Türk’e düşman Türkçülük

HPG'li Haki Pir, Türk'ün en büyük düşmanının özünden koparılmış, aslı bozularak masa başında icat edilen Türkçülük olduğunu ifade ederek PKK’de ise Kemal Pir’i ve mücadelesini tanıdığını ve onun yaşamı ve eylemlerinin ilke haline dönüştüğünü söyledi.

GERİLLA HAKİ PİR

PKK'nin öncü sembollerinden şehit Haki Karer ile Kemal Pir'in isimlerini kuşanan Haki Pir, Türk halkından bir gerilla. HPG'li Haki Pir ile Türk devlet sisteminin yarattığı militarist yapı ve bu sistemin Türk halkı üzerindeki etkilerinin sonuçları üzerine tartıştık. Haki Pir’in, "Türk'ün en büyük düşmanı, özünden koparılmış, aslı bozularak masa başında icat edilen Türkçülüktür" belirlemesi, günümüz Türkiyesi ve Türk toplumunun faşist ve militarist duygulara nasıl evrildiğini ortaya koyuyor.

Kendisini PKK saflarına iten nedenleri ortaya koyan Haki Pir, ismini taşıdığı PKK’nin ölümsüzleri olan Kemal Pir ve Haki Karer’in kendisi açısından önemine değindi. Türk halkına özgürlüğü açan kapıların anahtarına nasıl ulaşılması gerektiği konusunda da fikirlerini ortaya koyan Haki Pir, "Kemal Pir, yaşamıyla ve mücadelesiyle yarattığı değerler bütünüyle, tam bağımsız, eşit, özgür ve demokratik Türkiye hayali kuran herkes için ilham kaynağıdır" dedi.

Aslen nerelisiniz ve nasıl bir toplum içerisinde büyüdünüz?

Niğde’ de doğdum ve hep orada yaşadım. Muhafazakâr, milliyetçi ve işçi yoğunluğu yüksek olan yoksul bir çevrede, içe dönük ve tutucu bir şekilde büyüdüm. Şehirde yaşıyorduk, fakat köy ile bağlarımız tam kopmadığı için şehir ve köy kültürünün bir sentezi ile şekillendim. Hayatımın ilk çelişkisini köy-şehir ikilemi arasında yaşadım. Köy yaşamı beni hep içine çekiyordu; bir gün bile daha fazla kalabilmek için her fırsatı değerlendirirdim. Köyde olan her şey sıcak ve samimi geliyordu. Kolektif yaşam tarzının, toprak ve doğa sevgisinin, emekçiliğin, abartısız sade inançların, saf ve temiz kalmış insanların olduğu tek yerdi benim için. Bu köy sevgisiyle şehirde yaşamak beni hep olumsuz etkiledi, adapte olmakta zorlandım. Köydeki ahlaki ve özgürlük yasaları, şehirde işlemiyordu. İnsanı ürküten, çıldırtan, hapseden ve çaresizleştiren bir canavar olarak gördüm şehirleri. Tercih şansım olmadığı için şehirlere mecburen katlandım ve yaşadıkça şehirleşmeye, yani canavarlaşmaya doğru yol aldım. Kapitalizmin vaadettiği güzel yaşama ulaşmanın tek koşulu en iyisi olmaya çalışmaktı. En iyi Müslüman olmak için cemaatlere, en iyi Türk olmak için Ülkü Ocakları’na, en iyi işçi olmak için fabrikalara, en iyi arkadaş olmak için kuralsızlıklara, en iyi öğrenci olmak için sınavlara diyerek sürekli bu döngüyü yaşadım. Şu an bile, benim, ailemin ve çevremin inançlarını, toplumsal kültürlerini hangi kategoriye koyacağımı, neye göre belirleyeceğimi tam kestiremiyorum. Din ve millet bilinci öyle abartılarak yozlaştırıldı ki mevcut sistem içerisinde, bunların hakikatini aramak ve yaşamak hayalden öteye geçemiyor.

Sistemdeki yaşamınızda Kürt halkına ilişkin duyumlarınız nasıldı?

