14 Mayıs seçimlerine sıradan ve yüzeysel yaklaşılamayacağının altını çizen Çiğdem Doğu, "Acil bir biçimde bu iktidarı alaşağı etmek, iktidarı boyunca işlediği tüm suçlardan dolayı yargılamak olmazsa olmaz bir düzeye gelmiştir" dedi. Doğu, "Müthiş bir duyarlılıkla sandıklara gidilmeli, gitmeyenler ikna edilmeli" diye kaydetti.
Sandıkta veya olası kaos planlarına karşı örgütlü duruş sergilenmesi gerektiğini vurgulayan Doğu, Yeşil Sol Parti'de kenetlenmeye çağırdı.
KJK Koordinasyon Üyesi Çiğdem Doğu, 14 Mayıs'taki seçimlere ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı.
14 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri yapılacak. Seçimlerde faşist şef Erdoğan’ın öncülük ettiği AKP-MHP ve Hüda-Par (Hizbul-kontra) faşist ve çete ittifakı, yine içinde faşist grupların bulunduğu Millet İttifakı ve Kürt Halk Önderi'nin tanımladığı 3. Yol Demokratik Siyaseti çizgisinde Emek ve Özgürlük İttifakı yarışıyor. 14 Mayıs seçimlerine ilişkin neler belirtebilirsiniz?
Bu seçime ilişkin şüphesiz çok şey söylenebilir, söyleniyor da. İlk defa seçim yapılmıyor tabii ki. Ancak ilk defa herkes için bu kadar önemli bir içerik taşıyan bir seçim oluyor. İktidar ve yandaşları için de, iktidar karşısında geniş bir yelpazede yer alan muhalefet ve devrimci-demokrat kesimler için de çok önemli bir muhteva taşıyor. Elbette biz devrimci, sosyalist güçler için son nokta değildir. Ancak yirmi bir yıllık AKP iktidarının geliştirmiş olduğu faşist rejime karşı tabandan güçlü bir ret cevabı geliştirmek önemlidir. Halkların, kadınların, bu faşist rejim karşısında ezilen tüm kesimlerin ortak bir sesle hayır demesi, mücadele eden tüm güçlerin mücadelesine daha ivme kazandıracaktır. Halkların ve kadınların hak ettiği adalet, özgürlük ve demokrasi, hayal olmaktan çıkıp hakikate dönüşecektir.
'YÜZEYSEL YAKLAŞILAMAZ, ACİLEN İKTİDAR ALAŞAĞI EDİLMELİDİR'
Bu nedenle Türkiye tarihinin bu dönemecinde bu seçimlere sıradan ve yüzeysel yaklaşmadan en büyük sorumlulukla sahip çıkmak önem arz eder. Türkiyeli halklar, Kürt halkı, kadınlar böyle bir ahlaksız sistemi, yaşamı hak etmiyor. Acil bir biçimde bu iktidarı alaşağı etmek, iktidarı boyunca işlediği tüm suçlardan dolayı yargılamak olmazsa olmaz bir düzeye gelmiştir. Bölgesel olarak da saldırgan ve sömürgeci politikalarını göz önünde bulundurduğumuzda, sadece Türkiye sınırları içinde değil bölge halkları ve kadınları için de bunun olmazsa olmaz bir düzeyde olduğunu görüyoruz. Bu milliyetçiliği, dinciliği ve cinsiyetçiliği zirvelere tırmandıran AKP-MHP iktidarı, toplumun ve kadınların taşıyamayacağı bir noktadadır. Yaşamı, ahlakı, adaleti, sevgiyi, hoşgörüyü, doğayı, kadın-erkek ilişkilerini, yaşam ve toplumla ilgili her şeyi tarumar etmiş, zehir gibi yaşanılmaz bir yaşam geliştirmiştir. Artık buna son vermenin, doğru, iyi, güzel ve anlamlı bir yaşamın yoluna girmenin, bu toprakların hak ettiği yaşamın inşa edilmesinin zamanı gelmiştir.
