştır. Bunun için NATO Gladiosu’nun da desteğiyle Hareketimize karşı bir komplo siyaseti devreye konulmuştur. Bunun ilk önemli adımını 1985’te İsveç Başbakanı Olof Palme’yi öldürüp PKK’nin üzerine yıkmaya çalışmakla atmışlardır. Ardından bu olayı dayanak yaparak hareketimizin ve gerillanın karalanması ve önünün alınması için başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada anti propaganda çalışması yürütmüşlerdir. Daha gerillanın ilk adımında Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın karşısına kontrgerilla yöntemlerini çıkarmışlardır. 1992’de NATO’nun sadece Gladio ile değil resmi bir şekilde direkt olarak kendisinin de sürece katılmasıyla beraber Lübnan’daki Mahsum Korkmaz Akademisi’ni kapattılar ve yine Güney Kürdistan’da bir ihanet savaşı organize ettiler. Bütün bu olaylar halkımıza ve Hareketimize karşı birer komplo olarak ele alınabileceği gibi, 1992’deki bu tür yönelimler ise 1999’da zirveleşen uluslararası komplonun başlangıcı olarak kabul edilebilir. Türk devleti geçen zaman içerisinde 17 binden fazla sivil ve silahsız insanımızı sokaklarda faili meçhul adı altında yaraladı veya şehit etti. Çok kapsamlı yok etme operasyonlarını geliştirdiler, 5 bine yakın köyümüzü yerle bir ettiler. Bütün bunlarla toplumda korku yaratmak, gerillayı da tamamıyla tasfiye etmek istediler. Denedikleri tüm yöntemlere rağmen bunu başaramadılar. Bunun için hegemonik güçler bir kez daha devreye girdi ve oluşturdukları uluslararası konsept temelinde 9 Ekim 1998’de direkt olarak Önder Apo’yu hedeflediler. Bu biçimde Suriye’den çıkması için baskı geliştirerek Önder Apo’ya karşı komplo sürecini devreye koydular.
O süreçten bu yana bir çok aşamadan geçildiği biliniyor. Ateşkes ilan etmemize rağmen düşman yurt içinde ve yurt dışındaki saldırılarına devam etti. Önder Apo, Avrupa zemininde diyalog yoluyla Kürt sorununu bir çözüme kavuşturmak istedi. Bunun için Roma’da bir deklarasyon yayınladı. Komplocular bunu göz önünde bulundurmadı; saldırılarına devam ettiler ve sonuç itibarıyla 15 Şubat 1999’da bütün insan haklarını, hukuk ve ahlak anlayışını çiğneyerek Önder Apo’yu kaçırmak suretiyle Türk devletine teslim ettiler.

İMHA EDEMEYECEKLERİNİ GÖRÜNCE DİĞER YÖNTEMLER

Onlar, bu komployla beraber esas olarak Önder Apo’yu imha etmeyi planlıyorlardı. Bunu yapamayacaklarını görünce ağır tecrit altında tutmak, yapabiliyorlarsa teşhir etmek, hareket ile ilişkilerini koparmak ve bu biçimde hareket içerisinde karışıklık çıkararak tasfiyeyi sağlamayı hesapladılar. Ancak daha 9 Ekim 1998’den itibaren komplo sürecine karşı Kürdistan halkı ülkenin dört bir yanında sokaklara aktı. Yine başta Almanya olmak üzere Kürt’ün olduğu her yerde halkımız başkaldırdı. Zindanlarda kendini yakma suretiyle gelişen fedai eylemleri başladı. Tayhan ve Jêhat arkadaşların Moskova’da tüm dünyanın gözü önünde bedenlerini ateşe verdiği eylem gibi birçok eylem yaşandı. Kürdistan’ın tüm parçalarında fedai eylemlerle halk eylemlilikleri gelişti.

Özellikle de 15 Şubat’tan sonra militanların, Kürt yurtseverlerinin, Kürt kadının ve gençliğinin direniş ve başkaldırılarıyla ortaya koyduğu bu duruş, düşmanın kolayca tasfiye edip amaçlarına ulaşamayacağını açıkça ortaya koymuştur. Toplumun bu kalkışı ve halkımızın gösterdiği refleks nedeniyle Önder Apo hakkında almış olduğu idam kararını uygulayamamıştır. Bunun gelişmesi halinde büyük kalkışların olacağını; bunun Türkiye için tehlikeli olacağını gördüler. Türkiye bunu kendi içinde çok tartıştı ve sonuç olarak idamı kaldırdılar ama İmralı’da kurdukları işkence sistemiyle zaman içerisinde Önderliği yok etmek istediler. Bu işkence sistemi, Önderliğimizi orada yalnız bırakarak düşünemez kılmak, ideolojik yaratıcılığını köreltmek ve yeni düşünce üretemez bir hale getirerek stratejik önderlik misyonunu ortadan kaldırmayı öngörüyordu. Bunu başarırlarsa zaten Hareketi de tasfiye edebileceklerini ve Kürdistan halkı üzerindeki soykırım siyasetini başarıya ulaştıracaklarını hesaplıyorlardı.