Çocukluk döneminde bizi en çok korkutan kelime “Çingene” idi. Çingenelerin kim olduğu, nasıl gezdikleri, hırsızlık yaptıkları ve çocuk kaçırdıkları oldukça yaygındı. Onları toplum olarak örgütlü bir şekilde reddederdik. “Kürt’ler ve Ermeni’ler” diye başlayan konuşmalar çok olurdu. Hepsi de kin ve nefret söylemleriyle ifade edilirdi. Öğrendiğimiz ilk küfürler hep onlara karşı oldu. Bizim için bir oyunun parçası gibiydi: Küfür et şeker al, çikolata al ya da aferin kazan. Çingeneleri sevmiyorduk, mahalleden kovalıyorduk ama küfretmiyorduk. Bir halk olduğunu bile bilmediğimiz, hiç görmediğimiz Kürt ve Ermenilerin, Çingenelerden daha beter olduğuna inandırılmıştık. İlk defa Kürt bir aileyi 7-8 yaşlarımdayken tanıdım. Kan davasından kaçmış ve izlerini kaybettirmek için bizim mahalleye göç etmek zorunda kalmışlardı. Daha eşyalarını kamyondan indirmeden, 7’ den 70’ e tüm mahalleli huzursuz oldu. Herkes gitmelerini istiyordu, fakat onlar da kalmak zorundaydılar ve her şeyi göze alarak, kimliklerinden vazgeçerek kaldılar. ‘Ben Kürdüm’ demeseler bile mahallede kimsenin içi rahat değildi. Onlara evini kiraya veren adam bile tehdit edilerek dövülmüştü, fakat değişen bir durum olmadı. Sürekli dışlandılar ve aşağılandılar. Hatırladığım en yaygın söylemler ‘Katiller, bölücüler, vatan hainleri, kafirin dölleri’ gibi ezberlenmiş sözlerdi ve her Kürt için geçerliydi. Tabi tüm bunları organize eden ve mahalleliyi galeyana getiren sivrilmiş öncülerdi. İşin trajik tarafı, o öncüler Muhacir ve Arnavut kökenliydiler. Muhacir ve Arnavutlarla bağlarımız çok güçlüydü; samimi, dürüst ve sorumluluk sahibiydiler. Fakat “Türkçülük hastalığı” onlara hem kendi kültürlerini unutturdu hem de Türk kültürünün özüne yakışmayan davranışları, Türkler adına sergilemek zorunda kaldılar. Türk’ ün en büyük düşmanı, özünden koparılmış, aslı bozularak masa başında icat edilen Türkçülüktür.

Türk halkının sosyolojik biçimlenmesinde Kürt halkı nasıl ele alınırdı?

Tüm bu yaşananlardan sonra bir halk olduğunu ve Doğu Bölgesi’nde yaşadıklarını öğrendiğimizde, Kürt halkının geri kaldığı, vahşi ve barbar olduğu, cahil oldukları için evrensel düşmanlarımız tarafından kolayca kandırılabilecekleri, devleti yıkmak için hep isyan eden asiler oldukları ve asla güvenilmez oldukları yönündeydi. Kürt halkının etnik ve kültürel varlığı hem dini hem de milli bütünlüğümüzü tehdit eden patlamaya hazır bomba gibiydi. Türkiye’nin yükselmesini engelleyen sırtındaki kambur olarak yorumlanırdı. Bazıları ‘Kürtler koynumuzda beslediğimiz yılandırlar’ demekten kaçınmazdı. Gelenekleri, töre ve aşiret düzenlerinin çağdışılığı aşılması gereken bir sorun olarak görülürdü. Kürt halkına katlanılmasının sebebi, ucuz iş gücü olmaları ve yüksek verimli performansla işlerini tamamlamalarıydı. Bu durum, Türk ve Kürt işçiler arasında sürekli rekabet oluşturduğu için, işçi sınıfı tarafından dışlanmalarına, patronlar tarafından suistimal edilmelerine neden olurdu. Günümüzde aynı sorun Arap ve Afgan halklarına da dayatılmaktadır. Bir tarafta sömürülen ve asimile edilen halklar, diğer tarafta güvenlik endişesini popülist siyasi malzeme yapan ve koz olarak kullanan devlet.

