Kürt sosyolojisinde ihanetin tarihsel geçmişi -1

Kürt halkının kanseri, süreklilik kazanmış işbirlikçi ve hain Kürt’tür. Nitekim, bu kanserin ne düzeyde öldürücü olduğu, halk tarihimiz boyunca yaşanan trajik sonuçlarda görülmüştür.

KÜRDİSTAN'DA İHANET

Bir halk, kendini var etme tarzını yaşadığı tarihsel evreler içerisinde yaptığı tercihler ya da karşı karşıya bulunduğu koşullardan etkileşimlere verdiği cevaplar ve sergilediği duruşla belirler. Bunun için gerekli olan, değerleştirdiği şeylerin ölçüsü ve bu ölçüyü belirleyen bilinç düzeyidir. Ortadoğu’nun otantik halklarından olan Kürt halkı, dayandığı toplumsal oluşumlar itibarıyla Neolitiği, doğal toplum değerlerini derinlemesine yaşamış; bu anlamda özgürlük bilinci, ahlakı ve bunun oluşturduğu ilkelere sahip bir temele dayanmaktadır. Bu gerçeklik, Kürt halk sosyolojisinde direnen ve özgürlük ahlakı temelinde kendini yeniden var eden yönlerinin esas harcıdır. İktidara dayalı devletli uygarlığın gelişimiyle birlikte, uzun süre aşiretler formunda yaşayarak kendini erkek egemenlikli iktidarcı sistem karşısında koruma yöntemi tercih edilirken; bazen de diğer aşiretlerle sentezlenerek doğal toplum değerlerini de kendi içinde barındıran yeni yapılanmalara gitmek, tarihsel açıdan önemli gelişmelere yol açan bir duruş sergilenmiştir.

Özellikle dönemin yıkıcı uygarlık güçleri karşısında aşiret formundaki direnişler, Asurlular gibi büyük güçlerin aşılmasına yol açmıştır. Uygarlıktan yana, kendini merkezi olarak iktidar temelli örgütleme arayışı olmayan Kürt halkı, gelişen saldırı ve zulüm karşısında Medler temelinde aşiret konfederasyonu örgütlenmesini oluşturmuş; ahlaki değerleri Zerdüştlük temelinde somutlaştırdığından diğer halklarla birlikte ama öz kimliğini de korumayı bir var oluş şekli olarak geliştirmeyi doğru bulmuştur. Tüm tarihsel gelişim içerisinde bu özellik, Kürt halkının genetik niteliği gibidir.

Fakat halk tabanında gelişen bu yaklaşıma rağmen, Rêber APO’nun da savunmalarında kapsamlı olarak açtığı bir yönde, aşiret aristokrasisinin yani sınıflaşmanın belirginlik kazanmasıyla birlikte, üst yapının devlet ve iktidar yapılarıyla uzlaşma ve işbirlikçi nitelik gösterme özelliği de toplumsal yapımızda tarihsel bir süreklilik kazanmıştır. Bu anlamda, özgürlük değerleri ve ahlakı temelinde oluşan bir kimliğin tam karşısında, bir sosyal yarılma olarak işbirlikçilik temelinde güç olma arayışı hem kendi kimliğine zarar verir nitelikte olmuş hem de merkezi bir iktidar yapısından ziyade güce yamanma temelinde dar ve çıkarsal yaklaşımların da süreklileşmesine yol açmıştır.