İşte bu seçimde yapılacak tercihle, şu ittifakın adayını, bu ittifakın adayını seçmekten ziyade ya insanca onurlu yaşam ya da insanlık dışı onursuz bir yaşam seçilecektir. Türkiyeli ve Kurdistanlı halklar, liberalizm ile Ortadoğu’nun gerici iktidar zihniyeti arasında, kadınlar porno ile türban arasında, inancı olan insanlar laiklik ile Sünni iktidarcı dincilik arasında, Kürtler beyaz soykırımcı ile yeşil soykırımcı güçler arasında sıkıştırılmak istenmektedir. Yüzyıl boyunca yürütülen tüm politikalar, bu iki çözümsüz yozlaştırıcı çizgi ile örülüp sürdürülmüştür. Bunlar özellikle de son yirmi bir yılda toplumu adeta uyuşturmuş, zehirlemiştir. İki çizgi de üzerinde yürünecek çizgi değildir. Tüm cumhuriyet tarihi boyunca denene denene bu yollar aşınmış, çaresizliğini her seferinde bir kez daha kanıtlamıştır.
'ÜÇÜNCÜ YOL KADERİMİZİ YENİDEN ÇİZMEK İÇİN TARİHİ ÖNEMDE'
Cumhuriyetin 100. yılına girdiği 2023 yılında, 14 Mayıs seçimlerinde, bu denenmiş ve çözümsüzlüğü ispatlanmış yolu değil, üçüncü ve çözümcü yolu tercih etmek ve bu yoldan kaderimizi yeniden çizebilmek tarihi bir önemdedir. 100. yıl halklar ve kadınlar, ezilen tüm kesimler için demokratik bir cumhuriyet yılı olmalı, ikinci yüzyıla aydınlanmış ve demokratikleşmiş bir Türkiye perspektifiyle girilmelidir. Asli olan insandır, toplumdur, kadındır, doğadır. İşte üçüncü çizgi asli olan bu değerleri, insanı, toplumu, kadını ve doğayı merkezine alarak politika yapmak, yaşamı yeniden inşa etmektir. Kendi iradesi ve elleriyle, insanca tartışarak, insanca çelişkilerini çözerek, umut ve sevgi yaratarak kendi çözümünü geliştirmektir. Bu seçim yarışının yıldız gibi parlayan ittifak gücü Emek ve Özgürlük İttifakı, partisi de Yeşil Sol Parti’dir. Üçüncü ve alternatif çizgi, yeni yaşam ve özgür insan çizgisidir, felsefesidir.
Tarih, tercihlerde yenilikler yapılmadığı müddetçe tekerrür eder. Yeni ve insanlıktan yana, kadın ve doğanın özgürlüğünden yana tercih yaptıkça tarihin, yaşamın, kadınların, gençlerin ve tüm ezilenlerin kaderi değişir. Özgürlük, insanın ve toplumun doğrudan, iyiden, güzelden, anlamdan yana tercih gücünü geliştirmesiyle hayat bulan bir hakikattir. Dolayısıyla denene denene aşınmış, yozlaşmış, çaresizleşip saldırganlaşmış iktidar güçleri, ittifakları değil, yıllarca onurla mücadele edip özgürlük ve eşitlik değerlerini yükselten üçüncü çizgi ve halkların ve kadınların özgür iradesi tercih edilmelidir.
Türkiye’nin ikinci yüzyıldaki kaderini üçüncü çizginin temsili olan Yeşil Sol Parti belirleyecektir. Bu nedenle herhangi bir seçim değil, bir yüzyılı, milyonlarca insanın hayatını ve geleceğini belirleyen bir seçimdir. Herkesin bu tarihi derinlikle bakıp sorumlu yaklaşması bu nedenle çok önemlidir.
