Helin Ümit: KDP ihanetçiliğine ‘dur’ denilmeli

PKK Merkez Komitesi Üyesi Helin Ümit, KDP’nin ‘Kürtlüğün utancı’ haline geldiğini ifade ederek herkesi KDP ihanetçiliğine dur demeye çağırdı.

Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan PKK Merkez Komitesi Üyesi Helin Ümit, Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Güney Kurdistan’a yaptığı ziyareti değerlendirdi.

Kürt toplumu ve Başur halkının KDP’nin Hakan Fidan’la sarmaş dolaş pozlarından rahatsız olduğunu ifade eden Ümit, KDP’nin Başur halkının direniş mirasını pazarladığı yönünde eleştirilerde bulundu.

PKK’nin zayıflaması durumunda ortada ne KDP ne de Başur statüsünün kalacağını belirten Ümit, Kürtler arası çatışma planlarından medet uman güçlere de “Biz böyle süreçleri çok yaşadık. Biz şimdi daha güçlüyüz, daha yaygınız daha fazla her alanda varız. Bu anlamıyla kimse böyle bir şey hayallere kapılmasın” mesajını verdi.

Türk devletinin ciddi bir Musul-Kerkük planı olduğunun altını çizen Ümit, günümüzde Türkmenleri örgütleyerek, Türkmenlerin varlığına dayanılarak Kerkük’ü Türklerin vatanı ilan etme planları olduğunu da söyleyerek herkesi buna karşı duyarlı olmaya çağırdı.

Ümit, tüm aydınları ve siyasetçileri KDP ihanetçiliğine dur demeye çağırdı.

Helin Ümit’in açıklamaları şu şekilde:

“Öncelikle tarihi İmralı direnişini gerçekleştiren Önder Apo'ya sevgi ve selamlarımı belirtiyorum. Kürt halkı ve dostları Önder Apo'ya inanan insanlar büyük bir çabayla, büyük bir emekle aslında Önder Apo'nun fikir silsilesini, fikir dünyasını, ortaya koyduğu paradigmayı dünya insanlığına taşıma yönünde önemli bir çaba gösteriyor. Ben bu çabayı gösteren herkesi bir kez daha kutluyorum. Çünkü gerçekten günümüz dünyasında böyle bir çalışmanın içerisine girmek aslında en kutsal çalışmalardan bir tanesi.

ÖNDER APO’YA EVRENSEL ÇAPTA BİR İLGİ VAR

Dünyadaki kriz, insanlık krizi, sosyal kriz, ekonomik kriz, ekolojik yıkım ve kadın sorunlarına en anlamlı yanıtı geliştiren Önder Apo'nun gerçekliği oluyor. O anlamıyla bu faaliyetlerin hepsi Latin Amerika'dan Avrupa'ya, Afrika'dan Ortadoğu'ya her alanda Önder Apo için ya da Önder Apo'nun düşüncelerini taşırma anlamında yapılan tüm faaliyetler gerçekten bir şeye tekabül ediyor. O anlamıyla çok değerlidir. Tabii yeterli mi, değil. Bu çalışmaların karşı karşıya kaldığımız sorunlar dikkate alındığında çok daha yaygın, çok daha fazla yapılması lazım. Önder Apo'nun da daha fazla anlaşılarak, daha fazla okunarak, aslında daha fazla tartışılarak hakikatinin daha fazla açığa çıkarılması gerekiyor. Evrensel çapta bir ilgi var, bir merak var, bir arayış var. O anlamıyla dünya insanlığı önderlik gerçekliğinde, Önder Apo gerçekliğinde kendisini bulabiliyor. Böyle bir önderlik gerçekliğinden bahsediyoruz. Önder Apo'nun gerçekliği bu kadar kapsayıcı.

Yerelde Kürt halkının özgürlük ve varlık problemine cevap üreten ama bunun arayışı içerisine girdikten sonra da bu çözümün sadece Kurdistan ve Türkiye sınırlarında değil, dünya ölçeğinde aslında gerçekleşmesi gerektiğini ortaya koyan bir önderlik gerçekliğimiz var. O yüzden de herkesi çekebiliyor. Bir çekim gücü haline gelmiş durumdadır.

İMRALI SİSTEMİ DÜNYA ÖLÇEĞİNDE BİR PLANLAMADIR

Şu önemli, halen çok yakıcı bir sorunla karşı karşıyayız. Önder Apo, İmralı işkence ve soykırım sistemi içerisinde esirdir, rehinedir. Bu sistemi kuranlar sadece Türkiye ve Kurdistan gerçekliği açısından bunu kurmadılar. Dünya ölçeğinde aslında bir planlama var. O yüzden biz uluslararası komployu, Önder Apo'ya dönük saldırıları sadece Türk devleti, AKP, MHP ile bağlantılı görmüyoruz. Kürt sorununun gerçekliğiyle bağlantılı. Kürt gerçekliğinin tarihsel, toplumsal yapısıyla bağlantılı bir durum. Düşünün, ilk toplumsallığı yaratan bir coğrafyadan bahsediyoruz. Kürt, Kurdistan orjinli yer, orijinal toplum, otantik halk, insanın en otantik halkı bugün soykırımla karşı karşıya. Düşünün günümüzdeki Avrupa uygarlığı ve diğer uygarlıklar buradan yayıldı. Bu toplumsallaşma özellikle kadın öncülüğü ile buradan yayılarak dünyaya mal oldu. Bu nedenle de aslında başlangıcından itibaren evrensel karakterde. Şimdi bu keşfediliyor. Bunun farkına daha fazla varılıyor ve Önder Apo'nun açığa çıkardığı demokratik modernite çözümü dünya halklarına, özellikle ulus devletçiliğin açığa çıkardığı dünya küresel çaptaki sorunlara karşı demokratik ulus projesi modeli böyle bir yansımayı bağrında taşıyor.

KURDİSTAN’DAKİ SOYKIRIM GERÇEĞİ İYİ ÇÖZÜMLENMELİ

Uluslararası güçler Türk devletine de bu çerçevede destek veriyorlar. Kapitalist modernitenin krizi, bu krizi sistem dışı çözüm yollarıyla aşılmaması için aslında Önder Apo üzerindeki tecrit giderek ağırlaştı ve ağırlaştırılarak devam ettiriliyor. Bu temelde aslında Önder Apo'nun açığa çıkarmış olduğu çözüm modeli boğulmak isteniyor.