Rêber APO, Kürt halkı açısından ilk ihanetin somut örneği olarak, Sümer şehir devletinin kralı Gılgamış’a dost olmuş Enkidu’yu işaret eder. Enkidu, Gılgamış’ın bir Kürt bilge liderlerinden olan Humbaba’yı öldürmesini şart koşar ve doğal toplumu terk ederek iktidara hizmetin işbirlikçi ve hain özelliklerini şekillendirir. Dikkat edilirse, burada iki yönlü bir ihanet vardır. Birincisi; kendini inkâr temelinde iktidar güçlerine hizmet etme, ikincisi; kendi ihanetinin örtbas edilmesi için kendi toplumunu katliama yönelme. Yani ihanetin sadece bireyle sınırlı sonucu değil, kimliğini oluşturan toplumsallığını ortadan kaldırma temelinde bir niteliği söz konusudur. Neden böyledir? Çünkü ihanet ettiği toplum var olmaya devam eder ve kendi kimliğiyle yaşarsa, ihanetçinin ihaneti her zaman ortada olur. Kendine ihanet, kimliğine ihanet olduğundan, onu ortadan kaldırırsa hem kötülüğü anlaşılmaz hem de kendini her biçimde pazarlayabilir. İhanetin özelliği, ilkeye sırt dönmesi; bu nedenle ilkeye karşı nefret duymasıdır. Yani ortada doğru varsa, yanlışın ne kadar yanlış olduğu her zaman bilinir; ama ortadan doğruyu kaldırırsak neyin yanlış olduğu bilinmez ve yanlış, doğrunun yerine rahatlıkla geçebilir.

Bu nedenle, her ne kadar aşiret formları, konfederasyonlar biçiminde özerk yapılanmalara dayalı Zerdüşti geleneğin toplumsal örgütlülüğü kendini sürdürse de Enkidu’dan, Med Kralı Astiyag’a ihanet ederek bir saray darbesiyle iktidarı Persler’e devreden Harpagos’a, oradan isyan dönemlerinin Yezdanşerler’ine, Rayberler’ine kadar bu tür bireysel ihanetlerin, kendi toplumuna yönelik düşmana hizmet eden saldırıları, üst zümrenin halkın örgütlü hale getirilmesinden ziyade kendi çıkarları gereği iktidar devletlerine hizmetine kadar bir ihanet çizgisi de halk gerçeğimizde işbirlikçi-hain Kürt olarak varlığını sürdürmüştür. Kürt halkının kanseri, süreklilik kazanmış işbirlikçi-hain Kürt’tür. Nitekim bu kanserin ne düzeyde öldürücü olduğu, halk tarihimiz boyunca çok trajik sonuçlar doğurmuştur.

BEYAZ KÜRT KİMLİĞİ OLARAK KDP’NİN ORTAYA ÇIKIŞI VE İHANETİN KURUMSAL KİMLİK KAZANMASI

Dünya halkları açısından uluslaşmanın geliştiği aşamada, dış saldırıların yoğunluğu, işbirlikçi-aristokrat kesimin iktidar yedekli politikaları, öncüsüzlük ve bilinç düzeyinin yeterli gelişmeyişi nedeniyle uluslaşmanın yeterince sağlanamaması ve aynı dönemin ulus devlet yapılanmalarına denk düşmesi, halk olarak kendini var etmenin koşullarını zorlaştırmıştı. Özellikle Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerinde kısmen özerk aşiretler temelinde kendini sürdüren Kürt halkı, Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte tercihini Türkiye halklarıyla ortak bir Anadolu-Mezopotamya birlikteliğini oluşturmaktan yana geliştirirken, bilinçsiz ve işbirlikçi kesimlerin baskın olması nedeniyle Ortadoğu’nun ulus olarak tanımlanmayan en büyük nüfuslu kesimi olarak varlığı Lozan’da inkar edilmiş, İngiltere’nin öncülüğünde bölgede geliştirilen ulus-devlet yapılanmaları arasında ülkesi bölünmüş ve bir yok edilme sürecine acımasızca tabi tutulmuştur.

