Rojava’nın geleceği devrimci direnişe bağlı

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Rojava’nın geleceğinin halkın ve devrimci güçlerin direnişine bağlı olduğunu belirterek “Eğer Türk devletinin saldırıları boşa çıkarılırsa, devrim daha güçlü bir şekilde yoluna devam edecektir” dedi.

CEMİL BAYIK

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Rojava Devrimi’nin özgün yanlarını değerlendirerek, devrimin dayandığı demokratik komün, kadın özgürlüğü ve ekolojik toplum ilkelerinin sadece Kuzey ve Doğu Suriye için değil, Ortadoğu’nun tamamı için bir çözüm modeli sunduğunu vurguladı. Bayık, “Rojava Devrimi, kapitalist moderniteye karşı demokratik modernitenin somut bir örneğidir. Toplumun zihniyet dönüşümünü esas alarak inşa edilmiştir” dedi.

Bayık, devrimin tüm saldırılara ve ambargolara rağmen ayakta kalmasının, halkın iradesine ve devrimin ilkelerine olan bağlılığın bir sonucu olduğunu ifade etti. “Rojava Devrimi, yalnızca askeri direnişle değil, aynı zamanda zihniyet dönüşümünü esas alan devrimci bir anlayışla ilerlemektedir” diyen Bayık, bu sistemin Suriye ve Ortadoğu için alternatif bir model sunduğunu belirtti.

Bayık ayrıca, Türk devletinin saldırılarına karşı halkın topyekûn direnişini işaret ederek, “Rojava’nın geleceği halkın ve devrimci güçlerin direnişine bağlıdır. Eğer Türk devletinin saldırıları boşa çıkarılırsa, devrim daha güçlü bir şekilde yoluna devam edecektir” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’la röportajın dördüncü bölümü şöyle:

SURİYE’DE HIZLI ÇÖKÜŞÜN ARKA PLANI: PLANLI BİR SÜREÇ Mİ?

15-Suriye’de 27 Kasım’da Halep saldırıları ile başlayan ve Esad’ın iktidardan düşmesiyle bir ivme yakalayan süreç devam ediyor. Bu gelişmeler nasıl böyle hızlı yaşandı? Rejimin ve destekleyen güçlerin (Rusya, İran) tutumu nasıl okunmalı? Rusya’nın başını çektiği blok ile ABD öncülüğündeki güçler arasında bir anlaşma mı var? Nasıl bir yeni Suriye öngörülüyor?

Suriye'de Baas rejiminin düşüşüyle sonuçlanan süreç çok hızlı oldu, fakat bunun hazırlığı çok önceden yapılmıştı. Süreç hızlı oldu, ancak birden gelişmedi. Hazırlıkları yapılarak gelişti. İran ve Rusya'nın direnmemesi, Suriye ordusunun da karşı koymadan geri çekilmesi ve son olarak Beşar Esad'ın bırakıp çıkması olağan akışa aykırıdır. Dolayısıyla anlaşma ve pazarlıkların yapıldığı çok açıktır. Tabi ilgili her gücün durumunu ayrı ele almak gerekecektir. 

Ortadoğu'da gelişen yeni sürecin başlama tarihi 7 Ekim 2023 saldırıdır. Bu tarihten sonra ABD, İngiltere, İsrail Ortadoğu'ya yönelik planlarını pratikleştirmeyi kendileri açılarından uygun gördüler. Bu kapsamda İran'ın bölgedeki gücü hedeflendi. Beklenenin çok üstünde bir şiddetle Hamas, Hizbullah, Husiler gibi İran yanlısı güçler ABD, İngiltere ve İsrail'in hedefi oldu. Belki vurucu güç olarak İsrail öne çıkarıldı, fakat bu savaşın asıl yürütücüsü ABD'dir. Yine ABD'den sonra bu savaşın arkasında İngiltere vardır. İran ise hazırlıksız olarak kendisini bu sürecin içerisinde buldu. Tıpkı Ukrayna savaşında Rusya'nın yaşadığı şaşkınlığın benzerini İran da yaşamıştır. Aslında Ukrayna savaşında Rusya kadar dünyanın geri kalanı da şaşkınlık içerisinde kalmıştı. Örneğin ekranlarda dolaştırılan Türk generalleri Rusya'nın birkaç gün içerisinde Ukrayna'yı işgal edeceğini söylüyordu. Demek ki kimse ABD'nin planını tahmin etmiyor ve Biden yönetiminin NATO'yu hızla domine edeceğini düşünmüyor ve beklemiyordu. Herkes bunun Rusya'nın ve Putin'in planı olduğunu düşünüyordu. Belki Rusya kendisine göre bir plan da yapmış olabilir. Ancak karşılaştığı ile düşündüğü arasında oldukça fark olduğunu herhalde çok sonradan anlamıştır. Aynı durum İsrail'in Hamas'a yönelik başlattığı saldırıda da olmuştur. Herkes birkaç gün içerisinde ateşkes olacağını, bu işin haftaları bulmayacağını düşünüyordu. Ancak böyle olmamıştır. Önce Hamas hedeflenip güçten düşürüldükten sonra savaş yönü Lübnan'a kaymıştır. Burada da Hizbullah hedeflenip güçten düşürülmüştür. Hizbullah kırılıp Lübnan'la ateşkes yapılır yapılmaz Suriye'deki durum ortaya çıkmıştır.