Önder Apo'nun anlaşılması için Kurdistan'daki soykırım gerçekliğinin çok iyi çözümlenmesi lazım. Tarihte eşi benzeri olmayan bir örtülü soykırım gerçekliği Kürt halkına yönelik uygulanıyor. Önder Apo buna "biricik soykırım" dedi. Yahudiler yaşadıkları soykırımı biricik diye tanımladılar. Fakat Yahudi soykırımına benzeyen birçok soykırım var. Küçük ölçekte var, büyük ölçekte var. Siyahilerin yaşadığı soykırım ve sömürgecilik uygulamalarından tutalım Ermeni halkına, Süryani halkına kadar soykırımlar söz konusu. Fakat Kürt halkının karşı karşıya kaldığı soykırım benzersiz. Eşi benzeri yok. Biz bu durumu ne kadar anlarsak, Kürt halkı üzerindeki politikaları ne kadar anlarsak aslında Önder Apo nasıl bir önderliktir, neden biriciktir onu anlarız. Önder Apo'yu da biricik kılan, farklı kılan, özgün kılan işte bu gerçeklik oluyor. Soykırım gerçekliğine karşı mücadele ederken öyle bir önderlik gerçekliği şekillenme zorunda ki, dar olamaz, milliyetçi olamaz, geniş olmak zorunda, dünya halklarını kapsamak zorunda. Çünkü buradaki soykırım böyle bir gerçekliğe dayalı olarak yürütülüyor. Bunlar anlaşılmadan Önder Apo'nun gerçekliği de çok iyi anlaşılamaz.

SOYKIRIM SİSTEMİ TÜRKİYE’DE KURUMSALLAŞTIRILMIŞ

Türkiye ve Kurdistan'da, Önder Apo üzerindeki saldırılar, tecrit, İmralı işkence sistemine karşı mücadele esas olarak nasıl yürütülüyor dünyada bu kadar sahiplenme varken. Soykırımcı sistem Türkiye'de kurumlaştırılmış. İmralı Soykırım Merkezinin koordinesinde Türkiye Cumhuriyeti devleti vardır. O yüzden mücadelenin esas olarak orada yoğunlaşması lazım.

Evrensel düzeyde, küresel çapta, Latin Amerika'da, Avrupa'da Önder Apo'yu gündemde tutma, halklara taşırma sadece pragmatist temelde dünya halkları bu mücadeleye destek versin diye yapılmıyor. Gerçekten bu halkların, kadınların, dünya insanlığının, gençliğin Önder Apo paradigmasına ihtiyacı olduğu için böyle yayılıyor. Bu konuda gerçekten net olmak lazım. Ama bir de esas olarak ağırlıkta bu politikalar Türkiye ve Kurdistan toplumunu ilgilendiriyor. Kürt halkı gerçekten soykırım kıskacında dört bir taraftan kuşatılmış. Uluslararası güçlerin, egemen güçlerin, kapitalist sömürü güçlerinin desteği ile çıkar hesaplarıyla bir kıskaç altında tutuluyor. O yüzden mücadelenin esas olarak Bakurê Kurdistan ve Türkiye'de yoğunlaşması lazım.

Kürt halkı açısından şunu demek istemiyorum; bakın buradaki Kürt halkı Önderliği hissetmiyor, anlamıyor, uzaklaşmış şeklinde bir değerlendirmemiz yok. Böyle bir durum yoktur. Kürt halkı, gençler, özellikle de kadınlar Önder Apo'nun kendileri için ne anlama geldiğini aslında çok iyi biliyorlar. Kimi bunu bilinçli bir şekilde yaşıyor, kimi hissiyat olarak yaşıyor.

Kürt halkı modern zamanlara ya da 21'inci yüzyıla Önder Apo'nun öncülüğünde uluslaşarak girdi. Bu önderlik onu uluslaştırdı, değerlerine kavuşturdu.

FAŞİZM UMUTSUZLUĞU YAYMAK İSTİYOR

Şunu söyleyebilirim; Yeterli refleksi gösterme, örgütlenerek, özellikle Türkiye'deki soykırımcı sömürgeciliğin özel savaş politikalarını boşa çıkarma, gerekirse Önderlik için, fedai çizgide direnen evlatları gibi mahalleleri, sokakları, caddeleri, şehirleri harekete geçirme… Kürt halkı bunu yapabilir. Bu konuda bir eksiklik var. Bu seçimlerden sonra bir umutsuzluk havası, bir moralsizlik yansıyor. Değerlendirmelerde de öyle yansıyor. AKP, MHP faşizmi gerçekten Önderlik üzerinden bir politika geliştiriyor. Önder Apo şahsına değil, Kürt halkının geleceği açısından umutsuzluğu yaymak istiyor. Önder Apo bize hep dediğini hatırlatmak istiyorum. "Umut sizsiniz" dedi. "Hiçbir güçten, hiç kimseden bir şey beklemeyin" dedi.

KÜRT HALKI YENİDEN DOĞUŞU YAŞAMIŞTIR

1999 Uluslararası Komplosu'ndan önce Önderlik niye Avrupa'ya çıkış yapmak istedi? Kürt sorunun siyasal çözümünü açığa çıkarmak için, bunu müzakere edecek zemin oluşturmak için çıktı. Fakat gördü ki böyle bir dünya yok. Çıkar dünyası ancak Kürt halkı örgütlenir ve kendi varlığı ve özgürlüğü konusunda kararlı bir mücadele yürütür ise sonuç alabilir. Komployla mücadeleyi de bu temelde geliştirdik. Biz 25 yıldır bu temelde niye mücadele ediyoruz ve gerçekten hiç kimse küçümsemesin. Kürt halkı yeniden bir doğuşu yaşamıştır. Güneş gibi ortadadır. Şu anda bir 20 yıl öncesi, 50 yıl öncesi gibi olamaz. Bunun için çabalayan kesimler var dikkat edin. Öyle bir çağda yaşıyoruz.