ÖNDER APO’NUN DAHİYANE DURUŞU

Düşmanın bu yok etme projesine karşı Önder Apo dahiyane bir duruş geliştirdi; mucizevi bir şekilde İmralı şartlarında geliştirdiği tutum, gösterdiği sabır ve oluşturduğu derinlik ile komployu boşa çıkardı. Önder Apo’nun orada yaşadığı yoğunlaşma ve yakaladığı derinlik, kendisiyle birlikte Kadın Özgürlüğüne Dayalı Demokratik Ekolojik Toplum Paradigması’nı yarattı. Bu biçimde Önder Apo hem komployu boşa çıkardı hem de Hareketin nefes alarak kendisini yenilemesine ve genişletmesine yol açtı. Önderliğimizin perspektifleri temelinde mücadelemiz bir yandan yeni paradigmaya göre örgütleme modelinde yeni safhalara girerken, diğer yandan savaşı durdurarak siyasal-demokratik bir çözümün önünü açtı. Düşman bu durumdan istifade etmek istedi. Bir yandan Hareketin içerisindeki bazı sahte kişiliklerin çeteleşmesi temelinde içeriden bir kalkışma başlatırken, diğer yandan ise yine hegemonik güçlerin desteğiyle 2001’de Avrupa Birliği’nin PKK’yi ‘terör örgütleri listesi’ne almasıyla Hareketimizi kuşatmak istediler. Hem Önderliğimizi İmralı’da fiziki olarak bir tecrit içerisinde tutuyorlardı hem de hareketimizi bu biçimde tecrit altına alıp kriminalize etmeye çalışıyorlardı. Dikkat edin; biz savaştığımız zaman AB, PKK’yi bu listeye almamıştı; savaşı durdurduğumuz ve Kürt sorununu barışçıl-demokratik yöntemlerle çözmek istediğimiz bir dönemde aldılar. Özcesi savaş zamanı değil, ateşkes zamanı aldılar. Kürtlerin barışını da istemiyorlardı. Çıkarları uğruna Kürtleri harcamak istiyorlar. Şimdi uluslararası demokratik kamuoyunun gündeminde olan ve üzerinde tartışılan ‘terör listesi’ne alınma olayı böyle bir dönemde gündeme girmişti. En büyük terör, Kürdistan’ı işgal eden sömürgecilik; Kürdistan’da yürütülen zulümdür. En büyük terörist, Kürdistan’da on binlerce insanı faili meçhul bir şekilde öldürenler, kadın-çocuk demeden her gün insanlarımızı sokaklarda katledenlerdir. Türk devletinin uygulamaları, bizzat devlet terörüdür. En büyük terörizmi Türk devleti ve bütün Kürdistan’a yayılan sömürgecilik yürütmektedir. Saddam, belki de bu dünyanın görebileceği en büyük teröristti ama kimse bir gün ona terörist demedi, fakat onun kimyasal silahlarla katlettiği Kürt halkı terörist olarak görüldü.

HIZLA YÜKSELİŞ YILLARI

Önder Apo dahiyane öngörüsüyle bu büyük oyunu da boşa çıkartmasını bildi. PKK’nin Yeniden Yapılanması ve 12 kişilik Yeniden İnşa Komitesi’nin kurulması perspektifi temelinde mücadelemiz yeni bir aşamaya girdi. 2004’te gerçekleşen KONGRA GEL İkinci Kongresi hem çeteciliği tasfiye etti hem de komplocuların tüm yönelimlerine karşı Tarihi 1 Haziran 2004 Atılımı’nı karar altına aldı.
2005 Newrozu’na gelindiğinde artık her anlamda netleşen paradigma temelinde KCK ilan edildi. Önder Apo’nun Kadın Özgürlüğüne Dayalı Demokratik-Ekolojik Toplum Paradigması, bu biçimde bir program halini aldı. Bunun hemen ardından 4 Nisan 2005’te PKK’nin Yeniden İnşa Kongresi gerçekleşti ve PKK bu yeni paradigma üzerinden kendisini yeniden yapılandırarak 9. Parti Kongresi’yle yeni bir mücadele dönemine girmiş oldu.
Hareketimiz bu biçimde dişe diş bir mücadeleyle komploya karşı ayakta kalmayı başardı. Buna paralel olarak halkımızın da Önderlik çizgisi etrafında birleşmesiyle mücadelemiz bir yükselme aşamasına girdi. Bu yükseliş, Kürdistan’ın tüm parçalarında yansımasını buldu. Başta cins bilinci olmak üzere toplumsal yaşamda büyük ilerlemeler kat edildi. Önderliğimizin geçmişte hareket içerisinde yarattığı gelişmeler, bu dönemde halk içinde yaygınlaşmaya başladı. Bu biçimde toplumsal bir devrimin geliştiği belirtilebilir. Tabii ki tüm bu gelişmeler esas olarak KCK sisteminin toplum üzerindeki etkisi temelinde gerçekleşmiştir.
2007’ye gelindiğinde “Êdî bes e!” şiarı temelinde halkımız serhildan hareketini, gerilla ise sömürgeciliğe karşı eylemsellikte bir üst aşamaya ulaştı. Hemen ardından 2008 kışında düşmanın Zap’a yönelik geliştirdiği operasyon da aynı temelde yenilgiye uğratıldı. Bu biçimde Kürdistan Özgürlük Mücadelesi hızlı bir yükseliş dönemini yaşadı.