EN FAZLA ZARAR GÖREN GÜÇ İRAN OLDU

Suriye'deki durum ortaya çıkmadan önce Hizbullah'ın gücünün kırılmış olması önemlidir. Eğer bu yapılmasaydı Suriye'de gelişmeler bu şekilde olmazdı. Rejimin düşürülmesi planlansa bile bu kadar hızlı bir düşüş yaşanmazdı. Tabi önce Hamas'ın ardından Hizbullah'ın hedeflenip zayıflatılması İran'ın bölgedeki gücünün zayıflamasını beraberinde getirdi. Özellikle Hizbullah'ın varlığı Suriye'de İran'ın etkili olmasını sağlıyordu. Ancak Hizbullah'ın devrede olmaması İran'ın sahadaki etkinliğini olumsuz etkiledi. Böyle bir durumda İran'ın yapacağı tek şey kalıyordu, o da İran adına ve devlet olarak savaşa girişmesiydi. Öyle anlaşılıyor ki bu faydalı görülmedi veya göze alınmadı. İran böyle bir karar vermedi. İran'ın tutumu bu olduktan sonra anlaşmalı ya da anlaşma yapmadan çekilmesinin bir anlamı yoktur. İran böyle davranarak belki de doğrudan kendisine karşı gelişecek yönelimi engellemiş, en azından ertelemiş oldu. Fakat ne olursa olsun bu süreçten en fazla zarar gören güç İran olmuştur. Sadece Suriye'deki etkinliğini yitirmemiştir. Irak'taki durumu da tehlikeye girmiştir.

Ortadoğu'daki yeni süreç Hamas'ın saldırısı gerekçe yapılarak başlatıldı, fakat ABD öncülüğünde kapitalist modernite güçlerinin dünya sistemini yeniden dizayn etmek istedikleri veya daha önce başlatılan bu işi hızlandırıp sonuçlandırmak istedikleri Ukrayna savaşıyla ortaya çıkmıştır. Hareketimizin okuması böyle olmuştur ve kendisini bu temelde hazırlamıştır. Dolayısıyla bunun düğmesine Ukrayna savaşıyla basılmıştır veya bu savaşın başlatılmasıyla bunun işaretleri verilmiştir. Ukrayna savaşının Rusya açısından bir bataklığa dönüştüğü çok açıktır. ABD Rusya'yı savaşa çekerek hem gücünü kırmış, meşruiyetini sorgular duruma getirmiş hem de esas olarak kuzeyden geçecek enerji yolu projesini bozmuştur. Rusya böyle bir durumdayken, Ukrayna'yla savaşı bir şekilde sonlandırma arayışı içerisindeyken ABD, İngiltere, İsrail planına karşı çıkıp Suriye'de rejim lehine savaşa girmesi olamazdı. Şimdi tartışılan konu Rusya'nın ABD'yle anlaşma yapıp yapmadığıdır. Ukrayna savaşı üzerinden ABD'yle anlaşmış olma olasılığı yüksektir. Böyle bir anlaşmayı Biden yönetimiyle olmasa da Trump'la yapmış olabilir. Besbelli ki Rusya, koşulları dikkate alarak bu işten en az zararla veya olabilecek en yüksek kazançla çıkmaya çalışmıştır. Şimdilik Kuzeybatı Suriye'deki üslerinin durduğu söyleniyor. Bu şekilde devam edecek mi, yoksa çıkması mı dayatılacak, bunu bilmiyoruz. Fakat Rusya'nın kötünün iyisine razı olduğu, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'deki etkinliğinin önemli bir darbe aldığı kesindir.