Kürt halkının hiçbir yerde yeri yok. Hayvan hakları var, dünyada çevre hakları var, çiçek böcek hakları var. Kürt halkının hiçbir, hiçbir yerde hiçbir yazılı hakkı yok. Halkımız bunun Önderliğin durumuyla bağlantısını iyi kurabilmeli. Kesinlikle Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü, özgürlüğüyle kendi özgünlüğü ve varlığı arasında böyle bir özdeşlik var. O yüzden şunu söyleyebilirim. Biz hiçbir zaman legal mücadele hedefinde olmadık. Bundan sonra da halkımız meşru mücadele zemininde haklı olduğunu bilerek, halk olduğunu bilerek mücadelesini sürdürebilmeli ve bu Önder Apo etrafında olabilmeli. Halkımız siyasi irademdir diyerek milyonlarca imzayı topladı. Şimdi de halen her yerde imzalar toplanıyor. Siyasi iradesi, onun karar iradesinin, önderlik olduğunu, önderlik gerçekliği olduğunu ortaya koydu. Bunu gerekirse bu dönemde yeniden örgütlenerek yapabilmeli. Bu ancak bizi iflah edebilir. Yoksa bu kadar inkar, bu kadar küçümseme, bu kadar Türkleştirme politikasını halkımız kabul etmemeli.

AYDINLARA ÇAĞRI

Esasta tecride karşı İmralı soykırım ve işkence sistemine karşı ayağa kalkması gereken kesimlerin başında Türkiyeli aydınlar geliyor, Türkiyeli kesimler geliyor. Dikkat edin İmralı’da soykırım sistemi ağırlaştıkça tecrit ağırlaştı, sıkça Önder Apo’dan biz haber alamadıkça, toplum bilgilenmedikçe Türkiye'de koyu bir faşizm oldu. Hiçbir demokrasi gücü sesini çıkaramaz hale geldi. Geçmişte bazı gazeteciler vardı, röportajlar yapıyorlardı. yazıyorlardı, çiziyorlardı. Ben Türkiyeli aydınlara gerçekten aydın vasfı taşıdığını söyleyenlere şunu söylemek istiyorum. PKK'nin, Önder Apo'nun o konuşturulmadığı, sesinin duyulmadığı bir ortamda atıp tutmak aydın olmak değildir. Gelsinler, tartışalım. Bir de bu süreci, bu sürecin ne olduğunu Kürt Özgürlük Hareketi'nden dinlesinler. Mehmet Ali Birand öyleydi. Böyle kişiler vardı. Böyle örnek gazeteciler vardı.

Mesela bizim çözüm perspektifimiz nedir? Biz meseleyi hep vurguluyoruz. Devletçi çözümden yana olmadığımızı açıkladık. Ne kadar AKP-MHP faşizmi yatıp kalkıp bunu körüklüyor. Bölücüdür, ayrılıkçılıkçıdır diye.

'ÇAKIL TAŞI DEĞİL TÜRKİYE’Yİ İSTİYORUZ'

Ben hiç unutmuyorum, çok etkilendiğim bir değerlendirmeydi. 93'tü yanlış değilsem, Önderliğin Tansu Çiller'e karşı, Çiller'in o faşist saldırıları, '90'lı yıllarda yürüttüğü saldırılara karşı Önderlik şöyle demişti: "Biz çakıl taşını istemiyoruz, biz Türkiye'yi istiyoruz." Bu 'Türkiye'yi istiyoruz’ söylemi, Türkiye'nin demokratikleşmesi, Türkiye'de birlik ve beraberlik içerisinde yaşamak anlamını taşıyordu. Birinin üvey kardeş olup diğerinin elinden tüm haklarını aldığı bir şeyden bahsetmiyordu. O anlamıyla ortak vatan, ortak ulus projesine bağlıyız, Önderliğimizin bu projesine bağlıyız.

Bu temelde Türkiyeli aydınlar bu kadar korkmaları gerek yok. Cesur olmaya davet ediyorum ben. Eğer böyle olursa gerçekten bir Türklük sorunu vardır. Hep Kürt sorunu, Kürt sorunu deniliyor. Aslında bir Türklük sorunu var, böyle bir kitap da yayın yayınlanmıştı. Ben öneriyorum, okusunlar. Ezen ulusla ezilen ulus ilişkisini çözümleyen bir kitaptı. Fanon’un kitaplarından esinlenmişti.

SOYKIRIM DÜZENİYLE TÜRK AYDINLARI YÜZLEŞMELİ

Bir Türklük sorunu var yani. Bu kadar birlikte yaşadı bu toplumlar. Birkaç gün önce Malazgirt Savaşı'nın yıldönümüydü. Aslında Malazgirt'te olan neydi? Türk-Kürt ittifakı sonucunda Türk boylarının Anadolu'ya girişinin sağlanmasıydı yani. Orada bir inkarcılık yoktu ve bu yüzyıllar boyu devam etti. Ama günümüze geldiğimizde ulus devletle birlikte, ulus devlet milliyetçilikle birlikte, halkları bu kadar birbirine düşman eden, Kürt halkını bu kadar soykırıma mahkum eden düzenle Türk aydınları yüzleşmeli. Gerçekten bu kadar gerilik olamaz. Bu anlamıyla ben, İmralı soykırım ve işkence sistemini Önder Apo üzerindeki tecrit uygulamalarına karşı Türkiyeli aydınların da önümüzdeki süreçte cesur olmaları çağrısı yapıyorum. Gözaltı, tutuklama bunlar her zaman olabilir. Aydın bunları göze alanlardır zaten. Toplumu için fedakarlık yapanlardır. Paraya, pula, ranta bulaşmamalı.

ZİNDANLAR ÜLKENİN AYNASIDIR

Zindanların durumu ne, zindanların rolü ne? Türkiye'de zindanlara nasıl bir rol oynatılıyor? Bunlar yeterince tartışılmıyor. Türkiye zaten açık bir cezaevine döndü ama onun dışında da cezaevleri sayısı, zindan sayısı çok fazla arttı. Hani derler ya bir ülkeye gidin bakın ne kadar zindan var. Zindanlara gidin bakın o ülkenin durumunu anlarsınız. Demokratikleşme düzeyini aslında zindanlar üzerinden okumak mümkündür.