'KADIN VE KÜRT DÜŞMANLARI BİRLEŞTİ'
Erdoğan’ın öncülük ettiği AKP-MHP-BBP-YRP ve Hüda-Par ile çete ittifakı oluşturulmuş durumda. Bu faşist çete ittifakının en belirgin ve temel özelliği de kadın düşmanlığı şeklinde öne çıkıyor. Bu ittifaka karşı kadınlar nasıl bir mücadele geliştirmeli?
“Kan çekiyor” diye bir söz var, bu söz siyasette de geçerlidir. Tam bir halklar düşmanı, kadın düşmanı, toplum düşmanı bir ittifaktır Cumhur İttifakı. Bunların kanı birbirini çekiyor, kadın ve toplum düşmanı bu faşist iktidar tehlikeye girdi mi hemen akraba partiler olarak birleşip can vermeye çalışıyorlar. Hepsinde de Kürt düşmanlığı, ırkçı-milliyetçi hastalık, kadın düşmanlığı, emek düşmanlığı çok belirgin. Bunlar birbirlerini ağırlıyorlar. Miladı dolmuş marjinal partilerle ne kadar ‘taze kan’ vermeye çalışsalar da bu hasta iktidarın maskesi düşmüştür, cenaze gibi ortada durmaktadır. Erdoğan’ın sağlık durumu ne ise AKP-MHP ittifakının da sağlık durumu aynıdır.
Tek adam rejimi artık hasta adam rejimidir. Tekçi sistemler, rejimler hastalık yaratır, ölümcüldür. Hem yapanı ve hem de üzerinde siyaset yürüttüğü toplumu hasta eder, zehirler. Osmanlı’nın son yıllarına o kadar benziyor ki şu yaşadığımız zaman. Şimdi zaman, bu tek-hasta adamın, cenaze haline gelmiş rejimin ve akraba partilerinin cenazesini kaldırma zamanıdır. Tabii bu cenazenin 21 yıldır yaptıklarının hesabı öbür dünyaya bırakılmayacak, Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle ‘helalleşme’ olmayacak, bu dünyada tek tek hesap sorulacaktır. Yürüttüğü soykırımcı savaş politikalarının, Kürt halkına, devrimci-demokrat kesimlere, kadınlara, çocuklara, işçi ve emekçilere, doğaya, ağaca, suya, toprağa nasıl düşmanlık yaptıklarının tek tek hesabını verecek bunlar.
Özellikle de kadınlara tek tek hesap verecekler. 21 yıl boyunca Türkiyeli ve Kurdistanlı kadınların, çocukların yaşamadığı felaket kalmadı. Haddi hesabı belirsiz düzeyde taciz-tecavüz, kadın katliamı, işkence, şiddetin her türlüsü, fuhuş, emek sömürüsü, erkeği her türlü kışkırtma, erkek şiddetini her biçimde koruma, adaletsizlik, hapsetme, cehalete mahkum etme, erkeğe muhtaç hale getirme, bir yandan geleneksel cinsiyetçiliği kışkırtma diğer yandan liberal politikaları sonuna kadar uygulama, bu iki çizgi arasında sıkıştırıp kadınları çaresizleştirme, intihara sürükleme, göçe zorlama, susturma, en doğal hakkı olan konuşmasını, gülmesini, hatta hamileliğinin görünmesini bile ayıp ve günah sayma ve daha bir çok korkunç saldırıyla karşı karşıya kaldı kadınlar. Bu rejim kadına karşı yüzde yüz suçludur, bedeli ödenemeyecek günahlarla doludur.
KADINLAR İÇİN SON YİRMİ YILIN ÖZETİ...
Bu yirmi bir yılın kadınlar açısından çok kısa bir özetine bakalım:
AKP iktidarı boyunca kadına yönelik şiddet ve katliamlar son hızla ve artan bir biçimde devam etmiştir. Meclis, hükümet, yargı, polis ve ordu, MİT ve sivil görünümlü yedek ordu, iktidarcı tarikatlar eliyle çok yönlü kadına dönük suçlar işlenmiş ve bu suçların çoğu cezasız bırakılmıştır. Alınan kararlar erkek ve devlet lehine alınmıştır.
