Kutsal ve maceralı bir yolculuğun başlangıcı…

Her bireyinin adeta hücrelerine kadar işgal edildiği Kurdistan’da deyim yerindeyse yeni bir fetih hareketi başlamıştı. Kürdistan Devrimcileri insanların gönüllerini fethediyorlardı. "Kürdistan sömürgedir" cümlesi adeta bir vahiy gibi karşılanıyordu.

Esas itibarıyla Ankara'da yoğunlaşan grup, 1976 yılı ile birlikte Kurdistan’a yöneliyor. Antep, Dersim, Ağrı, Kars, Urfa, Bingöl, Elazığ, Batman ve Amed'e doğru yola çıkılıyor. Ocaklarından aldıkları eğitimle bir hırka bir lokma misali seferine başlayan dervişlere benzeyen kutsal ve maceralı bir yolculuk başlıyor. Bu dervişleri nelerin beklediği fazla bilinmiyordu. Adları Kurdistan Devrimcisiydi. Herkes ne kadar dervişleşmişse o kadar sonuç alacaktı. İki sözcükten oluşan ideolojik cephanelikleri ve inançları neredeyse tek sermayeleriydi. Bilinç de oluşmuştu. Ankara’nın imkansız koşullarında aç kalmış, açıkta kalmış, uykusuz ve elbisesiz kalınmış, insan kazanmanın en büyük erdem olduğunun bilinciyle bir sınavdan geçmişlerdi. Beyinleri ve yürekleriyle küçük bir fedai topluluğu olarak hazırlanmışlardı. Keskin kılıçlar yerine, bilenmiş sözcükler kuşanmışlardı. Adına propaganda ve ajitasyon denenen sanatın en alasını sunmaya çalışacaklardı. Kendilerini dinleyenlerin dudaklarını uçuklatacaklardı. Koltuklarının altında tuttukları kitap sayfalarını çevrildikçe yürek çırpıntıları artacaktı. Sözleriyle yüreklerin buzlarını eritecekler, beyinlerin paslı kilitlerini açacaklardı.

Ülkeye dönüş kararının alındığı Dikmen Toplantısının ardından yorganını sırtlayıp ilk yola düşen Haki'ydi. Apocu hareketin soy damarlarından biri olan bu 'bozulmamış Karadeniz çocuğu', başlangıçta İskenderun ve Adana taraflarına açılacaktı. Çalışma imkanları oluşturmak için bazen inşaatlarda çalışacak, bazen hamallık yapacaktı. O dönemde kendisiyle inşaatlarda çalışmış biri anlatıyordu. "Biz bazen işi yavaşlatır, deyim yerindeyse kaytarırdık; Haki kendi evinin inşaatındaymış gibi çalışırdı. Mola sırasında konuşur, bize Kürt sorunundan söz ederdi. Üniversite öğrencisi olduğunu öğrenmiştik. Ama o öğrenciden çok yılların tecrübeli bir emekçisine benziyordu. Bu yüzden konuşmasından daha fazla etkileniyorduk. Bir gün kendisini lokantada yemeğe davet ettik, kabul etti. Biz lokantada kebap istedik, kendisine sormadan ona da kebap ısmarladık. Bizden kebap parasını kendisine vermemizi istedi. Biz de verdik. Kebap yerine kuru fasulye yedi. Kebap parasından geriye kalanı tasarruf ediyordu. Kendisine sevgi ve hayranlığımız daha da arttı." Haki işte böyle bir insandı.

Haki bir süre sonra Batman'a geçti. Batman bir işçi kentiydi ve bu yüzden burada çalışma yürütmek önemliydi. Ancak ilkel milliyetçiler kendisine büyük engeller çıkardılar. Türk bir devrimci olarak Kurdistan'da Kürt halkı içinde çalışmasını kabul etmediler. Bunun üzerine Haki arkadaş çalışmalarını Mazlum Doğan'a devredip Antep'e yöneldi. Mazlum, Batman’da her zaman olduğu gibi sözlerini kurşun gibi sıkacaktı. Belki de insanlık, tarihi boyunca sözünü kurşun gibi sıkan öylesi bir hatibi fazla tanımamıştı. Mazlum doğrudan, net ve her türden oportünizme karşı keskin bir söz ve davranış gücüydü. Söz keskinliği, ideolojik keskinlik denince akla Mazlum gelirdi. O’nun bu keskinliği bugünün Batman’ına da bir kişilik kazandırdı.

Haki bu kez Antep yolundaydı. Ordu’nun Ulubey ilçesinin fundalıklarının çocuğu, Adana ve Antep varoşlarında bir devrimcinin emeğini nasıl örgüte dönüştürdüğünün dersini veriyordu. Emeği eylemi ve sözüyle müthiş bir bütünlük sağlıyordu. Aynı şekilde Kemal Pir ve yanında öğrencisi Doğan Kılıçkaya, aynı coğrafyada devrimci militanlığın tamamlayıcısı oluyor. Davudi sesiyle “Kurdistan Sömürgedir” diyerek, TÖB-DER’in çay bahçesini inletiyor. Belki de insanlık, Kemal Pir'in pratiğinde görüldüğü türden, bedenlerde değil de yüreklerde derin izler bırakan sözlerden oluşmuş bir kamçı tanımamıştır. Kemal Pir’in her sözü tam da bir kamçı gibidir. Haki ve Kemal, o muhteşem ajitasyonlarıyla bir anda Antep gündemini değiştirdiler. Kürt ve Türk birçok gencin ilgisini çekip sempati ve sevgisini kazandılar. Yeni grup Antep’te iki etnik kökenden gençleri bir araya getiriyordu. Gruplaşma işçiler içerisinde de boy atıyordu.

Kurdistan Devrimcileri Dersim, Elazığ, Bingöl Ağrı, Kars, Batman ve Amed’te aynı durumda ve büyük bir hızla gelişiyordu. Emekçi Kürt halkı 'bizim çocuklar' dediği bu gençlerde farklı şeyler buluyordu. Kurdistan Devrimcileri, yani Apocular, kendilerine devrimci diyen öteki insanlardan farklıydı. Sözleri, yaşamları, ilişki ve davranışları kesinlikle farklıydı. Antep aynı zamanda faşistlere karşı ilk örgütlü ve sürekli mücadelenin geliştiği bir alandı. Haki faşistlere yönelik eylemlere bizzat katılıyor, yanına aldığı gençleri eylem içinde eğitip hazırlıyordu. Bu eylemlerle bir bakıma ilk şehir gerillacılığının da temellerini atıyordu. Kiralık gecekondularda oluşturulan komünler, Kürt tarihinin yeniden ele alınıp değerlendirilmesi ve gençliğin örgütlenmesinin de kalbi işlevini görüyordu. Bir yanda okullar, kahveler ve başta TÖB-DER olmak üzere çay bahçeleri birer tartışma merkezi olurken, diğer yandan başta komün evleri olmak üzere ilişki kurulan tüm evler birer eğitim kurumuna dönüşüyordu. Kızlı-erkekli, Kürt-Türk birçok genç harekete ilgi duyuyordu.

HER DİLİM EKMEĞİN, ZEYTİN TANESİNİN HESABI YAPILMAK ZORUNDAYDI

Kalmak için evler tutuluyordu. Ama kirası nasıl ödenecekti? İçinde oturuluyordu ama içinde ne yenilecek, nasıl giyinilecekti? Bu başlı başına bir sorundu. Onun için başta Haki olmak üzere mevcut arkadaşların önemli bir kısmı inşaatlarda çalışarak, aldıkları ücretle grubun, evin ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. 17 yaşında olan Doğan Kılıçkaya bir hamamda çalışarak grubun ihtiyaçlarını karşılamaya katkıda bulunuyordu. Akşamları yorgun argın eve geliniyor, işbölümü yapılıyor, akşam kim ne iş yapacaksa belirleniyor ve herkes kendi görevine gidiyordu. Bu görev ya bir silahlı eylem, ya afişleme, ya yazılama ya da bir aile ziyareti oluyordu. Bunlardan herhangi biri olmazsa, o zaman komün evinde kalınarak toplu eğitim yapılıyordu. Her dilim ekmeğin, her zeytin tanesinin hesabı yapılmak zorundaydı.