Şimdi bu tecrit politikası elbette ki siyasi tutsaklara uygulanıyor. Düşünce suçlarına, fikir suçlarına uygulanıyor. Adli suçlular her gün bırakılıyor. Esas olarak Kurdistan özgürlük mücadelesi ve Türkiye'de radikal demokrasi mücadelesi veren sol sosyalist güçlere karşı bu kurumlaşma var. Bu anlamıyla şu anda İmralı işkence ve soykırım sistemi zindanlarda birebir uygulanıyor. Yeni modeller de geliştirmişler. Mesela S tipi cezaevleri. İmralı'dan esinlenerek bunu yapıyorlar. Faşizmin saldırılarının en açık yaşandığı yer zindanlar. Hukuksal mücadeleyi daha fazla yükseltmek lazım. Ama Türkiye'de işleyen bir kuralsızlık var. Yasa koyucu yok mesela.

AKP-MHP faşizmi, özellikle Erdoğan diktatörlüğü nasıl sahaya çıkıyor biliyor musunuz? Bütün imkanları kendisine alıyor. Bütün kuralları da kendisi koyuyor. Rakibinin elini kolunu bağlıyor, kaleye dikiyor, sonra da gol atmaya çalışıyor. Bu böyle bir tablo. Kural yok, hukuk yok. Çok keyfi, rastgele. İşte Erdoğan'ın iki dudağının arasında; iktidarın çıkarları özel savaşın hizmeti konumunda bulunan bir ceza infaz sistemi var. İnfazları gelen onlarca arkadaş var, onlarca yurtsever var ve bu insanların çoğu siyasi tutsak.

HUKUKSAL MÜCADELEDE YETERSİZLİKLER VAR

AKP-MHP faşizmi, Erdoğan diktatörlüğü, içeride belli bir aydın kesimini tutuyor. İçeriye aldıklarının çoğu, siyasette yer almış, belediye başkanlığı yapmış, vekillik yapmış insanlar. Mesela tutuklu vekillerimiz var. Figen Yüksekdağ içeride mesela bunlar arasında, yine direnişçiler var, eylemlerde yakalananlar var.

Buna karşı hukuksal mücadele, avukatların, baroların yürüttüğü mücadelede yetersizlikler var. Türkiye'deki bir insan niye hukukçu olur, avukat olur, savcı olur, ne bileyim hakim olur. Bir adalet arayışı vardır. Bir şeyin eksikliğini görmüştür ki çocukken, gençken bunun kaygısıyla böyle bir alana girmiştir. Toplumu savunmak için, aslında haksızlıklara karşı direnmek için böyle bir yola girmiştir. Hukuk aracılığıyla. Sermaye biriktireceğini sanan çok azdır. O alanda da üçkağıtçı, vurguncular, hani bir kendi yolunu bulmaya çalışanlar vardır ama ana felsefesi budur.

Mazlum İçli davası var mesela. Mazlum İçli, Yasin Börü davasından yargılanıyor ve hakkında bildiğim kadarı müebbet isteniyor. Ama bu gencin o olay esnasında düğünde olduğu, nerede olduğu açığa çıkarılmış olmasına rağmen, sırf Kürtleri terbiye etmek için ben size istediğimi yaparım demek için böyle yapıyorlar.

Kobanê olaylarında suçlu olan devlet güçleridir. En meşru eylemlerdir. DAİŞ'in saldırısına karşı ayağa kalkmış. Böyle bir böyle bir olayda bile bu kadar ters yüz etme var. Hukukçular, avukatlar daha iyi örgütlenmeliler. Daha fazla toplumu bilinçlendirmeli, daha iyi mücadele etmeliler. Daha fazla bir araya gelmeliler.

TÜRKİYE’DE DEMOKRATİKLEŞME İÇİN DAHA FAZLA RİSK GÖZE ALINMALI

Aydınlar için söyleyeyim. Evet, onların da ellerinden her şey alınabilir. Bu hükümet, bu iktidar her şeyi yapabilir. Fakat bir insanı insan yapan idealleridir, ilkeleridir. İnsan herhalde 60-70 kiloluk et yığını değildir. Onu insanı insan yapan etik değerleridir, ahlaki ölçüleridir. Şimdi zindanlarda bunların hepsi ayaklar altına alınıyor. Dışarıda da alınıyor. Ama en açık gözlem yapabildiğimiz alan olduğu için söylüyorum 30 yıllık mesele cezasını yatmıştır. Yatmış diyeceğim ama aslında ona ceza diyemeyiz. İçerideki siyasi tutsaklar suçlu değil. Düşüncesini savunmak, bir amacı savunmak, başkalarından farklı düşünmek, devletten farklı düşünmek bir suç sayılamaz. İnsanlara böyle sınır konulamaz, fikirlere böyle sınır konulamaz. Bu anlamıyla, Türkiye'de hukukçuların, avukatların da demokratikleşme, Türkiye'nin demokratikleşmesi için daha fazla öne çıkması, daha fazla bedel vermesi, daha fazla riski göze alması kesinlikle gerekir diye düşünüyorum. O temelde de ben eğer bunlar olursa, bu temelde böyle bir sahiplenme olursa Türkiye'yi daha aydınlık günlere taşımak mümkündür.

Böyle giderek hem Türkiye toplumunda hem Kurdistan toplumunda umutsuzluğun birleşeceği, karanlık günlerin hakim olacağı, herkesin birbirinden korkacağı, kimsenin kimseye güven yiyeceği bir durumu şekillendirmek istiyorlar. Bir korku toplumu şekillendirmek istiyorlar. İnsanlar o noktaya getirmek istiyorlar. Zindanlar esas olarak zindandakileri değil dışarıdakileri terbiye etmek için var. Bunu hiç kimse unutmamalı.

15 AĞUSTOS EYLEMLİLİKLERİ

15 Ağustos yıldönümü vesilesiyle yapılan eylemleri, hem HPG güçlerimiz hem YJA Star güçlerimizi ben bir kez daha selamlıyorum. Elbette bunlar belirli bir planlama çerçevesinde olan eylemler oldu. Biz bu yıl 15 Ağustos Atılımı'nı böyle bir eylemsellikle karşılamak istedik. Planlanmış, zamanlanmış eylemlerdir ve başarıyla sonuçlandı, başarıyla yürütüldü. Bu anlamıyla şöyle bir gerçeklik var. Çok sert bir savaş devam ediyor, yürüyor. Türk özel savaş medyasının belirttiği gibi değil. Saldırı var. Teknik imkana dayalı olarak alanda hakimiyet kurmak isteyen bir Türk işgalci gerçekliği var. Türkiye, Güney'i işgal ediyor. Buna karşı gerillanın tabii ki çok görkemli bir direnişi var. Gerilla tarzında var.