Kuşkusuz, öncülükten yoksunluk ve bilinç noktasındaki yetersizlik, işbirlikçi kesimlerin Lozan’da Kürt temsili adına halk olarak hak talep etmeyişi ve sonrasında gelişen isyanların yapay Türk kimliği olarak şekillendirilen beyaz Türk milliyetçiliği tarafından ezilmesi, tarihimizin en trajik aşamalarındandır. Rêber APO’nun açıklıkla tanımladığı üzere, İngiliz politikasının bölgede uygulanmasıyla Kürt halkının bir taraftan inkâr edilmesi ve ülkesinin dört parçaya bölünmesiyle halkımızın isyana teşvik edilmesi, 1925 komplosunu doğurmuş, bu gerçeklik Kürt halkı karşısında soykırım siyasetini ortaya çıkarmıştır. 2’nci Dünya savaşına kadar bölgede küçük parçalara ayrılan ulus devletler, yapay milliyetçi siyasetleri ve işbirlikçi karakterleriyle İngiliz politikasının hizmetinde, Ortadoğu’da bağımsız ve özgür bir gelişimin önünü almada en büyük engeller olarak yapılandırılmıştır. Bu süreç, 2’nci Dünya Savaşı sonunda daha üst bir aşamaya taşınmıştır.  2’nci Dünya Savaşı’nda uluslararası hegemon güçler adına Yahudi halkının Hitler faşizmine ezdirilmesi ve Filistin’in parçalanması temelinde bir İsrail ulus devletinin koşullarının hazırlanması, Yahudi halkının adeta buna mecbur edilmesi ve ulus devlet temelinde örgütlendirilmesinin teşvik edilerek aslında İsrail milliyetçiliğinin bölgede çatışma nedenine dönüştürülmesi süreçlerini iyi anlamalıyız.

Önderlik, savunmalarında İngiliz siyasetinin Türk ulus devletinin, İsrail ulus devletini ayakta tutacak bir yapılanma olarak oluşturulduğunu belirtmektedir. Bu oluşumun temeli, Kürt katliamı ve soykırımıdır; Kürtleri cendereye alarak bölge devletlerinin yumuşak karnına dönüştürülmesi ve her türlü hamlede Kürtlerin birinci kurban olarak belirlenmesi gerçeğidir. Bu bir sorun ve elbette kendine sahip çıkma ihtiyacını ortaya çıkaracaktır. İsrail’in ilanı 1948, BM tarafından resmen kabulü 1949’dur. Aynı süreçlerde, Kürt halkının özgürlük talebinin kendisini bağımsız olarak örgütlememesi adına mevcut sorunun devam ettirilmesi ve sonrasından bölge devletlerine ayar verme, bölge halklarıyla çatıştırma pozisyonunda tutulması açısından, beyaz Kürt olarak tanımlanabilecek işbirlikçi üst yapının bu minvalde örgütlü hale getirilmesi gerekmektedir.

Bu noktada, kendi İdeolojik gelişimini ve öncülüğünü oluşturamamış, Türk ve bölge milliyetçiliklerinin inkârı, fiziksel soykırımların yanı sıra ağır bir kültürel soykırıma tabi tutulan halkımıza işbirlikçi siyaset kurumsal olarak dayatılmıştır. Hem sorunun oluşturulması hem sorunun çözüm ihtiyacı hem de çözüm adına çözümsüzlüğün sürekliliği için ihanet ve işbirlikçilik çizgisi, bir üst evreye taşıtılarak olası özgürlük eğiliminin önü alınmak istenmiştir. İsrail’in kuruluş dönemi, KDP’nin bir beyaz Kürt kimliği olarak oluşturulma sürecidir. 1946’da kurulan KDP, olası özgürlük hareketi ve mücadelesinin, Anglo-Sakson siyasetinin denetiminden çıkma ihtimali karşısında oluşturulmuş; Kürtçülük adına Kürt’ün peşkeş çekilmesi ve toplumsal gelişiminin engellenmesi hamlesidir. KDP, uluslararası düzlemde bu politikanın ürünüdür.