Kuşkusuz eylem de yapılıyordu. Gruba diş bileyen bir sürü düşman güce karşı kendini savunmak anlamında bile eylem gerekliydi ve bunun için silahlanma kaçınılmazdı. Ama silah nasıl temin edilecekti? En basit bir tabanca bile nasıl bulunacaktı? Halbuki şimdi belki bunları sormak kimsenin aklına gelmez. Bir insanın, bir silahın, bir merminin, bir zeytinin nasıl kazanıldığı, nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusu açılmaz bile. Oysa açmak gerekir. Önderlik de dedi ya, "Kendi başlangıcını bilmeyenlerin tarih bilgisi, her türlü kötülüğün kaynağı olan cehaletin de temelidir. Ama bir insan bir ev, bir ev bir mahalle, kasaba, şehir, köy demekti. Çalışma alanlarının artması, özgürlük görevlerinin hızla yerine getirilmesi anlamına geliyordu. Bir eylemde birden fazla mermi kullanmak bir tür sorgu konusuydu. Temiz olmayan bir silah eleştiri konusu yapılıyordu. Çalışmayanlar, tembellik yapanlar ise dışlanmaya kadar giderdi. Kitap okuyup bilinçlenmeyen, tartışmayan ve kendisini eğitmeyenin geleceğine kuşkuyla bakılırdı.

Kuşkusuz dayanılması zor olan koşullardan bahsediyoruz. Yarı aç, neredeyse yarı çıplak dervişler gibi yollara düşmüş, davasını anlatan bir garip topluluktan bahsediyoruz. Buna rağmen kendisine güvenen, sözü ve davranışlarıyla çevresine güven veren bir topluluktan bahsediyoruz. Yoksullara giden, onlardan farklı olmayan, onlar gibi yaşayan insanlardan bahsediyoruz.

Şu acı gerçeği de iyi biliyoruz: Bugün legal zeminlerde mücadeleye yeni katılan gençlere uzun süredir ilişki halinde olunan güvenilir evlerin adresleri veriliyor. Buralarda yatıp kalkmaları belirtiliyor. Daha önce gidilmemiş yoksullar güvensiz kesimler olarak sunuluyor. Öyle ya, bunlar devrimci gençleri tanımıyorlar. Dolayısıyla tanımadıkları bu insanları polise ihbar edebilirler. Bu tarzda bir 'güvenlik' bilinci edinen genç de yoksullardan uzak durmayı tercih ediyor. Bizim gencimiz devrimci olmanın tehlike içinde yaşamakla aynı anlamı taşıdığını öğrenemiyor. Öğrenemediği için de gerçek devrimci olamıyor.

Hazreti İsa'yı düşünelim: Roma'nın Kudüs Valisi Pontius Pilatus İsa'yı çarmıha germekten yana değildi. Yahudiler isteselerdi, Yahudilerin kutsal bir gününde sürüp gelen geleneği tekrarlayarak, İsa'yı serbest bırakabilirdi. Ama onlar İsa'nın değil, bir eşkıya olan Barabbas'ın özgürlüğüne kavuşturulmasını istediler. Buna karşılık İsa'yı histeriye dönüşen bir öfke içinde, çarmıha gerileceği Golgota Tepesine kadar çıkardılar. Çarmıhını kendisine taşıttırdılar. Hedeflediği Kudüs Krallığı ile dalga geçercesine, bir yere oturtup başına dikenlerden bir taç taktılar; krallık asası niyetine eline bir kamış çubuk tutuşturdular.

Girilen yeni yolda Apocular da böyle bir şeyi yaşayabilirlerdi. Onlar bunu göze alıyorlardı. Ezilenler kendilerine bir yabancılaşmayı yaşıyorlar ve onlar bunu biliyorlardı. Yabancılaşma, kötü şeyler yapmaya açık olmak demekti. Ancak yapılması gereken de zaten ezilenleri bu durumdan çekip çıkarmaktı. Bunu başarmak için gerekirse canını vermekti. Tekrar geçmişe dönersek, yeni gençler yeni aileler demekti. İşin ilginci, herkes Kurdistan sorununa, bu sorunun dile getirilmesine korku ve kaygıyla yaklaşıyordu. İnkar ve imha sistemi bir korku imparatorluğu kurmuştu. Buna rağmen evinden bir genci katılan her aile, kısa zamanda çocuklarının arkadaşlarına "bizim çocuklar" diyordu. Evlerini sonuna kadar onlara açıyordu. Bu anlamda aileler devrimcilere güven konusunda neredeyse sınır tanımıyorlardı. Onları müthiş seviyor ve bağlanıyorlardı. Bu çocukların tehlikeli bir iş yaptıklarını elbette biliyorlardı. Gecenin bir yarısında evlerine gelen gençlerin bir silahlı, bombalı ve çatışmalı eylemden geldiklerini biliyorlardı. Olası bir polis baskınında kendileri de yanacaktı. Ama bir kez devrimcileri tanıdıktan sonra kendilerini bekleyen tehlikeyi fazla umursamıyorlardı.

Sadece bir ülkenin değil, bu ülkenin her bireyinin adeta hücrelerine kadar işgal edildiği Kurdistan’da deyim yerindeyse yeni bir fetih hareketi başlamıştı. Kurdistan Devrimcileri insanların gönüllerini fethediyorlardı. Çocukları başka siyasette olan aileler bile bu çocuklara, bunların derviş tarzı yaşamlarına imrenerek bakıyorlardı. "Kurdistan sömürgedir" cümlesi adeta bir vahiy gibi karşılanıyordu. Tanrı kelamı gibi algılanan bu sözcüğün arkasından, Tanrı'nın Hz Muhammed’e söylediği “Ikra (oku)" buyruğu tekrarlanıyordu. Evet, bizde de kesinlikle öyleydi: “Öğren, bilinçlen, kendini, kendi ülkeni ve halkını tanı, örgütlen ve eyleme geç”. Sözler bir tanrı buyruğu gibi gönülden gönüle akıyor, her hücresi işgal altındaki ülkede özgürlük alanları açılıyordu. Okullar, fabrikalar, mahalleler, kasabalar ve köyler artık yeni bir siyasal kimlikle anılıyordu. Çoğu dindar olan bu halk, yeni bir inanç dalgası karşısında neredeyse secdeye geliyordu. Apocular sosyalistti; tanıyanlar bunu açık söylüyorlardı. Ama çoğunluğu Sünni Müslüman olan Kürt halkı, sosyalist kimliğe sahip olan bir harekete kapılarını sonuna kadar açıyordu. O kadar 'dinsiz komünist' denmesine ve karalayıcı birçok tanım yapılmasına rağmen, halk Apoculara güveniyor, onlara “bizim çocuklar” diyordu. Kimliksizliğin, düşürülmüşlüğün, horlanma ve aşağılanmanın, çaresizliğin ve kendisine inançsızlığın en dip noktasındaki Kürtler, gözleri ışıl ışıl ibadete gider gibi Kurdistan Devrimcilerinin etrafında toplanıyordu.

BİZİM ÇOCUKLAR

Türkiye’de sol hareket tarihi boyunca ağırlıklı olarak ya elit bir aydın hareketi olarak kalır ya da çoğunlukla Alevi kesim içinde örgütlenirken, bununla birlikte Sünni kesimi faşistler, dinciler ve ilkel milliyetçilerin örgütlenme zeminine açık bırakırken, Kurdistan Devrimcileri daha farklı bir yol izliyorlardı. Apocular Kürt toplumunun hemen her kesiminde, farklı etnik ve dinsel kimlikler içinde taban yaratıp örgütlenebiliyorlardı. Örneğin Apocular ağırlıklı olarak Alevi olan Pazarcık’ta örgütlenirken, Sünni kimlikli Suruç’u kısa zamanda kale haline getiriyorlardı. Dersim’in Nazmiye ilçesini bir kale gibi örgütlerken, Elazığ’ın Maden ilçesini örgütsel çalışma kapsamında değerlendiriyorlardı. Karakoçan ne kadar önemli ise, geçmiş tarihinden dolayı Palu'ya da önemli bir misyon yükleniyordu. Her milliyetten, her inanç ya da mezhepten insanlar arasında özgürlük yolculuğuna çıkmak, o yolculuğun içinde sadece bir insan kazanmak ne kadar da önemliydi. Kazanılan o çocuğun ailesine “bizim çocuklar” dedirtmek, belki de başarının en değerlisiydi. Bir eve girdiğinde sadece evin çocuğunu arkadaş yapmıyorsunuz, ailesinin tümü arkadaşınız oluyor. Oradan akrabalarını, dostlarını ve yakın çevresini kazanıyor, kendileriyle anlamlı bağlar kuruyorsunuz.