Onlar ekranlara çıkıyorlar. O eski kontrgerilla elemanları ellerinde çubuklarla “Biz şurayı böyle ele geçirdik. Burada hiç kalmadılar, şurayı temizledik” diyorlar. Bunlar hikaye. Dikkat ederseniz Bakurê Kurdistan için yıllardır aynı şeyi söylüyorlar tekrar tekrar. Bitirdik diyorlar. Yok 40 kaldı, yok 60 kaldı, yok 80 kaldı, 40'a indiriyorlar. Sonra 1 yıl sonra yok 80 kişi kaldı diyorlar.

Gerillacılık öyle şey bir değil. Net sayılarla ifade edilebilecek bir mesele değil. Medya Savunma Alanlarını savunuyoruz, Başurê Kurdistanı savunuyoruz. Başurê Kurdistan topraklarını Türk işgalciliğine karşı savunuyoruz. Biz Türkiye'nin planlarını görüyoruz. Misak-ı Milli, Musul, Kerkük planını görüyoruz. Musul, Kerkük'ü ele geçirmek istiyorlar. Akdeniz'den Musul'a kadar bir hat çizmek istiyorlar, işgal planları var buna karşı bizim gerillamızın çok görkemli bir direnişi var.

KAYIPLARINI GİZLEYEMEDİLER

15 Ağustos eylemleri çok görkemliydi. Gerilla çok etkili vurdu. Bunu çok gizleyebilecek şeyleri yoktu. Gizleyemediler. Bazı güçlerini değiştirmiş diye bir bilgimiz var. Daha önce böyle daha özel güçleri bölgede varken şu anda sıradan eğitimli askerlerini getiriyor.

Paralı, sözleşmeli askerleri sakladıkları gibi saklayamıyorlar. Çünkü diğerleriyle sözleşme imzalamıştır. Ne kadar asker ölse de ailelerine kan parası gibi para bağlıyorlar. Zaten hiç kimse çoluğuna çocuğuna sahip çıkamıyor.

Bunu yansıtmalarının bir diğer nedeni de Türkiye toplumunda savaşı zinde tutmak istiyorlar. Bakın biz savaş içerisindeyiz diyorlar. Çok ciddi bir ekonomik kriz var, sosyal kriz var. Türkiye toplumu, köylüsü, işçisi gerçekten açlık sınırında intiharın eşiğinde gözüküyor. Herkes görüyor bunu. Böyle sahte bir umut pompalıyor, bizim dışımızda hiç kimse bu sorunları çözemez diye. Ama esas olarak sorunun kaynağı bu iktidarın kendisi. Savaş ekonomisiyle Türkiye toplumunun bu sorunları çözülemez ki. Türkiye toplumunu bu kadar ağır bir savaşa sürükleyerek Türkiye'de hiçbir sorun çözülemez. Ama bu psikolojiyi nasıl dengeliyor? Hani bir ara demişti ya siz kurşunun fiyatını biliyor musunuz? O yüzden o kayıpları verme ihtiyacı duydular diye düşünüyorum ben.

İŞGALCİLİK BÖLGE HALKLARI AÇISINDAN TEHLİKELİDİR

Bir de tabi yeni planlar da var. İşgali derinleştirerek sürdürmek istiyorlar. Rojava'ya saldırmak istiyorlar. Başur’da daha fazla ilerlemek istiyorlar. Böyle bir Türk işgalciliği bölge halkları açısından ciddi bir tehlike konumundadır bu.

Mesela bu seçimlerden sonra dikkat edin çok yoğun bir diplomasi trafiği oldu. Ne yapmak istiyorlar? Başta o ortamı hazırlamak istiyorlar böyle bir şeyi. Daha önceki bu Rojava işgali ve Başur’a dönük saldırıları hatırlarsanız, Birleşmiş Milletler'de Erdoğan'ın İsrail gibi gösterdiği haritayla ortaya koyulmuştu ve onay almıştı. Şimdi de benzer bir şekilde jeopolitik jeostratejik konumunu kullanarak hem bölgesel ittifaklarını geliştirmek istiyor hem de küresel çapta bu işgalciliğe ses çıkmamasını sağlamak istiyor. Hedefini Kürt Özgürlük Hareketi mücadelesi olarak gösteriyor. Ama böyle değildir bunu da hem bölge halkları bilmeli hem de halkımız bilmeli.

15 Ağustos eylemlerini selamlıyorum. Bu eylemlerde şehit düşen arkadaşları saygıyla anıyorum. Gerçekten 2023 2024 mücadele yılına hangi tarzda gireceğimizi ortaya koydu bu eylemler. Garzan’da şehit düşen Beritan arkadaşı özel olarak ifade etmek istiyorum. Kendisinin zaten videoları Medya Haber'de de, diğer kanallarda da yayınlandı. Önderliği rüyasında görerek etkilenip katılan bir arkadaş. Belli ki o rüyasında görmesi de onun toplumsal alanın içerisinde Önderliğin özel bir yeri olduğunu, bir yurtsever aileden geldiğini, o duygularla, o hislerle büyüdüğünü gösteriyor. Ben kendimi çok etkilendim onun o yaşam sevgisi, yaşam coşkusundan, bunu Önderlik ile buluşturması, bütünleştirilmesinden. Bu vesileyle Heval Beritan’ıda saygıyla anıyorum.

ROJAVA DEVRİMİ EKİM DEVRİMİ KADAR ETKİLİDİR

Rojava zaten işgal altında. Önemli bir kısmını Türk devleti işgal etmiş durumda. Efrîn, Serêkaniyê, Girê Spî. Suriye devletinin de açıklamaları var. Aslında Esad'ın da açıklamaları var. Arap toplumu bu duruma tepkilidir özünde. Ve bunları gidermek için belli şeyler yürütüyorlar bölgede. Fakat esas olarak Türk soykırımcı sömürgeci devleti diyor ki Kürtlere bu dünyada bir yer bırakmayacağız. Kürt diye bir halk yoktur. Kürtler geri bırakılmış Türklerdir. Bu zihniyet devam ediyor. O yüzden de Kürtlük adına, Kürt varlığı adına herhangi bir mekanın, herhangi bir kurumun, herhangi bir oluşumun ayakta kalmaması için sürekli saldırılarını yürütüyor. Bütün ilişkilerini de buna göre ayarlamış.