Cinsiyetçi söylemler, küfür ve hakaretler ayyuka çıkmış, kadın bedeni Erdoğan başta olmak üzere tüm devlet kurumlarının, ataerkil kurumların üzerinde fil gibi tepindiği, üzerinde her şeyin söylenebildiği ve yapılabildiği bir meta haline getirilmiştir.
AKP yürüttüğü savaş politikalarıyla doğru orantılı bir biçimde milliyetçilikle cinsiyetçiliği-erkek egemenliğini başa baş yürütmüş, yaşamın her alanını kutuplaştırarak yaşamın kendisini, kadın-erkek ilişkisini tam bir savaş alanına dönüştürmüştür. Öyle ki toplumda kışkırtılmış egemen erkeklik kadını adeta düşman gibi görerek şiddet uygulamaya başlamıştır. DAİŞ tarzı işkence ederek, bedenine ve ruhuna eziyetler çektirerek katletme geleneği ortaya çıkmıştır.
Aile, evlilik, annelik, çok çocuklu olma vb. kavramlar öne çıkartılarak, kadının özgür iradesinin hapsedildiği olgular haline getirilmiştir. Kutsallık atfedilen bu olgular ile ev içi şiddet, tecavüz, sömürme vb. gibi sorunlar, ailenin ve devletin, yani AKP’nin çıkarları doğrultusunda meşrulaştırılmış, kadını bu korkunç kadere zorla ‘razı’ ettiren bir durum gelişmiştir.
Kurdistan’da gelişen kadın iradesini boşa çıkarmak için kadın örgütlülüklerine saldırmış, kapatmış, Kürt kadın siyasetçilerini ve mücadele eden kadınları tutuklamış, işkencelerden geçirmiştir. Belediyelere kayım atadıklarında ilk yaptıkları iş kadına hizmet veren kurumları kapatmak, isimlerini değiştirmek olmuştur. Kürt analarının direngen iradelerini kırmak için yapmadıkları şey neredeyse kalmamıştır. Bununla birlikte üniformalı tecavüzcü ordusunu, uzman çavuşlarını, polislerini, ajanlarını, korucularını Kürt kızlarını iradesizleştirmek için tecavüzden katletmeye, Gülistan Doku gibi cenazelerini bile ortadan kaldırmaya kadar vahşi biçimlerde kullanmış, faillerin hepsini beraat ettirmiştir. Batman’da, Van’da, Şırnak’ta küçücük kız çocuklarına onlarca kişi defalarca tecavüz etmiş, failleri yine serbest bırakılmış, korumaya alınmıştır. Bununla birlikte özgürlük mücadelesi veren Kürt kadın öncülerine karşı devlet sınırlarını da aşarak Başûr’da, Paris’te, Rojava’da saldırmış, katletmiştir. Zindanlarda direnen kadınlara karşı eşi görülmemiş zulüm ve işkence uygulamıştır.
Kanunları elinde oyuncak gibi yapmış, bir yerde düzeltiyormuş gibi yapıp uygulamada tamamen boşa çıkartan bir yaklaşıma girmiştir. Birçok kez de kadınların ortak mücadelesi ile kazanılmış hukuki hakları tekrardan keyfi bir biçimde gasp etmiştir. Kadın katillerini ve tecavüzcü unsurları açıkça savunmuş, korumaya almıştır. Tecavüz olayında çocuğun ‘rıza’sı gibi akıl ve vicdan almaz bir kavram ortaya atmış, ahlaksızlıklarını zirveleştirmişlerdir. Kadın-erkek eşitliğinde, hasta adamın ağzından çıkan “Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum değildir, olamazlar” söylemi ile fıtrat edebiyatı geliştirmeye başlamıştır. 2011 sonrası Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı isminden kadın kavramını çıkarıp bakanlığın ismini önce Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak, daha sonra da Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı olarak değiştirmiştir. Böylelikle aile dışında bir kadın kimliği tanımadığını net olarak ortaya koymuştur. Buradan da yola çıkararak boşanmayı, az çocuklu olmayı kötülemiş, aileyi, anneliği, çok çocuk yapmayı kutsamaya başlamıştır. Diyanet İşleri Bakanlığı da kadın ve aile ‘uzmanı’ olarak sorunlara müdahil olmuş, korkunç söylemlerle, fetvalarla kadına ve çocuklara olan düşmanlığı meşrulaştırmaya çalışmıştır. Kendilerine göre yoldan çıkmış kadınları ‘ıslah’ etmek için Milli Eğitim Bakanlığından tutalım, Sağlık Bakanlığına, Adalet ve İçişleri Bakanlığına kadar hepsi aynı minvalde kadınları kuşatan ve yok sayan politikaları bütünlüklü bir biçimde yürütmüşlerdir.