Barzani ailesi, bunda belirleyici rol oynarken, Kürt halkına karşı en büyük komplo ve kandırma hareketi olarak dayatılmıştır. Dolayısıyla, temelinde ihanet vardır. Önderliğimiz, Ortadoğu halklarının özgürlük hamlesi ve kendine ait örgütlenme seçeceğini bir alternatif olarak geliştirmesi karşısında, Anglo-Sakson politikasının bölgeye Türk ve İsrail ulus devletlerinin bir komplo siyaseti olarak dayatıldığını belirtmektedir. Bunun üçüncü ayağının, Barzani ailesi etrafında kurumsal kimlik kazandırılan KDP’nin oluşumu olduğunu, böylece, Beyaz Kürt, yani işbirlikçi halkın gerçeği ve özgürlüğünden bağımsız bir yapay Kürt kimliği ve milliyetçiliğinin de Kürt ulus devleti olarak devrede tutulmaktadır. Özgürlük hareketi ve Kürt halkı, hatta bölge halkı olarak bu gerçeği derinlikli anlayabilmeliyiz. Tarihsel olarak gelişimine, toplumsal yapısına ve sorunlarına doğru tanım getirmek, özgürlüğe giden yolun çözüm şansıdır; tersi komplo tezgahlarında kurban olmaya yol açar.

Tarihsel gerçeklik içerisinde Barzani KDP’sinin diğer işbirlikçi kesimlerden temel farkı, işbirlikçilik temelinde ihanetin kurumsal bir kimlik kazanması ve bunun, Kürtçülük adına halkta bilinç çarpıtması yaratarak, esasta ulusal özgürlük gelişiminin önünü alma amaçlı bir komplo örgütlülüğü olarak geliştirilmesidir. KDP’nin temel misyonu, Kürt özgürlük ve uluslaşma sürecinin engellenmesi, varlık olarak Kürtlerin ve ülkelerinin bir politik araç olarak kendisini katledenlere hizmet eder hale gelmesidir. Feodal-aşiret kültürünün işbirlikçi karakterli yapısı olan Barzani KDP’si 2’nci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı sistemsel kriz ve dünyada özgürlük arayışlarının, kadın özgürlüğü, kültürel özgürlük eğilimleri ve iktidar dışında kalmış etnik kimliklerin özgürlük hakkı gibi ekolojist hareketlerin gelişimine yol açtığı aşamada, milliyetçi yapısıyla Kürt halkının özgürlük alanlarını daraltarak onları kullanma politikası yürütmüştür. Sürekli dışa bağımlı, devletlerle gizli, komploları siyasete dayanan, bölgenin değişken dinamiklerini Kürt halkının çıkarları değil, kendi yapısını koruma ve aslında halkımızı özgürlükten uzak tutma temelinde değerlendirme tarihimizin en tehlikeli durumunu ifade etmektedir.

Nitekim, Dünya’da özelde 1960’la birlikte gelişen özgürlük eğilimleri ve onun Ortadoğu yansıması Kürt halkında yeterince karşılık bulmamıştır. Çünkü hem inkâr siyaseti yoğun bir şekilde devam etmekte, hem Kurmançlık kendisini ulusal olarak yeterince tanımlayamamaktadır. Ayrıca, KDP örgütlülüğü Kürt halkının özgürlük ihtiyacını göz ardı ederek, bu alanda farklı çıkışların oluşumu karşısında engel olmaktadır. Bu süreçte, Kuzey Kürdistan’da gelişen özgürlük eğilimi ve örgütlenme ihtiyaç,ı kendisini bir örgütlülüğe kavuşturmaya çalışmakla birlikte KDP’nin komplo tuzaklarına düşmüş ve bu süreç boşa çıkmıştır. Dersim’li Sait Kırmızıtoprak –Dr. Şivan- ve arkadaşlarının, KDP’den destek alma, sınır üstüne dayanarak gerilla hareketini geliştirecek bir eğitim ve örgütlülük zemini hazırlama amacıyla, KDP ile ilişki içine girmeleri tam bir trajedi doğurmuştur. Sait Elçi şahsında Botan alanına dayalı Kuzey KDP’si de aynı yönelim içindedir. Sait Elçi’yi görüşmeye çağırmış, komployla Haftanin ile Metina arasında pusuda katletmiş, bu durumdan Sait Kırmızıtoprak’ ı sorumlu tutmuş, onları tutuklayarak katletmiş, arkadaşlarını da dağıtmıştır. Mustafa Barzani’nin, Sait Elçiler’i etkisizleştireceğine dair Türk devlet yönetimine yazılmış notları var; ihanet belgelidir. Kürt halkı ve hareketlerinin en büyük yanılgısı, KDP’yi uzun yıllar boyunca ulusal bir hareket olarak tanımalarıdır. Oysa KDP’nin kurulma mantığı, bu noktada ulusal kimliğin kullanılarak bu kandırma komplosunun etkin kılınması ve gerçek bir ulusal hareketin gelişiminin engellenmesidir.

