Sakine Cansız’ın anılarında 14 Temmuz

“Devrimin önderliğini, öncülüğünü bu kadar yalın, katıksız bir bağlılıkla temsil etmekti 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu'nun anlamı."

PKK’nin öncü kadrolarından Sakine Cansız, 14 Temmuz direnişinin etkisini “Korkular yıkılmaya başlamıştı. Herkes onları konuşuyordu. Herkes onları yaşıyordu. Herkes onlarda kendilerini sorguluyordu. Eylemi başlatırken duydukları büyük sevinçten, son ana kadar geçen her şey bir tarihti. Mahkemelerde, savunmalarda bu tarih konuşuluyordu.Bu tarihin yaratma, yaşatma ve yüceltme gücü zindanı aşmıştı. O gücün etkisini durdurmak, kırmak mümkün değildi artık" şeklinde özetliyor.

PKK’nin kurucularından Mazlum Doğan, 21 Mart 1982’de üç kibrit çöpüyle bedenini Newroz ateşine dönüştürdü. Bu eylemin ardından ‘Dörtler’ olarak anılan Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin de 18 Mayıs 1982'de bedenlerini ateşe vererek direnişin halkası oldu. Mehmet Hayri Durmuş, 14 Temmuz 1982’de mahkeme salonunda ölüm orucu eylemi başlattı. Durmuş'un eylemine Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz da dahil oldu. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nde 9 Eylül'de Kemal Pir, 12 Eylül'de Mehmet Hayri Durmuş, 15 Eylül'de Akif Yılmaz ve 17 Eylül'de Ali Çiçek şehit düştü. Dönemin tanıklarından ve 9 Ocak 2013’te Paris’te şehit edilen PKK’nin öncü kadrolarından Sakine Cansız, ‘Hep Kavgaydı Yaşamım’ adlı otobiyografik eserinin 2. cildinde 14 Temmuz’u da anlatıyor. 

SEVİNÇTEN AĞLAMAYA BAŞLADIK

Ağustos’un ortalarına doğru bir gündür ve uzun zamandır kullanılmayan cezaevi hoparlöründen hışırtılar gelir. Askerlerin hareketliliğinden ve koğuşların ses sistemini yoklamalarından önemli bir durum olduğunu tahmin ederler. Esat Oktay bir grubun ölüm orucu eylemini başlattığını söyler ve bu eylemi başlatanlar için hakarette bulunur. Devamında ölüm orucunu bıraktığını söyleyen Ali Kılıç isimli bir tutsağı mikrofon başına getiren Esat Oktay'ın amacı anlaşılır. Etkisi büyük bir eylem başlatılmış ve Esat Oktay korkmaktadır. O anları Sakine Cansız anlarında şu sözlerle anlatıyor: "Konuşmaları boş verdik. Sarılıp birbirimize, sevinçten ağlamaya başladık. Demek ki eylem vardı. Esat Oktay ne iyi yaptı. Belki de zindan sürecinde en makbule geçen, tek olumlu diyebildiğimiz bir şey yapmıştı; bizi beklentiden kurtarmıştı. İnsanı çatlatan bir beklentiydi. Acaba kaçıncı gündü? Yeniydi kesin. Mahkemeleri olan grupları hatırlamaya çalıştık. Kesin ana davaların duruşmalarında açıklamışlardı. (…) Hemen yukarıya not yazdık. Havalandırma sakindi, biz aşağıya ineli beri arkadaşlar kendi saatlerinde bile çıkmıyorlardı. Bizim sürekli içeride oluşumuzdan etkilenmişler, bizimle aynı şeyleri paylaşmak istiyorlardı. Fadime'yi çağırıp notu attık, sözlü de söyledik. Fadime sevinçten çığlık attı. Birkaç dakika geçmeden, yukarıdan gürültüler, koşuşturma, sevinç çığlıkları geldi."