Özellikle de -Erdoğan’ın deyimiyle- Allah’ın AKP hükümetine bir hikmeti olarak gelen 15 Temmuz darbesi ve sonrası süreç tamamen kadınların aleyhine gelişen bir süreç olarak işlemiştir. OHAL ilanı ve KHK’ler kadın düşmanlığını sistemleştirmede çok kolaylaştırıcı ve hızlandırıcı bir rol oynamıştır. Kışkırtılan ve paranoyaklaştırılan egemen erkeklik, ülkede tecavüzü, şiddeti, sokak ortası işkenceyi normalleştiren bir düzeye getirmiştir. Çıkardıkları infaz yasalarıyla tecavüzcüler ve kadın katilleri serbest bırakılmış, sokaklar kadınlara şiddet alanı haline getirilmiştir.
En son 2021 yılında, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesini ifade eden İstanbul Sözleşmesi de feshedilmiş, kadın kazanımları bu biçimiyle de gasp edilmiştir.
Tayyip Erdoğan deprem olduğunda “Bunlar kader planının içerisinde olan şeyler” demişti, AKP-MHP’nin yirmi bir yılda kadınlar için yarattığı etki de çok şiddetli bir deprem niteliğindedir. Ve söylenildiği gibi bu faşist rejimin kadınlara dayattığı da böyle bir kader planıdır. Bu kader planını yazan, çizen ve uygulayan hegemon ve faşist erkekliğin öncüsü AKP-MHP rejimidir. Yirmi bir yılda çok özet biçimde anlatmaya çalıştıklarımız AKP-MHP’nin kadınlara çizdiği kader planıdır. Savaş ve şiddet politikaları ile iç içe geçirilen devlet politikaları ve tek adam rejimiyle, kadın kimliği yok sayılmış, bu kötü kadere razı edilmek istenmiştir. AKP, tek adamcılığı geliştirdikçe devletçiliği ve aileciliği de geliştirmiş, tek adamcılık, savaş politikaları, devletçilik, ailecilik ve cinsiyetçilik kol kola bu süreci götürmüştür.
İşte bu Cumhur ittifakı denen güruh da kadın düşmanlığında ortaklaşmaktadır. Bunları birleştiren çimento Kadın, Kürt ve emek düşmanlığıdır. Hegemon Erkeklik, milliyetçilik ve para tutkusu bunları büyük bir aşk ile birbirine bağlamıştır. Ama bu defa bu suç ortaklığı kazanamayacaktır.
'KADIN MÜCADELESİNİN DAHA ETKİLİ YÜRÜTÜLMESİ GEREKİYOR'
Bu erkek egemen zihniyete karşı seçimlerde kadınlar nasıl bir duruşta olmalı? 14 Mayıs'ın her anlamıyla gelecek açısından belirleyici bir rolü olduğu belirtiliyor. Geleceğin öncüleri olan kadınlar için 14 Mayıs nasıl bir anlam taşımaktadır?