Kuzey ve Rojhilat’taki ulusal eğilim ve bu temelde örgütlenmeye yönelmiş birçok kesimin tasfiyesi KDP eliyle sağlanmıştır. Uzun süre Güney Kürdistan’ın Rojhilat sınırı olan Qendîl’e dayanan Qasımlo’nun önünün alınarak pasifleştirilmesi ve birçok komploya maruz kalması, son olarak Fransa’da katledilmesi, aynı politikanın ürünüdür. KDP, ulusal anlamda güçlü bir öncülüğün olmamasını fırsata dönüştürerek Güney Kürdistan’da büyük bir askeri oluşuma gitme koşullarını halkımızın özgürlük istemi temelinde bulmuş, ancak NATO politikaları ekseninde pozisyon aldığından bu askeri gücün özgürlük mücadelesi yürüterek sonuç almasını engellemiştir. Nitekim, İran ve Amerika’nın desteğini çekmesi, İsrail’in de bu durumda Irak’ta etkin siyaset yürütecek koşulları dönemsel olarak bulamayışı nedeniyle, 1975’te Mustafa Barzani 100 bin kişilik peşmerge ordusunu bir toplantı kararıyla dağıtarak mültecileştirmiştir. Böylelikle hem bağımlı siyasetini ortaya koymuş hem de halkın mücadeleye ve özgürleşmeye dair inancını, umudunu tüketerek aslında halkı çaresizliğe mahkûm etmiştir. Nitekim “aş batal” olarak bilinen bu uygulamanın etkileri hala Güney Kürdistan halkımızın hafızasındadır.

BARZANİLER BİR KONTRA GÜÇTÜR

Barzaniler gerçekte kimdir üzerinden yapılan araştırmalar ve ortaya konulan hakikatler var tabii. Özellikle 1800’lere kadar Barzanilerin açıktan Yahudi oldukları bilinmektedir. 1800’lerden sonra kimliklerini gizleyerek önce Sunni- İslam Nakşibendi tarikatının içine yerleşmiş, giderek en iddialı Kürtçü aile olarak öne çıkmış, bu temelde kabilecilik yapılarak bölgenin siyasal organizasyonlarına hazırlık yapılmıştır. Elbette Yahudi olmak suç değildir; Yahudi halkı da bölge haklarındandır. Ancak, dönmecilik temelinde başka bir kimliğe bürünmek suçtur ve komploculuktur. Bir taraftan Sunni İslam, bir taraftan Kürtçülük kavramı, Barzanilerin siyasete taşırılma araçlarıdır. Barzani gerçeği sadece basit bir işbirlikçilikle tanımlanamaz; halkımızdan, bölge halklarından intikam alma temelinde, nefretle en zarar veren politikalara yöneliyorlar. Bunu sadece bir yönetim mekanizması olarak da düşünmemek gerekir. Barzani ailesi, KDP somutunda aslında işbirlikçiliğin ve ihanetin kültürel yapısını toplumda oluşturma ve meşrulaştırma çalışması yürütmüştür. Bu anlamda hem siyasal hem kültürel hem dış güçlerle ilişkiler hem içte halkı çökertmenin her türlü siyaseti uygulanmıştır; bu süreç devam etmektedir. Gerçek anlamda Barzani KDP’si, Kürt halkını hor görmekte ve ezmektedir. Onlara canı ne isterse onu yapabileceği gerçeğiyle yaklaşmaktadır. Barzani’ler, NATO siyaseti temelinde yapılandırılmış bir kontrgerilla gücüdür.