DEVLET OSLO’DA MASAYA OTURMAK ZORUNDA KALDI

Türk devleti, mücadelenin yaşadığı bu hızlı yükseliş nedeniyle 2008’de Oslo’da Hareketimiz ile masaya oturmak zorunda kaldı. Norveç devleti ve kimi uluslararası güçlerin aracılığı temelinde Oslo’da yapılan görüşmeler, üç yıl sürdü. 2011 baharına gelindiğinde görüşme heyetlerinin tartışmaları bir sonuca ulaştı ve ortak bir protokole varıldı. Hareketimiz bu protokolün gereklerini yerine getireceğini taahhüt ederken, Türk devletini temsilen protokolün onayına karar verecek olan Erdoğan hükümeti aylarca hiçbir şey belirtmedi ve 16 Temmuz 2011’de ilan ettiği savaşla yanıtını vermiş oldu. Bu Oslo görüşmesinin ve ardından gelişen saldırı konseptinin arkasında, Tamilvari bir şekilde tasfiye etme planı olduğu, kısa zamanda ortaya çıktı. Sri Lanka devleti de tıpkı AKP gibi önce Oslo’da görüşme yapmış ama o görüşmeler sonrasında ani bir şekilde saldırarak Tamilleri tasfiye etmişti. Onlar Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın da bütün umutlarını çözüme bağladığını, bunun için gevşediğini ve kendini bıraktığını düşünerek tasfiye edebileceklerini düşündü. Bu temelde Hareketimize karşı saldırıya başladılar.
Bu temelde gelişen savaş sürecinde gerillanın verdiği önemli kayıplar oldu. Yeni savaş tekniği temelinde yapılan saldırılar karşısında gerillanın belli bir zorlanması durumu yaşandı ama 2012 baharıyla birlikte yapılan kimi düzeltmeler temelinde hareketimiz yeni bir hamlesel süreç içerisine girdi. Bu temelde gelişen direniş süreciyle birlikte 2012’nin sonlarına gelindiğinde Türk devleti tıkanma aşamasına girdi. Çünkü gerillanın hamlesi nedeniyle Kürdistan’ın birçok dağına giremiyor, birçok eyalette binlerce askerinin bulunduğu alaylarla fiziki olarak bağlantı kuramıyorlardı. Kürdistan’ın birçok yolu gerillanın denetimi altına girmişti. Esas olarak Türk ordusu o süreçte yenilgiye uğradı.

YENİ SAVAŞ İÇİN ATEŞKESİ KABUL ETTİ

Bu gerçekliğin yaratacağı hazin sonu gören Türk derin devleti ve AKP hükümeti, 2013’ün başında bir ateşkes sürecinin gündeme girmesini kabul etti. Türk devletinin 2013 Newrozu’yla birlikte uygulamaya geçen bu ateşkes sürecini, sorunu çözmek için değil, kendisini yeni bir savaşa hazırlamak için kabul ettiği daha ilk başta açığa çıktı. Görüşmelerin başladığı dönemde, önce Amed’de eyalet komutanımız Numan arkadaş ve beraberindeki 10 yoldaşımızı namertçe bir yöntemle; hemen ardından Paris’te Sara, Rojbîn ve Ronahî arkadaşları en alçakça ve komplocu yöntemle şehit ettiler. Bunun yanı sıra Kuzey’de bir ateşkes süreci yaşanırken, DAİŞ ve El Nusra gibi çeteleri yoluyla halkımızın bin bir emekle yarattığı değerlere ve elde ettiği kazanımlara saldırıyorlardı. Yani adına ‘Çözüm Süreci’ denilen görüşmeler dönemi, AKP açısından aslında bir özel savaş projesiydi. Bu temelde bir yandan HDP heyetleri yoluyla İmralı’ya gidişler yaşanıp devlet yetkililerinin de yer aldığı görüşmeler yapılırken, diğer yandan ise yapmış oldukları ‘Çöktürme Planı’ temelinde hem Kürdistan’daki mevzilenmelerini yeniliyor hem de JÖH-PÖH gibi paralı askeri birlikler oluşturarak gerilla karşısında yenilmiş olan klasik orduyu aşmaya çalışıyordu. Bu anlamda dışarıdan ileri teknolojinin son ürünü silahlar temin ettiler. NATO Gladiosu’nun devam eden destekleri temelinde kendilerini savaşa hazırladılar. Bu biçimde alçak, ikiyüzlü ve komplocu bir zihniyetle yüz yüzeyiz. Yaşanan görüşmelerde tıpkı Oslo sürecinde olduğu gibi bir sonuca ulaşılıp Dolmabahçe Sarayı’nda protokol imzalandıktan sonra Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, bir kez daha masayı devirerek 24 Temmuz 2015’te yeni bir savaş sürecini başlattı.