Kadınlar, yıllardır bu rejime karşı mücadelelerini yürüttüler, her türlü baskıya, zora rağmen bu mücadele geliştirildi. Kadın mücadelesinin daha güçlü ve etkili yürütülmesine ihtiyaç vardır şüphesiz. Ancak bu faşist ve cinsiyetçi saldırılara karşı hiç susmayan güç kadınlar oldu, cesur bir duruş ortaya çıktı. Ancak karşımızdaki güç hegemon erkeklik olarak kendisini sistemsel örgütlemiş ve sistemli bir biçimde saldırmaktadır. Buna karşı sadece protesto eylemleri geliştirmek yeterli değildir, kadın hareketleri, örgütleri, sivil toplum örgütlenmeleri de ortak ve sistemli bir örgütlülük gücünü yaratarak süreklilik kazanan bir mücadele geliştirebilmeliydi. Yetersizlik en fazla bu noktada ortaya çıktı.
'ÖRGÜTLÜLÜK VE ÖZ SAVUNMA KADER DEĞİŞTİRİR'
Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken, kadınların da kaderini belirleyen bir tutum içinde olması çok ama çok büyük bir önem arz etmektedir. Kadınlar ancak örgütlü ve öz savunmalı ise kaderlerini değiştirebilirler. Dikkat edersek AKP iktidarı boyunca kadınlara dayatılan, örgütsüzlük ve öz savunmasızlık olmuştur. Bu nedenle kadınlar ya katliama uğramış ya da yalnızlaştırılarak, korkutularak egemen erkekliğe ve onun sistemsel tezahürü olan devlete muhtaç edilerek tabi kılınmıştır. Bir kısır döngü de bu noktada yaşanmaktadır. İşte kadınlar olarak bize yaşatılanların hesabını sormak ve daha da ötesinde özgür ve eşitçe yaşayabileceğimiz bir yaşamı inşa etmek için örgütlenmeli ve mutlaka öz savunmamızı yapabilmeliyiz. Kadın mücadelesinin stratejisi buna dayanmalı ve aynı zamanda bu strateji çatısı altında gücümüzü, örgütlülüğümüzü birleştirmeliyiz. Bu hegemon erkekliğin şu veya bu biçimde yazmış olduğu sözleşmeleri yırtıp atıp kendi ellerimizle, kendi irademizle yeniden özgürlük sözleşmemizi yazmalıyız.
Bu seçim vesilesiyle kadınların da ortaklaşan gücü açığa çıkarması, kendilerine dair politika ve örgüt oluşturmak üzerinden güçlü bir kararlaşmayı yaşaması çok önemlidir. İşte bu açıdan da kadınların partisi olan Yeşil Sol Parti’yi tercih etmek, mücadelenin bir kanalı olarak Meclis’te yer almak, oradan da kadın mücadelesini yükseltmek önemlidir. Meclis’te kadınların sesini çoğaltmak, eşit temsiliyet anlayışı ve kültürünü burada güçlü bir biçimde geliştirmeye çalışmak, sokak, iş yeri, ev içi, şehir, köy mekanlarıyla birlikte Meclis'te de mücadeleyi güçlendirmek çok önemlidir. Kadınların mücadelesi de politik güç olmaktan tutalım ekonomik, sosyal, eğitimsel, sağlık, hukuki, öz savunma boyutuna kadar geniş bir yelpazeden sistemsel ele alınması gereken bir boyuta gelmiştir. Böyle bir geniş perspektiften bakarak kadın mücadelesini hegemon erkekliğe karşı daha etkili bir düzeye ulaştırabiliriz.
Kadınlar konusunda Cumhur İttifakı'nın da Millet İttifakı'nın da bir çözüm gücü yoktur. Her iki ittifak gücünde de kadınlar kendi öz iradeleri ve kimlikleri ile yer almamaktadır. Ya baskın erkeklerin gölgesinde etkisiz kalan ve tabi olan durumdadır ya da güçlü olmak adına erkeğe benzeşen, erkekten daha beter erkek olan bir durumdadır. Kadın siyasetçi böyle olamaz. Kadın, örgütlü gücü ve kendi öz kimliği temelinde, eşit, adil ve özgür bir temelde siyasette yerini almalıdır. Bu kadın siyasetçi geleneği de demokratik Kürt siyasi geleneğinde ortaya çıkmış, HDP’de eşit temsil düzeyinde ivme kazanmış ve şimdi Yeşil Sol Parti ile daha güçlü devam etmektedir.
