Halk atılımına cesaret ettik

Bir halk atılımına cesaret ettik. Türk egemenlik sistemine karşı tarihinde hiç beklemediği, hazır olmadığı bir karşı darbeyi, devrimci bir atılımı onun başında patlattık. Böylelikle bir sarsıntı, kendine güvensizlik geliştirdik.

12 Eylül faşizmin gelişi, Kurdistan'daki PKK önderlikli uyanışı tasfiye etmekti. Amaç, 12 Eylül ardından hareketimizi bir daha dirilmemecesine yok etmekti. Sol grupları saf dışı bıraktılar, bizim de üzerimize geldiler, fakat boşluğa düşürdük. 12 Eylül'ü boşlukla karşı karşıya bıraktık. Aslında kılıcını çekmişti. Nitekim 15 Ağustos Atılımı'nın birinci yıl dönümünde kendileri de itiraf ediyorlardı, "bunlar kılıç artıklarıdır", "birkaç tanesi kurtulmuş, Ortadoğu'da tekrar mayalandılar, nem aldılar" şeklinde değerlendirmeleri vardır.

UMUTLARIN CANLANABİLECEĞİNİ GÖSTERMEK ÖNEMLİYDİ

Bu yıllarda 12 Eylül rejimi silindir gibi toplumun üzerinden geçiyor. Biraz uyanan, ulusal ve toplumsal özgürlük umutlarını daha ilk anda boğuyor. Kitle ve halk yığınları tamamen uzaklaşıyor. Var olan ekonomik ve demokratik kuruluşlar tasfiye ediliyor. Yine silik burjuva partileri de bundan nasibini alarak tasfiye ediliyor. Geriye kaskatı askeri faşist bir rejim kalıyor. Bir de bu, Türk ordusu bünyesinde gerçekleşen faşist bir askeri rejimse dünyada birinci sırayı alacağı açıktır. Nitekim sistem tarafından da böyle değerlendirilmişti. Böyle bir atağa karşı, halkın umutlarını yeniden canlandırmak, bunun mümkün olduğunu gösterebilmek, çok büyük bir öneme haizdi.

Türk aydın hareketi, sol hareketi kendini çok güçlü görmesine rağmen daha günümüze kadar 12 Eylül kabusundan kurtulup sağlıklı bir düşünmeye bile ulaşamamaktadır. Bırakalım doğru devrimci çizgiye ya da burjuva anlamda demokratik bir yola girmeyi, 12 Eylül'ün izlerinden bile kurtulamadılar. 12 Eylül'ün yarattığı zihniyet, felsefe ve ruh yapısı bunları önemli oranda şartlandırdı. Halen bunlardan halkın çıkarına olabilecek bir düşünce, siyasi akım beklenmiyor. Kendilerini yenilemelerini, tekrar saldırıya geçmelerini çok istememize, bu konuda tüm gücümüzle desteklememize rağmen, halkın öz çıkarlarını temsil etmede son derece iddiasız ve zayıf kaldılar. Güçlü bir halk hareketine yol açamayacakları açıktı. Bunun güçlü bir sınıf temeli vardı, tarihi vardı. Faşist rejimin bizim üzerimize geldiği kadar bunların üzerine gitmemişti. Buna rağmen ölü bir noktayı yaşıyorlardı.

DİRENMEKTEN BAŞKA SEÇENEK YOKTU

Halk yığınları ve bizim üzerimizde ise geleneksel bin yıllık bir baskı sistemi vardı. Rejim kılıcını çekti, asacağını astı, keseceğini kesti. Bu, ilk anda gerçekleşendi. Aktif direnenlerin ise, ilk soluklarını o anda kesti. Kuytuda, kuyuda kalan birkaç tanesinin de, bırakalım bir hareketi örgütlemek, kendi varlıklarını bile fazla sürdüremeyecekleri kanaatindeydi. Başlangıçta durum buydu. Çoğu pişman olmuş, bırakalım atılıma kalkmayı, bir adım atmak için bile kendine güvenemeyen, yüzeysel olmaktan kurtulamayanların kaçışı söz konusudur. Kalanların yapacakları işlerin ne kadar önemli olacağı açıktır. Dağda, zindanda ve yurt dışında eğer faşizmin bu atağına karşı ayakta kalınmak isteniliyorsa, büyük direnmeden başka bir seçenek yoktu.

AYAKTA DURMAK ÖLÜM-KALIM SORUNUYDU

Bu konuda kendini sonsuz bir çabayla ayakta tutmak, yalnız kişiler için, hareket için değil, halkın ulusal ve toplumsal gelişimi açısından da bir ölüm-kalım sorunuydu. Biz o dönemde karşı devrimin bu hamlesini bu biçimde karşılayarak boşa çıkarma ve ayakta kalma savaşını verdik. Bildiğiniz gibi 1980'lerin ortalarına kadar süren bir dönemdir. Bu süreçte bir geri çekilmeyle beraber kendini yeniden hazırlama temelinde çalışmalar yürüttük. Her şeyden önce tarihi daha köklü gözden geçirme ve TC'yi baş çelişki olması açısından daha köklü değerlendirmek gerekiyordu. Yine günceli gerçekçi bir biçimde yakalama önemliydi. Bununla da yetinmeyerek, bunları devrimci bir hazırlanışla, yani ideolojik faaliyeti geliştirerek, bunun kadro ihtiyacını giderme gerekiyordu. Bunun için yoğun bir eğitim süreci yaşandı. Halkın umutlarını yeniden diriltmek için güç alma ve bu konuda tek çıkış yolu olarak azgın zora karşı halk saflarında ayakta kalmayı mümkün kılacak devrimci şiddeti, silahlı savaşımı geliştirme yollarını bulma gerekiyordu. Faaliyetlerimizin içinden geçtiği dönemin özellikleri, ortaya çıkardığı görevler bunlardı.