Önderliğimizin özgünlüğü ve çıkışının bağımsızlığı, tüm bu NATO hesaplarının dışında ve KDP’nin tasarrufuna bırakılan Kürt halkının özgürlüğü temelinde bölge halklarının özgürlüğüne odaklandığından, KDP’nin oluşum nedenlerini tehlikeye sokan bir gerçeklik olarak gelişmiştir. Bu noktada Önderliğimize yönelik gelişen ve hareketimizin karşı karşıya kaldığı saldırılar, esasta bu nedenledir. Hareketin daha oluşum aşamasında, ilkel milliyetçi güçlerin ortaya koyduğu tepki ve KDP üzerinden bunların yönlendirildiği gerçeği Rêber APO tarafından şöyle dile getirilmektedir: “Grup aşamasından 12 Eylül askeri darbesine kadar PKK’ye yönelik takip ve tasfiye amaçlı saldırılar, Gladio güçleri devrede olsa bile, ağırlıklı olarak geleneksel güvenlik güçlerince (MİT, Emniyet ve Jandarma) yürütülmektedir. Gelişmesine pek şans tanınmadığı için, grubumuzun daha aktif ve aktör konumunda olan diğer örgütler kadar takip edilmediği kanısındayım. Grup THKP- C’nin bir uzantısı olarak değerlendirilip öyle bırakılmış, THKP-C’nin tasfiye edilmesiyle grubun da tasfiye olacağı varsayılmıştır. Grup bazı şahıslarca kontrol edilip elde tutulmak istenmiş olabilir. 1975’ten sonra grubun bağımsız olduğu anlaşılınca, KDP üzerinden Stêrka Sor (Kızıl Yıldız) eliyle müdahalede bulunulduğu, bunda Alaattin Kapan denilen ve Haki Karer’i katleden unsurun kullanıldığı bilinmektedir. KDP’nin başından itibaren İsrail paralelinde ve NATO’yla bağlantılı olarak hareket ettiği ve Kürdistan genelinde bir kontrol örgütü olarak destek gördüğü kesindir. Gladio’nun denetiminde olduğu ve özellikle 1961’den itibaren Türk Gladio’sunun da desteğiyle silahlandırılıp ayaklanmaya teşvik edildiği belirtilebilir. Aynı desteğin İran Şahlığı üzerinden sürdürüldüğü çok sayıda belgeyle kanıtlanacaktır. Dolayısıyla KDP üzerinden Kürdistan’daki sol gruplaşmalara yapılan müdahalelerin Gladio’nun dolaylı desteğiyle gerçekleştiğini görmek önem taşımaktadır.” Bu çok açık bir tanım.