ÖNDER APO ALDATILAMAZ BİR LİDERDİR

Şimdi gelişen bu savaş sürecinin üzerinden 7 yıl geçmiş durumda. Türk devleti, NATO Gladiosu yoluyla elde ettiği teknik temelinde havadan hedefe kilitlenen füzelerle ve insansız hava araçlarıyla sonuca gidebileceğini düşündüğü ve buna inandığı için çok alçakça saldırılara girişti. Şüphesiz en büyük saldırıları yine İmralı’ya dönük olarak gelişti. İmralı’da ağırlaştırılmış mutlak tecridi daha da derinleştirdiler; psikolojik savaşı yoğunlaştırdılar. Yine 2015-2016 süreci başta olmak üzere halkımıza dönük zulüm ve katliam politikasında en namertçe yöntemleri uyguladılar. Kürt siyasi hareketine ve Kürt halkının dostu olan demokratik-sol-sosyalist çevrelere karşı siyasi soykırım operasyonları gerçekleştirdiler. Kısacası bir yandan ateşkes ve görüşme adı altında taktiksel bir siyaset izlerken, diğer yandan ise sinsi bir şekilde uluslararası komployu nihai amacına ulaştırmaya çalıştılar. Tüm bu hazırlıkları yaparken, o zamana kadar Kürtleri hep kandırdıkları için Hareketimizi de kandırabileceklerini düşündüler, ancak biz Önder Apo’nun hareketiyiz. Önder Apo aldatılamaz bir lider, hareketimiz ise tecrübe sahibi ve her türlü gelişme karşısında gerekli olan performansı gösterebilecek bir harekettir. Dolayısıyla düşmanın geliştirmiş olduğu alçakça saldırılar karşısında 7 yıldır büyük bir direniş sürmektedir.

Yürütülen savaş sürecinde kuşkusuz bizim de önemli kayıplarımız oldu ama çok büyük bir direniş de yaşandı. Her şeyden önce Önder Apo’nun İmralı Zindanı’nda büyük bir iradeyle gösterdiği eşsiz direnişi yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Her türden saldırıya ve hatta görüşmelerde yaptıkları baskılara karşı Önder Apo direnmeye devam ediyor. Yani esas yükü Önder Apo kaldırıyor; bu anlamda esas mücadele İmralı’da yaşanıyor. Oradaki savaş, psikolojik, ruhi, siyasi, diplomatik ve her türden yürüyor. Halkımıza dönük bu kadar baskı yaptılar; katlettiler, tutukladılar, her gün siyasi soykırım gündemdedir ama tüm bu yönelimlere rağmen halkımız kendi özünde ısrarlıdır. Kürt siyaseti ayaktadır ve Türkiyeli sol-sosyalist güçler de direnmeye devam etmektedir. Bunların hepsi Önderliğimizin uluslararası komploya karşı vermiş olduğu derin mücadele sayesinde gerçekleşmektedir. Bu mücadele ekseninde gelişen direniş dalgası, hedefine Önderliğimizi ve halkımızın özgürlük mücadelesini koyan uluslararası komplonun esas amacına ulaşmasını engellemiş ve onu boşa çıkarmıştır.

GARÊ: BÜYÜK BİR PLANIN İLK PARÇASI

Tüm girişimlerine rağmen boşa çıkarak istediklerini elde edemeyen düşman, ikinci bir komplo planıyla uluslararası komployu nihai başarıya ulaştırmak istedi. Bunun için 10 Şubat 2021’de Garê’ye yönelik olarak çetin bir saldırı gerçekleştirdi. Ancak Şoreş Beytüşşebap yoldaşın öncülüğündeki Apocu fedailer, buna karşı geliştirdikleri direnişle düşmanı yendi; gelişen saldırı dalgasını tersine çevirip düşmanda büyük bir kırılmanın başlangıcı haline getirdi. Bu biçimde Garê şehitleri şahsında, ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ eylemcilerinin ruhunun bugün de aynı duruşla komploya karşı mücadeleyi yürüttüğü ve komplonun mutlak anlamda yenileceği açığa çıkmıştır. Bu temelde Şoreş, Rojhat ve Seyfi yoldaşların şahsında tüm Garê-Siyanê direnişi şehitlerimizi saygıyla anıyor, onlara verdiğimiz sözü yineliyoruz. Onların bizlere vermiş olduğu talimatın gereğini yerine getireceğiz; kahraman şehitlerimizin çizgisinde yürüyerek, onların zafer ruhuyla komployu nihai yenilgiye uğratacağız.

Düşmanın 10 Şubat 2021 günü Garê’ye dönük geliştirdiği saldırı, büyük bir planın ilk parçasıydı. Bu plan, sadece esirleri kurtarmak veya Garê’yi işgal etmek anlamına gelmiyordu; çok daha büyük ve kapsamlıydı. İkinci bir komplo gibi planlanmış ve ona göre örgütlenmişti. Zaten Türk Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler de 6 ay boyunca askeri olarak hazırlık yaptıklarını, askerlerini eğittiklerini ve provalar yaptıklarını belirtti. Siyasi olarak ise 15 Şubat’taki komploda yer alan ama zaman içerisinde  tamamıyla çekilmese bile yöntemde daha farklı taktikleri esas alan birçok gücün de bu planı çıkarları açısından uygun gördükleri ve onayladıkları çok açık bir şekilde ortaya çıktı. Yine onların yardımıyla Irak Başbakanı Kazimi de Irak devletini bu sürece dahil etti. İkinci komplo daha çok Güney Kürdistan’a yönelik olarak planlanmıştı. Bunun için de Irak’ın rızasının alınması ve bu temelde katılması gerekiyordu. Saddam’dan sonra ilk defa Irak devleti bu ikinci komploya katılarak Türk devletinin planıyla birleşti. Saddam döneminde zaman zaman Türkiye ile ittifaklar oluyordu ama Saddam’dan sonra ilk kez bu başbakanın döneminde Irak, Türkiye’nin geliştirdiği bu uluslararası komplo konseptini onayladı ve bu biçimde Türk devletine Irak’ın hava sahasını kullanmasına, her türden saldırı ve operasyonu geliştirmesine resmi olarak izin verilmiş oldu.