Arkadaş, yaşamın her anına ortak olmak, sevinci ve zorluğu paylaşmak demektir. Yoksa işin bitince arkadaşını unutmak mümkün mü hiç? Kışın odununu ve kömürünü çekmek, yazın gecekondusunun yapımını ya da onarımını üstlenmek, tarlasında çalışmak, mümkün olduğunca var olan sorunlarına çözüm olmak ve bunu Kurdistan devrimcisi olduğu için yaptığını anlatmak önemliydi. Düşünün, bir anda bir evde kızlı erkekli yüzlerce genç o evin çocukları gibi davranıyor. Komşuları o evdeki insanlara imrenerek bakıyor. Bunun oluşturduğu atmosfer bugün belki de hayal edip de ulaşamadığımız bir ruh hali oluyor. İnsanlar yeniden yaşama sevincine kavuşuyor, hayatı adeta yeniden keşfediyor, toplumda dayanışma duygusu yeniden canlanıyor. Kurdistan devrimcileri bulundukları her yerde halkın bir koruyucusu misyonunu da yükleniyor. Onlar artık insanların, mahalleler ve köylerin koruyucuları olarak biliniyor. Onların olduğu yerde kimse güçsüz, yoksul ve nasıl olsa sahipsiz diyerek, bir insana veya aileye haksızlık yapamıyor. Artık yoksulların da, güçsüzlerin de koruyucuları vardır. Bu koruyucular yoksulların bir tas çorbasına, daracık yatma alanı olan tek gözlü evlerine her an konuk olabilirler. Bu onlar için heyecan verici bir şeydir. Kurdistan devrimcileri yoksulların hareketi oluyor, öyle doğuyor ve gelişme sağlıyor.

KEMAL PİR’İN TUZLUÇAYIR’I FETHİ

Nasıl oldu da öteki sol grupların alaycı tavırlarla karşıladığı bu hareket, hem de katliam korkusunun izlerinin yüreklerden, korkulu bakışların gözlerden silinmediği ve sosyalist önderlerin daha yeni katledildiği bir ortamda toplumda böylesi bir inanç dalgası yaratabildi? Bu işin sırrı, Önder Apo ve onun en yakın yol arkadaşlarının kişilik özelliklerinde gizliydi. Bu, en sade insanın kişiliğiydi; bir mabede girer gibi halkın içine giren saf ve temiz duygularla yüklü insanın kişiliğiydi.

Burada Kemal Pir'in, Ankara’nın Tuzluçayır mahallesini nasıl fethettiğini anlatmak isterim. Ara seçim ya da yerel seçimler olacak. Ecevit-Erbakan Koalisyon Hükümeti dönemidir. Faşistler Mamak Mahallesini ele geçirmişler; sıra Tuzluçayır’da, diyorlar. MHP seçim konuşması için bir kahvehaneyi kiralamış, gelip seçim konuşması yapacaklar. 1975’ler olsa gerek. Mahalledeki devrimciler gidip kahveciyle konuşuyor ve uyarıyor. Sabah gençler kahve yakınlarında toplanıyorlar. Çocuklar ellerinde sapan lastiğiyle çatılarda, yüksek yerlerde bekliyor. Polis otoları, panzerler gelmiş, güvenlik önlemleri alıyor. Bu durumda propagandaya nasıl engel olunacak, bilinemiyor ve herkes gergin bir bekleyiş içindedir. Hesapta olmayan, kalın sesli, orta boylu zayıf bir genç öne atılmış, yüksek bir sesle bekleyen gençlik topluluğuna haykırıyor. Kemal Pir'in küçültülmüş dinamit lokumlarından yapılmış el bombalarıyla donatıp hazırladığı Ali Doğan Yıldırım, Doğan Kılıçkaya ve Şahin Kılavuz’un aralarında bulunduğu grup da topluluğun içindedir. Çocuklar zaten lastikleriyle taş atmaya hazır bekliyor. "İşte faşistler bu kahvede, onların burada toplanıp konuşmalarına müsaade etmeyeceğiz" diyerek, ileri fırlayıp polis aracına ilk taşı bu bilinmeyen adam fırlatıyor. Topluluğun hep önündedir. Bir anda yüzlerce insan, ellerinde taşlar ve dinamit lokumlarıyla polislere, polis araçlarına saldırıyor. Polis dağılıyor. Kalın sesli adam, 'işte faşistler' diyerek, önde kahveye yöneliyor. Kahvehane dağılıyor. Ama bu yetmiyor. Hedef birden bütün mahalleyi faşistlerden temizlemeye dönüşüyor. Yüksek sesle grubu geri çeviriyor. Fırın faşistlerindir, dağıtılıyor. Hedef genişlemeye devam ediyor. İleride bir kahve var, MSP’liler burada propaganda yapıyorlar. Orası dağıtılıyor. Aşağıda pazar yerine kadar sınırlar genişliyor. Neredeyse bine ulaşmış bir gençler ve çocuklar ordusu var. Marşlar söylüyor ve sloganlar atıyor. Önde Kemal Pir ve bir orduya dönüşmüş grup ilk toplanma yerine dönüyor ve komutan muzaffer bir edayla gitmeden önce son konuşmasını yapıyor: “Önünüze hedef koyun, beklemeyin, hedefinize ulaşın, eylem yapın, zapt edin. Burası sizin mahalleniz. Mahallenizi faşistlere kaptırmayın!” Herkes “bu kimdir” diye soruyor. Bu olaydan sonra yıllarca ne faşistler ne de polis Tuzluçayır'a giremiyor. Bir mahalle böyle kazanılıyor. Ondan sonra Apocular o mahallenin en gözde ve en güvenilir insanları oluyorlar.

ALİ DOĞAN YILDIRIM

İşte Kemal Pir'den aldığı bu güçle ve O’nun eylemci yönünün etkisiyle hareket eden, silahı devrimin teminatı olarak gördüğü için önce kendisi öğrenip kullanan ve sonra da arkadaşlarına öğretmek için eğitim veren Ali Doğan Yıldırım, bu mahallede bir gruba verdiği eğitim sırasında bir kazayla şehit düşüyor. Ali Doğan, Dersim'in Pülümür ilçesinin bir köyünden, işçi bir ailenin çocuğudur. Tuzluçayır mahallesinin ilk Kurdistan devrimcisi sayılır. İyi saz çalıyor, şiir yazıyor, türkü besteliyor, sürekli okuyor. Kavgacı, hırçın bir gençtir. Onun için varsa yoksa Kurdistan'dır. Kurdistan her şeydir.

1976’larda arkadaşlar yavaş yavaş ülkeye, Kurdistan’a yönelmişler. Kendisi de bunun hazırlığındadır. "Dersim’e gideceğim" diyor. Ama cenazesi gidiyor. Arkadaşlarına tabanca eğitimi verirken, “Bu şekilde patlamaz” dediği tabancayı kafasına dayıyor ve tetiği çekiyor. Silah patlıyor. Ağır yaralı olarak Hacettepe Tıp Fakültesi Hastanesine kaldırılıyor. Bir gün sonra şehit düşüyor. En büyük hayali ülkeye gitmek olan Ali Doğan Yıldırım, daha birkaç nesil öncesi yaşanan katliama inat, “Ayaktayız, yaşıyoruz ve kazanacağız, ülkemizi özgürleştirip yeniden inşa edeceğiz” diyerek Dersim'e gitmenin arifesinde iken şehit düşüyor. Örgütün ilk şehide ilişkin bildirisi Ankara Hukuk Fakültesi yurdunun bir odasında Önderlik tarafından yazıldı. Ve ilk şehit cenazesi ailesi ve Ankara’dan bir grubun eşliğinde Pülümür’de kaldırıldı. Mezar taşına kendisine ait bir şiirden dörtlük yazıldı: "Umuda kavga verdik/ Ve kavgaya ölü verdik / Ki yeni doğan bebeler/ Uğramasın sömürüye!"