Rojava Devrimi bırakalım bölgeyi, dünyayı etkileyen, sarsan bir devrim oldu. En az bir Ekim Devrimi kadar ek etkisi olabilecek bir devrim. Halen bu etkisi devam ediyor. Niye böyle? Çünkü bir kadın devrimi Rojava Devrimi, kadın öncülüğünde gerçekleşen bir devrim. Karakterini kadın özgürlüğüne dayanması ile belirleniyor. Rojava Devrimi'nin, ideolojik ölçülerini belirleyen şey kadın öncülüğü buna dayanmış olması. Eksiği olabilir, yetersizliği olabilir, tam etli butlu olmayabilir. Yeterli derecede kendisini anlatamıyor da olabilir. Fakat Rojava Devrimi dayandığı şey bu.

Nasıl ki Neolitik dönemde hani böyle neolitiğe saldıran güçler var ya, erkek egemenlikçi, iktidarcı, barbar, kadını mülkleştirmek isteyen güçler… benzer bir saldırıyı Türk devleti barbarca yürütüyor. Gerçekten barbarca yürütüyor. Çocuk demiyor, kadın demiyor, basın-yayın, medya elemanı demiyor. Hiçbir şey bir şey dinlemiyor yani. O çerçevede saldırıları sürdürüyor.

Rojava'daki halkı korkutmak, sindirmek, kaçırmak istiyor. Rojava dediğimiz bölge çok geniş bir bölge değil. Dar bir bölge. Bir kuşak gibi düşünün. Arap sahasını çıkartın geride. Böyle bir sınır hattında bir kuşaktır Rojava. Ne yapmak istiyor? Burayı Kürtsüzleştirerek DAİŞ çeteleriyle örgütlediği İslamcı gruplarla bunlara bir yasallık açığa çıkartarak bunları oraya yerleştirmek istiyor. Planı budur. Onlar eliyle de tabii Türkleştirme geliştirilmek isteniyor. Efrîn'e bakın ne yapmak istediğini anlarsınız. Orada Türk okulları açıldı, çetelerin eline verildi değil mi? Burada aslında Türkiye'nin paramiliter güçleri eğitiliyor. Her gün taciz var, her gün tecavüz var, her gün kadınlar kaçırılıyor. İnsan hakları raporu bunu açıklıyor. Biz söylemiyoruz. İnsan Hakları Gözlemevi'nin yaptığı açıklamalar var. O anlamıyla Türk devletinin Rojava planı, böyle bir işgal planı, Rojava Devrimi'ni tasfiye etme planı ve bunda da hedef aldığı kesim esas olarak kadınlardır. Kadın devrimidir, kadının açığa çıkarmak istediği demokratik sistemdir. Kadının ortaya koyduğu özgürlük duruşudur.

KADIN ÖNCÜLÜĞÜNDE MÜCADELE DEVAM ETMELİ

Uluslararası alanda bir sessizlik var. Bugün bir yabancı aydın bir açıklama yapmıştı. O Koalisyon Güçleri'ne çağrıda bulunuyordu. Bu coğrafya DAİŞ'i durdurdu. DAİŞ'i durduran bir coğrafya. Siz borçlu değil misiniz? Bir vefa borcunuz da mı yok yani? diyordu.

Tabii halkımız çok bunlara bakmamalı. Mesela yönümüzü ona çevirmemizin yanlış olacağını belirtebilirim. Gerçekten savaşan halk gerçekliği temelinde kendi öz gücüne güvenen, kendi gücüne güvenen, örgütlü ve her an düşman bilinciyle yaşayan bir çalışma tarzına, bir yaşam tarzına, bir savaş ekonomisine sahip olmalı. Bu onu ayakta tutar. Böyle bir gücü vardır Rojava Devrimi'nin. Düşünün devletlerin önünden kaçtığı DAİŞ’i durduran bir toplumdan, bir halktan bahsediyoruz, bahsediyoruz. Gerçekten çok gözü kara ve fedai gençleri olan bir şeyden bahsediyoruz. Rojava gençliği öyledir. Deli doludur yani.

O anlamıyla Kürt toplumu bunun farkında olabilmeli. Kadın öncülüğüne güvenmeyi sürdürmeli, devam etmeli. O temelde geliştirdiği devrimi, kalıcılaştıracak adımları atabilmeli, toplumsal inşa çalışmalarını yapabilmeli. Bu temelde de Türk devletinin Rojava Kurdistanı insansızlaştırma, Kürtsüzleştirme ve ele geçirme planlarına karşı yurtsever, demokratik çizgide ısrarcı olabilmeli.

KÜRT AVCISI HALİNE GELEN DEVŞİRME HAKAN FİDAN

Hakan Fidan kişiliğine ilişkin birkaç şey söylemek istiyorum. Kürt olduğu söyleniyor, sanırsam Vanlıdır. Tarihte Türk egemen güçlerinin bir yöntemi var; devşirme yöntemi. Yeniçerileri de biliyorsunuz, bu devşirmeler üzerinden kurarak aslında şeyi halkların böyle kimliksiz, soysuz, köksüz, kendi değerlerine yabancılaşmış, onlara karşı çıkanlardan oluşuyor. Hakan Fidan da devşirme oluyor. Bir devşirilmiş bir Kürt oluyor böyle karakterler. Kendini ispatlama arayışında olan karakterler. Türk’ten daha Türkçü. Artık kime hizmet ediyorsa ondan daha fazlası olmaya çalışıyor. Ve bu Hakan Fidan'ın pozisyonu da bu. Böyle bir karakteri var, böyle bir kişiliği var. O yüzden de çok tehlikeli. Çok tehlikeli ilişkilere yöneliyor. Tam bir Kürt katili haline geldi. Dikkat edilirse MİT Başkanı olduğu süre boyunca da, 2015 miydi? Tam tarih aklıma gelmiyor ama bir ara yine böyle Dışişleri Bakanlığı'na getirileceği tartışması oldu. Dikkat edin. Bırakmadılar o zaman. Bu kişi astsubay iken gitmiş, Amerika'da eğitim görmüş falan filan. Demek ki orada bir özel bir eğitimden geçmiş. Esas olarak diplomasi üzerinde çalışıyor ama diplomasi ve istihbarat ilişkileri üzerine çalışıyor. İstihbaratta iken onu iyice Kürt kanına bulamadan böyle bir görevi vermediler. 2015'ten sonraki süreci biliyoruz, öz yönetim direnişinde yapılanları biliyoruz. Şimdi dört parça Kurdistan'da her türlü ajan ağıyla böyle Kürt avcısı haline gelmiş. PKK’li avcısı demiyorum bakın Kürt avcısı. Böyle bir karakterden bahsediyoruz.