İran ve Rusya'nın yokluğunda Baas rejiminin etkinlik göstermesi beklenen bir durum değildi zaten. Öz gücünü ve iradesini çok önceden kaybetmişti. Baas rejiminin tek çıkışı vardı, o da Kürtlerle ve Kuzey-Doğu Suriye yönetimiyle anlaşmak, bu temelde demokratik adımlar atmak ve kendisini demokratik dönüşüme uğratmaktı. Ancak bu feraseti gösteremedi. Bize göre bunun koşulları vardı. Ancak gerek dış güçlerin etkisi gerekse de değişime tümüyle kapalı tekçi, dogmatik yapısından dolayı bunu yapamadı.

Sonuç olarak Suriye'de ortaya çıkan durum Ortadoğu'nun yeniden dizaynı kapsamında yürütülen plana göre olmuştur. Suriye'nin bundan sonra ne tür gelişmelere sahne olacağı, nasıl bir sistemle yönetileceği de bu plan kapsamında yaşanan gelişmelerle belirlenecektir. 

SALDIRILARIN AMACI ÖZERK YÖNETİMİN TASFİYESİ

HTŞ’nin Suriye kentlerine yönelik saldırılarına paralel olarak Türk devleti ve bağlı SMO çeteleri Minbic başta olmak üzere özerk bölgelere saldırdı. Bu paralellik ve eş zamanlılık nasıl anlaşılmalı? Uluslararası güçlerin Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye politikaları güncel olarak nedir?

Suriye'de ortaya çıkan durum konusunda Türkiye'nin ve AKP-MHP iktidarının pozisyonunu da ele almak gerekir. Ortadoğu'nun yeniden dizaynında Türkiye'ye eskisi gibi rol verilmediği açıktır. Şimdi Suriye'deki duruma dahil olmakla pozisyonunu güçlendirmeye çalıştığı görülüyor. Ama bununla Türkiye'nin konumunun güçlenip güçlenmeyeceği belli değildir. Belki mevcut durumda Türk devletinin Suriye'deki konumunun güçlendiği söylenebilir, ama bunun da sürüp sürmeyeceği belli değildir. Başta da belirtmeye çalıştığım gibi Türk devletinin yaklaşımı başta ABD, İngiltere, İsrail planına karşıtlık temelindeydi. Hindistan'da yapılan G-20 zirvesinden sonra Türkiye IMEC projesinin dışında tutulmasından dolayı Tayyip Erdoğan'ın tutumu açık bir karşıtlık biçimindeydi. İçinde yer almadığımız bir projeye müsaade etmeyiz diye açık tutum geliştirdi. Aradan bir ay geçmeden Hamas'ın saldırısı gelişti. Akabinde ABD, İngiltere, İsrail bunu gerekçe yaparak önceden hazırladıkları planı devreye koydu ve böylece Ortadoğu'da yeni bir sürece girildi. Besbelli ki her şey önceden tertiplenip planlanmıştı. Bir kıvılcım kalmıştı, bunu da Tayyip Erdoğan eliyle Hamas'a yaptırdılar. Bilemediğimiz şudur, Tayyip Erdoğan tüm bunları bilerek mi kendini kullandırttı yoksa bilmeden mi bu oyuna geldi? Bunu bilemesek de bu durumun gittikçe kendileri açısından olumsuz sonuçlar doğurduğunu görmüş olmalılar ki, ABD'yle anlaşma yoluna gittiler. Şimdi Suriye üzerinden ABD, İngiltere, İsrail plana dahil olarak hareket ediyor.

Türk devletinin Rojava'ya saldırması veya saldıracağı beklenmeyen bir durum değildir. Adına Suriye Milli Ordusu dediği kendine bağlı çeteleri bunun için hazırlamıştır. Suriye'deki yeni durum ortaya çıkınca bunu fırsata çevirip SMO çetelerini öne sürüp yeni bir saldırıya geçmiştir. SMO içerisinde Türk askerleri ve subayları da vardır. Yine SMO'yu Türk generalleri yönetiyor. Türk devletinin amacı, hedefi bellidir. Rojava'yı işgal ederek özerk yönetimi tasfiye etmektir. Saldırılarının amacı budur.