EGEMENLİK SİSTEMİNİN BEKLEMEDİĞİ DEVRİMCİ ATILIM

Böylesine anlamı olan bir dönemin içinden çıkmak, hem yakın dönemin dayatılan azgın faşist terörünü, onun önemli siyasi sonuçlarını yalnız Kurdistan için değil, Türkiye hatta bölge için yaydığı korkuyu, politikadan uzaklaşmayı, ardına kadar baskı ve sömürünün önüne geçmeyi önlemek demekti. Daha da ötesi, tarihlerinde sürekli denedikleri gibi "kılıcı çekeriz, her şeyi hallederiz" anlayışını boşa çıkarmaktı. Bu konuda bir halk atılımına cesaret ettik. Türk egemenlik sistemine karşı tarihinde hiç beklemediği, hazır olmadığı bir karşı darbeyi, devrimci bir atılımı onun başında patlattık. Böylelikle bir sarsıntı, kendine güvensizlik geliştirdik.

Düşmanın bizim için avantajlı bir durumu vardı. Düşman böyle bir atılımı beklemeyecek kadar kendinden emindi. Tarihinden, gündeminden, güncelinden emindi. Emperyalist sistem, bunu çok sonra fark edecekti. Çok güvendiği Türk ordusunun bir çırpıda ezeceğini sanıyordu. Dolayısıyla kılını kıpırdatma zahmetine girmeyecek kadar kendinden emindi. Bu da bizim için düşmanın kof bir güven içinde olması anlamında bir avantajdı. Böyle bir atılımı beklemiyordu. Dolayısıyla rahat girdik, dolaştık ve biraz hazırlık yaptık.

KARARLILIK KESİNDİ

Atılım sürecinde büyük kahramanlık ögelerimiz vardır. Bu ögelerimizin son derece fedakârane çalışmaları vardır. Biz de bütün bu süreç içinde duyarlılığımızı bir an bile geride tutmadık. Yetersiz kalmaya müsaade etmedik. Hemen hemen bütün yaşamın önüne bu atılımın sağlıklı gelişmesini koyduk. Bütün yaşam belirtileri, bu atılımın ezilmemesine ve olası başarılı sonuçlarını doğurmasına hasredilmişti. Burası önemlidir. Önemli bir amaca gidiş hareketini başladığında önder olmak isteyenlerin en belirgin vasfı, bütün yaşamını bu işe amansız bir biçimde hasretmekten geçmelidir. Bütün yaşam belirtilerini buna sarf etmelidir. Eski alışkanlıklar, eski anlayışlar, eski tutum ve davranışlar kesinlikle geri plana bırakılmalıdır. En önemli olan, en çok sonuç doğuracak, en büyük çabayı gerektiren bilinçle, tasarım gücüyle, üzerinde durulması gereken ana faaliyete kendini verme olmalıdır. Üzerinde nefes almaksızın durma, düşmana karşı olduğu kadar, dostların da yanılgılarından atılımı koruma onun görevidir. Yine hem ideolojik hem de siyasi anlamda karşı cepheden saldıranlara karşı olduğu kadar dolaylı yoldan örgütün içinde buna isteksizce, kargaşa içinde, kararsız ve ikircikli yaklaşanlara karşı da dikkatli olmayı gerektirir. Duygusallığı hiç yer vermeden, bütünüyle siyasal bir önderliğin gerektirdiği kadar gücünü kullanan ve böylelikle sonuç almayı bilen bir yaklaşım gereklidir. Eğer böyle olursa, bu kişiler böylesine atılımlara önderlik edebilirler. Yoksa bir yığın endişe içinde, beklentilerle, köklü bir inancın sahibi değilse, hemen belirtelim ki, özgürlük konusunda da kendini sınırlar.

DÖNEME ÖNDER GİBİ YAKLAŞMAK…

O dönem ulusal kurtuluşa, yüce ideolojiye ve halkın kutsal özgürlüğüne derinden bağlı olup olmadığımızı, mihenk taşına vurduğumuz dönemdir. Kişinin kapasitesi, özlü olup olmadığı, böylesi dönemlerde ortaya çıkar. Bu yıllar aynı zamanda yaman imtihan yıllarıdır. Sınıfta kalıp kalmamanın belirlendiği yıllardır. Dolayısıyla böylesine dönemin okullarında, halk önderleri kadar halk hainleri de, halka ihanet edenler de ortaya çıkar. Nitekim bu bizde de ortaya çıktı. Dolayısıyla döneme bir önder gibi yaklaşmak çok önemlidir, çok gereklidir. Biz bunu gerçekleştirmeye çalıştık.

İlk yıllarda dost düşman herkesin birkaç günlüğüne ömür biçmesi durumu vardı. Bizim açımızdan da mümkün olduğu ölçüde direnişi uzatmak ve uzatarak da aslında düşmanı geriletmek ve kendi açımızdan siyasi sonuç almayı sağlamak en önemli taktiğimizdi. Direnişi uzatmak için yaşamak, birikim yapmak, kadro aktarmak, yedekleri hazırlamak bunun için gösterdiğimiz çabalardı. 1984'ü kurtarırsak, bu bir başarı olarak görülmelidir diyorduk. Tüm gücümüzle bu ayları kurtarmaya çalıştık. Faaliyetlere bütünüyle bu temelde yaklaştık. 1984 yılı fazla kayıplarla karşılaşmadan aşıldı ama daha fazla ürün ve başarı almak mümkünken bildiğimiz yetersizliklerden ötürü buna ulaşılamadı. 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın değerlendirmelerinden derlenmiştir