İlk şehit afişi Ali Doğan YILDIRIM arkadaş için duvarlara yapıştırıldı. Önderlik hep "Silah kullanmayın, silah kullanma zamanı değildir" diyordu. Silah taşıma ve kullanmanın sorumluluğuna henüz gelmediğimizi söylüyordu. Ama koşullar yavaş yavaş silahlanmayı da dayatıyordu. Faşist saldırı ve işgaller zorunlu bir meşru savunma durumunu ortaya çıkarıyordu. Günlük yaşam ihtiyaçlarının kısıtlanmasıyla ya silah alınıyor, ya da zorunlu yol giderleri ve benzeri masraflar karşılanıyordu. Faşist saldırılar Apocuların bulunduğu her yerde aktif savunma duruşuyla karşılanıyor, okullar ve mahalleler böyle korunuyordu.

İdeolojik çalışmalardaki süreklilik devam ediyor ancak grup giderek politik bir güç haline geliyordu. 1976’ların sonrası böyle değerlendirilebilir. Bir gençlik hareketi biçiminde örgütlenip politikleşen grupta amatör ilişkiler hala hakimdir. Herkes inandığı için gönüllüce bir şeyler yapıyor; resmi olmayan görevler ve yetkiler pratik içerisinde şekilleniyor. Herkes aynı zamanda iyi bir propagandacı, ajitatör, eylemci, kitle örgütçüsü ve ekonomik gelir getiren bir emekçi oluyor. Henüz resmi olmayan doğal olan liderler işte bu aşamada şekilleniyor. Herkes yeteneği, gücü, çabası ve inancı oranında, halka ve arkadaşlarına verebildiği ölçüsünde bir pozisyona sahip oluyor. Grup içinde bu özelliklere dayalı yönetici kadro şekilleniyor. Önder Apo başından itibaren önderdir; tartışmasız tüm arkadaşların etrafında toplandığı liderdir. Diğer yakın arkadaşları, O’na yakın oldukları için değil, emekleriyle ortaya çıkardıkları değerler temelinde öncüleşiyorlar. Haki, Kemal, Mazlum ve Hayri gibi arkadaşlar böyle önder kadro haline geliyorlar. Hiçbir zaman yetkiyle hareket etmeyen bu öncüler, öncülük vasfını değer yaratma sınavından geçerek kazanıyorlar. Örneğin Kemal Pir, bir öncüdür. Önderliğin yeri geldiğinde en sert eleştirilerine maruz kalan bu arkadaş, resmi olarak hangi konumda olursa olsun, görevli görevsiz hangi alana giderse gitsin daima öncüdür, hatta komutandır. Bulunduğu her alanda doğal olarak her şey onda merkezileşiyor. Mazlum, Hayri ve Haki için de aynı şey geçerlidir. Böylesi bir şekillenmenin aslında bugün de sık sık bahsedilen ruhsal birlikle ilgisi olsa gerekir. Ruhsal birlik sürekli amaç üzerinde yoğunlaşarak, halkının ve arkadaşlarının durumunu hissetmek ve gereğini yapmaktır. Kemal Pir, birliğimizi ruhsal birlik olarak tanımlıyor. "Biz hepimiz Abdullah Öcalan'ın yoldaşlarıyız, Onun ruhu bizim ruhumuzdur" diyor. Böylece gruba Önder Apo'nun ruh verdiğini anlatmak istiyor.

İLK İNTİKAM EYLEMİ

Örnek olması açısından belirtiyorum: Dersim’de bir örgüt bir arkadaşımıza silah çekip mermi sıkıyor. Kemal Diyarbakır'dadır. Yanında bir arkadaş daha var. Bu saldırının hesabını sormak ve hemen yanıt vermek gerekir, diyor. Birlikte Ankara’ya gidiyorlar. Deyim yerindeyse ilk intikam eylemi orada geliştiriliyor. “Kimse bizim bir arkadaşımızı vuramaz, kimse arkadaşlarımıza küfür edip aşağılayamaz” diyor.

Hemen bir grup arkadaşla Siyasal Bilgiler Fakültesinin yanındaki Cumhuriyet Öğrenci Yurdu'na gidip o örgütün ileri gelenlerini arıyor. Öyle bir şey ki, Apocular fazla yurtlarda görünmezler, göründüklerinde de mutlaka bir olay olur deniliyor. Onun için başta Kemal ve yaklaşık 10 kişilik grubu gören herkes panik içinde yurdu boşaltıyor. Binlerce kişi bir anda sel gibi caddelere akarken, o örgütün ileri gelen bir kişisi yanındakilerden uzaklaştırılarak dövülüyor. Ölümden şans eseri kurtuluyor. “Apoculara kimse el kaldıramaz” deniliyor ve bu mesaj hareketin temel ilkesi haline geliyor. Evet, belki hiçbir yasal ve resmi belgede bu geçmez, ama böyle muazzam bir ruhsal birlik böyle yaratılıyor. Bu mesajla birlikte başlayan süreç, grup içinde müthiş bir bağlılık dönemini de başlatıyor ve amatör grup daha partileşmeden profesyonelleşiyor.

1977 yılının 8 Mart'ında Dersim’de Türk solundan bir grup Aydın Gül adlı arkadaşımızı vuruyor. Böylece bu şahadetle birlikte neredeyse 12 Eylül darbesine kadar devam eden çatışmalı bir sürece giriliyor. Örgütlülüğümüzün bulunduğu her yerde Aydın Gül arkadaşın intikamını alma eylemlilikleri geliştiriliyor. Aradan daha iki ay bile geçmeden, hiç hesapta olmayan bu sürece Haki arkadaşın şahadeti de ekleniyor. Küçük grup daha ilk anda handikaplarla karşı karşıya bırakılıyor. Bu katliamda taşeron bir örgüt kullanılıyor. Gerisinde devlet vardır. Grubun içine sızdırılmış ajanlar tetikçilere yardımcı oluyor ve katliamı kolaylaştırıyor.

Haki, Önder Apo'nun en yakın yardımcısıdır, sağ koludur denilebilir. Şahadeti bir insanın sağ kolunun kesilmesinden daha büyük bir acıya yol açıyor. Aslında bu katliamla bir mesaj veriliyor. Grubun önüne bir seçenek konuyor: "Benzer bir akıbete maruz kalmak istemiyorsanız, yol yakınken geri dönün!" Bu katliamla birlikte grup içinde derinden sarsılmayan tek bir kişi bile kalmıyor. Sarsıntının büyüklüğü aynı oranda büyük bir kararlaşmaya neden oluyor. Hayır, geri adım atılmayacaktır. Artık bir kez kan dökülmüştür. Üstelik bu halkın üyesi bile olmayan biri, onun özgürlüğü için canını vermiştir. Şehidin anısına sonuna kadar bağlı kalınacaktır.