Suriye'deki yeni durum ortaya çıktığında durumu en kritik yer Şahba ve Til Rifat'tı. Burada Efrin'den göçüp gelen halkın kaldığı kamplar vardı. Bu kamplar ile Halep arasındaki bölgede ise İran ve Rusya vardı. Ancak İran ve Rusya bu bölgeyi çetelere bırakıp çekilince Til Rifat tümüyle kuşatılmış oldu. Bunun üzerine QSD güçleri bir koridor oluşturup burayla bağlantı kurmaya çalıştı. Ancak bunda başarılı olamadı. Bu olmayınca halkın o bölgeden çıkarılması kararı alındı ve ardından anlaşma yapılarak Şahba ve Til Rifat'ta kalan Efrin halkı buradan çıkarıldı. Türk devleti ve SMO çeteleri ise sanki savaşla burayı almışlar gibi kendi kendilerine propaganda yaptılar. Fakat gerçekte bir savaş olmadığı gibi, çekilme anlaşmayla olmuştur. Saldırının olduğu diğer yerlerde ise halkın ve QSD savaşçılarının direnişi sürüyor. Öyle anlaşılıyor ki QSD savaşçıları Tişrin'de, Qarakozax'ta büyük bir direniş sergiliyor, düşmana büyük kayıplar verdiriyorlar. Düşman buraları düşüremediği için başka yerlere yönelmeyi göze alamıyor. Türk devleti sadece SMO çetelerine dayanarak QSD karşısında başarılı olmayacağını anlamış olacak ki, HTŞ üzerinde baskı kuruyor ve QSD'ye tutum almasını dayatıyor. 

Rojava'nın, Kuzey ve Doğu Suriye'nin geleceğini belirleyecek olan koalisyon güçlerinin yaklaşımı değil, halkın ve devrimci güçlerin direnişi belirleyecektir. Bugüne kadar Türk devletinin bunca işgal ve saldırıları koalisyon güçlerinin gözleri önünde gerçekleşti. Ancak buna karşı tutum almadılar. Onların onayı olmadan Türk devleti bu saldırıları yapamazdı. Dolayısıyla buradan bir beklentiye girmemek gerekir. Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye halkları kendilerini bütünüyle savaş göre hazırlamaları gerekir. Halk her yerde kendi savunmasını bizzat kendisi yapmalıdır. Bu şekilde halk ve devrimci güçler el ele verip saldırılara karşı birlikte direnirse düşman kesinlikle sonuç alamaz. Diğer parçalardaki ve yurtdışındaki halkımızın ve dostların da Rojava'yla dayanışma içerisinde olmalı, bunun için ayakta olmalı, her yerde harekete geçerek ve toplumları da harekete geçirerek gösteriler yapmalı, kamuoyu oluşturmalı, Türk devletinin saldırılarının durdurulması için siyasi baskı geliştirmelidir. 

ROJAVA DEVRİMİ ÖNEMLİ BİR MESAFE ALDI

Rojava devrimi 13. yılında. Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye’de devrimin sistemsel ve toplumsal inşasının geldiği düzey nedir? 2024 yılı boyunca da devam eden saldırılara ve ambargolara rağmen öz gücüyle ayakta durabilmesi nasıl anlaşılmalı? Son gelişmeler ışığında yeni yılda özerk yönetimi ve toplumunu bekleyen tehlikeler nedir? Yeni durum, statü mücadelesi veren Kürtler ve müttefikleri açısından ne tür imkanlar doğurdu?

Tabi bunca saldırılar altında Rojava Devriminin ayakta kalması başlı başına büyük bir olaydır. Bu kesinlikle büyük bir çabanın ve çalışmanın sonucudur. Evvela bu hakkını teslim etmek gerekir. Görüldüğü gibi rejimler düşüyor, devletler yıkılıyor. Rojava'nın maruz kaldığı saldırılar diğerlerinden hiç de az değildir. Onlardan kat kat fazladır. Ama Rojava Devrimi tüm bu saldırılara karşı direnmiş ve kendini ayakta tutmayı başarmıştır. Gerçekten de Rojava Devrimi çölde gelişen bir vaha gibidir. Ortadoğu'nun göbeğinde, dünyanın en önde gelen güçlerin hesaplar yaptığı bir coğrafyada alternatif bir güç olarak var olmak düşünülenden çok daha zordur. Şüphesiz ayakta durmak tek ölçü değildir. Devrimin amaçları ve ilkeleri vardır. Bu amaç ve ilkelere göre ele alınıp değerlendirilmesi gerekir. Fakat şartlardan ve gerçekleşen saldırılardan yalıtık bir değerlendirme de yapılamaz.