Aynı zamanda KDP de bu konsepti kendi çıkarları açısından uygun gördü ve katıldı. KDP, Kürdistan halkının ulusal çıkarlarına tamamen ters düşse de PKK’nin Güney Kürdistan’dan çıkarılarak tasfiye edilmesini, kendi örgüt çıkarları açısından uygun gördü. Bunun için onlar da bu plana katıldı.

ABD ve İngiltere gibi hegemon güçlerin ise farklı hesapları vardı. Onlar eskisi gibi PKK’yi yok etmeyi değil de PKK’yi zayıflatarak, yine PKK’nin önde olan kimi yönetim üyelerini tasfiye ederek, sonrasında PKK’nin mirasından faydalanarak kendi hizmetlerine kullanmayı öngördü. ABD’nin 6 Kasım 2018 günü Hareketimizin yöneticisi olan üç arkadaş hakkında almış olduğu karar, bu anlamda sıradan değerlendirilecek bir karar değildir. Bu tür uygulamalar, komplo çizgisinin farklı yöntemlerle yenilenmesi anlamına gelmektedir.

Kısacası bunlar, vb. kimi güçlerin kendi çıkarları temelinde bir biçimde Türk devletinin planında birleşmesi söz konusu oldu. Bu temelde Garê’ye dönük olan saldırı gerçekleşti.

Bu plana göre saldırı, kimsenin ummadığı kış mevsiminde, gerillanın mevzilenmesinin karşısında olan kuzeyden değil de güney tarafından başlatılarak sürpriz bir harekatla gerillayı gafil avlamayı öngörüyordu. Bu biçimde Garê’de hem esir olan devlet güçlerini kurtarmayı hem de Garê’nin tamamına olmasa bile bir kısmına yerleşerek HPG’nin komuta kontrol merkezini imha etme ve işlemez duruma getirmeyi istiyorlardı. Bunun ardı sıra kuzey tarafından, yani Zap, Metîna ve Avaşîn hattından büyük bir saldırı dalgası başlatarak gerillayı kuşatmak suretiyle direnemez kılmayı amaçlıyorlardı. Bu planlarının başarılı olması halinde, son tahlilde yönlerini Qendîl'e vererek böylece Güney Kürdistan’daki tüm merkez ve koordinesini tasfiye etmeyi amaçlıyorlardı. Bu biçimde bir zafer ilan ederek seçimlere gitmeyi ve iktidarlarını devam ettirmeyi tasarlıyorlardı. Böylesi bir durumunsa Türkiye’deki mevcut rejimin kalıcılaşmasını sağlayacağı ve Kürt halkının başına musallat kesilen bu faşist-soykırımcı garabetin yalnızca Kuzey’le sınırlı kalmayarak Güney Kürdistan ve Rojava’daki kazanımları da ortadan kaldıracağı; hatta Kürdistan’la da sınırlı kalmayıp Yeni Osmanlıcılık hayalleri çerçevesinde Irak ve Suriye’ye de yönelerek kendini bölgesel düzeyde emperyalist bir güç haline getirmeyi hedeflemiş olduğu açıktır. Yani planları böylesi kapsamlı bir muhtevadaydı. 

Bu nedenle başta Kürdistani güçler olmak üzere hiç kimsenin günübirlik düşünerek, ailevi, aşiretsel veya partisel çıkarları ekseninde TC’nin yalanlarına kanmaması ve stratejik anlamda halkımızın geleceğini düşünerek hareket etmesi önem taşımaktadır. Ne yazık ki, yukarıda da belirttiğimiz gibi içerisinde Güney Kürdistan’daki hakim siyasetin de yer aldığı, bölgesel ve uluslararası kimi çevrelerin faşist AKP-MHP ittifakıyla işbirliği yapması temelinde bu plan hayata geçirilmek istendi. Bu plan, 1992’de hareketimize yönelik olarak başlatılan komployu kesin sonuca ulaştırma girişimi olup aynı zamanda ikinci bir uluslararası komplo mahiyetindedir. Bunun için daha ilk adımda Siyanê’deki tünellerde kahraman yoldaşlarımızın göstermiş olduğu tutum, tarihi bir tutumdur. Yine Rojhat, Xeyrî ve Seyfilerin şahsında tünel dışındaki yoldaşların da tim tarzında devreye girmesi, savaşın seyrine etki eden çok önemli bir müdahaledir. 

Şimdi bu büyük direnişin birinci yıl dönümündeyiz. Bu vesileyle bir kez daha Garê direnişinin kahraman şehitlerini, Şoreş, Cudî, Bawer, Erdal, Argeş, Avareş, Rojhat, Xeyrî, Delil, Xabûr, Rêber, Seydo, Seyfi, Arhat ve Gelhat yoldaşları saygıyla anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyoruz. Bu kahramanlar, tünel ve arazide tim savaşlarının yürütülmesi ve direnişteki kararlılıkları ve fedai ruhlarıyla tıpkı 14 Temmuz direnişçileri gibi şehadetleriyle düşmanın kazanmasının önüne geçmiş, dönem mücadelesine esas öncülük yapan kahramanlarımızdırlar.

TÜRK SÖMÜRGECİ SİSTEMİNDE KIRILMA YARATTI

O arkadaşların dört gün gibi kısa bir süre ama çok çetin devam eden direnişleri, kendisiyle birlikte çok önemli gelişmeler yaratmıştır. Her şeyden önce Türk sömürgeci sisteminde ilk kez bir kırılmanın yaşanmasına neden olmuş, Kürtlere karşı olan saldırılarda sürekli destek olan muhalefet partilerinin ‘neden böyle oldu?’ diye tartışmalar yürütmesine vesile olmuştur. Yani sistem içerisinde bu biçimde bir çatlak oluşturarak, kırılma yaşatmıştır. 