Türk askeri olduğunuz yıllarda Kürt halkı ve PKK hareketine karşı bakış açınız nasıldı ve sizi bir uçtan bir uca taşıyan sebep neydi ki PKK hareketine katılma kararını aldınız?

Biz dünyaya, “Ne mutlu Türküm” diyerek doğduk. Devlet için her çocuk bir tohum niteliğindedir. Devlet, bu tohumu daha 4-5 yaşında anaokulu bahçesine eker. Sabırla, sistematik bir şekilde büyümesi için gereken her şeyi yapar. Suyunu, gübresini, çapasını ve budamasını mütemadiyen yerine getirir, ta ki meyve verene kadar. Bu meyvelerden biri de askerliktir. Çocukluktan askerliğe kadar devlet denetiminden hiç çıkmadım. Kürt halkına ve PKK’ ye çocuk yaşta başlayan düşmanlığım, her geçen yıl büyüyerek devam etti. Askerlik, Kürt halkına olan kinimin zirve noktasıydı. Yıllardır nefret ettiğim düşmanlarımla yüzleşme şansı bulacak ve intikamımı alabileceğimi düşündüm hep.

İlk Kürt arkadaşlarımı askerdeyken tanıdım. Kısa zamanda çok yakın dost olduk hepsiyle. Onlarla başlayan Kürt halkını gerçek anlamda tanıma yolculuğum 2014’ e kadar devam etti. Tanıdığım her Kürt ile geçmişte bize söylenenlerin yalan olduğunu anladım. Aklıma kazınan “Kötü Kürt” profilinin değişmesi ve gerçek anlamda Kürt halkını tanımam 6-7 yıl sürdü.

Askerlik yaşamım boyunca kurduğum hayallere ne Adıyaman’ da ne de Dersim’ de ulaşamadım. Devletin merkezi hiyerarşik sistemine uyum sağlayamadım. Ordu içinde başlayan çelişkilerim çoğaldı. Hem içeride yaşanan adaletsizlikler hem de topluma karşı yürütülen adaletsizlikler göz ardı edilemez boyutlara ulaştı. Her şeye rağmen yürüttüğüm görevimle olan bağım vicdanen kopmuştu. Bir süre bocaladıktan sonra fiziki olarak da ayrılma kararı aldım. Bu ayrılık kararının bedeli ‘Sözleşme ihlali gereğince’ bir yıllık hapis cezası oldu. Cezaevi, benim için aydınlanmanın başlangıcı oldu ve ak ile karayı daha iyi ayırt edebilmeye başladım. Çocukken eşitsizliği tanıdım, askerlik dönemlerinde adaletsizliklere tanık oldum, bunlara karşı sessiz kalmanın sonucu olarak da özgürlüksüzlüğü anladım. Cezaevinden eşitliğe, özgürlüğe ve adalete ulaşabilme arzusuyla tahliye oldum. Fakat beş yıl boyunca inandığım toplumsal değerleri, nerede ve hangi mücadeleyle koruyabileceğimi bulamadım. Böyle bir pasif arayış döneminde, Kürt halkının çoğunlukta olduğu fakat yine de ezilmeye devam edildiği bir çevrede yaşamaya başladım. Onlarla birlikte Kürt halkını, Kürdistan kültürünü ve PKK özgürlük hareketini yakından tanıma fırsatına kavuştum. Önder APO’ nun 2013’ te paylaştığı Newroz mesajını dinlediğimde gözümde öyle güzel bir Türkiye canlandı ki birkaç dakika bunun hayalini kurdum. Demokrasi, eşitlik, barış ve kardeşlik mesajı çok güçlü ve samimiydi. Bu olayla birlikte gözümdeki perdeler açıldı ve daha uzakları görebilmeye başladım. O dönemden itibaren, hakikatin olduğuna inandığım ufka doğru yürümeye başladım. Şu an bir cepheden başka bir cepheye geçiş olarak görünen yönelimim, özünde ilkelerine ve amaçlarına bağlılığın resmidir. Halkların birlikte, eşit, özgür, adil ve refah içinde güvenli bir şekilde yaşaması için mücadele ettiğim ilk cephe, bunları gerçekleştirme fırsatı tanımadı bana ve aksine daha da uzaklaştırdı. Şu an mücadeleye devam ettiğim “karşı cephe” PKK ile aynı amaçlara ulaşabileceğimi hissettim ve şimdi daha çok yürekten inanıyorum.