Eğer Rojava Devrimini değerlendireceksek, özgün yanlarını, amaç ve ilkelerini dikkate alarak değerlendirmemiz gerekir. Öncelikle Rojava Devrimi devletçi paradigmaya göre iş yapmıyor. Reel sosyalist tarzda olduğu gibi üstten devlet eliyle yeni bir sosyalizasyon geliştirmiyor. Tüm mülkiyeti ve yetkileri devlete devredip devlet eliyle toplumun dönüşümüne girişmiyor. Reel sosyalizmin sonuç alamadığı bu yöntemleri doğru bulmuyor ve uygulamıyor. Rojava Devrimi demokratik komün ve özgür birey gerçeğine dayanarak devrimi inşa etmeyi, toplumu bu temelde dönüştürmeyi amaçlıyor. Yani zihniyet dönüşümünü esas alarak ve toplumu katarak devrimin inşasını geliştirmek istiyor. Bunu yaparken kadın özgürlüğünü esas alıyor. Sosyalizmin ve devrim inşasının kadın özgürlüğü temelinde geliştirilecek yeni bir yaşam anlayışıyla geçekleşebileceğine inanıyor. Yine ekolojiyi ve ekolojik yaşamı en temel yaşam ilkesi olarak görüyor ve esas alıyor. Tüm bunlar temelinde örgütlü demokratik toplum yaşamını inşa ederek kapitalist modernite yaşamına karşı demokratik modernite yaşamını geliştirmeyi amaçlıyor. Öte yandan kapitalist modernitenin ulus-devlet anlayışının topluma zerk ettiği milliyetçi, mezhepçi, tekçi zihniyetin aşılması için demokratik ulus anlayışı geliştirilmeye çalışılıyor.

Özetle belirttiğimiz bu temel ilkeler ve stratejik çalışmalar boyutuyla Rojava Devrimini ele alıp değerlendirdiğimizde önemli bir mesafe alındığını, önemli sonuçlar yaratıldığını rahatlıkla belirtebiliriz. Öncelikle bütün Kuzey ve Doğu Suriye halkları demokratik ulus anlayışıyla birada ortak yaşamı geliştirmeyi başarmışlardır. Bu deneyim Ortadoğu'da bir ilktir. Bu gittikçe Suriye'nin bütünü ve Ortadoğu için bir model olmaktadır. İkinci önemli gelişme, kadın özgürlüğünde sağlanan başarıdır. Kadının Rojava Devrimiyle sağladığı gelişme dünya ölçülerinin oldukça ilerisindedir. Kadının Rojava Devriminde sağladığı gelişmeye bakarak Ortadoğu devriminin buna dayanarak gelişeceği ön görülebilir. Öte yandan bize yansıdığı kadarıyla devrimin inşası için de yoğun bir çalışma vardır. Her yerde halk meclisleri, komünler, komite ve boyutların örgütlendirilmesi temelinde çalışmalar oluyor. İnşada yaşanan yetersizliklerin giderilmesi için sürekli bir uğraşın olduğunu biliyoruz. Şüphesiz aralıksız gelişen saldırılar, ambargolar, ani gelişen göçler, işgaller vb. olumsuzluklar toplumsal yaşamı etkiliyor. Saldırılara karşı doğal olarak devrimin savunulması kaygısı ve bu yönlü çalışmalar öne çıkıyor. Şüphesiz devrimin geleceği tehdit ve tehlike altındayken devrimin savunulması en temel sorundur ve yoğunlaşma buraya verilmek durumundadır.

Şu an temel tehlike Türk devletinden geliyor. Toplumun topyekûn direniş temelinde Türk devletinin saldırıları kırılır ve boşa çıkarılırsa devrimin gelişmesi ve bütün Suriye için örnek teşkil etmesi mümkündür. Suriye için doğru çözüm Kuzey ve Doğu Suriye'de geliştirilen deneyimdir. Suriye bu deneyimden yararlanmalıdır.

IRAK’IN PARÇALANMA OLASILIĞI

Türkiye-KDP-Irak anlaşması çerçevesinde Özgürlük Hareketi’ne yönelik saldırılar devam ediyor. Öte yandan Güney Kürdistan’da seçimler oldu. KDP iktidara gelebilecek çoğunluğu sağlayamadı. Irak’ta iç sorunlar devam ediyor. Yine Kerkük ve Şengal konusu çözülebilmiş değil. 2024 yılı, Güney Kürdistan açısından nasıl geçti? İşgal saldırıları toplumu nasıl etkiledi? Güney Kürdistan toplumunu nasıl bir yıl bekliyor?

Ortadoğu'daki gelişmelerden en çok etkilenen yerlerin başında Irak geliyor. Bu açıdan Suriye'de ortaya çıkan yeni durumdan en çok etkilenen devletin Irak olması beklenebilir. Zaten ABD, İngiltere, İsrail planı kapsamında Ortadoğu'da meydana gelen gelişmelerin hedefinde İran vardır. İran'ın gücü kırılarak Ortadoğu'nun yeniden dizayn edilmesi planlanıyor. Hamas'a yönelik başlatılan saldırıdan Suriye'deki rejimin düşmesine kadar olan bütün saldırılarda hedeflenen esas güç İran'dır. Önce Gazze, sonra Lübnan, şimdi de Suriye'de İran'ın gücü kırıldı. İran'ın Irak üzerindeki gücü ve etkisi düşünüldüğünde Suriye'den sonra sıranın Irak'a geleceği ön görülebilir. Bu olasılık yüksektir. Bu açıdan Irak'ın durumu ve geleceği tümüyle belirsiz bir hal almıştır.