GRUPLAŞMA DÖNEMİNDEKİ SIZMALAR

Her harekete dışarıdan sızmalar olur. Siyasi polis, devrimci hareketlerin içine elemanlarını sızdırarak hareketi kontrol etmeye ve gerektiğinde zamansız eylemlere yöneltip tasfiye etmeye çalışır. Grup daha Ankara'dayken, inkar ve imha sisteminin, bu sistemin siyasi polisinin bu yönlü bazı girişimleri vardır. Grup içinde "Biz de öteki sol gruplar gibi bir dergi çıkaralım, böylesi bir ideolojik organ etrafından örgütlenelim" biçiminde öneri geliştirenler oluyor. Bu öneriyi kabul etmek, daha başından grubu devletin denetimine sokmaktır. Dolayısıyla öneri reddediliyor. Önerileri reddedilenler grubu terk ediyorlar ve çekip giderken "şu kadar süre içinde tasfiye olacaksınız" diyorlar. Grup kendisine örgüt görünümü veren herhangi bir belgeyi düşmana sunmamakta kararlıdır. Olası bir polis baskını, grubu örgüt olarak değerlendirip yargılanmasının önünü açacak bir belge bulamayacaktır. Bu ciddi bir tedbirdir, düşmanın gruba erkenden yönelmesinin önleyen bir tedbirdir. Ancak tasfiye edilen bu anlayış, Pilot şahsında örgüte dayatılmaya devam ediyor. Grup ciddi ekonomik problem yaşıyor olsa da, bunu kendisi için sorun yapmıyor. Pilot büyük bir soygun planlamasını dayatıyor. Böyle bir eylemi yapsa Kemal Pir yapar diyerek, Kemal'i bu eylem için ikna etmeye çalışıyor. Önder Apo'nun yüksek duyarlılığı burada da kendini gösteriyor. Görünürde böyle bir eylemin riski az ve başarısı kesin gibi olmasına rağmen kabul etmiyor. Pilot'un bir sızma olduğu henüz açığa çıkarılmamıştır. Önderlik yine de “zamanı değil” diyerek, kendisini mümkün olduğunca oyalıyor. Kovulsa bir başkası devreye girecek, yenisi tespit edilip açığa çıkarılıncaya kadar harekete epey zarar verebilir. Bu yüzden Pilot hep oyalanıyor. Kendisine ne tam “evet”, ne de “hayır” deniliyor.

Bu arada Pilot'tan habersiz olarak yapılacak bazı kamulaştırma eylemleri için hazırlıklar sürdürülüyor. Bu işler için Ankara'dan İstanbul'a götürülecek silahların bir bölümünün bir başka yere aktarılmasına kendisi de katılıyor. Bu silahlardan bir bölümü bu kişinin marifetiyle yakalanıyor. Bunun üzerine Pilot deşifre oluyor. Grupla arasına bir mesafe konuluyor, ancak ilişkiler tümden kesilmiyor.

Aydın Gül'ün şahadeti yeni bir durumdu. İşin içine sol bir hareket girmişti. Normalde olaylar bir insanın ölümüne gitmeyecek kadar büyümeden de sorun çözülebilirdi. Ama gruba silahlı savunma dayatılıyordu. Eylem halinde olan hareketlerin üzerine gitmek, onları açığa çıkartıp darbelemek belki daha mantıklı geliyordu. Bu yöntem dünyanın tüm polis-istihbarat örgütlerinin de temel yaklaşımıydı: “Ya yeni şahadetleri engellemek için şehitlere sahip çıkıp her şeyi göze alacaksınız, ya da örgüt olmaktan vazgeçeceksiniz”. Kemal Pir birinci yolu seçmişti ve öyle de devam etti.

İfade ettim: Haki arkadaşın şahadeti tümüyle bir yol ayrımıydı. Buna kararlaşma anı da denilebilir. Eğer yola devam edilecekse, o zaman nasıl olunmalıydı? Onun için Haki arkadaşın şahadeti bunun yol ve yöntemini bulma olarak tarihimize geçti. Tamam, arkadaşımızın kanı yerde kalmayacaktı. Ama hepsi bu kadar mı? Onların özgürlük özlemlerini gerçekleştirmek, sadece onları vuranları vurmakla mı sınırlı kalacaktı? Yoksa başka bir yol yöntem mi gerekiyordu? Bir de bu şahadete yol açan düşmanı iyi tahlil etmek gerekir. Bu olayın arkasında sadece bir grup ve birkaç kişi mi vardı? İnkarcı sömürgeciliğin bundaki rolü neydi? Bunun da mutlaka çözümlenip açığa çıkarılması gerekiyordu.

Haki arkadaş daha Adana’da iken, Sterka Sor (Beş Parçacılar da deniyor) ve onun elebaşı olan Alaattin Kapan’ı tanıyor ve kuşkulu bir tip olduğu konusunda tüm arkadaş yapısını uyarıyor. “Bu tehlikeli bir kişilik, ajan olabilir, ondan uzak durun” diyor. Antep’teki arkadaşları da uyarıyor. Alaattin’den ve başında bulunduğu gruptan uzak durulacak. Kesin karar budur. Ne var ki, bu karara uyulmuyor. Kendisiyle tartışmak üzere bir randevu alınıyor. Haki arkadaş istemeden bu tartışmaya olur diyor. Yine de randevuyu alanları da eleştiriyor, kendilerine kızıyor. Silahsız gidilmesinin daha tehlikeli olacağını düşünerek tartışma yerine silah getirilmesini istiyor. Ancak silah da gelmiyor. Güya konulduğu yerde bulunamıyor. Düztepe-Cengiz Topel Mahallesi otobüs son durağındaki tartışma yeri olan kahveye gittiğinde, Alaattin ve adamlarının silahlı saldırısına uğruyor. Yaralı hastaneye kaldırılıyor; hemen yaşamını yitirmiyor, 18 Mayıs’ta şehit düşüyor.

Haki arkadaşın durumunu duyan Antep ve çevre illerden yüzlerce arkadaş akın akın hastane çevresinde toplanıyor. Kemal Pir "Polisle çatışarak cenazeyi kaçırıp görkemli bir tören yapalım" diyor ve arkadaşları ona göre konumlandırıyor. Durumu öğrenen Önderlik, Antep’e gelip hemen bu duruma müdahale ediyor. “Böyle olmaz, öyle davranırsanız hareketi ciddi bir tehlike ile karşı karşıya bırakırsınız” diyerek, Haki arkadaşın ailesine haber gönderiyor. Aile gelip cenazeyi alıyor. Cenaze Ordu'nun Ulubey ilçesine giderken, bir taksi içinde bir grup arkadaşıyla birlikte Kemal Pir, şoföre durmadan “daha hızlı daha hızlı” diyerek arabayı hızlandırıyor. Bu nedenle yaşanan trafik kazasında ölümden dönüyorlar. Cenaze büyük bir törenle kaldırılıyor. Önderlik hem cenazeyi alma, hem de araba kazasından dolayı Kemal Pir arkadaşı çok eleştiriyor. Bu işlerin artık böyle yürümeyeceğini Kemal arkadaşın şahsında tüm gruba duyuruyor.

Haki arkadaşın şehadetinden sonra Ankara’da da birçok ev basılıyor. Basılan evlerin hepsi de Pilot’un bildiği, gidip geldiği evlerdir. Doğal olarak Sterka Sor takip altına alınıyor. İntikam süreci Kemal Pir öncülüğünde gelişiyor. Grup içinde olayla ilişkili görülenler soruşturmaya alınıyor. Haki "Bu adamdan uzak durulacak" demesine rağmen, neden tartışmak için randevu alındı? Neden Haki arkadaş silah istemesine rağmen silah getirilmedi”? Olay soruşturuldukça MİT-KDP ile bağlantısı da açığa çıkıyor.

1976 yılında Antep’teki Nuri Pazarbaşı Mahallesinde yaşanan Mehmet ve İlhan adlı Halkın Kurtuluşu'na mensup iki militanın şehadetleriyle bağlantı kuruluyor. Alaattin eski bir THKO’ludur. Aynı zamanda KDP ile bağlantıları vardır. Nitekim Sıraç Bilgin de daha Ankara'dayken Kurdistan devrimcilerine yönelik tehditler savuruyor. Alaattin bu süreçte ya da tutuklanması sırasında veya cezaevi dönemlerinde ya da çok eskiden beri MİT’le çalışıyor. KDP'den Dervişê Sado, Haki Batman'da çalışırken kendisini takibe alıyor. Dervişê Sado da MİT'le ilişkilidir. Dolayısıyla MİT bu olayda her iki grubu taşeron örgüt olarak kullanıyor.