ARKADAŞLARI YALNIZ BIRAKMAYALIM

Aldıkları haberden sonra eyleme dahil olma planları yapmaya başlarlar. Nasıl olacaktır, kimler katılacaktır, ne zaman açıklanacaktır, diğer koğuşlarda kalan arkadaşlarla kadın koğuşunun mutlak tecrit içerisinde nasıl iletişim kurulacaktır? Bunların hepsi üzerinde ayrıntılı düşünülmesi gereken konulardır. Ancak bir an önce de harekete geçmek gerekmektedir. Çok heyecanlıdır Sakine Cansız. Aynı anda birçok şeyi düşünmekte ve hissetmektedir. Şöyle devam ediyor: “Acaba geçen süreçlerin o ezikliğini yok edebilir miydi bu eylem? Mazlum'u yalnız bırakmıştık. Dörtler'i yalnız bırakmıştık. Her defasında kocaman bir acı gelip göğüs kafesime oturuyordu. Çok mu imkansızdı, arkadaşlar bize ulaşamazlar mıydı, koğuşlar da bizim gibi miydi? Herhalde hiçbir yer bizim yaşadığımız tecritliği yaşamıyordu.Benim duruşmamın tarihini esas alırsak geç olur mu? Ama mahkemede açıklamalı, kamuoyuna duyurmalıydık. En azından arkadaşlar bilmeliydi. Yoksa Esat bizim katıldığımızı ne yapar eder gizli tutar, yansıtmazdı. Her şeyi çok mu ince hesaplıyorduk? Bir yerlerden başlatmak gerekiyordu. Arkadaşları yalnız bırakmayalım yeter. Tabii sessiz sedasız da olmamalıydı. Esat dilekçeleri kabul etmeyip dikkate almayabilirdi ama sorumluluğu üstlenemezdi. Mahkemeye dilekçeleri göndermek zorundaydı."

DAHA NEYİ BEKLEYECEKTİK!

Eyleme katılmaya dair bütün planlamalarını yapmışlardır, iki grup halinde 7 kişi katılacaklardır. İlk grupta Sakine Cansız, ikinci grupta Gültan Kışanak vardır. Yönetim koğuşlarından onay bekliyorlardır. Bekledikleri haber bir türlü gelmemektedir. Sakine Cansız sabırsızlanmaktadır. 'Neden, ne hakla?' diye düşünmektedir. 'Bize güvenmiyorlar mı? Ne zamana kadar bekleyeceğiz?' Oysa durum bambaşkadır. Ölüm orucundaki Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz'ın sağlık durumlarına dair çelişkili ve kaygı verici duyumlar vardır. Mahkemeye gidenlerin getirdiği haberlerle eylemin boyutlarını ve şehadetleri  öğreneceklerdir. Çok üzgündür Sakine Cansız. Hem kayıplardan hem de içinde bulundukları durumdan dolayı. Kadınlar koğuşuna uygulanan katmerli tecrit yüzünden eylemi zamanında öğrenememiş, tüm çabalarına rağmen iletişim kurup dahil olamamışlar. Şunları yazıyor: “Kime, neye, hangi davranışa, hangi acı yüklü habere dayanacak, alışacaktı? Peki bu haberler öldürmüyor muydu? Yüreğimizi paramparça etmiyor muydu? Daha neyi bekleyecektik? Bu kaçıncı soru, bu kaçıncı ahtır, kaçıncı çığlıktır yüreğe oturan? Pir ve Hayri arkadaşların şehadeti kesindi. Akif ve Ali'den, Karasu'dan yana net haber yoktu. Tarihlerini de söylediler. Eylül’de Pir ve Hayri arkadaşlar şehit düşmüştü. Temmuz’da başlamış direniş. Bazı arkadaşlar daha ölüm orucuna katılmışlar. Fuat Kav da katılmış. Ertesi gün hastaneye gidenlerden farklı haberler aldık. Karasu şehit düşmemişti. Ölüm orucu sonuçlanmış. Arkadaşlar hastanedeymiş. Ali Çiçek ve Akif Yılmaz'ın da şehadetini öğrendik çok geçmeden. Temmuz’dan Eylül ortalarına kadar yaklaşık iki ay kadar sürmüş. Tekrar geriye gittik. Hoparlörde konuşulduğunda kaçıncı gündü? Saydık günleri, yarılanmış neredeyse. Biz öncesinden başlamış olabileceğini düşünsek bile, pek ihtimal vermemiştik. Çünkü mahkeme tarihlerini kesin bilemiyorduk. En çok bir hafta, on günlük olabilir diyorduk. Kendimizi ikinci posta olarak değerlendiriyorduk. Meğer ikinci postalar da katılmış. Biz ancak arkadaşlar ölüm sınırındayken ve her şey sonuçlandığında öğrenmiştik."