Nasıl bir neden sizi böylesi devrim niteliğinde bir fikre ve pratiğe götürdü?

Bardağa birçok damla su düştü fakat dolduran damla PKK’ nin, DAİŞ ve DAİŞ’çiliğe karşı verdiği mücadele oldu. Rojava’ nın özgürleşmesini sağlayan tüm devrim şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum, onların verdiği insanlık mücadelesini hep yaşatacağımızın sözünü veriyorum. Dünyanın şahit ve taraf olduğu bu savaşı herkes yakından tanıdı. Bu savaşta DAİŞ’i destekleyen faşistlere karşı ve Kürt halkı ile PKK’yi desteklediğini söyleyip, katkı sunmayan demokrasi adına faaliyet yürütenlere olan tepkim, doğru bir yaşam arayışı için PKK saflarına katılım kararını aldım.

Sistemdeki yaşama bakış açınız ve PKK içerisindeki yaşama bakış açınız nedir?

Bundan yıllar önce “Kurtlar Vadisi” adlı dizinin bir repliği vardı: “Ölüm, ölüm dediğin nedir ki gülüm, ben senin için yaşamayı göze almışım.” Şaka gibi gelebilir ama bu söz, toplumsal gerçekliğimizdi o zamanlar. Ölümü basitleştirip sıradanlaştırarak kendini cesur ve korkusuz gösterme çabası ile yaşamın eziyet ve işkenceye dönüştüğü, çile yüklü bir hayat arasındaki seçim… Her iki seçim de varlıksızlığın, aşksızlığın, tükenmişliğin ifadesidir. İçinde toplumsal, ahlaki ve insani hiçbir değer barındırmayan bu sözle gurur duyardık; halen de gurur duyanlar oldukça fazladır.

PKK’de ise Kemal Pir’i ve mücadelesini tanıdım. Onun yaşam ve mücadele için yaptığı her şey bizim ilkelerimiz oldu. “Biz yaşamı, uğruna ölecek kadar çok seviyoruz” sözü ile, birazcık ahlaki ve vicdani değerlere sahip olan biri, nasıl yaşayacağını bilir. İçinde gerçek sevginin, aşkın, özlemin, umudun, hüznün, huzurun olmadığı bir yaşam ne eşitlenebilir ne de özgürleşebilir. Toplumsal değerleri ve insanlığı yok etmeye yemin edenlere karşı boyun eğmeden, minnet etmeden ve kazanacağına inanarak yaşamak, sahip olunması gereken bir erdemdir. Barışa dayalı, barış için yaşamak tüm savaşları göze almaktır.

PKK gerillası, böyle anlamlı ve onurlu yaşam için paradan, mülkten, kariyerden, aileden, zevki-sefadan, çıkarcılıktan, ben merkezcilikten kısacası sistemin toplumu yaşayamaz hale getirdiği mecburiyetleri reddederek hepsinden vazgeçti. Tüm bunlardan vazgeçerek nelerden vazgeçilemeyeceğini öğrendi: Özgürlüğünden, onurundan, öz kültüründen, toplumundan ve insanlığından…

Türk devletinin 4 yılı aşkındır yürüttüğü işgal ve ilhak saldırılarına karşın Türk kimliğine sahip bir PKK gerillası olarak belirtmek istedikleriniz nelerdir?

Merkezini İmralı işkence sisteminin oluşturduğu, çok kapsamlı ve uzun yıllardır devam eden savaşın işgal ve ilhak saldırıları şeklinde devam ediyor olması, sadece Türkiye ve Ortadoğu da değil, evrensel anlamda büyük bir tahribatın göstergesi olmaktadır. Bir kez daha gördük ki, bütün uluslararası örgütler ve anlaşmalar, ulusların iradesini korumak için değil, iktidar tekellerinin varlığını sürdürmesi için var olmuştur. Kürt ve Arap halklarının iradelerini hiçe sayarak yürütülen bu savaş, etnik, siyasi ve kültürel bir soykırımdır. Gizli pazarlıklar ve katliamlarla sürdürülen savaş, aynı zamanda Türkiye halklarına da maddi-manevi büyük bir yıkım getirecektir. Bu savaşın Türkiye ve Türklük adına gerçekleştiriliyor olmasının siyasi bir kamuflaj olduğu doğru anlaşılmalıdır.