Haki’nin hedef seçilmesi çok boyutludur. Her şeyden önce grubun içinde fiili ve resmi olarak Önderliğin yardımcısıdır. Önderlik O’nun için "gizli ruhum" diyor. Kendisi Türk'tür. Antep ve Adana yöresinde çok kısa süre içinde önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. İdeolog, örgüt ve eylem insanıdır.

Haki’nin şahadetinden sonra örgüt Antep’te tasfiye sürecine sokuluyor. Haki’den sonra bölgeye bakma görevini üstlenen Doğan Kılıçkaya daha 18 yaşında ve tecrübesiz bir gençtir. Gözü kara bir eylem insanıdır, ama örgütsel donanımı zayıftır. Bu durumdan da yararlanan tasfiyecilik, Antep örgütünü ele geçirmek istiyor. Örgütün silahlarına el konuluyor. Duruma müdahale için gelen arkadaşların öldürülmesi kararı alınıyor. Kemal Pir de öldürülecekler listesindedir. Ama Pir herkes tarafından sevildiği için, öldürülme kararı provokatör grup içinde çatlamaya neden oluyor. Ali Erek (Küçük Cin) gibi arkadaşlar, “Kemal Pir devrimci bir insandır” diyerek cinayet eylemlerini boşa çıkartıyor. Duruma müdahale etmeye gelen grup, tasfiyecilikten etkilenen birçok kişiyle konuşuyor. Yeniden harekete dönmeleri ve Sterka Sor yerine oluşturulan Tekoşin örgütünün oyunlarına alet olmamaları için ikna edilmeye çalışılıyor. Bu ikna turlarının hepsinde Kemal Pir vardır. Büyük bir sabırla yeniden ikna işini yürütüyor. Bir kısmını geri getiriyor, bir kısmını tarafsızlaştırıyor ve geriye kalan küçük bir kısmı da hedef haline geliyor.

Bu yerinde durmayan sabırsız insanın provoke edilmiş kişileri bu denli büyük bir sabırla yeniden kazanmaya çalışması da aslında çok ilginçtir. Tek bir insan bile kaybetmek istemiyor. Bu ikna turlarında Baki (Haki'nin kardeşi) gibi bazı kişiler çok kestirmeci davranıyorlar. Ama Kemal çok sabırlıdır. Baki sürekli vurmaktan söz ediyor. Provokasyonun amacı da zaten budur. Hareketi içten bölüp çatıştırarak bitirmeye çalışıyor. Tekoşin adı verilen ajan-provokatör yapılanma Haki'nin Apocular içinde devrimci kanadı temsil ettiğini, milliyetçi kanadın bu yüzden kendisini cezalandırdığını iddia ediyor. Yalan propagandasını buna dayandırıyor. Haki'nin Türk olması bu propagandanın kısmen etkili olmasında ve bazı kişilerin kafalarının karışmasında rol oynuyor. Ancak yine Türkiyeli bir devrimci olan Kemal Pir düşmanın bu taktiğini boşa çıkarıyor; birçok kişiyi aydınlatıp yeniden harekete kazanıyor. Bu arada Sterka Sor örgüt olarak dağıtılıyor. Alaattin adlı elebaşı İskenderun’da vuruluyor. Tekoşin’in gruba dönük hesapları boşa çıkartılıyor. Daha doğmadan ölüme mahkum hale getiriliyor. Alaattin ve Tekoşin’le ilişkisi olan ve Haki arkadaşın şahadetinde rol alan bazı kişiler cezalandırılıyor.

Yeniden başa dönelim. Dikmen Toplantısıyla birlikte ülkeye yürüyüşün önemli sonuçları vardı. Grubun gelişme yeteneğine sahip olduğu ve özellikle gençlik içerisinde kabul gördüğü kanıtlanmıştı. Bir yıllık bir çalışma sonunda Kurdistan'ın birçok yöresinde hatırı sayılır bir gruplaşma ortaya çıkarılmıştı.

1976 yılının son günü akşamı Ankara'nın Dikimevi semtinde bir toplantı düzenlenmişti. Toplantı Pilot'un evinde yapılıyordu. Toplantıda Kurdistan'daki çalışmayla kazanılmış kadrolar da vardı. Önderlik ilk defa bu toplantıya yazılı bir belge sunuyordu. Belge sanırım “Sömürgecilik Tarihi” başlığını taşıyordu. Önderlik konuşmuş, Hayri arkadaş da kaleme almıştı. Soba yanıyordu. Olası bir baskın halinde belgeyi sobaya atıp imha etmek mümkündü. Bu toplantıda bir yıllık çalışmalar değerlendirilmiş; özellikle bütün yerel gruplar arasında tam bir ideolojik birlik yaratmak veya mevcut birliği sağlamlaştırmak üzere, Önder Apo Kurdistan gezisine çıkmaya karar vermişti. 1977 yılı başında, Önder Apo Ankara Mimar ve Mühendisler Odası'nda bütün sol gruplara açık bir şekilde sömürgecilik ve Kürt sorununun çözümü konusunda bir seminer vermişti. Bu toplantıyla tarihe bir belge bırakma düşüncesindeydi. Kurdistan yürüyüşünün riskleri vardı. Tehdit ve tehlike büyüktü. Önderlik bu toplantıyla olabilecekleri önceden büyük bir öngörüyle gösteriyordu. Öngörülü olmak, Önderliğin temel bir özelliğiydi. PKK’nin de büyük oranda kazandığı bu özellik, daha sonraki sürece de damgasını vuracaktır. Öngörü, mevcut olandan çok, geleceğin olasılıklarını görür ve tedbir almaya götürür.

Ankara'daki bu toplantı sonrasında Önderliğin çıktığı Kurdistan gezisi PKK tarihinde önemli bir yere sahiptir. Ağrı-Doğubayazıt, Kars-Digor, Bingöl, Karakoçan, Dersim, Elazığ, Diyarbakır, Urfa ve en son Antep'te düzenlenen toplantılara çok sayıda genç katılım sağlamıştır. Grup büyümüştür. Nicelik kadar nitelikçe bir gelişme de sağlanmıştır. Bunun inkar ve imha sisteminin dikkatini çekmemesi mümkün değildir. Antep'teki toplantı 15 Mayıs'ta sonuçlanmış ve Önderlik Ankara'ya dönmüştür. Aradan üç gün geçtikten sonra Haki arkadaş katledilmiştir. Gezinin sömürgeciler için arz ettiği tehlike katliamı tetiklemiştir.

ÖNDERLİK SUİKASTTAN KIL PAYI KURTULUYOR

Katliam sonrasıdır. Önderlik Ankara’dadır. Ankara'nın Tuzluçayır Mahallesinde Karasu arkadaşın kaldığı evde bir toplantı yapılacaktır. Toplantı öncesinde Siirt Öğrenci Yurdu'ndan Tuzluçayır’a gelmek için yola çıkan Kemal Pir, arabada silahıyla birlikte yakalanmıştır. Önder Apo da sabah erkenden Tuzluçayır’a gelir. Kemal'in yakalanışı Önderliğin duyarlılığını daha da arttırmıştır. Kemal'in yakalanışı bir bakıma tesadüfidir. Buna rağmen Önderlik tedbir olarak evi kontrol ettirir. Ev kuşatılmış, polis evin çevresinde birkaç çember kurmuştur. Pilot toplantıyı ve yerini biliyor, durumu polise bildiren odur. Bu dönemde MHP'ye yakın duran Namık Kemal Ersun'un darbe girişimi var. Sözü edilen eve yapılan baskının bu darbe girişimiyle bağlantısı bulunmaktadır. Yakalanmış olmasa, Kemal Pir de belirlenen saatte o evde olacaktır. Eve gelecek arkadaşların hepsi grubun eylemci kişilikleridir. Silahlar da eve getirilmiştir. Toplantıyı Önderlik yapacaktır. Herkes evde toplandığında polis harekete geçecek, herhangi bir mukavemet durumunda içeridekileri toptan imha edecektir. Devletin ya da devlet içinde bir kesimin planı budur. Önderlik toplantı yerini önceden kontrol ettirmiş, polis çemberi fark edilmiş ve katliam önlenmiştir. Bu andan itibaren dikkatler Pilot üzerinde yoğunlaşmış ve plandaki rolü açığa çıkarılmıştır. Bu olaydan sonra Önderlik yaklaşık on gün Tuzluçayır’da gizleniyor. Evin basıldığını duyduğunda, yanındaki arkadaşlara ilk tepkisini “bu baskın varlığımıza son vermek içindi ama başaramadılar. Bundan sonra başarma şansları hiç yoktur. Şimdi artık partileşme zamanıdır. Partileşme ve örgütlenme üzerinde kitaplar okuyun ve kendinizi partileşmeye hazır hale getirin” şeklinde dile getirmiştir.

