Kayıp yakınları, devletin 'kaybettiği' Osmanoğlu için buluştu

Kayıp yakınları, Türk devlet güçlerince 'kaybedilen' Atilla Osmanoğlu'nun akıbetini sordu.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Amed Şubesi ve kayıp yakınları, eylemlerinin 671. haftasında da Koşuyolu Parkı'ndaki Yaşam Hakkı Anıtı önünde bir araya geldi. Eylemde 25 Mart 1996 tarihinde gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Atilla Osmanoğlu’nun akıbeti soruldu.

Eylemde konuşan İHD Amed Şube Başkanı Abdullah Zeytun, “Geçmişiyle hesaplaşmayan devlet, ne yazık ki başka bir hukuksuzluk olan insanların hastanede ağır hastalıklarla yaşamını yitirmesine sebebiyet veriyor” diyerek, hasta tutsakların yaşamını yitirmesine değindi. 1990’lı yıllardaki hukuksuzluğun bugün farklı bir biçimde sürdüğünü söyleyen Zeytun, "Yeni Halil Güneş örneklerini görmek istemiyoruz” dedi.

 KENDİSİ TEHDİT EDİLDİ, BABASI İŞKENCEYE UĞRADI

Ardından İHD avukatlarından Eylül Özgültekin, Osmanoğlu'nun hikayesini anlattı. Osmanoğlu’nun Hazro'da görev yapan bir üsteğmen tarafından sürekli tehdit edildiği için ailesiyle birlikte Şubat 1992'de Amed merkeze taşındıklarını belirten Özgültekin, Osmanoğlu'nun babası Muhyettin Osmanoğlu’nun da 1994 yılında 28 gün tutuklanarak ağır işkencelere maruz kaldığını ve daha sonra hakkındaki suçlamalardan beraat ettiğini aktardı. Sivil polis olan iki kişinin 23 Mart 1996 tarihinde “karayolu kantin ihalesi” diyerek Atilla Osmanoğlu’nu yanlarında götürmek istediklerini belirten Özgültekin, "Atilla, ‘dükkanda kendisinden başka kimsenin olmadığını’ gerekçe göstererek gitme teklifini reddeder ve bu durumu tedirgin bir şekilde akşam ailesine anlatır. 25 Mart 1996 tarihinde saat 11 civarlarında baba Muhyettin dükkana geldiği esnada sivil giyimli, silahlı ve telsizli iki kişi Ali’yi zorla arabaya bindirilirken görür. Babanın itirazı üzerine sivil giyimli polisler kantin hizmeti sağlamaya yönelik sözleşme teklifinde bulunabilmesi için Emniyet Müdürlüğüne götürüleceklerini, yarım saat içinde geri getireceklerini söyler. Akşam olur Ali eve gelmez" diye kaydetti.

İTİRAF: JİTEM KAÇIRDI

Ertesi gün baba Osmanoğlu’nun valiliğe ve savcılığa dilekçeyle başvurduğunu ifade eden Özgültekin, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin dilekçeye 1 Nisan 1996 tarihinde “gözaltına alınanlar arasında böyle bir isme rastlanmadığı” cevabı verdiğini belirtti. Özgültekin, valilik başvurusundan da bir sonuç alınamadığını ve iç hukuk yollarının tükenmesi üzerine dosyanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşındığını kaydetti. Özgültekin, "JİTEM eski elemanı Abdülkadir Aygan’ın 2005 yılında Özgür Gündem gazetesinde yayımlanan itiraflarında ‘Atilla Osmanoğlu’nun JİTEM tarafından kaçırıldığını, aynı zamanda Koçero olarak da bilinen Cındi Acet tarafından cesedin teşhisi mümkün olmaması için başının çekiçle ezildiğini ve Cizre-Silopi karayolundan Habur Gümrük Kapısı’na doğru giderken yoldaki bir petrol tankerine atıldığını’ anlatıyordu” dedi.

'TÜRKİYE MAHKÛM OLDU'

AİHM’in Muhyettin Osmanoğlu’nun başvurusunu kabul etmesinin ardından hükümetten istenen gözaltı kayıtlarında da Atilla Osmanoğlu’nun adının geçmediğini anımsatan Özgültekin, şöyle devam etti:
"1998 yılı sonlarında İHD Diyarbakır Şubesi ve Genel Merkez kendilerine yapılan kayıp başvurularından oluşan bir dosyayı İdil Cumhuriyet Başsavcılığına iletir. 4 Ocak 1999 günü İdil Cumhuriyet Başsavcısı, 30 Mart 1996 günü Silopi’de bulunan ve kimliği tespit edilemeyen bir erkek cesedinin, kendisine İHD tarafından gönderilen fotoğraflarla mukayese edildiğini ve cesedin Atilla Osmanoğlu’na ait olabileceğini bildirir. Bunun üzerine İHD heyeti 6 Ocak 1999 tarihinde baba Muhyettin Osmanoğlu ile birlikte İdil Cumhuriyet Başsavcılığıyla görüşmeler yapar. İdil Cumhuriyet Başsavcılığı mevcut fotoğrafları teşhis için baba Muhyettin Osmanoğlu’na gösterir, fakat baba net bir kanıya varmaz. Dosya içeriğinde bulunan elbiselere ilişkin tutanakta eksiklik içermesine rağmen cesedin çekilen fotoğrafları üzerinde belirgin olarak görülen kazağın Osmanoğlu'na ait olduğu eşi tarafından ifade edilmiştir. Fotoğraflarda cesedin özellikle yüz bölgesinde meydana getirilen tahribat kesin olarak teşhis yapılmasını güçleştirir. Neticede kesin bir teşhis yapılmaz. Ceset, Silopi kimsesizler mezarlığında defnedilmiş ve tam olarak nereye defnedildiği de kayıt altına alınmamıştı. AİHM 24 Ocak 2008’de, yaşam hakkını koruyan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. Maddesinin (esas ve usul yönünden) ve kötü muameleyi yasaklayan 3. Maddenin başvuran bakımından ihlal edildiğine karar verir ve Türkiye’yi maddi ve manevi tazminata mahkûm eder.”