Esasında Irak sorunu çözüme tam kavuşturulamayan bir sorun olarak duruyordu. 2003'te Baas rejimi düşürüldü, ama sorunları kalıcı olarak çözecek bir model geliştirilemedi. Sorunları tümüyle çözen bir anayasa hazırlanamadı. Musul, Kerkük bölgeleri anayasada sorunlu bölgeler olarak kaldı. Sadece Irak kapsamında bir çözüm geliştirilmek istendi, ancak bunun başarılı olamadığı görüldü. Tüm bölgeyi içine alacak bir çözüm geliştirilemediğinden Türkiye ve İran bundan faydalanma yoluna gitti. İran Şiiler üzerinden, Türk devleti de KDP ve Sünniler üzerinden Irak üzerinde etkinlik kurmaya çalıştılar. Şimdi bundan da dersler çıkarılarak bölgesel yaklaşımın esas alındığı görülüyor. Bu temelde Irak'a yönelik bir yaklaşımın geliştirilmesi ve bununla İran'ın etkisinin kırılması beklenmektedir. Böyle bir gelişme olursa Irak'ta dengeler yeniden değişecektir. Irak'ın parçalanması da gündeme gelebilir. Öte yandan İran'ın buna vereceği tepkinin Suriye'deki gibi olması pek olası değildir. Çünkü Irak, İran açısından dışarıdaki son kale gibidir. Bunun ötesi savaşın doğrudan İran'ın içine sirayet etmesidir. Bu açıdan İran'ın güçlü tepkisi gelişebilir. Bu da Irak'ın parçalanma olasılığını artırıyor.

Türkiye-Irak mutabakatı için şunları belirteyim. Suriye'deki durumdan Irak'ın ders çıkarması gerekir. Beşar Esad'ı Erdoğan eliyle düşürdüler. Şimdi Şam'daki yönetimi bir valisi gibi yönetmek istiyor. Yarın Irak hakkında benzer bir karar verildiğinde Türk devletini burada da devreye koyabilirler. Tayyip Erdoğan eliyle ya Irak'ı parçalarlar ya da Şam gibi bir duruma düşürürler. Bu durumda Bağdat'ta oturan yönetimin bir validen öte yetkisi ve gücü kalmayacaktır. Iraklılar tarafından bunun görülmüyor olması gerçekten şaşırtıcıdır. Bütün Iraklılar mı bunu göremiyor, yoksa görüyor da Sudani'ye mi söz geçiremiyorlar, anlamış değiliz. Türkiye ile ilişkilerden Irak'a bir fayda gelmez. Tam tersine bu ilişkiler Irak için büyük bir tehlikedir. 1958'de Irak krallığı devrildiğinde, henüz devrimin ikinci gününde yapılan ilk iş Bağdat Paktı'nın iptal edilmesi olmuştur. Çünkü Türkiye'yle girilen ilişkiler Irak'ı felakete götürmüştür. Şimdi bunca tecrübeden sonra Irak'ın Türk devletiyle yeniden bu türden bir ilişkiye girmesi tarihten ders almamak, günümüz gelişmelerini doğru okumamaktır.

KDP ve Barzaniler tümüyle kaderlerini Türk devletine ve AKP-MHP iktidarına bağlamışlardır. Kürt halkının istemlerine, özgürlüğü ve geleceğine göre değil, Türk devletinin amaçları ve planlarına göre hareket ediyor. Bununla amaçladığı tek şey maddi çıkardır. Maddi kazanç dışında herhangi bir kaygıları, fikirleri yoktur. KDP ve Barzaniler tamamen işbirlikçiliğe yatmıştır. Bu işbirlikçi tutumları Güney Kürdistan'ı büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bırakmıştır. Açıkça Güney'in işgaline destek oluyor, işgali meşrulaştırıyor. Gerilla işgal karşısında direnirken, KDP düşmana her türlü desteği veren bir pozisyonda olmuştur. Güney Kürdistan'da MİT eliyle yurtseverlere yönelik gerçekleşen bütün saldırı ve katliamlarda KDP istihbarat örgütü Parastin'ın doğrudan desteği ve katılımı vardır. KDP'nin desteği olmadan Türk devleti ne gerilla alanlarına bu şekilde yönelmeye cüret edebilir ne de şehirlerin ortasında yurtseverleri katledebilir. Bütün bunlar KDP'nin desteğiyle oluyor. KDP bununla da kalmayarak dışındaki herkesi kendisi gibi işbirlikçi ihanetçi olması için dayatmada bulunuyor, tehdit ediyor. Herkesi Türk devletiyle işbirlikçi tarzda ilişkilendirmeye çalışıyor. Diğer yönüyle kurduğu talan düzeniyle halkı umutsuz, geleceksiz bırakmıştır. Bütün imkanları eline almış, halkı yoksulluğa, belirsizliğe terk etmiştir. Tıpkı işgal altındaki diğer Kürdistan parçalarında olduğu gibi Güney'den de yurtdışına yoğun göçler yaşanıyor. Öte yandan yansıtıldığı gibi ortada Güney Kürdistan yönetimi diye bir şey yoktur. İşleyen bir sistem yoktur. Demokratik hiçbir kural ve işleyiş yoktur. Bütünüyle Barzanilerin kendi çıkarları uğruna düşmana peşkeş çektiği bir soygun düzeni söz konusudur.