Bu savaş süreci, aynı zamanda uluslararası güçler üzerinde de bir etki yarattı. Hegemonik güçler de bu süreci takip ediyorlardı. Hatta Türk devleti onların da katılmalarını istiyor ama onlar, ‘madem savaşta çok hakim olduğunuzu söylüyorsunuz’ diyerek katılmayacaklarını belirtiyor ve Türklerin kendi başına yapmalarını söyleyerek izliyor. Tabi bu şekilde, Türk sömürgeciliğinin nasıl kırılmaya uğradığını da izlemiş oldular. 

Bu, Hareketimizin dünya çapındaki rolünü de açığa çıkarttı ve öyle erken ve rahat bir şekilde tasfiye edilemeyecek bir hareket olduğu bütün dünya tarafından bir kez daha görülmüş oldu. Bu kanaat herkeste oluştu. Garê direnişi, her şeyin ötesinde yurtsever Kürt halkında ve Kürdistan Özgürlük Gerillası’nda bir ruhsal şahlanmaya yol açarak, bütün yıla yayılacak mücadelenin moral üstünlüğünün, Hareketimize geçmesini sağlamış oldu. Garê’de gelişen tünel ve arazideki tim savaş tarzı, gerillanın dönem taktiğine damgasını vurmuş ve sonrasında Metîna, Zap ve Avaşîn’de HPG güçlerinin işgalci ordulara çok büyük darbeler vurduğu mücadele tarzına model olmuştur. Garê’den esinlenerek mücadele yürüten Avaşîn, Zap ve Metîna gerillası, faşist Türk ordusuna aman tanımamış ve sonuç olarak düşman güçleri, 23-24 Nisan günü askerlerini havadan indirdiği yerlerde kalmıştır. Düşman 23 Nisan günü hangi alanlara indirme yapmayı başarmışsa halen aynı alanlardadır. Tutabildikleri tek yer oralardır. İşte Garê-Siyanê direnişinin böyle önemli etkileri olmuştur. Çağın teknolojisiyle her yeri rahatça işgal edebileceğini zanneden düşmanı sersemletmiş ve yıl mücadelesinden yenilgiyle çıkmasını sağlamıştır.

AYNI ZAMANDA TÜRKİYE’NİN DEMOKRASİ SAVAŞI

Gelişen bu savaş süreci, Türkiye’de sümenaltı edilmiş bir çok krizin su yüzüne çıkmasına, insanların gerçekleri görmesine ve her şeyin havuz medyasında olduğu gibi olmadığını anlamasına yol açmıştır. Şu an Türkiye sistemi ciddi bir kriz içerisindedir ve herkes bu sistemin ne kadar ömrünün kaldığını tartışmaktadır. ‘Acaba parlamenter sisteme geri mi dönülmeli’ biçiminde tartışmalar yapılmaktadır. Çünkü kimse artık tek adama dayalı bu faşist rejimin devam edebileceğini düşünmüyor. 

Özcesi, Garê’den başlayan ve Werxelê’ye kadar süren 2021 savaşı, aynı zamanda Türkiye’nin demokrasi savaşı ve halkların özgürlük direnişidir. Önder Apo’nun İmralı’da yürüttüğü, gerillanın ise yeni yöntemlerle örgütlediği direniş, hem Kürt toplumunun zinde kalmasını ve başarı umutlarının yükselmesini sağlamış hem de bölge halklarına dönük olan tehdidin geriletilmesine neden olmuştur. Kim ne derse desin 1980’lerden beri Kürdistan Özgürlük Gerillası ve Önder Apo’nun mücadelesi, sadece Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesiyle sınırlı kalmamış, aynı zamanda Türkiye halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Bu gerçeklik 2021 mücadelesinde daha çarpıcı bir biçimde görülmüştür. AKP-MHP rejimi eğer gerillaya karşı başarılı olsaydı, Türkiye için kapkaranlık bir faşist sistemin kalıcılaşması kesinleşmiş olacaktı. Bu tartışılmaz bir gerçekliktir.

TÜRK DEVLETİ AMAÇLARINDAN VAZGEÇMEMİŞTİR

Bu sonuca rağmen soykırımcı-faşist AKP-MHP rejimi pes etmemiş, amaçlarından vazgeçmemiştir. Onlar tekrar hazırlanmakta ve şanslarını tekrardan denemek istemektedirler. Bunu yapmak zorundalar. Eğer yapmazlarsa anketlerden de anlaşıldığı üzere seçimlerde kaybedeceklerini biliyorlar. Kaybederlerse sadece insanlık suçuna bulaşmış kişiler olarak değil, iktidarın nimetlerinden faydalanarak başta mali olmak üzere her türlü rant suçuna da bulaşmış kişiler olarak hepsinin zindanlara girmesi gerekecektir. Zindana girmemek için Erdoğan-Bahçeli ikilisi ellerinden ne geliyorsa yapacaktır. Bu dönemde Türkiye’nin tüm rezervlerini kullanacak, ülkenin jeo-stratejik konumunu pazarlayacak, NATO ve Rusya arasında oynayacak, kirli pazarlıklar yapacak, bölge güçleri üzerinde baskı oluşturacak; Kürtler arasına nifak tohumları ekecek ve bu temelde kendisini ayakta tutmaya çalışacaktır. Şu an bu konuda ciddi çabaların olduğunu ve askerlerini de bu temelde eğittiklerini biliyoruz. Bunlar yenilen ama yenilgiye doymayıp da hep güreşmek isteyen pehlivanlardır. Türk devleti, ne kadar Kürdistan Özgürlük Mücadelesi karşısında yenilse de tekrardan toparlanmaya çalışmakta ve yine savaşmak istemektedir.