Önderliğin bu on gün içinde kaldığı ev, o zamanlar kimsenin içinde kalmadığı şehit Ali Doğan Yıldırım’ın evidir. Önderlik söylediklerine bağlı kalmış, partileşme doğrultusunda hazırlıklara başlamıştır. Bunun en çarpıcı adımı kurulacak örgütün programını hazırlamaktır. 1977 yılının Eylül ayına gelindiğinde Parti Programı hazırdır.

KEMAL PİR GARDİYANA YUMRUK ATTIĞINA ÜZÜLÜR

 Grup bundan sonra kendisini daha da resmileştirmeye, alanlarda komiteler biçiminde örgütlenmeye başlamıştır. Kemal hala hapistedir. Üzerinde yakalanan silah kirlidir, yani faşistlere karşı eylemlerde kullanılmıştır. Her an balistik inceleme sonucu gelebilir. Ruhsatsız silah taşımaktan bir yıl ceza almıştır. Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde yatmaktadır. Bir an önce uygun bir yere sevkinin yapılması ve oradan kaçması gerekir. O uygun yer, Haki’nin doğum yeri olan Ulubey'dir. Sevk çıkar; Kemal fındık bahçelerinin hemen kenarında ve içinde başka mahkum olmayan, güvenliği zayıf, küçük bir cezaevinde kalır. Bir gardiyan sürekli Kemal'le birliktedir. Neredeyse arkadaş olmuşlardır. Kaçacağı gün Kemal gardiyana bir yumruk vurur, gardiyan sendeleyip düşer, Kemal fındık bahçelerinin içinde kaybolur. Ne var ki, Kemal hep o yumruğu hatırlar. "İyi bir adamdı, nasıl da vurdum" der. Kaçtığına sevineceğine, nasıl vurdum diyerek üzüntüsünü dile getirir.

Kendisini kaçırmaya gelen arkadaşlarıyla birlikte Kemal ilkin Dersim'e gelir, oradan başka yere geçer. Cezaevinden kaçtıktan sonra Kemal ile Dersim'de karşılaştım. Sürekli "Bir daha cezaevine girmemeliyim. Cezaevi bana göre değil" diyordu. Bir dakika bile yerinde duramayan Kemal gibi bir insan için bir cezaevi koğuşu ya da hücresinde uzun süre kalmanın nasıl büyük bir işkence olduğunu anlayabiliyordum. Kemal konuşmasını şöyle sürdürmüştü: "Cezaevinde sabah kalktığında hep aynı yüzlerle karşılaşıyorsun. Bu durum beni müthiş zorluyordu. Benim öyle bir yapım var ki, günde 100 değişik sima görmesem, o gün 50 ayrı insanla konuşmasam dayanamam. Onun için bir daha yakalanmayacağım. Etrafım sarılsa bile sonuna kadar direnerek şehit düşmeyi tercih edeceğim. Biliyorum, benim cesedim de iş yapar".

Sadece burada aktarmaya çalıştığım konuşması bile Kemal Pir'in nasıl bir insan olduğunu, nasıl sınırsız bir devrimci enerji taşıdığını ve insanla ne denli ilgilendiğini göstermeye yetiyor. Günde en az 50 kişiyle konuşmak, 50 kişiyi eğitmek veya etkilemek, 50 kişinin kafasını ve kalbini kazanmak, bununla da yetinmemek, kazandığı kafaları ve kalpleri değiştirmek, her birini yeni birer insan haline getirmek! Kemal Pir budur işte. Kursağında söylenecek sözü kalmamış gibi, yanı başında onlarca devrimci genç bulunduğu halde susmayı tercih eden bazı sözde kadroları veya komutanlarımızı göz önüne getirdiğimde, Kemal Pir'in eksikliğini daha derinden hissediyorum. Başarı ve zafer için kesinlikle yeni Kemal'lere ihtiyacımız var.

Saldırılar artıyor, ama grup da büyümesini sürdürüyor, halklaşıyor, efsaneleşiyor. Apocular yaşamda kendileri için hiçbir şey beklemeden, hayallerinin gerçekleşmesi için neleri varsa hepsini ortaya koyuyorlar. Tabii yükselen saldırılara bağlı olarak şahadet sayısı da artıyor. Kars’ta Mahir Can, Antep’te Bozan Tekin, Mehmet Ece, Dersim’de Ahmet Acar, Metin Turgut sosyal şoven güçlerin saldırıları sonucunda şehit düşüyorlar. Hepsinin karşılığı veriliyor. Örnek olması açısından belirtiyorum: Antep’te faşistler İsmail Pehlivan isimli bir arkadaşı şehit düşürüyorlar. Şahin Kılavuz Antep’tedir ve askeri sorumludur. Bir ay içinde Hacı Baba Mezarlığına kırktan fazla faşistin cenazesi kalktı diyor. Aynı şekilde Elazığ’da lisede okuyan Hüseyin Şahin adlı sempatizan faşistler tarafından vuruluyor. Birkaç gün içinde birçok faşist merkez bombalanıyor, taranıyor ve faşistlerin TİT adlı örgütünün bölge eylem grubu bir gecede ortadan kaldırılıyor. Faşistler eylem yapamaz hale geliyor. Bingöl’de faşistler dört KDP’li öğretmeni vuruyor. KDP oralarda çok güçlüdür, ama misilleme yapacak gücü kendisinde bulamıyor ya da öyle bir sorunu olmuyor. Kurdistan devrimcileri hemen faşist belediye başkanını ve birçok faşisti vurarak misilleme yapıyorlar. Bu eylemden sonra faşist örgütlenme gerilerken KDP de dağılıyor. Bir kısmı Kurdistan devrimcilerine geçerken, bir kısmı da KUK adında yeni bir örgüt kuruyor.

ADIM ADIM PARTİLEŞMEYE

1978 mücadelemiz açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Aslında halen her yıl önemli bir dönüm noktası olmaya devam ediyor. 1978, Hilvan Mücadelesinin başladığı ve başarılı bir şekilde sonuçlandığı yıldır, partimizin kuruluş yılıdır, Maraş katliamının gerçekleştiği yıldır. Tohum toprağa düşmüş, toprak akan şehit kanıyla sulanmış, halklaşmanın filizleri Kurdistan'ın her yerinde boy vermeye başlamıştır. Çöl ne denli suya hasretse, Kurdistan ve Kürt gerçekliği de o denli devrimci düşüncelere ve onların gerektirdiği eylemliliğe hasrettir. Bu kanıtlanmıştır. 1978 yılı Kurdistan’ın her tarafında TÖB-DER'lerde, halkevlerinde, sendikalarda eğitim enstitülerinde örgütlenildiği yıldır. Şehirlerden köylere doğru örgütlenmenin yaygınlaştırıldığı yıldır. Hareket kentlerden çıkmış, kırsal alanlara doğru taşmaya başlamıştır. Faşistlere karşı mücadelede alabildiğine keskinleştirilmiştir. İşbirlikçi-ajan yapı, kurum ve kişilerle mücadelede önemli bir mesafe kat edilmiştir. Yoksul köylülükte hareketlilik başlamıştır. Bu yıla kadar işbirlikçi feodal kesimlere karşı ciddi bir mücadele yürütülmemiştir. Grup ilke olarak işbirlikçi feodal yapıya karşıdır. İdeolojik olarak ona karşı olduğunu ifade etmektedir. Sömürgecilik bu yapıya dayanarak Kurdistan'da egemenliğini sürdürmektedir. Bu yapıyla mutlaka bir gün karşı karşıya gelinecektir.