Elitizmin iktidarı ele geçirerek kendisi ve yabancı ortaklarının çıkarları doğrultusunda yarattığı “paha biçilemeyen Türklük,” kadim Türk halkına ve kültürüne yapılmış bir hakarettir. İnsani ve ahlaki erdemlerden feragat edebilmenin bir aracı olarak kullanılıyor Türklük. Yok ederek var olmaya çalışmanın bedeli, maalesef öz varlığını inkâr etmekle sonuçlanıyor. Öz kültürümüz şu an müzelik olmuş durumda. Özellikle son dönemde faşist AKP-MHP rejiminin yaratmaya çalıştığı Türk-İslam sentezi ile devletin bütün kurumlarını kriminalize ederek, Türkiye Cumhuriyet’ini büyük insanlık suçlarını ifa etme merkezine dönüştürdüler. İşledikleri suçlar yüzlerce kez ispatlanarak ifşa edildi; cümle alem biliyor. Sarayın şatafatını sürdürebilmek için sürdürdüğü her türlü savaşı Türk halkı adına yürütüyor olması, sahte Ümmetçilik ve Türkçülük oyununa düşmemiş ve asli kültürünü inkâr etmemiş Türk halkı için utanç verici bir durumdur. Bu işgal ve ilhak saldırılarının Türkiye halklarına kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Rant elde etme ve İktidarını koruma temelinde sürdürdükleri savaşla, faşist-şeriatçı ideolojilerini komşuların üzerinde hâkim kılmaya çalışıyorlar. DAİŞ ile başarılamayan kirli planlar, Türkiye Cumhuriyet’inin bütün askeri ve idari kurumlarını sahaya sürerek, yarım kalan katliam ve ilhak görevi yerine getirilmeye çalışılıyorlar. Bu insanlık dışı, kanlı ideolojinin yayılması önündeki tek engel Kürt Halkı ve PKK özgürlük savaşçılarıdır. Burada savunulan sadece Kürt halkı ve değerleri değildir. Bütün halklar, inançlar ve toplumsal değerler ile doğaya, kadına ve ahlaki değerlere düşman olan devlet sistemine karşı yürütülen insanlığın mücadelesidir.

Türk halkının yaşadığı ekonomik, sosyolojik, psikolojik sorunların temelinde bu savaşın etkisi yeri var mı?

Türkiye sınırları içinde yaşanan bütün sorunların nedeni ve kaynağı, bu soykırım savaşını sürdürme ısrarıdır. İdeolojik yayılma ve siyasi çıkarlar dışında bir nedeni olmayan bu savaş, Türkiye’nin değil faşist AKP-MHP rejiminin beka sorunun eseridir. Türkiye’nin maddi-manevi tüm kaynaklarını, enerjisini bu savaşa harcamaktadırlar. Türkiye halklarını yıllardır korku ve endişe içinde yaşatmaları, savaşın sonucu değil sebebidir. Planlı bir şekilde sürekli kaos üreten iktidarın temel amacı, savaşa her türlü kaynağı yaratmak, meşruiyet kazandırmak ve halkın gerçek sorunlarını askıya alarak “memleket meselesi” yaratmaktır. Memleket elden gidecek yalanı üzerine kurulu faşist ittifakın, güvenlik dışında üretebileceği hiçbir politikası yoktur. Üretmeden tüketmenin kaçınılmaz sonu tükenmektir. Türkiye de yapılan bütün araştırmalar ve istatistikler, halkın her yönden bir çöküş yaşadığını gösteriyor. ‘Benim çocuğum süt içmeden de büyür’ diyerek süt parasını savaşa peşkeş çeken bir anne-baba, benim gözümde kutsallığını yitirmiş lanetlilerdir. Üzüm hoşafı ve kuru ekmek yiyerek kurulan Cumhuriyet’in, havyar yiyerek ülkenin korunduğunun gösterilmesi, Cumhuriyet’in inkarıdır.