DAİŞ ELİYLE HESEKÊ’DE SALDIRI GELİŞTİRDİ

Mesela 20 Ocak günü DAİŞ eliyle Hesekê’de Kuzey-Doğu Suriye Devrimi’ne yönelik olarak bir hamle geliştirdi. Nasıl ki daha önce 20 Ocak gününde Efrîn’e dönük saldırı yürütmüşse bu 20 Ocak’ta da DAİŞ eliyle bir saldırı geliştirdi. Cezaevinde çıkan isyan ardından 4-5 bin kişinin sokaklara salınması ve dışarıdan getirdikleri 100-200 kişi ile kamyonlar dolusu silah ve cephaneyi de devreye koyarak Hesekê’yi işgal etmek istediler. Eğer başarılı olsalardı Kuzey-Doğu Suriye’nin diğer kentlerinde de başkaldırarak DAİŞ’in ikinci kez halifeliğini ilan etmesi temelinde Rojava Devrimi’ni yok etmeyi amaçlayacaklardı. Ancak bu da tersine döndü. YPG-YPJ-QSD militanları Kobanê direniş ruhuyla AKP-MHP-DAİŞ çeteleri karşısında direnişe geçti; bir haftalık süreçte yaşanan savaşta 121 şehit verdi fakat düşman da amaçlarını gerçekleştiremedi ve yenildi. DAİŞ saldırılarına göğüs geren fedai savaşçılar, DAİŞ ve AKP’nin kirli amaçlarının karşısında dimdik durmuş ve düşmana geçit vermemiştir. Şehit Cemal Kobanê şahsında Gurza Gelan Hamlesi’nin başarıya ulaşmasını sağlayan tüm kahraman şehitleri saygıyla anıyoruz.

HALKIMIZIN KATLİNE FERMAN VEREN HERKESTEN HESAP SORULACAK

AKP-MHP’nin bu düşüşünden sonra Hesekê’deki ayaklanmanın kararını veren ve yöneten DAİŞ lideri Ebu İbrahim El Haşimi (Abdullah Kardaş) öldürülmüştür. Bu kişinin öldürülmesi esas olarak Şengal’e dönük olan fermanın bir intikamı olarak değerlendirilebilir. Çünkü bu kişi 3 Ağustos 2014’te DAİŞ’in Şengal’e dönük gerçekleştirdiği saldırıyı yöneten kişidir. Yapılan katliamda birinci derecede sorumluluğu vardır. Bunun için onun öldürülmesi, Şengal fermanının intikamı açısından önemli bir sonuçtur. Zaten Şengal halkımızın ve Kobanê’nin intikamını almak amacıyla DAİŞ’in başkenti alındı; en son Baxoz’da yapılan hamleyle DAİŞ’in iktidar olduğu topraklar bitirildi. Şimdi ise sırf Êzîdî olduğu için binlerce insanımızı şehit eden, Êzîdî kadınlarını köle haline getiren bir kişiden hesap sorulmuştur. Bu da iyi bir şey. Halkımıza karşı kim suç işlerse hesap vermekten kurtulamayacaktır. Bu kişiler DAİŞ lideri de olsa TC Cumhurbaşkanı ya da bakanı da olsa, halklarımızın katline ferman veren herkesten bunun hesabı mutlaka sorulacaktır.

SON SALDIRILAR KORKU VE KAYGI YARATMAK İÇİNDİR

Düşmanın son dönemde halkımıza dönük geliştirdiği bir diğer saldırı ise Şengal, Mexmûr ve Dêrik’e dönük yürütülen saldırılardır. Bu saldırılar, esas olarak Türk sömürgeciliğinin çözümsüzlüğünü ortaya koymaktadır. Soykırımcı-faşist sistem, özgürlük temelindeki sisteme karşı geliştirdiği hiçbir saldırıdan sonuç alamayınca, şimdi ise doğrudan göçmen kamplarını hedefliyor. Şengal ve Dêrik’te halkta korku yaratmak, kaygı oluşturmak istiyor. Zaten daha önce insansız uçaklarla yapılan suikastlarla halkın içerisindeki faşizme ve DAİŞ’e karşı mücadele yürüten öncü devrimci insanların hedef alınmasının diğer bir amacı, Apocu çizgide hareket eden insanlarda korku ve kaygı yaratmaktır. Bu amaçla düşman bu tür saldırıları geliştiriyor. Bu da geçmişte düşmanın Hareketimizi Kuzey Kürdistan’da boğma politikasının, şimdi tüm Kürdistan’a yayıldığını göstermektedir. Fakat Mexmûr, Dêrik ve Şengal’e yapılan bu saldırılar boşa çıkarılmıştır. Yapılan saldırının kapsamına bakıldığında düşmanın sonuç alamadığı nettir. Düşman Kürdistan’ın hiçbir parçasına dönük yaptığı saldırıdan sonuç alamayacaktır.