HAKAN FİDAN İMRALI’DA BAŞARISIZ OLDU

O yüzden de üstün liyakat nişanesi aldı. Böyle bir karakterdir. Fakat şöyle bir şey oldu tabi. Mesela belli ki yeteneklidir. Böyle insanları etkileyebiliyor. Bir tek nerede başarısız oldu biliyor musunuz? İmralı’da başarısız oldu. Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı yürüttüğü o oyalama, kandırma öğesi orada başarısız oldu. Çok başarılı, başarılı diyorlar ya. Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye planını görüşme süreçleri olduğu süreçte yapma görevini verdiler. Bunu başaramadı. Başarısız oldu. Sözde PKK'ye silah bıraktırılacak, yurt dışına çıkarılacak, ondan sonra Sri Lanka modeli denilen model uygulanacaktı. Bunların hiçbirisini yapamadı. Aslında başarısızdır, öyle çok başarılı bir diplomasi şeyi yoktur onu söyleyebilirim. Fakat Kürt kanını döktü. Eğer onda başarılı görülecekse olabilir.

IRAK’TA SONUÇ ALAMAYACAKLAR

Hakan Fidan Irak'a da bu çerçevede geldi. Irak'ta çok çeşitli kesimlerle görüştü. Irak'tan istedikleri şey ne? PKK’yi Irak'ın terör listesine koyulması. Fakat biz bu konuda sonuç alabildiğini sanmıyoruz. Şöyle sanmıyoruz. Ortadoğu'da, işte Suriye, Irak, Türkiye üçgeni içerisinde bu gerçeklik, bu katı ulus devlet içeresinde özellikle Saddam'ın yıkılışından sonra Kürt realitesini tanıyan bir ülkedir Irak. Kürt varlığını, kimliğini tanıyan ona özerk federe yapı sağlayan bir devletten bahsediyoruz. Böylelikle kendi Kürt sorununa çözüm üretti. Mesela bakın, bizim Irak'a karşı, Irak hükümetine karşı, Irak'taki güçlere karşı herhangi bir şey mücadelemiz yoktur. Evet, genel olarak demokratikleşme, daha demokratik bir ülke olması, radikal demokrasinin hakim olduğu bir ülke olması, o anlamıyla halkın iradesinin örgütlenerek daha fazla yansıması yönünde çabalarımız var, telkinlerimiz var, örgütlenme çabamız var ama bunun dışında devletle böyle bir şeyimiz yoktur. O yüzden biz ne Bağdat hükümetinin ne de bölgede etkili olan güçlerin, Türk devletinin bu arayışlarına zemin olacağını çok zannetmiyoruz. Umarız öyle olmaz. Bu kendi eliyle yeniden Kürt sorununu açığa çıkarmak olur.

Irak'taki mücadele, kadın özgürlüğü başta olmak üzere halkların, etnik mezhepsel kesimlerin demokratik ulus çerçevesinde birlikte yaşamının örgütlenme sorunudur. Dikkat edin, Irak'taki bütün sorunlar, mezhepsel çatışma, etnik çatışma değil mi? Buna dayalı biz Kürt, Arap ittifakına dayalı olarak, Irak'ta demokratik ulus yaklaşımımızı koruyoruz. Bunu da en demokratik yol ve yöntemlerle Irak'taki topluma sunmak istiyoruz.

KDP KÜRTLÜĞÜN UTANCI HALİNE GELDİ

İkinci günde KDP ile yapılan görüşmeler var. O konuda Hareketimizin yönetiminin çok açıklamaları oldu. KDP giderek Kürtlük adına bir utanç kaynağı haline geliyor. Türkçe bir söz var, arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim diye. İşte Neçirvan Barzani, Mesrur Barzani artık kiminle sarmaş dolaş; Hakan Fidan. Onlar Kürt halkının mı, yoksa Türk devletinin soykırımcı planlarının yanındalar mı? Kürt toplumu da bundan çok rahatsızdır. Başur’daki halkımız bundan çok rahatsızdır. Bu kadar katliamı, soykırımı görmüş Başur toplumu yurtsever bir halktır. Yıllarca Başur halkı direndi. Şimdi Başur halkının direnişinin mirasını bu Barzani ailesi pazarlıyor. Tam bir pazarlamacıdır.

En güçlü ittifak '98'de Washington Anlaşmasıyla oldu. Uluslararası komplo öncesi, uluslararası komployu da hazırlayan KDP ve YNK’nin de içinde olduğu PKK karşıtı, önderlik karşıtı anlaşma o zaman oldu ve o zaman uluslararası komplo dönemiydi. Türk devleti dünyayı arkasına almıştı. Uluslararası bir operasyonla bizim Önderliğimiz esir edildi. PKK çok zor bir dönemi yaşadı Önderliğin esaretiyle birlikte. Bundan daha ileri bir şey açığa çıkartamazlar. O yüzden KDP ile Türkiye anlaşınca öyle çok bir şey olmayacak. Böyle bir rolü yoktur KDP'nin. Hareketimizin açıklamaları da böyle anlaşılmamalıdır. Herhangi bir zorlanmadan, acizlikten değil. Türkler buna çoktan tav olmuşlar. Türk devleti diyor ki "ben Kürtleri birbirleriyle çatıştırırsam artık PKK olmaz." Biz böyle süreçleri çok yaşadık. Biz şimdi daha güçlüyüz, daha yaygınız daha fazla her alanda varız.