KDP Güney Kürdistan'a nasıl yaklaşıyorsa diğer parçalara da öyle yaklaşıyor. Tıpkı Güney'de yaptığı gibi diğer Kürdistan parçalarında da Türk devletinin planlarına göre hareket ediyor. Bu parçalardaki halkımızın ulusal çıkarları için değil, düşmanla girdiği ilişkilerden sağlayacağı maddi çıkarları düşünüyor. Rojava'ya, Kuzey'e, Rojhilat'a yaklaşımı böyle olmuştur. Her yerde düşmanın planlarına göre hareket ediyor, düşmanın saldırını destekleyen ve meşrulaştıran bir tutum içerisinde oluyor. KDP'nin bu tutumu en büyük tehlikeyi oluşturuyor. Diyebiliriz ki Kürdistan halkı için en büyük tehlike dıştaki düşmandan çok KDP'nin içte geliştirdiği işbirlikçi, ihanetçi siyasettir. Düşmanı tehlikeli kılan KDP'nin bu siyasetidir. Tabi burada en önemli konu KDP'nin geliştirdiği işbirlikçi ihanetçi çizgiye karşı yurtseverlik tutumunu geliştirmektir. En başta da Güney Kürdistan'da böyle bir tutumu geliştirmek gerekiyor. Bu temelde bütün yurtsever parti, örgüt ve kurumların, yine yurtsever şahsiyetlerin işbirlikçi ihanetçi çizgiye karşı yurtseverlik çizgisinde bir araya gelmeleri ve güç birliği yaparak ulusal demokratik mücadeleye öncülük etmelidir. 

İRAN DURUMU EN FAZLA TEHLİKEYE GİREN GÜÇ

Yıl boyunca İsrail ile Şii hilali ya da Direniş Ekseni adı verilen İran’ın etkisindeki güçler arasında savaş devam etti. İran da bu süreçte savaşa dahil oldu. Bu güçler önemli oranda zayıflatıldı. İçeride de İran’ın politikalarına karşı ciddi bir toplumsal muhalefet var. Özellikle Rojhilat Kürdistan’ı, Jîna Emini serhildanlarından bu yana önemli bir direnişi içerisinde. Yine İran zindanlarında da özellikle kadın siyasi tutsakların direnişi var. Bu direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz? Yaşanan bölgesel gelişmeler doğu Kürdistan’ı nasıl etkiler? Önümüzdeki süreçte İran’da ve doğu Kürdistan’da ne tür gelişmeler yaşanabilir?

İran'da özgürlük ve demokratik yaşam arzusu çok yüksektir. Hem İran toplumu ve hem Rojhilat halkı sürekli olarak ayakta olmuştur. Jin Jiyan Azadî serhildanıyla da mücadelede yeni bir sürece girilmiş, kadının öncülüğü gelişmiştir. İran halklarının bir asra varan mücadelesi ve mücadele deneyimi vardır. Şahlık rejimine karşı ortak mücadele yürütüldü ve Şahlık rejimi yıkıldı. Bütünüyle kapitalist modernitenin kontrolünde olan Şahlık rejiminin yıkılması kapitalist moderniteye karşı toplumun elde ettiği büyük bir zafer olmuştur. Bu yönüyle 1979'da önemli bir tarihsel dönemeç yaşanmıştır. Ancak sonrasındaki gelişmeler karşı devrimci nitelikte olmuştur. İslami yönetim adı altında devrim çizgisinden sapılmış, toplumun demokratik yaşam arayışına ket vurulmuştur. Böylece İran'da sorunlar çözüme kavuşturulamamış, ağırlaşarak devam etmiştir. Günümüzde İran, ağırlaşmış toplumsal sorunlarla yüz yüzedir.