SICAK BİR MÜCADELE YILI OLACAK

Bütün bu gelişmeler, önümüzdeki yılın sıcak bir mücadele yılı olacağını göstermektedir. Biz bu yılı olağanüstü bir yıl olarak görüyoruz. Bu yılın halkımız ve Hareketimiz açısından büyük bir başarı yılı olabilmesi için gerekli zemin vardır. Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın özgürlüğü yürüyüşünde tarihi bir yıl olacaktır. Şoreş Beytüşşebap yoldaşın geçen yıl bu zamanlarda Siyanê’de göstermiş olduğu duruş, bugün dönemin taktik perspektifini netleştirmiştir, halkımıza ve güçlerimize büyük moral ve güç kazandırmıştır. Bunun karşısında düşman ise çok zayıf ve moralsiz bir halde yıkılışa doğru gitmekte, yıkılmamak için elindeki teknoloji ve kullanabileceği tüm yöntemleriyle güçlerimizin üzerine gelmek ve sonuç almak istemektedir. Bu rağmen düşman hiçbir zaman küçük görülmemeli ve gelişebilecek her türlü saldırıya karşı hazırlıklı olunmalıdır.

YENİ DÖNEMİN MÜCADELE PERSPEKTİFİ

Hareketimiz önümüzdeki yıla kendisini iyi hazırlamıştır. En son başarılı bir biçimde gerçekleşen PKK Merkez Komitesi’nin olağan yıllık toplantısı, içinden geçmekte olduğumuz sürecin kapsamlı analizini yapmış, düşmanın ve mücadelemizin ideolojik, politik ve askeri durumunu gözden geçirmiş, giderilmek üzere yaşanan yetersizliklerin tespitini yapmış ve yeni dönem mücadelesinin perspektifini ortaya koymuştur. Merkez Komite toplantısında geliştirilen tutum, alınan kararlar ve netleştirilen planlama çerçevesi, 2022 yılının başarısının temelini en sağlam bir biçimde atmış durumdadır. Bundan sonrası örgütlü güçler olarak kararları hayata geçirmekle mükellef olan biz kadroların görevlerinin gereğini yerine getirmesiyle sağlanabilecektir.

TÜRKİYE’NİN YÖNÜNÜ TAYİNDE ESAS BELİRLEYİCİ ROL

Tayyip Erdoğan kaç seferdir Önder Apo’dan bahsediyor. Yapılan bu konuşmalar, aslında Önder Apo’ya dönük uygulanan tecridin boşa çıktığı anlamına geliyor. Bu durum, onların Önder Apo’ya muhtaç olduğunu gözler önüne seriyor. Her ne kadar Tayyip Erdoğan’ın bu türden açıklamaları ahlaki değer yargılarından uzak olup kimi farklı amaçları taşısa da diğer yandan Önderliğin gücünü itiraf etmiş oluyorlar. Önder Apo aşılmaz bir güçtür. Bu gerçeklik bir kez daha kanıtlanmış oldu. Buradan şu an Önder Apo’ya dönük ciddi bir psikolojik baskının geliştirilmekte olduğu da anlaşılmaktadır. Önder Apo’nun demokratik çözümü esas alan devrimci duruşunu daha güçlü bir biçimde geliştirmekte olduğu anlaşılıyor; onun için de tecrit kalkmıyor. Tayyip Erdoğan tek yanlı konuşuyor ama tecridi kaldırmıyor. Bu da Önder Apo’nun Türkiye siyasetinin yönünü belirlemedeki gücünü çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Bu, bizler açısından önemli bir perspektif niteliğindedir. Çok açık ki tarihin bu önemli döneminde ülkemizin ve Türkiye’nin yönünü tayin etmede esas belirleyici rolü, Önderliğimiz ve halkımız oynayacaktır.

KOMPLONUN YENİLMESİNDE ÖNEMLİ BİR YIL

Biz 2022’de artık uluslararası komployu tamamıyla ortadan kaldırmak istiyoruz. Komplonun boşa çıkarılmasının tek başına yetmediği açığa çıkmıştır. Komplo tamamen yenilmeli ve ortadan kaldırılmalıdır. Komplonun yenilgisi de ancak Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın özgürlüğüyle mümkün olabilir. Dolayısıyla bu yılki hedefimiz budur. 2021’de gelişen ve taktikte netleşme sağlayan direnişle yoldaşların göstermiş olduğu duruşun, bütün gerilla güçlerimiz ile tüm mücadeleci çevrelerde hakim olacağına inanıyoruz. Devrimci Halk Savaşı perspektifiyle Kürdistan’ın tüm parçalarında düşmanın saldırılarına karşı sonuç alıcı cevabın verilmesi için gerekli olan şartlar, bugün her dönemden daha fazla uygundur.

Kürdistan Özgürlük Gerillası, Apocu ruhla, kadın özgürlüğü ve özgür-eşit yaşam temelinde mücadeleyi geliştirirse hiçbir güç gerilla karşısında sonuç alamayacak, düşmanın her türlü saldırısı kırılacaktır. Bu temelde 2022’nin Önderliğimizin ve Kürdistan’ın özgürlüğü mücadelesinde önemli bir yıl olacağı açıktır. Bu inançla uluslararası komploya karşı mücadelede tüm yoldaşları sevgi ve saygıyla selamlıyor, üstün başarılar diliyoruz.