KERKÜK’Ü BİLE TÜRKLERİN VATANI İLAN EDEBİLİRLER!

Bu anlamıyla kimse böyle hayallere kapılmasın. İlkesel olarak Kürt ulusal birliğini savunuyoruz, ilkesel olarak Kürt halkının tarihsel gerçekliğinde böyle bir ihanetçi yapının ihanetini sürdürmemesini istiyoruz. Bu kadar basit yani. Bu Kürt toplumunu yaralayan bir şey. Bütün mesele budur. Bunun böyle anlaşılması daha doğru olur diye düşünüyorum. Esas olarak da Kürt toplumunun ve özellikle Başur’daki Kürt halkını, Başur’daki Kürt aydınlarını, Kürt siyasetçilerini dikkatli olmaya davet ediyorum. Gerçekten ciddi bir Musul-Kerkük planı vardır. Demokratik bir Türkmen kesimleri bir tarafa Türkmenleri örgütleyerek, Türkmenlerin varlığına dayanarak Kurdistan'ın tarihsel bir parçası olan Kerkük bile Türklerin vatanı ilan edilebilir. Bunun hazırlıkları yapılıyor.

PKK ZAYIFLADIĞI AN KDP DİYE BİR ŞEY KALMAYACAK

Böyle bir kapsamlı plan var. Esas mesele PKK değil, PKK zayıfladığı an KDP diye bir şey ortada kalmayacak. Başur statüsü diye bir şey de kalmayacak. Türkiye zaten hata yaptığını hep söylüyor. Diyor ki biz hata yaptık. Şimdi bu Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında fırsat bulduğu gibi yeniden buraları ele geçirmek istiyor. Yıkmak istiyor.  Çünkü Kürtlerin bir yerde Kürt varlığının olması bile Türk egemenlerinin bakışında onun ulusal varlığına tehdit algısına yol açıyor.  Bu Türkiye'yi parçalamaya kadar götürecek bir süreçtir.

Aydınlarının, siyasetçilerin gerçekten sağduyuyla, günübirlik çıkarlarla değil, ulusal demokratik çıkarlarla hareket etmesi, KDP'nin ihanetçiliğine dur demesi, tepki göstermesi, fırsat vermemesi ve Türk işgalcilere karşı daha fazla ses çıkarması gerekir. Bedir Hareketi bile Türklere “Çıkın buradan” dedi. Araplar ve Şiiler bunu söylüyor. Kürtler nasıl bunu söyleyemez? Ayıp değil mi? Bu ziyareti de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Evet, yeni bir şeyler planlamaya çalıştıkları söyleniyor. “Kandil'e yeniden mi saldıracaklar? Yok Zap’ta bilmem ne mi yapacaklar?” diyerek bir kafa karışıklığı da yaratmaya çalışıyorlar. Biz savaşan bir hareketiz. Bu konuda bunları söyleyebilirim.

ONURLU BARIŞ TARTIŞILMALI

Her şeyden önce halkların, kadınların, dünya insanlığının 1 Eylül Barış Günü'nü kutluyorum. Gerçekten böyle bir gün dünya insanlığına mal oldu, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra böyle gündeme girdi.

Şimdi, mesela bugün vesilesiyle barış eylemlilikleri gündeme geliyor, girişimler var. Fakat onurlu barış kavramı üzerine yoğunlaşmak lazım. Ne olursa olsun barış diye bir şey yoktur. Bunu herkesin çok iyi anlaması lazım. Mesela bizim savunduğumuz çizgi, şöyle bir çizgi değildir: Ne olursa olsun barışalım. Böyle değil. 50 yıllık bir mücadelemiz var ve bu mücadele bir amaç için yapıldı. Bunun için binlerce şehit verildi. Bunun için halkımız korkunç fedakarlıklarda bulundu, acılar çekti. Bunlar ne olursa olsun barış için olmadı. Bu anlamıyla Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü Kürt ve Türk halkları birlikte inşa edene kadar, birlikte yapana kadar, bunun koşulları oluşana kadar onurlu bir barışın gerçekleşmeyeceğini herkesin bilmesi lazım. O yüzden barış söylemini geliştirirken de ne olursa olsun barış dememek lazım. Onurlu barış demek lazım. Eşitliğe, özgürlüğe, birlikte yaşama, kardeşçe yaşama yönelebilecek bir çalışmayı yürütmek lazım. Barış çalışmasını böyle yürütmek lazım.

Hareketimiz açısından, kadınlar açısından, özellikle kadınlar açısından şunu söylemek istiyorum. Kadın mücadelesi barış mücadelesine daha fazla yoğunlaşabilmeli. Onurlu barış mücadelesi kadın öncülüğünde gelişebilmeli. Gerçekten Türkiye ve Kurdistan halklarının böyle bir atmosfere, böyle bir sürece ihtiyacı vardır. Bunu kadınlar inşa edebilmeli. Bu konuda Kürt kadınları rol alabilmeli.

Fakat bunun da barış mücadeleciliğinin de çok yaman bir mücadele olduğunu, en az savaş kadar yoğunlaşma istediğini, örgütleme istediğini, planlama istediğini, eylem istediğini, sadece söz olarak ya da gönülden bunu dile getirmekle onurlu bir barışın gerçekleşmeyeceğini bilerek bunu örmek lazım. Türkiye ve Kurdistan'da bu iklimi yeniden açığa çıkarmak için, yeniden yeşertmek için mücadele içerisinde olmak lazım.

Eğer böyle olursa anlamlı olur. Kürt halkının, özgürlük güçlerinin, Kürt kadın hareketinin barış önderliği İmralı’dadır. Demokratik çözüm ve barış isteyen herkes Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünde Türkiye ve Kurdistan'da barışın yeniden yeşereceğini görebilmeli. Olacaksa bir onurlu barış ancak bu ilkeler temelinde olur.

Ben bu temelde başta Kürt halkı, Kürt anaları, -en son barış analarımızın ikisi de bir kaza sonucunda şehit düştü- barış analarımızı, tutsak yakınlarımızı, gerilla ailelerimizi, şehit ailelerimizi bu temelde bu büyük değerlerimize sahip çıkacak mücadeleyi yükseltmeye önümüzdeki süreçte daha fazla katılmaya çağırıyorum. Herkese bu temelde başarılar diliyorum.”