YALIN, KATIKSIZ VE BAĞLILIKLA TEMSİL

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin ayrıntılarını öğrendikçe çok boyutlu bir sorgulamaya tabi tutacaktır kendini Sakine Cansız. 14 Temmuz tarihinin seçilme sebebinden ölüm orucu şehitlerinin amaçlarına, son nefeslerine kadar ne düşünüp hissettiklerine, eylemin sonuçlarına dair günlerce düşünecektir. Şöyle yazıya döküyor: "Evet, Temmuz seçilmişti. Fransa'da Bastille ayaklanmasının tarihiydi. Ve mahkemede ilk olarak ölüm orucu eylemini Hayri arkadaş ilan etmişti. Bedenlerinin her hücresini ortaya koyarak başlatılan büyük direniş, büyük ayaklanma. İşkencelerin ve baskıların kalkması, savunma yapma koşullarının yaratılması temel istemlerdi. Savunma! Tarihte Dimitrof’un Reischtag savunması var, faşizmi yargılıyor. Diyarbakır'da sömürgeciliği yargılamak! Düşmanın PKK’yi bu kahraman yoldaşların, biz tutsakların şahsında yargılama planını tersine çevirecek bir savunma, bir tarihi yargılama olmak zorundaydı. Bunun tarihsel önemini en iyi bilenler, en iyi anlayanlar başlatmışlardı bu yargılamayı. İnsanlık tarihini böylesine anlamlandıran, ona görkemlilik kazandıran başka güzel, onurlu bir olay var mıydı acaba dünyada? Bedenlerin hücre hücre eritilişinde insanlığı yüceltmek, bir halkın umutlarını büyütmek, bir davanın bu kadar net, kesin zafer, başarı vaat eden özelliğini ortaya koymak! Devrimin önderliğini, öncülüğünü bu kadar yalın, katıksız bir bağlılıkla temsil etmekti Temmuz Büyük Ölüm Orucu'nun anlamı. Korkular yıkılmaya başlamıştı. Herkes onları konuşuyor, yaşıyordu. Herkes onlarda kendilerini sorguluyordu."

DÜŞMANIN BİLE SECDEYE DURDUĞU ŞEHADETLER

Kadınlar koğuşunda 14 Temmuz direnişine dair bir toplantı düzenlerler. Koğuş cezaevinin genel yapısı gibi parçalı ve kararsız duruşlara sahip insanları da barındırmaktadır. Ancak eylemin hem kendisi hem de etkisi çok büyüktür. Anma toplantısında Sakine Cansız'ın yaptığı konuşma koğuştan ayrılanlardan birinin aktarması ile Esat Oktay'a gider. Güvenlik amiri Ali Osman Aydın, koğuşu basar ve Sakine Cansız'a şiddet uygular. 14 Temmuz direnişinin etkisinin yayılmasından korkulmaktadır. Anma toplantısı ve sonrasında yaşadıklarını Sakine Cansız anılarında şöyle paylaşıyor: "Herkes katılmamıştı. Bazı gruplardan kadınlar korkularını yenememişlerdi. Utançlarını kulaklarına çektikleri battaniyelerle kapatmışlardı. Böyle korku dolu utançlara yer yoktu! 'Düşmanın bile olağanüstülüğü karşısında secdeye durduğu bu şehadetlere saygısızlık edemezsiniz. Kalkın gidin gözlerimizin önünden, saygı duruşunda, onları anmaya çalıştığımız bir anda hiç olmazsa karamsarlığa, umutsuzluğa, korkuya yatmayın.' demiştim. Ve ilk kez diğer gruplardan biri, Liceli Halide de kısa bir konuşma yapmıştı; 'Pirler, Hayriler bizim de şehidimiz. Onlar onurluca şehit düştü' demişti. Bir iki söz bile önemliydi. Ali Osman 'Duyduğuma göre ağlamışsınız, saçınızı, başınızı yolmuşsunuz. Bilmem 'Onlar ölmedi, yaşıyorlar, demişsiniz. Sakine Polat canımı sıkıyorsun. Saygı duruşu, saç, baş yolmak nedir? O hayvan oğlu hayvanlar kimmiş? Söyle!' dedi. Ben suskunluğu bozarak, 'Küfür etmeyin. Onlar devrimcidirler. Kimse saç baş yolmadı...' daha konuşmamı bitirmeden tokatlar yüzüme inmeye başladı. Vurduktan sonra da hiç beklemeden çıktı. Daha fazla konuşsa, kişilerdeki tepkileri toplamaktan öte bir şey ifade etmezdi. Bu bir uyarıydı. Birileri anlatmıştı demek. 