Şimdi hegemon erkekliğin temsilcisi AKP-MHP’nin kadınları içerisine almaya çalıştığı kader planını boşa çıkarma, tersine çevirme zamanıdır. Şimdi kadınların birlikte ve güç olma zamanıdır. Madem Osmanlı’dan çok haz ediyorlar, şimdi bu Yeni Osmanlıcı tayfasına kadınların bir Osmanlı tokadı atma zamanıdır. Bir de bunun için kadınlar Yeşil Sol Parti’ye oy vermeli, güçlerini büyüterek siyasallaştırmalı, adalet ve özgürlük mücadelesini daha da genişletmelidir.
'FAŞİZMİ ÖRGÜTSÜZLÜK BÜYÜTÜR, ŞİMDİ DE ÖRGÜTLÜLÜK YOK EDECEK'
14 Mayıs; kadınların, halkların, inançların, kültürlerin, toplumların, gençlerin, çocukların nasıl bir ülkede yaşayacaklarını oylayacağı bir gün olacak. Bu bağlamda Kadın Hareketi olarak seçimlere ilişkin mesajını, çağrınız nedir?
Faşizmi büyüten örgütsüzlük ve örgütsüzlükten kaynaklı korkudur. Bu faşizm gidecektir, kimsenin bundan kuşkusu olmamalıdır. Toplum, kadınlar ve gençler ne kadar örgütlü ve bilinçli hareket ederlerse faşizm o kadar küçülür ve yok olur. Toplumun, kadınların, gençlerin güçsüzlüğü, faşizmin gücüdür. Bunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Bu nedenle de kadınların ve gençlerin öncülüğünde örgütlenme ve mücadele, bunun yol ve yöntemlerini geliştirme çok önemlidir. Bu seçim süreci de bunun bir parçası olarak gelişiyor. Özellikle de kadınların ve gençlerin tutumu belirleyici bir durumdadır. Kadınlar, gençler, halklar, emekçiler kendi güçlerine güvenmeli, kendi iradelerini temsil eden partiye oylarını vermeli, gücünü daha da büyüterek bu hasta tek adam rejiminin iktidarına son vermenin önünü açmalıdır.
'GENÇLER ENERJİSİNİ YEŞİL SOL PARTİ'YE VERMELİ'
Bu seçimlerde alışkanlıklarla oy verme olmamalıdır. Çözümsüzlüğün aşılacağı üçüncü çizgiyi tanıyarak, anlayarak kendi kaderini kendi belirleyen seçeneğe oy verilmelidir. Özellikle altı milyona yakın genç ilk defa oy kullanacaktır. Gençler özgürlük enerjisini bu klasik, zaman aşımına uğramış, marjinalleşmiş partilere vererek boşa harcamamalıdır. Tam tersine bir yıldız gibi parlayan, hep genç kalan ve hep kadınlarla olan Yeşil Sol Parti’ye vermeli, hep genç kalmalı ve hep kadınlarla olmalıdır.
Yine yüz yıllık tarihi boyunca Türkleşmeye tabi tutulmuş Lazlar, Çerkezler, Türkmenler, Ermeniler, Gürcüler, Terekemeler, Süryaniler, Romenler, Rumlar, sünnileştirme kılıcının altında hep kırımdan geçirilen Aleviler, kimliksizliğin kaosunda boğulan halklar, mezhepler, yoksullukla cebelleşen işçiler, emekçiler, köylüler, zanaatçılar, esnaflar, kendi kimliğini ve hakikatini bulacağı üçüncü çizgiden, Emek ve Özgürlük İttifakı'ndan ve Yeşil Sol Parti’den yana tavrını belirlemeli, emeğine ve yaşamına sahip çıkmalıdır.