İşte işbirlikçi yapının en önemli unsurlarından birisi de Hilvan'da her şeye egemen olan Süleymanlar aşiretidir. MHP'nin Hilvan'daki örgütlü bir kolu gibidir. Urfa merkezindeki faşist etkinlikte bu aşiretin önemli bir rolü vardır. 18 Mayıs 1978 akşamı Hilvan'da lisenin bahçesinde Halil Çavgun öncülüğündeki Kurdistan devrimcileri Haki arkadaşın şahadet yıldönümü nedeniyle duvarlara afiş asmak için bir araya geldiklerinde, bunu duyan Süleymanlar polisle birlikte gruba saldırıyor ve Halil arkadaş şehit düşüyor. Bunun üzerine Kemal Pir Halil'in intikamının alınması ve Süleymanların cezalandırılması için görevlendiriliyor. Öteki arkadaşların yanı sıra, Doğan Kılıçkaya da yanındadır. İntikam süreci başlatılıyor. Süleymanlardan olan Belediye başkanı hoparlörden ne kadar alçak olduklarını dile getirmek zorunda kalıyor. Aşiretin silahlı güçleri dağıtılıyor. Yaralıları bile kaldırıldıkları Urfa dışındaki hastanelerde hedef haline geliyor. Böylesi bir saldırıyı hesaplamayan Süleymanlar teslim oluyor ve silahlarını teslim edip tüm otoritelerinden vazgeçiyorlar. Hilvan'da tüm sosyal, siyasal, hukuksal, ekonomik ve güvenlik faaliyetleri halkın eline geçiyor. Halk tüm işlerini oluşturdukları komitelerle yapar hale geliyor. Öyle ki, sadece Süleymanlar değil, devlet güçleri de neredeyse işsiz kalıyor.

Hilvan yoksul köylülüğün feodallere karşı mücadelesinde gerçek anlamda zafer kazandığı ilk alandır. Buradaki halk artık kendi kendisini yönetir hale geliyor, deyim yerindeyse kendi kaderinin efendisi oluyor. Urfa’da faşistler tarafından vurulan bir arkadaşın cenazesi, binlerce kişinin katılımı ile Hilvan çarşısında silahlar elde açık sağlanan güvenlik altında yapılan bir mitingle kaldırılıyor. Belki böyle açıktan silahlar yoktur, ama daha önce Fevzi Aslansoy’un cenazesi de Suruç'ta kaldırılırken çok görkemli bir katılım olmuştu. İlk defa bir mitingde "Kahrolsun Sömürgecilik, Yaşasın Bağımsızlık" sloganı hakim olmuş ve Suruç ilk Apocu kimlikli ilçe olarak tarihe geçmişti. Mevcut durumda Hilvan da aynı konuma gelmişti.

EĞİTİM ENSTİTÜLERİ DÜZENLEMELERİ

Ecevit Hükümetinin aldığı kısa süreli öğretmen yetiştirme okulları biçiminde örgütlenme kararına Kurdistan devrimcileri de tüm Eğitim Enstitülerine sempatizanlarını katma kararıyla karşılık veriyor. Aslında bu bir düzenleme oluyor. Liseyi bitirmiş her taraftar okumaya giderken, aynı zamanda görevli de oluyor. Bu aynı zamanda profesyonelleşmede de bir adım olmaktadır. Bu yolla hem girilmekte zorlanan alanlara toplu olarak girilecek, hem de yeni kadro adayları yetiştirilecektir. Bu yolla öğrenci derneklerinde etkin olunacak, öğretmenliği tercih edenler yoluyla TÖB-DER gibi öğretmen derneklerinde söz sahibi olunacak ve giderek yeni öğrencilere de ulaşılacaktır. Bu nedenle başta Antep, Urfa, Bingöl, Kars ve Diyarbakır olmak üzere birçok Eğitim Enstitüsüne toplu kayıtlar yapılıyor. Birçok kadro da bu alanlarda görevli olarak kayıt yaptırıyor. Elazığ'dan Süleyman Aslan Antep, Bilge Yumuşak Urfa, Yaşar Organ Diyarbakır, Ankara'dan Şahin Kılavuz Kars Eğitim Enstitülerine kayıt yaptırıyor.

Daha birçok kadronun kayıt yaptırdığı bu yeni mücadele alanı, ilk başta Urfa, Bingöl ve Kars'ta olumlu etkilerini gösterdi. Kısa sürede önemli gelişmelere neden oldu. Aslında bu girişim biraz da Dersim Öğretmen Okulu deneyimiyle ortaya çıkmıştı. Daha çok Dersimli olmayan gençlerin okuduğu bu okul kısa zamanda hareketin temel alanı haline gelmişti. Apocu Hareketin gelişimiyle birlikte ilk defa bir sömürgeci asimilasyon kurumu bu işlevini tümden yitiriyor, adeta bir devrimci karargaha dönüşüyordu. Dersim'de diğer sol hareketler bu durumu da kötü kullanmak istemişlerdi. "Apocular Şafii'dir. Urfalıları getirmişler, Alevilere saldırtıyorlar" diyorlardı. Yalan propaganda bu güçlerin temel silahıydı. Ne var ki sömürgeci Türk Devleti bu duruma tahammül edemedi. Okulu boşaltarak binayı polise devretti ve bir sorgulama merkezine çevirdi. İşte bu okuldan Cuma Tak, Seyfettin Zoğorlu, Delil Doğan, Veysi Badem, Mehmet Sevgat, Erdivan Bozkurt gibi arkadaşlar yetişmişti. Bu okul sadece Dersim'de değil, öğrencilerin geldikleri yerlerde de gelişmelere neden olmuştu. İşte eğitim Enstitüleri de böyle bir işlev görecekti ve de gördü. Sömürgecilik için asimilasyon işlevi gören ve egemenliğine hizmet eden tüm kitlesel kurum ve kuruluşlar bir çalışma, sömürgeciliği boşa çıkartma ve yurtseverliği güçlendirme sahaları gibi ele alınmaya başlanmıştı. Kurdistan'da açılan İmam Hatip Okulları da bu kapsamda ele alınmaktaydı. Başta Elazığ olmak üzere Kurdistan'ın birçok yerindeki İmam Hatip Okulları çalışma sahasına dönüştürülüyordu. Elazığ'da Aytekin Tuğluk, tüm okullarda olduğu gibi, İmam Hatip Okulunda da önemli bir gelişme ortaya çıkarmıştı. 1978 yılı aynı zamanda da büyük kitle katliamları için de hazırlıkların yapıldığı ve katliamın Maraş'la sonuçlandırıldığı yıl oldu. Malatya, Sivas ve Çorum katliam hazırlıkları ve girişimleri, Maraş'ın da habercisi anlamında denemelerdi. Elazığ'da yapılmak istenen ve kitle katliamına da yol açacak bir deneme Kemal Pir tarafından durduruluyordu. Özellikle Palu-Dersim çelişkisini daha da köklü hale getirecek bir eylem diğer sol hareketler tarafından hazırlanırken, orada bulunan Kemal Pir duruma hızla müdahale ederek bir katliamın önüne geçiyordu.

Bu tutum aynı zamanda dağılan T-KDP'nin birçok kadrosunu da etkilemiş ve Kurdistan devrimcilerine katılımını sağlamıştı. İşte bir anda dev gibi büyüyen kitle, artan çalışma sahaları ve ortaya çıkan görevler, yeni işbölümlerine dayalı profesyonel bir örgütü de gerekli kılıyor, yani hızla partileşmeye doğru gidiliyordu….

 

(*) PKK kurucularından Ali Haydar Kaytan'ın, PKK’nin 30’uncu kuruluş yıl dönümü için Serxwebun tarafından yayınlanan özel sayıdaki değerlendirmelerinden derlenmiştir.