YÜZLERCESİNİN RUHU CANLANMIŞTI

İşkence zoruyla itirafa zorlananların çoğu itiraflarını geri almışlardı. Hemen her duruşmada ‘Parti'den, şehitlerden af diliyorum’ deniliyor ya da ‘O ifadeler işkence altında imzalandı. Partiy’e layık bir direnişçilik göstermedim. Parti şans verirse bunu bundan sonra canım pahasına, doğru değerlendireceğim’ diyenler oluyordu. Yüzlercesinin ruhu böyle canlanmıştı.”

ÖLÜMDEN KORKUYORDU ESAT

Sakine Cansız, bundan cezaevinde kalma motivasyonunu Esat Oktay'ı öldürmek üzerine kurar. Amacı hem 14 Temmuz şehitlerine hem de aşatılan tüm vahşetin intikamını almaktır. Değerlendirmesine şöyle devam ediyor: “Yaşamın anlamı, soluk alıp verişlerin, yürek atışlarının bir ideale yol alışın, bitimsiz akışın kendisi olduğu gerçeğindedir. Yoksa o duyuşların yüceliği anlaşılmaz. Ölümün bu kadar güzel ve anlamlı oluşu; onda bu kadar yaşam büyüklüğünün saklı oluşu, bunu yaşayanların güzel ve yiğit oluşundandı. An an yaşamı ve ölümü bu kadar yakın ve onurluca yaşamak ancak onlara nasip olmuştu. Bir de Esat vardı ki, bu ölüme kurban kesmişti. Büyük ölüme ancak büyük kin duyanlar, büyük insanlık dışılığı yaşayanlar kurban kesebilirdi. Esat ölümden o kadar çok korkuyordu ki, en korktuğu noktada korkunç bir saldırganlıkla ölümlere kurban kesebiliyordu. Evet, Pirlerin şehadetini duyduğunda Esat askerlere beslettiği iki kuzuyu kurban kestirmişti. Birini Hayri, birini Pir için. Bu da herhalde ilk kez bizim düşmanımızda ortaya çıkan bir alçalma biçimiydi.”

GÜNLERCE PLAN KURDUM

"Mazlumlara, Dörtlere, Pir ve Hayrilere layık olamamıştık. Onları yalnız bırakmıştık. Yaşamın da, ölümün de onurlusunu onlar temsil etmişlerdi. Evet, eylemlerin etkisi çok değişik biçimlerde sürmeye devam ediyordu. Havalandırmada buzları kırmak için getirilen demir şişler vardı. Onlardan birini alıp saklamıştım. Günlerce plan kurdum. Ve ‘İlk anda Esat saldırdı onun için vurdum’ diye ifade verecektim. Amaç mahkemeye kadar sağ kalmayı sağlamaktı. Mahkemede eylemi direkt üstlenecek ve ‘Esat onlarca arkadaşın katilidir, onun için vurdum’ diye savunma yapacaktım. Ondan sonrası ya idamdı ya da cezaevinde işkenceli infazdı. Her ikisine de hazırdım. Esat kaçıp gitmişti ya da korumaya alınmıştı. Artık umudumuz dışarısıydı. Esat yaşamamalıydı. Esat yeryüzüne layık değildi. Onun havayı teneffüs etmesi bile suçtu. Onun toprağa, lanetli potinleriyle basması suçtu, kirletiyordu. Onun ölümü bizim elimizden olmalıydı. İnsan öldürmek zevk vermez. Hayır! Kavganın içinde olmama rağmen sınıf savaşının bu karakterine onlarca, yüzlerce kez lanet de okumuşum. Ama Esat gerçekten yaşamamalıydı. Onun her hücresinde insan kanı vardı."