'MÜTHİŞ BİR DUYARLILIKLA SANDIKLARA GİDİLMELİ, GİTMEYEN İKNA EDİLMELİ'
Bunun için herkes müthiş bir duyarlılıkla oy sandıklarının başına gitmeli, gitmeyeni ikna edip getirmeli, özgürlük ve demokrasiden yana oy kullanması için başkalarını ikna etmeli, bilinçlendirmelidir. Oy sandığının başına gittiğinde oyunu tamamen usulüne göre kullanmalı, kurallara hakim olup yanlışlık yapmamalı, bir tek oyun bile boşa gitmesine izin vermemelidir. Oy verdikten sonra da iradesine sahip çıkmalı, onu gözü gibi koruyacak bir örgütlülük içinde olmalıdır. “Oyumu verdim işim bitti” demek olmaz. Osmanlı’da oyun bitmez, bu oyunların hepsini hesap ederek hile ve yolsuzluklara izin vermeyecek bir disiplin ve örgütlülük içinde olmak şarttır.
Süleyman Soylu en son “14 Mayıs bir darbe girişimidir” diye bir şey söyledi, bununla bir mesaj vermek, kaos-kriz-darbe söylemleri ile korku yaratmak, karışıklık geliştirmek istedikleri açıktır. Yenildiklerini görünce korku ve kaos planlarını hayata geçirmek, provokasyon geliştirmek isteyeceklerdir. Bu seçim herkesin de söylediği gibi normal bir seçim değil, her şey olasılık dahilindedir. Faşizm kaybettiğini anlayınca bu tip kontra faaliyetlere de başvurabilir. Bu nedenle de bu seçim aynı zamanda direniş anlamına gelmektedir. AKP-MHP’nin kaos ve darbe planlarına karşı da hazırlıklı olmak, örgütlü direnmek, provokasyonları boşa çıkarmak da 14 Mayıs öncesinin ve 14 Mayıs gününün en önemli görevlerindendir.
Faşizm gitmez, yenilmez diye bir şey yoktur. Daha geçen yıl Sri Lanka’da devlet başkanı halkın örgütlü protestoları karşısında apar topar uçakla ülkesinden kaçtı. Brezilya’da Cumhurbaşkanı Bolsonaro seçimi kaybetti, ülkede karışıklık yaratmak istedi, ancak halkın direnen iradesi karşısında ABD’ye kaçmak zorunda kaldı. Birçok ülkede halklar aşırı sağcı faşist rejim ve diktatörlüklere karşı sürekli eylemlilik içinde oldu, bu rejimleri geriletip zayıflattı. Türkiyeli ve Kurdistanlı halkların, kadınların ve gençlerin örgütlü olması durumunda, AKP-MHP faşizminin bu planları da boşa çıkacaktır. Bunun için korkmadan cesaretle üzerine gidilmelidir, AKP-MHP faşizminin yirmi bir yıl boyunca yapmadığı kötülük kalmamıştır, daha ötesi yoktur. Bir hasta tek adam rejiminin bu kadar büyük bir insan gücünü korkutması, sindirmesi, geriye itmesi mümkün değildir. Yapılacak şey, sandıkta veya olası kaos planlarında örgütlü duruşu sergilemek ve bu hasta adamı ve tekçiliğini artık mezara gömmektir.
15 Mayıs’a uyandığımızda Erdoğan’ın başkan olmadığı ve Meclis’te halkların, Alevilerin, gençlerin ve kadınların iradesinin en üst düzeyde temsilini bulduğu bir sabaha, umuda, baharlaşmaya uyanalım. Halklarımızın, kadınların ve gençlerin içine hapsedildiği bu kirli kader planını parçalayalım, kaderimizi özgürce, adilce, neşeli ve aşkla yeniden kendimiz yazalım.