Daha grup aşamasındayken devreye konulan Barzani KDP’si, 12 Eylül darbesinden sonra Önderliğimizin Ortadoğu sahasında mevzilenmesi ve gerilla hareketine hazırlık yapması karşısında her türlü engelleyici yaklaşımı göstermiş, 1981’lerde sınır üstünde hareket eden gruplar, KDP tarafından gizlice komploya düşürülerek şehit edilmiş, gerilla güçlerinin Güney Kürdistan’da üs geliştirmesi engellenmek istenmiş, bu temelde her türlü denetim altına alma amaçlı politikalar geliştirilmiş, Türk devletiyle bunun üzerinden ilişkiler yoğunlaştırılarak özgür kimlikli ulusal bir hareketin gelişimi tasfiye edilmek istenmiştir. Sonrasında, Önderliğimizin de belirttiği gibi, silahlı mücadele kararı alınınca Mesut Barzani, Önderliğin yanına giderek böyle bir adımın atılmaması için çok çabalamış, bu olmayınca hem siyaset alanında hem toplumsal yapıda hem de askeri alanda PKK’nin etkisizleşmesi için yoğun çalışma yürütmüşlerdir. Kurumsal ihanet, tam da kendisine verilen role sadık, oluşturulma amacına dayalı çalışmaktadır. 1990’lara kadar gizli komplo ve yöntemlerle hareketin gelişimine engel olmaya çalışan Barzani kabilesi, hareketimiz öncülüğünde “Özgür Kürt” kimlikli Kürt halkının yeni uluslaşmasını engelleyememiştir.

Önderliğimiz öncülüğünde gelişen uluslaşma “demokratik uluslaşma” olarak tanımlanmaktadir. Aynı sürecin uluslararası kriz ve Ortadoğu’ya müdahaleye tekabül etmesi ve Körfez Savaşı’nın gelişimiyle Irak’ın fiilen üçe bölünmesinde KDP’nin üstten getirilerek Güney Kurdistan’a yönetim olarak belirlenmesini Rêber APO şöyle yorumluyor: “1990’da başlatılan Birinci Körfez Savaşı'nın temel amaçlarından biri de Kürt ulus-devletine giden yolda adım atmaktı. 1990 sonrası, Ortadoğu’da Körfez Savaşı bağlamında başlatılan olguyu ‘Üçüncü Dünya Savaşı’nın önemli bir versiyonu olarak değerlendirirsek, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yenik Osmanlı İmparatorluğu’ndan minimal Proto-İsrail olarak bir Türk ulus-devleti, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra gerçek İsrail Devleti ve ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ versiyonundan da İsrail Devletinin temel güvenlik aracı olarak Proto-İsrail Kürt ulus-devleti inşa edilmiş olmaktadır. Dolayısıyla, 1990 sonrasında PKK’nin karşısına kapitalist modernite hegemonik güçleri başta olmak üzere (ABD ve AB güçleri, Japonya vb.), bölgedeki İsrail ve Türk ulus-devletince desteklenen Kürt ulus-devletçiği alternatif olarak dikilmek istenmiştir. 1990 sonrası PKK’ye yönelik NATO destekli Gladio savaşları bu gerçeği gayet açık doğrulamaktadır. PKK’nin devrimci halk savaşı alternatifinin Kürdistan çapında yol açtığı ‘halk ulusalcılığı’ karşısında ‘devlet-ulusçuluğu’ ile tedbir alınmakta, boşa çıkarılmaya ve tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. Tüm yetmezliklerine ve yanlışlıklarına rağmen, 1990’lardan sonraki devrimci halk savaşı deneyimi hem Batılı hegemonik güçlerin hem de bölgesel güç olan Türk ve İsrail ulus-devletlerinin Birinci Dünya Savaşı sonrası Kürdistan politikalarını boşa çıkarmıştı. Hem kavram hem de olgu olarak bu böyleydi. Demokratik ulus kavramı boyutlandıkça, bu gerçeklik iyice açığa çıkıyordu. Bu açığa çıkış İkinci Körfez Savaşı’yla (2003-2010) tamamen somutluk kazanan bir gerçeğe dönüştü.” Önderliğimizin de ifade ettiği gibi, NATO destekli Gladio savaşlarının temel hamle araçlarından biri Barzanilerdir; bu anlamda kim ve ne oldukları gayet açıktır. Halk ulusalcılığı karşısında KDP öncülüğünde geliştirmek istenen devlet ulusçuluğu aslında büyük bir komplo olarak dayatılmaktadır.