Asiliğini toprağından almıştı

O yürüdükçe direniş geleneğiyle büyüyen ruhunu taşır her mekana. Konuştukça mertliğin rengi, intikam ateşi yansır sözlerine. Ve yola düşerken kavuşur hayaline.

Bir daha yürüyeceğiz o ülkenin özgür sokaklarında

Bir daha Karacadağ’dan gelen bir meltemi öpecek yanağımız Mêrdîn’de

Koklayacağız güneyden bize esen sosin ve kekik kokusunu

Dilimizde Bagok’u anlatan bir şarkı

Bilincimizde tarihin canlılığı olacak.

Bir daha geçeceğiz beyaz suyu

Bir yıldız tozundan oluştuğumuza kanaat getirip

Bizden önce güneşe gömülen şehitleri selamlayacağız.

88’direnişine gidip, “Li Mêrdîne, li Bagokê” şarkısını haykıracağız.

Yakın zamanda, yakın bir dönemde ve de belki şimdi de…

Bir borçtur tarihe nakşetmek ülkemize kendini bedel veren, armağan eyleyen savaşçıları…

Kızgın ve hiç durmayan bir savaş yaşanıyor Kurdistan dağlarında. Tarihin en zalim ve en trajik süreçlerine denk gelenler belki bizden daha fazla bilirler önceki savaşları. Tarih canlıdır esprisinden yola çıkarak bugünü tarihle birleştirme yanı zor. Ancak yine de silahı kalem, kalemi söz eylemenin ve tarihe borçlu olan gerçekliğimiz, sessizlik süremize son veren bir müdahaledir.

Bu vicdanın hükmüdür sözü yaratan Tanrı ve Tanrıçalara.

Bu yüzden belki “söz uçar yazı kalır” der eski bilgeler. Belki de o yüzdendir kendi ülkesinin tarihsel seyrini özgürlüğe çeviren savaşçıların bir iki söz etmenin önemi, anlamı.

Bu yüzden defterleri yeleklerinin cebinden aşağı inmez, silah taşıyan elinde kalemi de eksik etmez.

Çünkü onlar erdemlilik gereği söz etmeseler de herkes şunu çok iyi bilir ki her biri bir hikaye, bir destan, bir tarih yaratır şahsında. Mananın ve anlamın derin enerjisi inşa edilmiş tüm sahtelikleri yıkar bu savaşçılar şahsında ve tarihin özüyle buluşur.

4 Ağustos’ta, savaşı yoğun yaşandığı Metîna alanında şehit olan Mesken Nisêbîn ya da diğer adıyla Zeynep Kaya da o savaşçılardan biridir.

Sevginin felsefesinin ilk bilgelerinden olan Mani’nin felsefesine, İsa’nın çarmıha gerilen ellerinin kızıl kanından akan ve şaraba dönüşen kültüre, yüreği yakan sesi emekle büyüten Mizgîn’in (Gurbet Aydın) komutanlık diyarında Mêrdîn’de doğar. 90’lı dönemlerin ayaklanmalarına öncülük edip, sonradan bunu ruhunda arayıp özüne ulaşan Nisêbîn şehrinde büyür ve yetişir.

Bu sokaklarda koşturur gerilla Zeynep, bu sokaklarda dizlerini kanatır oyun oynarken, bu sokaklarda tanır ona oyunlarını yasak eyleyen başka ülkenin askerlerini, bu sokaklarda taşlar ülkesinin çocuklarını ezerek geçen askerlerin arabalarını, bu sokaklarda arkadaşlığı, mertliği öğrenir.

Yurtsever bir ailede büyür. Küçükken damında uyuduğu yerden dağlara bakıp gerillanın orada saklı olduğunu bilir. Daha gençken başka bir şehidin cenazesini uğurlamaya gider annesiyle. Birileri can veriyor, birileri savaşıyor, birileri biz özgür yaşayalım diye sürekli kendini bu ülkeye siper ediyor der kendi içinde. Kendisiyle konuşmalarında yüreğine kulak verir.

Sesi dinledikçe toprağına yakınlaşır, tarihin ayak izlerinin peşine düşen bir kadın olduğuna karar verir.

Çocukken değil, gençken değil, hangi yaşta olursa olsun ülkesinde onun özgür yaşamasına müsaade etmeyecek olan işgalci ordunun zalimliğini tanır. Toprağından edindiği asilik gittikçe büyür. Ve toprağını özgürleştirme kararlılığı gelişir. Ve 2015 yılında özgürlük yolunun yolcularına katılır.

Zeynep, dağları kendine mekan eyleyip mesken tutar. Dağlara olan sevdası, gerilla yaşamına olan narin bakışı, verdiği haklı savaşta kendini yetkinleştirme tutkusu onu yetenekli bir gerilla kılar. Sözü pratikle, sözü sazla, sözü aşkla yoğurur ve adını Mesken koyar. Yeşil bir çift gözün intikam hırsı böylelikle gittikçe büyür savaşçı Mesken’in yüreğinde.

Yönünü hep kuzey dağlarına dönük tutar. Ne kadar yol alsa da yönü hep kuzeyde, yönü hep dağlarda kendini yaratma mücadelesindedir.

Avaşîn’in güzelliğinde yeni savaşçı eğitimi görür. Elinde tutacağı silahı burada öğrenir, gerilla yaşamının ilk pratiğini burada yapar. İlk burada yoldaşlarıyla komünal bir yaşama başlar, burada tanır Önder Apo’nun bahşettiği yaşamı. Burada sever o ilk karşılaştığı şehidin nasıl aşkla savaştığı gerçekliğini.

Sonradan Kurdistan’ın Rojhilat toprağına geçer. Gerillada öğrendiği pratiğini burada büyütür. Yetiştiği toprağın kültürün kardeşlik hükmünü Rojhilat’ın kültürel rengiyle buluşturur. Şarkının, sözün, şiirin ve direnişin asil rengiyle birleştirir kendini burada. Yeşil gözlerinde taşıdığı soyluluğu burada büyütür. Yaşamda ki yanlışlara karşı radikal tutumunu duruşa dönüştürür. Kadınların yaşadığı kölelik zincirinin en derin ve acı halkasıyla burada tanışır. Ve burada asiliğine asilik katar. Kendi şahsında özgürleştireceği kadınların mücadelesini burada daha derin tanır. Ve kadınların özgürlük mücadelesinin sağlam bir öncüsü olur.

Yıllarca Rojhilatê Kurdistan’da gerillacılık yapan gerilla Mesken Nisêbîn, bu sefer hep hayalini kurduğu mekana yol almak için yola düşer. Hiç vazgeçmemiştir, hiçbir zorluk onu yıldırmamıştır Bakur dağlarına ulaşma aşkından. Yine de yola düşüp, yolun her acısına da hazırlar kendini. Bunu bilip çantasını omuzlar, bunu bilip bileğini güçlendirir. Ağır ve anlam dolu adımlarla, kalp ritminin akışını bozan ahenge aldırış etmeden yürür.

Bir aşığın maşuğa yol alışı gibi yol alır kuzey dağlarına.

O yürüdükçe direniş geleneğiyle büyüyen ruhunu taşır her mekana. Konuştukça mertliğin rengi, intikam ateşi yansır sözlerine. Ve yola düşerken kavuşur hayaline. Onun heyecanını yolda yaşayıp hasretini yolda gidermiştir. Çünkü o aşkı anlam yitiminin önüne geçen en büyük mertebeye ulaşmış ve kendini aşkına bedel vermiştir.