Türk halkının yaşam şartlarının düzelmesi için neye ihtiyacı var? Ve bir PKK militanı olarak Kemal Pir çizgisini, Türk halkına özgür insan modeli olarak sunabilir misiniz?

Önder APO’nun ortaya koyduğu özgür yaşam ve özgür toplum paradigması ile inşa ettiği demokratik ulus sisteminin kurulması, tek ve kalıcı çözüm yoludur. Bunun dışında girişilecek her türlü çözüm arayışının sonu, kaos ve savaştır. Erdoğan’ın padişahlık sistemi ile Muhalefetin parlamenter sistem girişimi, kısır döngüdür ve antidemokratik çözüm arayışıdır.

Yaşam standartlarını devleti oluşturan iktidarcı parti politikaları belirlediği sürece, bu tip gelişmekte olan ülke diye tabir edilen ülkelerde sadece devlet ve devletçi sermayeler gelişir. Demokratik modernite, siyaset üstü, siyasi parti odağı olmaksızın toplumsal bir oluşumdur ve en geniş katılım ile temsil gerektirir. Ahlaki ve politik değerlere sahip olmayan her toplum, şovenist, kibirli ve otoriter siyasi figürlere muhtaçtır. Günümüzde sürdürülen gayri ahlaki ve apolitik siyasi mücadeleler, Türkiye’yi yoran ve her geçen gün daha fazla yıpratan bir hal almıştır. Normalleşme adı altında başlatılan süreç, siyasi manevra ve taktik geliştirme molasıydı. Gerçek normalleşme halkın başlatacağı örgütlü ve eylemli bir mücadeleyle yaşanır. Türkiye’de bu mücadeleyi başlatacak dinamikler hala var. Kadınlar, doğaseverler, işçi ve emekçiler, emekliler, gençler, memurlar ve işsizler gibi çok geniş bir yelpazede birleşerek mücadele edilmesinin gerektiği bir dönemdeyiz. Hepsinin ortak istemi eşit, adil ve özgür bir yaşam biçimidir.

Özgür bir yaşam için bu halkın çok değerli evlatları oldu. Bu anlamda Kemal Pir, her her zaman meşaleyi en önde tutanlardandır. Kemal Pir, PKK çizgisine ve mücadelesine büyük emek harcamıştır. Önder APO’yu anlayan ve uygulayan güçlü bir pratiğin sahibidir. Türk milliyetçiliğini reddeden ve Kürt milliyetçiliğinin gelişmesini engelleyen sosyalist ve devrimci kişiliği ile tüm Türk gençlerinin mutlaka tanıması gereken bir mücadelenin sahibidir.

“Dünyayı tanımak ve bilmek benim için yetmiyordu, değiştirmek gerekiyordu, değiştirmek için mücadele etmek gerekiyordu,” diyerek çevresinde yaşanan adaletsiz ve çarpık düzene karşı sessiz kalmamıştır. Ahlaki ve insani toplumsal değerlerin gözünün önünde eriyip gitmesine seyirci kalmamak, onun yaşam biçimiydi. Türkiye’nin aydınlık geleceğinin, PKK özgürlük hareketinde olduğunu görerek, yürekten inanarak mücadele etti. Memleketini, bir avuç elit, şovenist, çıkarcı faşiste terk etmeyecek kadar çok sevdi, hiçbir karşılık beklemeden tüm hayatını eşit ve özgür yaşam yaratmaya adadı. Ülkesini güzelleştirmek uğruna girdiği Amed zindanlarında, “Biz yaşamı, uğruna ölecek kadar çok seviyoruz” diyerek kölece, boyun eğen ve korkak bir yaşam dayatmalarını son nefesini verene kadar direnerek reddetti. Kemal Pir, yaşamıyla ve mücadelesiyle yarattığı değerler bütünüyle, tam bağımsız, eşit, özgür ve demokratik bir Türkiye hayali kuran herkes için ilham kaynağıdır.