İran'ın dışarıda kendisine bağlı güçler üzerinden geliştirdiği güç dengesi sağlam bir temele dayanmıyordu. Kendi çabasıyla değil de kapitalist modernitenin yarım bıraktığı veya sonuca ulaştıramadığı Ortadoğu planından yararlanarak bölgedeki etkinliğini artırmıştı. Sovyetlerin dağılmasından sonra ABD öncülüğünde Ortadoğu'nun yeniden dizaynı gündeme girmiş, bu kapsamda ABD'nin Irak'a müdahalesi gelişmiştir. Ancak bu müdahale bütün bölgeye yayılmamış, yarım bırakılmıştır. Bütün bölgeyi kapsayacak bir sistem geliştirilememiştir. Bu durum başta Irak olmak üzere Ortadoğu'da boşluklar yaratmıştır. İran bu boşluktan faydalanarak kendisine bağlı güçler üzerinden Ortadoğu'da etkinliğini artırmıştır. Türk devleti de benzer bir yaklaşım içerisinde olmuştur. Ancak yürüttüğümüz mücadele Türk devletinin bölgede fazla etkinlik kurmasını önlemiştir.  Fakat İran bu duruma yanılgılı yaklaşmış, bölgede sağladığı gelişmeyi sadece kendi marifeti olarak görmüştür. Irak'ta, Suriye'de etkinlik göstermesini salt kendi marifetiyle olduğunu sanmıştır. Örneğin bu yanılgılı yaklaşımından dolayı hareketimizin Ortadoğu'da sağladığı gelişmeleri görmezden gelmiştir. Şimdi ortaya çıktı ki durum İran'ın sandığı gibi değildir. Ortadoğu'nun yeniden dizaynı temelinde bölgenin tümünü içine alan bir plan devreye konulunca İran'ın oluşturduğu ve güçlü olduğuna inandığı eksen çok kısa sürede darbe yiyip dağılmıştır.

İran, Türkiye'yle birlikte durumu en fazla tehlikeye giren güçtür. Bir taraftan ağır toplumsal sorunlarla yüz yüzeyken ve bunun zorlanmasını yaşıyorken, öbür taraftan da ABD, İngiltere, İsrail planının öncelikli hedefi konumundadır. İran'ın dışarıdaki gücü önemli oranda kırıldı. Suriye'de Baas rejiminin düşmesinden sonra ağırlığın Irak'a verileceği görülüyor. Bu da savaşın İran'ın kapısına dayanması demektir. Esasında İran'ın içteki sorunlu durumu üzerinde oynanmayı mümkün kılıyor. Ancak jeopolitik konumundan dolayı şimdiye kadar İran'ın parçalanması gündeme alınmadı. Çünkü parçalanması durumunda üzerindeki kontrolün kaybedileceği kaygısı vardı. Bu kaygıdan dolayı hem Şahlık rejimi desteklenip korundu hem de Şahlığın düşmesinden sonra çelişkili-sorunlu duruma rağmen İran'ın bütünlüğüne dokunulmadı. Fakat şimdi bölgesel bir dizayn planı geliştiriliyor. Buna göre İran'a olan yaklaşım da değişecektir. İran'da değişim kaçınılmazdır. Bir taraftan var olan ağır toplumsal sorunlar, öbür taraftan taraftan sistemin Ortadoğu ve İran üzerindeki planları, İran'da işlerin mevcut haliyle daha fazla sürmesini imkansız kılıyor. Şunu sıkça söylüyoruz, fakat ne kadar anlaşılıyor, bilemiyoruz. Ama yine de belirteyim, Ortadoğu'da demokratikleşme adımlarına ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacın en fazla olduğu yerlerin başında İran gelmektedir. İran başta Kürt sorunu olmak üzere sorunların çözümü için demokratik adımlar atmalıdır. Biz ne İran'a ne de başka yerlere müdahalelerin olmasını istemiyoruz. Sorunların iç dinamiklerle, demokratikleşmeyle çözülmesini doğru görüyor ve hareket olarak bunun mücadelesini veriyoruz. Bu öngörümüz İran için de Türkiye için de başka yerler için de geçerlidir. İran'ın bu temelde adımlar atması en doğru çözüm yoludur. Aksi halde şu anki gidişat son derece yanlış ve tehlikelidir. Verilen idam kararlarını kınıyoruz. Baskıyla, bastırmayla, idamlarla sorunlar çözülemez, hiçbir şey elde edilemez. İran verdiği idam kararlarından vazgeçmeli, idamları durdurmalıdır.